7 Ocak 2011 Cuma

Tasavvuf Klasikleri

T.C.
MARAMARA ÜN_VERS_TES_
SOSYAL B_L_MLER ENST_TÜSÜ
_LAH_YAT ANAB_L_M DALI
TASAVVUF B_L_MDALI
DERS_N ADI
TASAVVUF KLAS_KLER_
YÜKSEK L_SANS / V_ZE ÖDEV_
KONU
_BNNÜ’L ARAB_ VE FUSUSU’L H_KEM
HOCANIN ADI
Prof.Dr. HASAN KAM_L YILMAZ
HAZIRLAYAN
FAT_H YILDIZ
_STANBUL-2002
MUHY_DD_N _BNÜ’L ARABÎ
Muhyiddin Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Arabi et-Tai el-Hatemi
(560/1165-638/1240)
17 Ramazan 560 (28 Temmuz 1164) tarihinde Endülüs’ün güney dogusundaki Tüdmür
bölgesinin bassehri Mürsiye’de dünyaya gelmistir.Babası Ali b. Muhammed, Abbasi halifesi
Müstencidbillah’ın kumandanı ve yöre valisi Muhammed b. Sa’d b. Merdenis’in hürmet ettigi
bir kimseydi.Aynı zamanda meshur filozof _bn-i Rüsd’ün yakın arkadasıydı._bnü’l Arabi
babasının çok Kur’an okuyan, fıkıh ve hadis ilmiyle ugrasan takva sahibi bir zat oldugunu,
Nur isimli annesinin ise Ensar soyundan geldigini, Fatma bintü’l Müsenna adlı bir kadın
velinin sohbetlerine katıldıgını söyler.Amca ve dayılarının da dönemin önemli sufi ve siyasi
sahsiyetleri arasında bulundugu bilinmektedir._bnü’l Arabi soylu bir Arap sülalesinden
geldigini ceddinin Tay kabilesine mensup oldugunu belitmektedir.Kendisini görüslerini takdir
edenler onun tasavvufta otorite olusunu kendisine “Seyhü’l Ekber”, dini ilimlerde müceddid
olusunuda “Muhyiddin” lakaplarını vererek ifade etmek istemislerdir.Maliki Kadısı ve
kelamcı Ebu bekir _bnü’l Arabi’den ayırt edilebilmesi için _bn Arabi seklinde de yazılmıstır.
Ancak kendi adını bir çok yerde Muhammed _bnü’l Arabi olarak kaydettiginden bu seklin
tercih edilmesi daha dogrudur.
_bnü’l Arabi’nin dogdugu dönemde Mürsiye Muvahhidlerin idaresi altında bulunmakta ve
kumandan _bn Merdenis tarafından yönetilmekteydi._bn Arabi sekiz yasındayken ailesi
Endülüs’ün o sıralar baskenti olan _sbiliye’ye göç ettti.Bölgenin valisi Ya’kub el-Muvahhidi
kültüre önem veren bir devlet adamıydı; felsefe, tıp, astroloji ve edebiyata özel bir ilgisi
vardı.Etrafında _bn Tufeyl, _bn Rüsd ve _bn Zühr gibi ilim ve fikir erbabını toplamıs; pek çok
sair, musikisinas ve alimi bir araya getirmisti. _bnü’l Arabi _sbiliye’de böyle bir kültür
ortamında bulug çaglarında bir manevi isaretle inzivaya çekilip kendi iç alemindeki hazineleri
ortaya çıkarmaya karar verdigini, bazen on dört ay süren bu halvet ve riyazetlerin neticesinde
marifet kapılarının yavas yavas kendine açılmaya basladıgını söyler.
Bu sırda henüz on bes on altı yaslarında bulunan _bnü’l Arabi, _bn-i Rüsd’ün dikkatini
çekmis, _bn-i Rüsd bu gençle tanısmak için babasından görüsme talebinde bulunmustu._bnü’l
Arabi felsefi bakıs açısıyla tasavvufi bakıs açısının mukayesesi bakımından önemli semboller
içeren bu görüsmede filozofun kendisine “senin kesf ve feyz-i ilahide buldugun sey mantıgın
bize verdigi sey midir?” diye sordugunu, ona hem“evet” hem “hayır” diye cevap verdigini,
“bu evet ve hayır arasında ruhlar yerlerinden, boyunlar cesetlerinden fırlar” deyince _bn-i
Rüsd’ün benzinin sarardıgını, titremeye basladıgını, birden sanki elli yas yaslandıgını söyler
ve bu görüsmenin sonunda _bn-i Rüsd’ün her hangi bir egitim ve ögretim görmeden bilgisiz
olarak halvete girip de böyle bir bilgiyle oradan çıkan birini kendisine tanıttıgı için Allah’a
sükrettikten sonra, “Zira artık bu gibi hallerin erbabı kalmadı, biz hiç görmedik” dedigini ve
kendisinin de “Allah’a hamdolsun ki iste biz bu zamanda bunlardan biriyiz” diye karsılık
verdigini kaydeder.1Muhyiddin kendisinden çok hoslandıgı _bn-i Rüsd’ü tekrar ziyaret etmek
1 Kılıç,M.Erol, “_bnü’l Arabi”.D_A,1999,XX,s.493
istemisti.Fakat bir gece rüyasında feylesoflarla aralarında bir perde çekilmis oldugunu gördü.
Bunu aralarındaki meslek ve mesrep ayrılıgına manevi bir isaret saydı.2
_bnü’l Arabi ilk Kur’an dersini ehl-i tarik oldugunu bildigi komsuları Ebu Abdullah el-
Hayyat adlı bir kisiden aldı._lk halvetlerinden birinde gerçeklestirdigi manevi görüsmesinde
Hz.Peygamber’in kendisine yönelttigi “Bana sımsıkı tutun kurtulursun” seklindeki buyrugunu
hadisleri zahirende tahsil etme manasında anlayarak uzun bir süre hadis ilmiyle mesgul
oldu._bnü’l Arabi etrafındaki ilim erbabının kendisini o dönemde hayli revaçta olan re’y
kitaplarına tesvik ettigini, ancak almıs oldugu manevi isaretlerden dolayı bu tesviklerin
sonuçsuz kaldıgını söyler.Alet ilimlerini sufi olmayan kisilerden de alınabilecegi görüsünde
oldugundan _bn Hubeys, _bn Ât, _bn Baki, _bn Vacib gibi hadisçilerden hadis okudu.On sekiz
yasında iken Lahmi’den kıraat-ı seb’a, asere ve takrib ögrenimi gördü.Abdurrahman b.
Abdullah es-Süheyli ve Kadı _bn-i Zerkun’un derslerine devam ederek icazet aldı.3Zahiri
mezhebine baglı idi.Bu sebeple “amelde zahri, itikatte batıni idi” denilmistir.4Bu suretle zahiri
ilimlerde yeterli derece egitim aldıktan sonra manevi ilimlerde derinlesmek üzere halvet ve
murakabeye daha fazla yönelen _bnü’l Arabi 580 (1184) yılında seyr-ü sülukunun henüz
basında iken bazı tasavvufi makamlara ulastı.Baslangıçta kendisine dertlerini açacagı hiçbir
rehberi olmadıgını söyleyen _bnü’l Arabi sonraları gerek zahir gerekse batın ehli bir çok
üstattan istifade etmis; büyük bir kadirsinaslık örnegi olarak kendilerinden faydalandıgı 300’ü
askın kisinin manevi hallerine ve sözlerine yeri geldikçe bazı eserlerinde yer vermistir._lk
mürsidinin adı Ebu’l Abbas el-Uryebi olarak verir.Gerçek tahkik yoluna yine bu yıllarda Hızır
ile karsılasıp ondan hırka giymesinden sonra gerçeklestigini söyler.
Yirmi altı yasında iken Ceziretülhadra, Sebte, Fas ve Tilimsan yoluyla Tunus’a giden
_bnü’l Arabi bir süre burada kalarak aralarında el-Fütühatü’l Mekkiye’ye daha sonra
kendisine ithaf edecegi Seyh Abdülaziz el-Mehdevi’nin de bulundugu sufilerle görüstü._ki yıl
sonra tekrar _sbiliye’ye döndü.Birkaç defa gittigi Fas’ta dört yıl kadar kaldı.Burada pek çok
sufi ile tanıstı.Kendisine yaklasık yirmi üç yıl arkadaslık ve yoldaslık edecek olan Abdullah
Bedr el-Habesi ile burada karsılastı.Fas’tan ayrıldıktan sonra Gırnata ve Kurtuba’ya geçti.Bu
onun dogup büyüdügü Avrupa kıtasındaki son ikameti oldu.
Marakes’te iken aldıgınını söyledigi manevi bir isaretle 576 (1200)’de doguya dogru yola
çıktı. Mekke’ye kadar gidip ilk haccını yaptıktan sonra tekrar Kuzey Afrika’ya döndü.Gayesi
sufi Ebu Medyen’in ikamet ettigi Bicaye sehrine gidip kendisiyle görüsmekti.Ancak Ebu
Medyen bir süre önce (594/1198) vefat etmis oldugundan görüsmek mümkün olmadı.Bununla
beraber Ebu Medye’nin ruhaniyetinden hayatı boyunca istifade ettigini sık sık
belirtmistir._bnü’l Arabi 597 (1201)’de Tunus’a giderek Abdülaziz el-Mehdevi ile
bulustu.Aynı yıl hacca gitmek üzere Tunus’tan ayrıldı.Önce Mısır’a, oradan Kudüs’e
geçti.Kudüs’ten yaya olarak Mekke’ye dogru yola çıktı.Halil kasabasına ugrayarak
Hz._brahim’in kabrini ziyaret etti.Oradaki ikameti esnasında _brahim camiinin imamı Zahir
el-_sfahani’den Hakin et-Tirmizi’nin eserlerini okudu.Medine’de Peygamberin kabrini ziyaret
edip (598/1202) Mekke’ye ulastı.Mekke’de ders halkalarına devam etti.Harem-i Serif’te
tavafla mesgul oldu, bunun dısındaki zamanını murakabe ile geçirdi, Hz.Abbas soyundan
Serif Cemaleddin Efendi’den Hace Abdullah-ı Hervi’nin Derecatü’t Taibin adlı kitabını
okudu.Salih bir zat oldugunu söyledigi _bn Halid es-Sadefi et-Tilimsani’ye Gazali’nin _hya-ü
Ulumi’d Din’ini okuttu.Bu arada Kabe’yi muhatab alarak yazdıgı mektupları Tacü’r Resail
kitabında topladı.Yirmi üç yılda tamamlanan el-Fütühatü’l Mekkiyye ilk defa burada
kendisine ilham edilmeye baslandı._bnü’l Arabi bu kitapta yazdıklarının hepsinin ya Kabe’yi
tavaf ederken veya murakabe için Harem-i Serif’te oturdugu esnada Allah’ın kendisine açmıs
2 Gençosman,Nuri,Fususu’l Hikem,MEB,1992,s.6
3 Kılıç,M.Erol, “_bnü’l Arabi” age,493
4 Gürer,Dilaver, Füsusu’l Hikem ve Mesnevi’de Peygamber Öyküleri,s.18
oldugu seyler oldugunu ve ilk önce kendisine bunların okutuldugunu ardından “rabbani ilka
ve ilahi ilka” ile satıra geçirildigini söyler.
_bnü’l Arabi, Mekke’de yaklasık iki buçuk yıl kaldıktan sonra bir hac kafilesine katılarak
Bagdat’a gitti(601/1204).Burada on iki gün kadar kaldıktan sonra Musul’a geçti ve Musul’da
üstadım dedigi Hanefi ulemasından Ahmed el-Mevsıli el-Mukri’nin yanı sıra Ebu’l Hasan Ali
b. Ebu’l Feth ve Ali b. Abdullah b.Cami gibi alimlerle sohbetlerde bulundu._bnü’l Arabi
Musul’un dısında Mukla denilen yerdeki bir bahçede yasayan bu sonuncu zatın Hızır’da hırka
giydigini, daha sonra aldıgı bir isaret üzerine aynı yerde kendisine giydirdigini
söyler.Musul’da bir yıl kadar kalan _bnü’l Arabi, ibadetlerin sırlarına dair et-Tenazzülatü’l
Mevsıliyye adlı eserini burada kaleme aldı.Ertesi yıl Urfa, Diyarbakır, Sivas üzerinden
Malatya’ya geldi.Bagdat’tan bu yana Sadrettin Konevi’nin babası Mecdüddin _shak ve
Harran’lı Ebu’l Ganaim’in azatlı kölesi Abdullah Bedr el-Habesi’de kendisine refakat
etmekteydi. Bu sırada ikinci defa Anadolu Selçuklu tahtına çıkan I.Gıyaseddin Keyhüsrev
eski dostu Mecdüddin _shak’ı Konya’ya çagırınca _bnü’l Arabi’de onunla beraber Konya’ya
gitti.Mecdüddin hükümdarın oglu Keykavus’a hoca tayin edilerek tekrar Malatya’ya
gönderilirken _bnü’l Arabi bir müddet daha Konya’da kaldı, bu aradı Evhadüddin-i Kirmani
ile görüstü.Daha sonra Halep, Kudüs, Mısır yoluyla Mekke’ye gitti.Buradan yine Bagdat’a,
ardından Konya’ya döndü._bnü’l Arabi, Halep ve Sivas’a yaptıgı seyahatlerden sonra
615(1218)’de Malatya’ya yerlesti.Dostu Mecdüddin _shak vefat edince vasiyyeti üzerine dul
kalan hanımıyla evlendi.Oglu Sa’düddin Muhammed büyük ihtimalle burada dünyaya geldi.
_bnü’l Arabi bu yıllarda manevi evladı olarak gördügü Selçuklu Sultanı I._zzettin
Ketkavus’a Hristiyanlara karsı tavizkar davrandıgı için bir mektup yazıp savasla onları zımmi
hükmü altına almasını tavsiye etti ve kafirlerin en siddetlisi dedigi Haçlıların ele geçirdigi
beldelerden bu belde Kudüs bile olsa müslümanların derhal hicret hicret etmesi gerektigini
söyledi.Onun bu mektubunun daha önce sultanın yazdıgı bir mektuba cevap oldugu
anlasılmaktadır._bnü’l Arabi Sivasta ikende Keykavus’un Antakya’da Franklar’a karsı cihad
ilan edecegini ve sehiri kusatıp muzaffer olacagını rüyasında görmüs, bunu bir siirle
Malatya’dan sultana bildirmisti._bnü’l Arabi’nin devlet adamlarıyla ile iliskileri sadece
Selçuklu sultanlarıyla sınırlı kalmamıs, Eyyubiler’in Halep Emiri el-Melikü’z Zahir ve
Dımask emiri el-Melikü’l Adil ile de münasebetlerini sürdürmüstür.
_bnü’l Arabi pek çok yer gezdikten sonra yasını ilerlemesinin de tesiriyle Dımask’a
yerlesti.O esnada sehrin hakimi olan Melik Muazzam aynı zamanda _bnü’l Arabi’nin yakın
bir müridi ve kendisinden 400’ü askın eserini rivayet etmek hususunda icazet almıs bir zat
idi.5 Dımask’a yerlestikten sonra kendisine vaki olan mübessiratta Haz:peygamberin elinde
bir kitapla zuhur ederek “Bu elimdeki, hikmetlerin yuvalarını gösteren bir kitaptır.Bunu al ve
faydalanacak kisilere açıkla” dedigini nakleden _bnü’l Arabi, bu isaret üzerine Füsusü’l
Hikem’i 627 (1230) yılında burada te’lif etti.Daha sonra zamanının büyük bir kısmını el-
Fütühatü’l Mekkiye’yi gözden geçirmeye ve yeniden yazmaya ayırdı._lk nüsha üzerine bir
çok ilave ve tashih ihtiva eden bu ikinci nüshayı vefatından bir yıl kadar önce
tamamladı.Ölümünden yirmi gün önce talebesi Sadrettin Konevi ve _bn Sevdekin’in Kitabü’l
_sfar’ın kendisine kıraat ettikleri bilinmektedir.
22 Rebiu’l Ahir 638 (10 Kasım 1240) tarihinde Dımask’ta Beni Zekî’lerin malikhanesinde
vefat eden _bnü’l Arabi Kâsiyun Dagı etegindeki Salihiye semtinde bulunan Kadı Muhyiddin
_bnü’z Zeki ailesinin kabristanına defnedildi.Daha sonra iki oglunun da gömüldügü bu yer
sonraki devirlerde Sam bölgesinde yaygınlık kazanmaya baslayan tasavvuf karsıtı akımların
olusturdugu aleyhte propagandalar neticesinde bakımsız kalarak unutulmaya yüz tuttu Yavuz
Sultan Selim Mısır seferi dönüsünde ugradıgı Sam’da ilk is olarak onun kabrinin yerini tesbit
ettirerek üzerine bir türbe, yanına da bir camii ve tekke yaptırmıstır.II.Abdülhamid tarafından
tamir ettirilen türbe bu günde seyhi sevenlerce ziyaret edilmektedir.Abdülvehhab b. Ahmed
5 Gürer,Dilaver ,age,19
es-Sa’rani’nin naklettigi meshur bir rivayete göre _bnü’l Arabi kabrinin harab olacagını ve
Yavuz Sultan Selim tarafından ihya edilecegini, “Sin (Selim) Sın (Sam)’a girince
Muhyiddin’in kabri ortaya çıkar”seklindeki rumuzlu ifadesiyle önceden bildirmistir.
_bnü’l Arabi ilk evliligini memleketinin ileri gelen sahsiyetlerinden Abdûn el-Bicai’nin
kızı ile _sbiliye’de iken yaptı._kinci defa Mekke’de Haramey Emiri Yunus b. Yusuf’un kızı
ile evlendi.Bu evliliginden Muhammed _madüddin adındaki oglu oldu.Üçüncü evliligini
Malatya’da Sadreddin Konevi’nin dul annesiyle yaptı.Dördüncü olarak Dımask Maliki Kadısı
Zevavi’nin kızı ile evlendigi kaydedilmektedir. _kinci oglu Muhanmmed Sa’dettin’in
Malatya’da dogdugunu bildiren kaynaklar esas alındıgında onun üçüncü evlilikten oldugu
kabul edilir.Bu durumda Muhammed Sa’dettin, Sadrettin Konevi’nin üvey kardesidir.6
TASAVVUF ANLAYISI VE EKBER_YYE
Muhyiddin _bnü’l Arabi bir çok seyhle görüsmüs, onların telkin ve tavsiyelerinden
faydalanmıs, hatta kendilerinden hırka giymis, bunları üstatları ve seyhleri olarak saygıyla
anmıs olmakla beraber bir seyhe intisap edip sülukunu tamamlamıs bir mutasavvıf degildir.Bu
husus, dogustan sahip oldugu manevi istidadın ve kendi ifadesiyle “Hatmü’l Velaye”
olusunun ona verdigi bir istigna hali olarak degerlendirilebilir.Nitekim _bnü’l Arabi yirmi
yasında tasavvuf yoluna girdigini ve bütün makamların kendisine çok kısa bir sürede
açıldıgını belirtir.Hz.Peygamber’in ve ayrıca bir çok velinin ruhaniye- tinden feyz aldıgını
söyleyen _bnü’l Arabi, ilim ve marifet agırlıklı bir tasavvuf anlayısını savundugu ve tasavvufa
yeni yorumlar getirdigi el-Fütühatü’l Mekkiyye, Kitabü’l Künh fi ma Lâbüdde li’l Mürid
minh, el-Emru’l Muhkem, el-Halvetü’l Mutlaka, Tertibu’s Süluk gibi eserlerinde tasavvufi
hayatın usulü ve uygulama sekli üzerinde durmustur.Saglıgında çevresinde toplanan
Sadreddin Konevi ve Abdullah Bedr el-Habesi gibi talebeleri onun sohbetine devam etmisler,
eserlerinden faydalanmıslardır.7
Ünvanı dolayısıyla kendisine “Ekberiyye” adıyla bir tarikat nisbet edilmektedir.Bazılarına
göre böyle bir tarikat söz konusu degildir.Hazret hayatı boyunca adı konulmamıs bir irsad
anlayısı dairesinde faaliyet göstermis, talebelerine hırka giydirmis ve bu manevi miras
nesilden nesile naklolunmustur.Bu anlayısa göre “Ekberiyye” bir tarikat degil her tarikin
içinde barındırabilecegi bir nesvedir ve tarikatlar üstü bir irfan yoludur.Kalbinde onun
fikirlerine meyil bulunan herkes onun yolundan sayılır.Diger bir görüse göre _bnü’l Arabi’nin
istifade ettigi üstadlarından yola çıkarak onun yolunu bazı tarikatların subeleri olarak
degerlendirmekte, hatta bazı silsilelerde de ona yer verilmektedir.Nitekim Suyuti, Sa’rani,
_bn-i Hacer el-Heytemi, Zekeriyya el-Ensari, Ahmed Ziyaüddin Gümüshanevi, Emir
Abdülkadir el-Cezairi, Murtaza el-Zebidi gibi meshur mutasavvıflar Ekberiyye’ye mensub
olduklarını belirtmektedirler.
Melamet ve fütüvvet gibi Ekberilik de bir nesve ve zevk hali, bir irfan yoludur.Sadreddin
Konevi, Müeyyidüddin Cendi, Afifüddin Tilimsani, Abdurrezzak el-Kasani, Saidüddin el-
Fergani, Fahreddin-i Iraki, Davud-u Kayseri gibi isimlerle baslayan bu mekteb, Osmanlı
muhitinde Molla Fenari, Niyazi-i Mısri, Ömer Gürani, Bedreddin Simavi, Salahaddin Ussaki,
_smail Hakkı Bursevi, Muhammed Nuru’l Arabi gibi kisilerle devam etmistir.
Günümüzde Rene Genon, Fritjchof Schoun, Michel Chodkiewicz gibi bazı batılı
müslüman aydınlar; _slam dünyasında Muhammed Nakib el-Attas, Seyyid Hüseyin Nasr,
Abdülhalim Mahmud, Ayetullah Humeyni; ülkemizde Mehmed Ali Ayni, _smail Fenni
Ertugrul, Sezai Karakoç gibi isimler bu Ekberi nesveden feyz almıs bazı simalardır.8
ÜSLUBU
6 Kılıç,M.Erol, “_bnü’l Arabi”age,s.495
7 Kılıç,M.Erol, “Ekberiyye”,D_A,1994,X,s.544
8Kılıç,M.Erol, “Ekberiyye”,age,s.545
_bnü’l Arabi esrlerini herhangi bir müellif gibi düsünüp tasınarak yazmadıgını, bu
eserlerde yer alan bilgilerin zihinsel ürün olmaktan ziyade “ilahi imla” oldugunu özellikle
vurgular:Bu tür bir bilis tarzıyla sahip olunan bilgileri yazıya geçirirken yasadıklarını bir
dogum sancısına benzetir ve bütün eserlerinin ya Allah’tan gelen mevâridin kalbini yaracak
ve cigerini parçalayacak hale geldiginde daha fazla dayanamayıp bunlardan
zaptedebildiklerini kaydetmek suretiyle veya hakikatin dogrudan dogruya mükasefesiyle
yahut da bizzat Allah’ın emriyle imkan dairesine geldigini söyler.Ruhu’l Emin kalbinin
üzerine indiginde beseri terkibinin dagıldıgını, kendisine zan, tahmin ve süpheden arınmıs
bilgiler verdigini belirtir.Hatta bu sebeple kitaplarında yer yer düzensizliklerin göze
çarpabilecegini, ancak bunların kendi iradesiyle olmadıgını da vurgular.Nitekim el-Fütuhat’ın
usulden bahseden 88. Bölümünün mantıki olarak simdi bulundugu yerden daha önce gelmesi
gerektigini ancak tıpkı Bakara Suresi’nden talak, iddet ve nikahla ilgili ayetlerin orta yerinde
“Namazlarınızı ve orta namazı muhafaza ediniz” ayetinin gelmesi gibi bununda kendi iradesi
dısında bu sekilde yerlestirildigini belirtir.Henry Corbin, bu yönüyle _bnü’l Arabi’nin
eserlerindeki üslubun filozofların tuttugu Aristocu mantıki teselsül yolunu degil Stoacıların
üslubunu andırdıgını söyler.Ciltler tutan eserleri bulunan müellifin müsvette yapma adeti
olmadıgını ve bütün yazılarını kendisine geldigi gibi kaleme aldıgını söylemesi de ilginçtir.
Eserlerin sekli özelliklerinin yanı sıra muhtevaları konusuna da temas eden _bnü’l Arabi,
verdigi bilgileri bazı kisilerin söz ve görüslerinden veya kitaplardan aktarmadıgını
söylemistir.Kendisinin baskasına ait sözleri tekrarlayanlardan, bir baska eseri veya herhangi
bir müellifin yolunu yolunu izleyenlerden, filozofların veya benzeri düsünürlerin sözlerini ve
görüslerini nakledip duranlardan olmadıgını, kitaplarının sadece Hakk’ın kendisine kesif
yoluyla verdigi ve imla ettirdigi seyleri içerdigini, sahip oldugu ilmin vecd sultanının veya
vücutta fani olma halinin kendisine galebe ettiginde kalbinde tecelli eden seylerden ibaret
oldugunu ileri sürer.Elde ettigi marifete dair fenleri veli kullarına da ögretmesini Allah’ın
kendisinden istedigini belirten _bnü’l Arabi bu is için lisanına akıttıgı bilgilerden dolayı
Allah’a hamdeder.Önceleri bunları yazmak gibi bir niyeti olmadıgını, insanlara nasihat etme
emrini almasıyla beraber içinde bu yönde bir gayret ve sevk uyandıgını, bunu da sadece
Allah’ın izniyle yapabildigini söyler; ancak sahip oldugu bütün bilgileri açıklamadıgını,
kendisine verilen izin kadar konustugunu belirtir.Onun kendisine gelen varidatı ya çok süratli
bir sekilde bizzat kaleme aldıgı veya yanındakilere yazdırdıgı bildirilir.Nitekim kendisi
Mevakii’n Nücum adlı oldukça hacimli eserini on bir günde, et-Tedbiratü’l _lahiyye’yi dört
günden daha az sürede, et-Tenezzülatü’l Mevsıliyye’yi birkaç gün içersinde, el-Celal ve’l
Cemal’i bir günde, Kitabü’l Hüve’yi bir sabah vaktinde yazdıgını söyler._bnü’l Arabi, bütün
eserlerinde ma’rifetullahı ilimler dairesinin merkezine almıs ve bu noktadan hareketle
hakikate dair ilimlerin çesitli konularına açıklamalar getirmistir. Tasavvuf, tefsir, hadis, fıkıh,
tarih, ilm-i havas gibi çok genis bir alanda yazmıs oldugu yüzlerce eserinin hareket noktası
hep ma’rifetullahtır.
_bnü’l Arabi siirede bu açıdan bakmıstır.Ona göre siir saire zühre feleginin ve Yusuf
Peygamberin bir hediyyesidir.Alem-i hayal ile siirsel tahayyül arasında irtibat vardır.Bir gün
uyanıklık (yakaza) halindeyken bir melegin kendisine bir parça beyaz nur getirdigini, bunun
ne oldugunu sordugunda melegin Suara Suresi oldugunu söyledigini anlatan _bnü’l Arabi,
Divan’ını bu olaydan sonra olusturmustur.Onun bazı remzi ve mecazi konularda siiri tercih
ettigi, söz bu konulara gelince ifadesini derhal nesirden nazma çevirdigi göze çarpmaktadır.el-
Fütühat bölümlerinin basında yer alan siir parçalarına dikkat edilmesi gerektigini, zira
bunların o bölümde anlatmak istedigi ilimlere isaret ettigini, hatta bu siirlerin o bölümlerde
yer alan açıklamalarda bulunmayan bazı seyleri ihtiva ettigini söyler.el-Fütühat’ta _bnü’l
Arabi’ye ait 1428 parça siir bulunmaktadır.Bunların beyit sayısı 7102 olup bu sayı divandaki
beyit sayısının birkaç katıdır.Ona göre siir bir icmal, remiz, lügaz ve tevriye sanatıdır.Fakat
kendisi “Biz bir seyi remz ederiz, lügazlastırırız....ama bizim bundan kastımız bir baska
seydir”; “Bizim siirlerimiz ister sevgiliyle hasbihal ile baslasın, ister bir methiyye olsun ve
isterse de kadın isimleri ve sıfatlarıyla, ırmak, yer, yıldız isimleriyle dolu olsun, hepside bütün
bu suretler altındaki maarif-i ilahiyeden ibarettir” diyerek bu sanatların birer araç oldugunu
isaret eder. Tercümanü’l Esvak adlı manzum eserinde rabbani marifetleri, ilahi nurları, kalbi
ilimleri ve seriatın hükümlerini cismani ask temaları kullanarak anlatma yoluna gittigini zira
bu tür izahların bazı nefislerin daha çok dikkatini çektigini söyler.Mekke’de iken _sfahanlı
alim Mekinüddin’in Nizam adındaki kızının ismini kullanarak yazdıgı Tercümanü’l
Esvak’taki siirler zahir ehli tarafından ikisi arasında bir gönül iliskisi oldugu seklinde
yorumlanınca bu siirlere bir serh yazarak meselenin iç yüzünün onların zannettigi gibi
olmadıgını ve maksadının sadece ilahi askı anlatmak için Nizam’ı bir sembol olarak
kullanmaktan ibaret oldugunu, bunu onun da babasının da bildigini söylemistir._bnü’l
Arabi’nin ifadeleri özlü ve yogundur.Bununla birlikte otuz yedi ciltlik el-Fütühat için, “Bu
kitaptan maksat elden geldigi kadar veciz ifade ve hülasadır” demesi hayli anlamlıdır.Öte
yandan dile getirdigi konulara dair cümleler arasında mertebelerin degismesine baglı olarak
yer yer tezatlı durumlarda ortaya çıkar.Bu paradoksal ifadeler bu tür literatürün yapısal
özelliklerindendir.Mesela, “_lim aynı zamanda cehalet demektir”; “Vücud adem olarak idrak
edilebilir”; “Hürriyet köleliktir”; “Dogru irsad hem yakınlastırmak, hem de uzaklastırmak
demektir”; “Sen O degilsin; belki sen O’sun” gibi ifadeler ancak onun düsünce sistemi
baglamında anlasılabilir.9
ESERLER_:
_bnü’l Arabi çok sayıda eser vermis bir müelliftir.Etrafındaki kisilerin talepleri üzerine
eserlerinin bir listesini çıkarmaya birkaç kez tesebbüs ettigini, ancak verilip iade edilmeyen
kitapları oldugundan ve geçmis zamanla fazla mesgul olmayı dogru bulmadıgından bu
listeleri tam olarak olusturamadıgını söyleyen _bnü’l Arabi ilk liste çıkarma tesebbüsü olan el-
Fihrist’te 248 kitabının adını zikretmistir. Burada eserlerini bazı kimselere verdigi için elinde
bulunmayanlar halkın elinde bulunanlar, kendi elinde bulunup da açıga çıkarmak için
Allah’tan henüz bir isaret almadıgı eserler seklinde üçlü bir tasnifle vermektedir.Vefatından
yaklasık altı yıl kadar önce Eyyubiler’den Gazi el-Melikü’l Muzaffer Sehabeddin’e verdigi el-
_caze’de ki ikinci listede bu sayı 289’a ulasmaktadır.Her _ki listedeki mükerrerler hariç
toplam 289 eserden ancak doksan sekizi günümüze ulasmıstır.Osman Yahya 1958 yılında
_bnü’l Arabi’nin eserlerinin tesbit ve tasnifi üzerine Fransızca olarak gerçeklestirdigi doktora
çalısmasında toplam 856 eseri inceleyek haklarında bibliyografik bilgi vermistir.Bu çalısmada
bizzat _bnü’l Arabi’nin bu konudaki el-Fihrist ve el-_caze’siyle diger bazı eserlerinde atıfta
bulundugu kitaplar, Brockelmann’ın listesiyle Bursalı Mehmet Tahir’in Terceme-i Hal ve
Fezail-i Seyh-i Ekber Muhyiddin Arabi’sinde, Safaihi et-Tunusi’nin Kesfü’n Nikab’ında
verdigi listede görülmüstür.Söz konusu çalısmada bazı kitapların degisik adlarla farklı eserler
olarak kaydedildigi, 137 eserinde _bnü’l Arabi’ye izafe edilmis eserler oldugu gibi önemli
tesbitler yer almaktadır.Tefsir-u _bni’l Arabi, Risaletü’l Ehadiyye, ed-Dürrü’l Meknun,
Seceretü’l Kevn, et-Tuhfetul Mürsele, el-Bülga fi’l Hikme ve Havzü’l hayat gibi eserlerde bu
tür kitaplar arasındadır.Osman Yahya’nın daha genis taramalarına dayanan tesbitlerine göre
_bnü’l Arabi’ye ait denilebilecek eser sayısı 550 civarındadır.Bu üç listenin degerlendirilmesi
ısıgında bu gün için _bnü’l Arabi’nin yaklasık 245 eserinin günümüze ulastıgı söylenebilir.10
En meshur eserleri arasında sunlar zikredilebilir:
1.Füthatü’l Mekkiyye:
Sifr adı verilen 37 kitap ve 560 babdan mütesekkildir.Birinci fasılda maariften (73 bölüm),
ikinci fasılda ıstılahlardan (74-189.bölümler), üçüncü fasılda salikin ahvalinden (80 bölüm),
9 Kılıç,M.Erol,s.495-496
10 Kılıç,M.Erol,age,s.514
dördüncü fasılda çesitli tasavvufi temalardan (270-383.böümler), dördüncü fasılda zillet ve
fark ile ulasılabilecek hallerden (386-461.bölümler), altıncı fasılda makamlardan (462-
558.bölümler) bahsetmektedir. 559.bölüm kitabın özeti, 560. Bölüm ise sonsöz
mahiyetindedir.Osman Yahya tarafından Mısır’da nesri devam etmektedir.
2.Füsusu’l Hikem:
Arastırmamızın temel konusunu teskil eden eserdir.Gerekli bilgiler asagıda verilecektir.
3.el-Cem ve’t Tafsil fi Esrari’l Meani ve’t Tenzil:
Kehf Suresi 60. Ayete kadar yazılmıs altmıs dört ciltlik bir Kur’an tefsiridir.Kayıptır.
4.et-Tedbiratü’l _lahiyye:
Aristo’ya nisbet edilen siyasete ait bir eseri kendi sistemiyle ele almıstır.
5.Tercümanü’l Esvak:
Altmıs bir gazel ve ez-Zair ve’l Alak eserini ihtiva etmektedir.
6.Risaletü’l Envar:
7.el-_sra ile’l Makami’l _sra:
8.Tecelliyatü’l _lahiyye:
9.el-_sfar an Necatü’l Esfar:
10._nsaü’d Devair:
11.Ukletü’l Müstefiz:
FÜSÛSU’L H_KEM
Genel Bilgiler
Tasavvuf düsüncesinin temel kitaplarınadan biri olan eserin tam adı Fususu’l Hikem ve
Hususu’l Kilem’dir.Fususu’l Hikem tamlaması “yüzük kası, göz bebegi,eklem yeri, ön dis”
gibi manalara gelen fassın çogulu fusus ile hikmetin çogulu hikem kelimelerinden meydana
gelmistir.
_bn-i Arabi’ye göre Hz.Muhammed insan nevinin en mükemmel var olusu olup her sey
onunla baslar ve onunla son bulur.Eserin üzerine bina edildigi anahtar terim de bu kelime
(logos) yahut “hakikat-ı Muhammediye” denilen kavramdır.Buna göre her peygamberin batını
bir kelimedir, fakat hepsinin sahip oldugu hakikat mertebesi farklıdır.Hakikatların hakikatı ce
külli kelime ise Hz. Muhammed’in hakikatıdır; diger bütün mertebeler o mertebeden nes’et
eder, varlık sebeplerini ve bilgilerini ondan alırlar.Eserin esas mihverini bu teskil eder.11
_bnü’l Arabi vahdet-i vücud düsüncesini en derdi toplu, en açık bir biçimde bu eserde
ortaya koymustur.Su da var kiFususu’l Hikem’in _bnü’l Arabi’nin en önemli, en derin ve
kendi asrında ve sonraki devirlerde tasavvuf anlayısının olusmasında en müessir eseri
oldugunu söylemek hiçte abartılı bir degerlendirme degildir.12
Yazılıs Sebebi
Eserin yazılıs sebebi hakkında bizzat müellif dibace bölümünde su açıklamayı
yapmaktadır:
“627 hicri yılı Muharrem ayının son günlerinde Dımask’ta bulundugum sıralarda Allah’ın
Peygamberi Hazret-i Muhammed’i gerçek bir rüya aleminde gördüm.Elinde bir kitap
tutuyordu.Bana buyurdular ki “Bu Fusûsül Hikem (hikmetlerin özü) kitabıdır.Bunu al ve
halka açıkça anlat da bu hikmetlerden herkes faydalansın.
Ben “Allah ve Rasulüne boyun egmek ve aramızda emir vermek mevkiinde olanların
emirlerini dinlemek yarasır” dedim.Yüce Peygamberin bana tarif ettigi vechile hiçbir eksiklik
ve fazlalıga meydan vermeden, bu kitabın halka açılması hususunda ümidimi
gerçeklestirdim.Halis niyetle hareket ettim.Temiz bir maksat ve himmet güttüm.13
Muhtevası ve Bölümleri
Eserde esas mihveri teskil eden ve tecell-i evvel, akl-ı evvel, akl-ı küll, vücud-u evvel,
adem-i hakki, hakikat-i ademi, ruh-i azam, mebde-i evvel, sebeb-i evvel, levh-i mahfuz
ümmü’l kitap gibi sıfatlarla tanımlanan hakikat-ı Muhammediyye (kelime-logos)
Hz.Peygamberin batıni cevheri, onun hakiki vechesidir.Kısace buradan yola çıkarak eserin
ana temasınıın insan-ı kamil oldugu söylenebilir.
Bu bakımdan Fususu’l Hikem’i zahiri ve yatay düzlemde bir peygamberler tarihi; zahiri,
metafizik ve dikey düzlemde bir na’t-ı nebi gibi görmekte mümkündür.Hikemtin asıl
kaynagının nebevi olduguna isaret edilen kitapta bastan sona zatiyyet, uluhiyyet, rububiyyet,
vücud, mevcud, izafi vücud, adem, âdem, alem, insan-ı kamil, hakikat-ı Muhammediyye,
hakikat, vahiy, tecelliyat, zuhur, akıl, ruh, nefis, isimler, sıfatlar, vahdet, kesret, nübüvvet,
velayet, imamet, ilim, malum, sirk, küfür, irade, külliler, cüz’iler, ibadet, kıyamet gibi
metafizik konulara _bnü’l Arabi’nin bakıs açısından açıklamalar getirilmektedir.14
Fususu’l Hikem, yirmi yedi peygamberin her birinin hikmetine izafeten yirmi yedi bölüme
ayrılmıstır.Kısa bir mukaddimenin ardından eser su tertibi izlemektedir:
11 Kılıç, M.Erol,”Fususu’l Hikem”,D_A,1996,XIII,s.230-231
12 Gürer,Dilaver,Fususu’l Hikem ve Mesnevi’de Peygamber Öyküleri,2002,s.20
13 Gençosman,Nuri,age,s.19
14 Kılıç,M.Erol, “Fusu’l Hikem”D_A,1996,XIII,s.231
1.Kelime-i Ademî’deki _lahi Hikmet
2.Kelime-i Sisi’deki Nefsi Hikmet
3.Kelime-i Nuhi’deki Subbuhi Hikmet
4.Kelime-i _drisi’deki Kuddusi Hikmet
5.Kelime-i _brahimi’deki Müheymi
Hikmet
6.Kelime-i _shaki’deki Hakki Hikmet
7.Kelime-i _smaili’deki Âlî Hikmet
8.Kelime-i Yakubi’deki Ruhi Hikmet
9.Kelime-i Yusufi’deki Nuri Hikmet
10.Kelime-i Hudi’deki Ahadi Hikmet
11.Kelime-i Salihi’deki Fatihi Hikmet
12.Kelime-i Suaybi’deki Kalbi Hikmet
13.Kelime-i Luti’deki Meliki Hikmet
14.Kelime-i Üzeyri’deki Kaderi Hikmet
15.Kelime-i _sevi’deki Nebvi Hikmet
16.Kelime-i Süleymani’deki Rahmani
Hikme
17.Kelime-i Davudi’deki Vücudi Hikmet
18.Kelime-i Yunusi’deki Nefesi Hikmet
19.Kelime-i Eyyubi’deki Gaybi Hikmet
20.Kelime-i Yahyavi’deki Celali Hikmet
21.Kelime-i Zekeriyyavi’deki Maliki
Hikmet
22.Kelime-i _lyasi’deki _nâsi Hikmet
23.Kelime-i Lokmani’deki _hsani Hikmet
24.Kelime-i Haruni’deki _mami Hikmet
25.Kelime-i Musevideki Ulvi Hikmet
26.Kelime-i Halidi’deki Samedi Hikmet
27.Kelime-i Muhammedi’deki Ferdi
Hikmet
Nüshalar
Yazma Nüshalar
Eserin Sadreddin Konevi tarfından yazılan ilk nüshası _stanbul Türk ve _slam Sanatları
müzesinde bulunmaktadır (nr.1933).630(1233) tarihli bu en eski nüshanın zahriyesinde eserin
katipligini yapan Konevi tarafından _bnü’l Arabi’ye okunarak mukabelesinin yapıldıgını
gösteren sema kaydı yer almaktadır.Sivas Beyi Kadı Burhaneddin’in _bnü’l Arabi takipçisi
olmasına, Konevi’nin talebelerinin kendisine hocaları tarafından istinsah edilen bir Fususu’l
Hikem nüshasını göndermelerinin vesile oldugu bilinmektedir.Kadı Burhaneddin’e bugün
elde bulunan bu nüshanın mı, yoksa Konevi’nin istinsah ettigi baska bir nüshanın mı
gönderildigi belli degildir.Türk _slam Eserleri Müzesi’nde (nr.1882) ve Süleymaniye
Kütüphanesi’nde (Carullah Efendi,nr.986) bulunan nüshalarda eserin bilinen en seki yazma
nüshalarıdır.15
Matbu Nüshalar
_lk defa Kahire (1252) ve _stanbul’da (1304) yayımlanan eserin tahkikli nesri Ebu’l Ala el-
Afifi tarafından yapılmıstır (Kahire,1946).Bu yayım Konevi nüshasına müracaat edilmedigi
gibi metin Affif’nin tercihleri dogrultusunda Harekelenip notlandırıldıgından ilim
çevrelerince ihtiyatla kullanılmaktadır.Fususu'l Hikem Türkçe, Urduca, ve _ngilizce’ye tam
metin olarak; Fransızca, Almanca ve Rusça’ya kısmen tercüme edilmistir.16
Tercümeler
Bilindigi kadarıyla Füsusu’l Hikemin Türkçe’ye ilk tercümesi Yazıcıoglu Mehmed’in el-
Münteha adlı ta’likatını kardesi Ahmed Bican’ın genisleterek çevirmesiyle
gerçeklesmistir.III.Murad’ın rüyası üzerine Zeyrek Aga’nın emriyle Nev’i nin hazırladıgı
Türkçe Fusus tercümesine bizzat padisah tarafından Kesfü’l Hicab min Vechi’l Kitab adı
verilmistir.Tercümede Cendi, Kayseri ve Cami sehlerineden istifadelenen Nev’i ‘ye Seyh
Sa’ban-ı Efendi de yardımcı olmustur.Ali Selahaddin Bey’in (Yigitoglu) yaptıgı bir Füsus
tercümesi 1944 yılında Milli Egitim Bakanlıgı’nca yayımlanmak üzere satın alınmıs, ancak
bunun yerine M.Nuri Gençosman’ın çevirisi basılmısır.Bu çeviri iddia edilenin aksine çok
muglaktır.17
15 Kılıç,M.Erol,”Fususu’l Hikem,ages.232
16 Kılıç,M.Erol,”Fususu’l Hikem”age,s.232
17 Kılıç,M.Erol “Füsusu’l Hikem”,age,s.233-234
Serhleri
Fususu’l Hikem’i bir serhin yardımı olmadan anlamak neredeyse imkansız görüldügü için
bugüne kadar yüzden fazla serhi yapılmıstır.Bunların ilki _bnü’l Arabi’nin talebesi _smail b.
Sevdekin’e ait olup sadece “_dris Fassı” nın açıklandıgı bir serhtir.Sadreddin Konevi’nin
Kitabu’l Fükuk fi Esrari Müstenidati Hikemi’l Füsus adlı eseri ise bir serh olmaktan çok
eserin arka planını vemeye çalısan ve Füsus’un anlasılmasına katkısı büyük olan teorik bir
çalısmadır.Müellifin Nusus adlı eseri ise Füsus’a bir nazire olmayıp yukarıdaki eserinin
mukaddimesi gibir.Afifüddin et-Tilimsani’nin eseri de Fususu’l Hikem’in bazı yerlerine
düsülmüs hasiyelerden ibarettir.Fahreddin Iraki’nin Lemeat’ı Sadreddin Konevi’nin
sohbetlerinden sonra çekildigi murakabelerin meyvesi olması ve Füsus gibi yirmi yedi babdan
olusması hasebiyle manzum bir Fusus serhi sayılabilir.
Fusus’un ikinci nesil sarihlerinin basında Konevi’nin talebesi Cendi gelir.Metinle irtibatlı
ilk tam serh sayılabilecek eser, metnin dilinden çok _bnü’l Arabi’nin metafizik ve kozmolojik
görüslerine dayanır.Yazıcıoglu Mehmed bu serh üzerine el-Münteha ale’l Fusus adlı ta’likatı
yazmıstır.Cendi’nin hemen ardından Hüseyin b. Abdullah el-Abbas el-Husus bi Edati’n
Nusus fi serhi’l Fusus adlı serhi yazmıstır.Cendi’nin talebesi Abdurrezzak el-Kasani’nin serhi
metnin dilini anlamaya çok yardımcı olmasa da fikri açıklamada önemli bir yeri vardır.Bu
serhler dil ve gramer hususuna isaret etmeyen, dagınık ve takibi zor olmasına ragmen manayı
yakalama hususunda asılamayan eserlerdir.
Kasani’nin talebesi Davud-u Kayseri’nin Matla’u Hususi’l Kilem adlı serhi esas metni
takib ederek açıklayan ilk tertipli eserdir, bu açıdan en kullanıslı serh olarak
görülür.Mukaddime kısmı sufilerin varlık anlayısını açıklayan en derli toplu eser oldugu için
üzerine özel çalısmalar yapılmıstır.Alaüddevle Simnani’de ikinci devre sarihleri arasında
zikredilebir.Muhammed Viradi’nin kaleme aldıgı serhi Bosnavi istinsah etmistir.Ebu’l Muin
Abdullah b. Ahmed el-Buhari’nin de Mesariku’n Nusus el-Bais el-Gavamizi’l Fusus adında
bir serhi vardır.
Fusus ilk olarak yine aynı dönemde Rükneddin Mes’ud es-Sirazi tarafında Farsça’ya
çevrilerek sehedilmistir.Bu eseri Emiru’l Kebir Ali Hemedani’nin Farsça-Arapça serhi takip
eder.Hace Muhammed Pârsa’nın serhi olarak neseredilen metnin Pârsa’nın mı yoksa
Hemedani’nin mi oldugu, Rükneddin Mes’ud el-Sirazi ile Bab Rükne’nin aynı kisiler olup
olmadıgı ve _bnü’l Arabi’nin görüslerine karsı olan Alaüddevle Simnani’nin Fusus’a serh
yazmıs olmasının dogruluk dereceleri ilmi çevrelerde tartısılan konulardır.
Yine bu dönemde kaleme alınan Abbad er-Rundi’nin serhiyle Sii alimi Haydar-ı
Amûli’nin Nassu’n Nusus fi Serhi’l Fusus adlı serhi bu güne ulasan serhlerdir.Kemaleddin
_bnü’z Zemelkani ve Muhib el-Makdisi es-Salihi’nin de esere serh yazdıkalrı
söylenmektedir.Süleyman es-Sdari el-Konevi adlı bir kisinin en-Nusus fi Esrari’l Fusus adlı
eseri bulunmaktadır.
Fusus’u serh etme gelenegi günümüze kadar sürmüstür.Bunların en meshurları Molla
Camii, Sofyalı Bali Efendi, Abdullah Bosnevi, Abdülgani en-Nablusi, Yakub Han Kasgari ve
Ahmed Avni Konuk’un serhleridir.
Fusus’un günümüze kadar yapılan serhlerinin eksik bir listesi Osman Yahya tarafından
düzenlenmistir.18
Nuri Gençosman Fususu’l Hikem tercümesine yazdıgı önsözde eserin serhleri hakkında su
tabloyu vermektedir:
18 Kılıç,M.Erol “Fusus’l Hikem”age,s232-233
Sarihin _smi Vefat Tarihi (h.) Dil
1.Seyh Sadruddin Konevi 673 Arapça
2._brahim Fahruddin-i Iraki 688 Farsça
3.Müeyyedüddin-i Cendi 700 Arapça
4.Sa’deddin Said-i Fergani 700 Arapça
5.Afifüddin-i Tilimsani 690 Arapça
6.Kemalüddin-i Zemkani 727 Arapça
7.Kemalüddin-i Kasani 730 Arapça
8.Sainüddin Ali-i Isfahani 735 Arapça
9.Davud-u Kayseri 751 Arapça
10.Seyyid Ali-i Hemedani 786 Farsça
11.Hoca Muhammed Parsa 822 Arapça
12.Pir Ali-i Hindi 835 Arapça
13.Yazıcızade Mehmed Efendi 855 Arapça
14.Muhammed Kutbuddin-i _zniki 855 Arapça
15.Mevlana Cami 898 Farsça
16.Mevlana Cami 898 Arapça
17.Beyezid-i Rumi 900 Arapça
18.Nimetullah-i Nahcivani 902 Arapça
19._dris-i Bitlisi 921 Arapça
20.Muzafferüddin-i Sirazi 922 Arapça
21.Serif Nasr Hüseyni-i Geylani 940 Arapça
22.Bali-i Sofyevi 960 Arapça
23.Sarhos Bali Efendi 907 Arapça
24.Sair Nev’i 1007 Türkçe
25._smail-i Ankaravi 1042 Arapça
26.Abdullah-ı Bosnevi 1054 Türkçe
27.Abdullah-ı Bosnevi 1054 Arapça
28.Feyyaz-ı Lahicani 1072 Arapça
29.Arapkirli Karabas Veli 1097 Arapça
30.Arapoglu Mustafa Maneni 1114 Arapça
31.Muhammed b. Muhammed-ül Kadi 1183 Arapça
32.Muinüddin-i Buhari Arapça
33.Mahmud-i Vedadi Arapça
34.Sabirüddin-ül Bereke Arapça
35.Rüknüddin-i Sirazi Farsça
36.Emir Ali Arapça
37.Mevlana Menini Arapça
38.Vezir Gıyasüddin Muhammed Arapça
39.Muhammed b.Muslih üt-Tebrizi Arapça
40.Yakub Han Kasgari 1317 Arapça
41.Muhammed Nuru’l Arabi Arapça
42.Ahmed Avni Bey 1938 (m) Türkçe
43.Salahattin Bey Türkçe
Bu tabloya göre verilen eserlerden bir kısmı yukarıda da zikredildigi gibi tercüme niteligi
tasımaktadır. Ayrıca bir kısmı ise belli bablara ve bölümlere, hatta kitap dahilindeki muglak
ifadelere dair yapılmıs kısmi serhler ve ta’likatlar niteligindedir.
Te’sirleri
Etrafında en çok fikri tartısmanın yapıldıgı bir eser olması dolayısıyla Fususu’l Hikem’de
bütün _slam entelektüel tarihinin genel görüntüsünü müsahede etmek mümkündür.Bazen çok
siddetli tenkitlere maruz kalan, hatta yakılan, bazen sultanlar tarafından okunan, en büyük
medreselerde okutulup serh edilmeye çalısılan, iktibaslar yapılan, methi için siirler yazılan
eser _slam düsünce tarihine bir canlılık ve dinamizm katmıstır.19
Fususu’l Hikem’in _slam düsünce hayatındaki te’sirini anlamak için lehinde ve aleyhinde
yazılan eserlere göz atmak kafidir.
Fusus’un elestirisine dair eserler söyle sıralanabilir:Muhammed b.Ömer ed-Dımeski /
Esiatü’n Nusus fi Hetki Estari’l Fusus, Ahmed b. _brahim el-Vasıti /Reddiye, _bn-i Teymiyye
/ Hakikatü Mezhebi’l _ttihadiyyin; Abdüllatif b. Abdullah es-Suudi / Beyani’l Hükm ma fi’l
Fusus, Alaeddin Muhammed el-Buhari / Reddi’l Fusus, Bedreddin ibnü’L Ehdel / Kesfü’l
Gıtâ, _brahin b. Ömer el-Bikai / Tenbihu’l Gabi ala Tefkir-i _bni’l Arabi / Tenziru’l _bad /
Tehdimü’l Erkan, Abdülbari b. Turhan / Hayatü’l Kulub, _brahim b. Muhammed el-Halebi
/Tesfihü’l Gabi fi Tekfir-i ibn-i Arabi / Ni’metü’z Zeria / Dürretü’l Muvahhidin, Ali el-Kari /
Ferrü’l Avn min Müddei _mani Firavn / Kitabü Reddi’l Füsus, _mam Rabbani / Mektubat,
314.Mektup, Muhammed _hsan Oguz / _slam Tasavvufunda Vahdet-i Vücud, Ebu’l Alâ el-
Afifi, Muhammed Gurab, L.Massignon...Ayrıca eser hakkında degisik zamanlarda verilmis
138 fetva mevcuttur.
Fususu’l Hikemi Müdafaa için yazılan eserler ve müellifleri sunlardır: Abdülgaffar b.
Ahmed el Kavsi / Kitabu’l Vahîd, Abdullah b. Es’ad el-Yafii / Kitabu’l _rsad, Siraceddin
Ömer el-Hindi / er-Red ala men Enkere ale’l Arifin, Muhammed el-Mizcaci / Hidayetü’l
Halik, Firuzabadi / Risale ale’l Mu’teridin, Ali b. _brahim Kari / ed-Düreri’s Semin, Ali b.
Ahmed el-Mehaimi /Risale fi’r Redd, Aksemseddin / Risaletü’n Nuriyye, Celaleddin ed-
Devvani / Risale fi _mani Firavn, Celaleddin es-Suyuti / Tenbihu’l Gabi fi Tebri’et-i _bni’l
Arabi, Ali b. Meymun el-Magribi Risale fi’l _ntisar, Muhammed b. Hamidüddin el-Mekki / el-
Canibü’l Garbi / Aynu’l Hayat, Muhammed b. Abdürrasul el-Medeni / Cazibu'l Gar’i,
Mirzazade Ahmed Neyli / Fazlü'l Vehbi, Ulvan el- Hamevi / er-Risale fi’d Difa’,
Abdülvehhab es-Sarani / Kibritü’l Ahmer, Hace Hord / Risale-i Nûr-i Vahdet, _brahim b.
Hasan es-Sehrezuri / er-Reddü’l Metin / el-_caze ve’n Nasiha, Abdülgani en-Nablusi / es-
Sırru’l Muhtebi / er-Reddü’l Metin / Vücudu’l Hakk, Ömer el-Attar el-Fethü’l Mübin,
Seyhülislam Hasan Fehmi / er-Risale fi _mani Firavn, Çerkesizade Mehmed Tevfik /
Levayihu’l Kudsiyye, Mehmed Fevzi / Tahriru’l Murad, Muhammed Nur el-Arabi / Risaletü’l
Mukaddime / Risale fi Keyfiyyeti _mani Firavn, Usak _brahim Efendi / el-Miskü’l Ezher,
Ahmed Avni Konuk, Seyh Hüseyin Sadettin Efendi, _smail Fenni Ertugrul, M. Chodkiewicsz,
Selçuk Eraydın. Bunun yanında Fususu’l Hikem’in lehinde bir çok seyhülislam, kadı, müftü,
fakih ve alim fetva vermistir.
19 Kılıç,M.Erol “Fusus’l Hikem”age,s236
FÜSÛSU’L H_KEM
1.Fas:Kelime-i Âdemî’deki _lahî Hikmet
Bu bölümde müellif alemin yaratılmasını söyle beyan eder:
“Hak Sübhanehu ve Teala, sonsuz sayıdaki Güzel _simleri’nden dolayıdır ki, bu
isimleri’nin aynlarını görmeyi diledi ve bütün bir alemi –yaradılısı kusursuz olmakla birlikte–
ruhtan yoksun bir ceset olarak yarattı. Dolayısı ile alem, cilâsız bir ayna gibiydi. Ama, _lahi
hükmünün sanı geregi, O hiçbir zaman, üflenen _lahi Nefes olan _lahi Ruh’u kabul etmeyecek
bir mahal hazırlamamıstır [tesviye]. Ve Ruh’un kabulü, bu ruhtan yoksun alem suretindeki,
daimi tecellinin bitimsiz feyzini kabul etme istidadının açıga çıkmasından baska bir sey
degildir”.
Meleklerin yartılması hakkında su bilgiyi verir:
“Öte yandan melekler de, bu suretteki, yani ehlullah’ın ıstılahında “Büyük _nsan” adı
verilen alemin suretindeki bazı yetileri [kuvve] olusturdular. _nsan olusumu [nes’et-i
insaniyye] için hissî ve ruhanî yetiler ne ise, alem sureti için de melekler odur”.
Adem’in meleklere takdim edilmesi olayını söyle açıklar:
“Melekler Âdem’in toplayıcılıgına [cem’iyet] sahip olmadıkları için, Hakk’ı hangi _lahi
_simler’le tesbih ve takdis ediyorlarsa, ancak bu kendilerine mahsus _lahi _simleri
anlayabildiler. Melekler, Allahu Teala’nın, kendilerine bilgisi ulasmamıs baska _lahi _simleri
de oldugunu bilmediklerinden, bu _lahi _simlerle Allah’ı tesbih ve takdis edemediler. Böylece,
sözünü ettigimiz sey (yani, anlayıs yoklugu) onlara egemen oldu ve bu halin (yani,
bilgisizligin) hükmü altına girdiler”.
Kulun Hakk’ı marifette izledigi yolu söyle açıklar:
“_s O’nun kendi suretini hâdis olanda zahir kılması seklinde olunca, Hak Teala, O’na
iliskin ilmi edinebilmemiz için bizi hâdis olan üzerine düsünmeye sevketti ve ayetlerini onda
gösterdigini söyledi. Böylece, O’nun yol gösterdigi sekilde, biz O’nu –Zat’ına özgü olan
zorunlu olmaklıgı dısında– ancak kendi sahip oldugumuz vasıflar ölçüsünde vasıflandırırız”.
2.Fas:Kelime-i Sîsî’deki Nefsî Hikmet
Burada nefs “üflemek”manasınadır.Adem oglu Habil’in ölümünden sonra Tanrı’dan bir
ihsan istedi.Allat’ta ona Sit’i verdi.Bu Allah vergisi manasına gelen Sit’in dogması _lahî
üflenmenin eseri oldugundan “nefs”yani üfleme hikmeti Sit’e nisbet edilmistir.20
Allah’ın alemdeki bagıslarının zatî bagıslar ve sırf O’nun rahmetinin eseri olan ilahî
isimlere dair bagıslar oldugu:
“Bil ki, alemde –kulların aracılıgıyla olsun veya olmasın– zahir olan hediyeler ve
bagıslar iki kısma ayrılır: _lki Zat’tan gelen bagıslar [ataya-yı zatî], digeri ise _simler’den
gelen bagıslardır [ataya-yı esmaî] ve bunlar zevk ehli indinde birbirinden farklıdır”.
A’yan-ı sabite ve kader iliskisi:
“ Onlar arasında; Allah’ın, bütün hallerine iliskin olarak kendileri hakkındaki bilgisinin,
mevcudiyetlerinden önce degismez ayn’larında [ayan-ı sabite] bulunuyor oldukları hal üzre
oldugunu ve Hakk’ın onlara, ancak kendi aynlarının O’na verdigi seyi verdigini bilenler
vardır”.
Hatm-i nübüvvet ve bütün ilimlerin bu makamdan zuhur etmesi,
“Âdem’den son Nebi’ye (sav) varıncaya dek bütün nebiler, ne almıslarsa, herhangi bir
istisna olmaksızın Hatem-i Enbiya’nın kandilinin nurundan almıslardır; yaratılmıs bedeni
sonradan gelse bile, hakikatı ile her zaman mevcuttur”.
20 Gençosman,Nuri,Fususu’l Hikem,MEB,1992,s.37
Hatm-i velayet
“Hatem-i Evliya kaynaktan alan ve mertebeleri müsahede eden vâristir. Ve o, sefaat
kapısı açıldıgında Âdemoglu’nun efendisi ve nebilerin önde geleni olan Muhammed’in (sav)
güzelliklerinden bir güzelliktir”.
Allah’ın fillerinde mümkün ve muhal
“Kurgusal düsünce [nazar] ehli olan bazı zayıf akıllılar, Allah’ın “diledigini yapar”
oldugunu gördüklerinde, Allah’a iliskin olarak, hikmete aykırı olan seyi (yani, var olanın
yokedilmesi ve yok olanın varedilmesini) olabilir gördüler, halbuki is böyle degildir”.
3.Fas:Kelime-i Nuhi’deki Subbuhî Hikmet
Sübbuh mübalaga sigasıyla çok tesbih eden yani Allah’ı imkan alemine ait hükümlerden
tenzih kılan, onu noksan sıfatlardan ârî bilen demektir.Nuh’un tesbih ve tenzihte ileri gitmesi,
bu hikmetin ona tahsis edilmesine sebep olmustur.21
Tenzihsiz tesbih ve tesbihsiz tenzihin Allah Teala’yı sınırlayıcı ve kayıtlayıcı oldugu:
“Bil ki, hiç kuskusuz, hakikat ehline göre, Cenab-ı _lâhi’nin tenzihi, sınırlama ve
kayıtlamanın ta kendisidir. _mdi, tenzih eden kimse ya cahildir, ya da gereken edebden
yoksundur”. “Ve Hakk’ı tenzih etmeksizin tesbih eden kimse de hiç kuskusuz Hakk’ı
kayıtlayıp sınırladı ve O’nu bilmedi. Ve Hakk’ı bilmekliginde tenzih ve tesbihi cem eden ve
Hakk’ı bu iki vasıfla (yani, “zahir” ve “batın” ile) vasıflandıran kimse –nasıl ki kendi nefsini
ayrıntılanmıslık [tafsil] yoluyla degil, ayrıntılanmamıslık [icmal] yoluyla biliyorsa– Hakk’ı da
ayrıntılanmıslık yoluyla degil, ayrıntılanma- mıslık yoluyla bilir. Çünkü alemdeki suretlerin
kapsanamamasından dolayı, Hakk’ı bu iki vasıfla (yani, zahir ve batın vasıflarıyla)
ayrıntılanmıslık [tafsil] yoluyla vasıflandırmak olanaksızdır”.
Bu hakikat minvalince Nuh (as)’ın (kavminin isitidadı kabilince) sadece tenzih yolunu
tutmustur. Onlarda ona tenzih yoluyla tepki vermislerdir.Bu husus Nuh (as)’ı tatmin
etmemestir.
Muhammed (sav) ümmeti iki vechi cem’ eden bir hakikatle zuhura gelmislerdir.
4.Fas:Kelime-i _drisi’deki Kuddûsî Hikmet
Kuddûs takdis mastarından mukaddes manasınadır.Hakk’ı her türlü noksan sıfatlardan
ifrat derecede ârî bilmektir.Tesbih manasına gelen sübbûh kelimesine nazaran daha özel bir
mana tasır._dris peygamberin bu hikmete nisbet edilmesi agır riyazetlerle nefsini terbiye
ederek, her türlü hayvani temayüllerden arınmıs, ruhani varlıgı cismani varlıgına galebe
ederek miraca mazhar olmus bulunma sındandır.On altı sene yeyip içmeden ve uyumadan
çetin bir riyazet yaptıgı rivayet edilmisitir.22
Mekan yüceligi ve mekanda olmaklık yüceligi (ki bunlar sıfatlara dair yüceliklerdir,
Allah zâti yücelige sahiptir):
“Yüceligin [ulüvv] iki nisbeti vardır: mekân yüceligi [ulüvv-i mekân] ve mekândaolmaklık
yüceligi [ulüvv-i mekânet]...
Allah’ın ma’rifetinin O’nun üzerine kendileriyle hükmedilen zıtların birlenmesiyle
mümkün olacagı:
“El-Harraz –ve o Hakk’ın vecihlerinden bir vecih ve kendi nefsinden konusan, diller
arasında bir dildir– ancak O’nun üzerine kendileriyle hükmedilen zıtların (yani, zıt _simlerin)
birlenmesiyle Allah’ın bilinebilecegini söylemistir. O Evvel’dir ve Ahir’dir ve Zahir’dir ve
Batın’dır. O, zahir olanın ta kendisidir ve batın olanın ta kendisidir. Ve zuhurunu, Kendinden
baska görebilecek olan olmadıgı gibi, Kendisinden gizlenebilecek [batın] olan da yoktur. O
Kendisiyle zahirdir ve Kendisinden gizlenmistir”.
21 Gençosman,Nuri,age,s.53
22 Gençosman,Nuri,age,s.66
Allah’tan gayrısının O’nun tecelli mahalleri olması:
“Allah” ismiyle adlandırılandan baskası olanlar, ya O’nun için (duyumsal varlıkta) birer
tecelli mahallidirler, ya da O’nda (yani, Hakk’ın varlık aynasında, ilahi ilimde) birer
surettirler. Eger O’nun için tecelli mahalleri varsa, böyle oldugundan dolayı kaçınılmaz olarak
bir tecelli mahalliyle digeri arasında (_lahi _simleri kapsayıcılık yönünden) üstünlük farklılıgı
ortaya çıkar. Ve eger bu (Allah’tan baska olan), O’nda (yani, Hakk’ın varlık aynasında, akıl
mertebesinde zahir olan) bir suret (yani, _lahi _lim’de ortaya çıkan ayan-ı sabiteden biri)
olursa, böylesi bir suret için zatî kemal söz konusudur; çünkü bu suret, kendisinde zahir olan
seyin ta kendisidir”.
5.Fas:Kelime-i _brahimî’deki Müheymî Hikmet
Mehim Arap dilinde askta ifrat manasına gelen “heyeman” mastarındandır.Hz._brahim’in
Allah sevgisi yolunda babasından yüz çevirmesi, sevgili oglunu kurban etmek istemesi ondaki
askın galebesindendir.Bu itibarla askta siddet _brahim peygambere nisbet edilmistir.23
_brahim (as)’ın Halil ismiyle Zat-ı _lahi’nin sıfatlarının tümüne birden bürünmüs
olması:
“_brahim aleyhisselam’ın “Halil” olarak adlandırılması, zat-ı Halil’in, Zat-ı _lahiye’nin
vasıflandıgı Sıfatların tümüne birden bürünmesi [duhul] ve onlara nüfuz etmesinden
dolayıdır... Bu tıpkı rengin, renge boyanana nüfuz etmesi gibidir: araz, cevherin bulundugu
mahaldedir, ona ulanmıstır ama bununla birlikte, arazın (yani, rengin) bu nüfuz edisi cevherin
(yani, renge boyanan seyin) yer tutmaklıgı gibi degildir. Veya _brahim’e “Halil” adının
verilmesi Hakk’ın onun suretinin varlıgına nüfuz etmis olmasından [tahallül] dolayıdır”.
Nufûz eden (Rabb)-nüfuz edilen (abd)/batın-zahir arasındaki iliski:
“Nüfuz eden –yani etkin olan– nüfuz edilenle örtülmüstür. Hal böyle olunca, edilgin
olmaklıgıyla nüfuz edilen zahir ve etkin olmaklıgıyla nüfuz eden de batındır. Ve batın olan
eyleyici, zahir olan için gıdadır; tıpkı, bir yün parçasının, kendisine nüfuz eden suyla sismesi
ve genislemesinde oldugu gibi”.
Herkesin yapısının ve kaderinin ayn-ı sabitesindeki isti’dadına göre oldugu:
“O, bizim üzerimize ancak bizimle hükmeder; belki de daha dogrusu biz kendi üzerimize
hükmederiz — ama O’nda. _ste bu nedenledir ki, Allahu Teala, perdelenmis olanlar neden
baslarına kendi arzularına aykırı seyler geldigini sorduklarında, buna karsılık olarak, “Apaçık
delil Allah’ındır” [En’am Suresi, 6/149] buyurdu. Ve Hak onlar için “sak”ı (yani, kendi
hakikatleri olan degismez aynlarını) gösterir ve bu, aramızdan arif olanların kesfetmis oldugu
seydir”.
6.Fas:Kelime-i _shakî’deki Hakkî Hikmet
Bu hikmetin Hz._shak’a isnad edilmesi, babasının rüyasının kendi hakkında gerçeklesmis
olmasındandır._brahim misal aleminde gördügü mücerred hayali his aleminde ogluna tatbik
etmek isteyince Allah rüyasını ogluna mukabil bir koç göndermek suretiyle te’vil yoluyla hak
kıldı.Kur’an’da Hz._brahim’in Hakk yoluna kurban etmek istedigi oglunun _shak yada _smail
oldugu hakkında sarih bir hüküm yoktur.24
Hz._brahim’in oglunu kurban etmesi seklindeki rü’yası ve bunu tabir etmemesi:
“Halil _brahim aleyhisselam ogluna (_shak’a) söyle dedi: “Rüyada seni kurban ettigimi
gördüm” [Saffat Suresi, 37/102]. Ve rüya alemi hayal hazretidir. _brahim, gördügü bu rüyayı
tabir etmedi. Halbuki, rüyasında kendisine oglu (_shak) suretinde görünen (ve dolayısıyla asıl
kurban edilmesi gereken) koçtan baskası degildi”.
23 Gençosman,Nuri,age,s.78
24 Gençosman,Nuri,age,s.86
Bu alemlerde görülen seylerden Allah’ın muradının ne oldugunu bilmek için tabir
ilminin gerekliligi:
“Demek ki, hayal hazretinde görülen suretlerden Allah’ın murad ettigi seyin ne oldugunu
anlamak için bir baska ilme ihtiyaç vardır”.
Hz.Peygamber (sav), Hz.Yusuf ve Hz._brahim’den örnekler vererek hayal alemlerindeki
hakikatların nasıl yorumlanacagına dair ince yorumlar submaktadır.
7.Fas:Kelime-i _smailî’deki Âlî Hikmet
Âlî hikmetin Hz._smail’e nisbet edilmesi Hz.Muhammed’in ruhaniyetini hamil
olmasındandır.25
Her varlıgın rabb-ı hâssının bulunması:
“Bil ki, “Allah” olarak adlandırılan, Zat’ıyla Tek [Ahad] ve _simleri’yle bütündür [küll].
Herbir varlıgın kendi özgül Rabb’i [rabb-i has] vardır ve bu Rabb’in bütünün kendisi olması
olanaksızdır. Ama ilahi ahadiyette, hiç kimse için yer yoktur. Çünkü, “bir seyde ilahi
ahadiyetten bir sey vardır; ve digerinde de ondan bir sey vardır” denilemez; çünkü O,
bölünme kabul etmez. _mdi, O’nun ahadiyeti açıga çıkmamıs olan _simlerin tümünün
toplamıdır”.
_sti’dadların aynlara fiillerin Rabb’e ait oldugu ve Rububiyyet sırlarının aynlar
oldugu:
“Ve her razı olunan sevgilidir; ve sevgilinin her yaptıgı sey sevgilidir. Çünkü ayn’ın bir
fiili yoktur; olsa olsa bu fiil o ayn’daki, Rabbinin fiilidir. Böylelikle, ayn, isledigi fiilin
kendisine dayandırılmasından kurtuldu. Bu durumda, ayn, Rabbinin fiillerinden ve kendisinde
olan ve kendisinden zahir olan seyden razı oldu. Bu fiiller razı olunmustur”.
Razı olunmanın fiillerde fena ile mümkün olacagı:
“_mdi, bir kimsenin mutlak olarak razı-olunan olması, ancak o kimsede zahir olan fiilin,
Razı-olan’ın onun yoluyla olan fiili olmasıyla sözkonusu olabilir”.
8.Fas:Kelime-i Yâkubî’deki Rûhî Hikmet
Bu hikmeti Fusus sarihleri iki surette kabul ederler. Bir kısmı bunun “ruhi” yani ruha
mensup oldugunu, diger bir zümre de “ravhi” yani rahat ve huzur manasına gelen “ravh”
kelimesine nisbet edildigini söylerler.Birinci zümre ruhun din ile ilgisine ve Seyh-i Ekber’in
bu Fass’da din ile söze basladıgına göre ruhi oldugunu, ikinci zümre ise Sure-i Yusuf’ta
“Tanrı’nın ravh ve huzur bahse- deceginden ümit kesip me’yus olmayınız” mealindeki ayete
dayanarak Seyh’in bu ayete göre ravhi hikmeti Hz.Yakub’a nisbet ettigini kabul ederler._ki
te’vilde bu konuya uygundur.26
Dinin Hakk’ın indinde ve halkın indinde olmak üzere iki çesit oldugu;
“Dinin iki türü vardır: _lki; Allah’ın indinde, Hakk’ın bildirdigi kimse (yani, nebiler)
indinde ve Hakk’ın bildirdigi kimsenin bildirdigi kimse (yani, nebinin ümmetinden olan)
indinde olan dindir. _kincisi ise, halkın indinde olan dindir ki, Allah onu geçerli kılmıstır.
Allah indinde olan din, O’nun seçtigi ve halkın dini üzerinde yüce kıldıgı dindir”.
Dinin zahiri ve batıni yorumları:
“Din, verilen karsılık, yani hos olan ve hos olmayan bedel olur. Hos olan seyle verilen
bedel sudur: “Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdırlar” [Mâide Suresi, 5/19]. _ste bu
sevinç veren seyle bir karsılıktır [ceza]. Sevinç vermeyecek seyle karsılık ise sudur: “Sizden
zulmeden kimseye Biz büyük azabı tattırırız” [Furkan Suresi, 25/19]. “Ve Biz, onların
günahlarından geçeriz” [Ahkaf Suresi, 46/16] de bir karsılıktır. Böylelikle, din’in bir karsılık
oldugu ortaya çıkmıs oldu. Çünkü, din _slam’dır ve bu da teslimiyet demektir. Ve Hakk’ın
25 Gençosman,Nuri,age,s.97
26 Gençosman,Nuri,age,s.105
kula teslimiyeti, kulun halinin gerektirdigi karsılıgı vermektir. Bu, o halde, dinin ne
oldugunun zahirî açıklamasıdır”.
“Bu söylenenlerin sırrına ve batınına gelince: din, Hakk’ın varlık aynasında bir tecellidir.
Böyle olunca, mümkün varlıklardaki Hakk’a ait olan sey, bu mümkün varlıkların bulundukları
hal içerisinde kendi zatlarının Hakk’a verdigi seydir”.
Risalet ve veraset meselesinin açıklanması:
“Bil ki, hekimlerin tabiata hizmet ettigi söylendigi gibi, resul ve vârislerinin de genel
olarak ilahi emre hizmet ettikleri söylenir. Halbuki onlar, isin aslına bakılırsa mümkün
varlıkların hallerine hizmet ederler. Ve yaptıkları hizmet, bu mümkün varlıkların degismez
aynlarının içerisinde bulundugu hale göredir. Böyle olunca, resul ile vâris olan, Allah’ın
iradesine degil, Allah’ın iradesiyle olan ilahi emre hizmet eder. Resul ve vâris olan, yükümlü
olan kisinin mutlulugunu istediginden dolayı, ona ilahi emir ile gelir. Eger ilahi iradeyle
gelseydi, ögüt vermezdi. Halbuki resul ve vâris ancak ilahi irade ile ögüt verir”.
9.Fas:Kelime-i Yusûfî’deki Nûrî Hikmet
Bu hikmetin Yusuf peygambere isnadı onun nurani alem olan misal alemine ait
hakikatleri kesfederek rüya tabirini ögrenmis olmasındandır.27
Vahyin baslangıcının hayal alemlerinde olması:
“Ve inayet ehli (yani, nebiler) için, Hayal Hazreti, vahyin ilk baslangıcıdır [mebde]. Hz.
Ayse, Allah ondan razı olsun, söyle dedi: “Resulallah’a vahyin gelisi rüya [rüya-yı sadıka] ile
basladı. Ve gördügü rüya, içerisinde herhangi bir gizli saklılık olmaksızın, gün ısıması gibi
apaçık olurdu.”
Alemin Allah’ın gölgesi olması, hayalle baglantısı ve gölge-mazhar iliskisi:
“Bil ki, “Hak’tan baska” olan veya “alem” olarak adlandırılanın Hakk’a nisbeti, gölgenin
kisiye nisbeti gibidir. Böyle olunca alem, Allah’ın gölgesidir. Ve bu, varlıgın aleme nisbetinin
aynısıdır. Çünkü gölge hiç kuskusuz duyumsanan bir seydir. Ama gölgenin görünmesi, ancak
gölgenin üzerine düstügü mahal varoldugu sürece sözkonusudur. Eger bu gölgenin
görünmesini saglayan mahallin yoklugunu varsayacak olsaydın, bu gölge aklî bir sey olarak
kalır ve duyumsal olarak varolamazdı. Olsa olsa, gölgenin sahibi olan kiside açıga çıkmamıs
olarak [bi’l-kuvve] kalırdı”.
Allah’ın marifeti açısından Hakk’la gölge iliskisi:
“Hak, bir seyin gölgesinden bilindigi ölçüde bilinir. Ve Hak, bir seyin gölgesinden
bilinmedigi ölçüde bilinmezdir. _mdi alemin Kendi gölgesi olmasından dolayıdır ki Hak,
(aleme bakılarak, ayrıntılanımsız olarak) bilinir. Ve gölgesi düsen kisinin suretinin, o
gölgenin kendisine bakılarak bilinememesinden dolayıdır ki, Hak (aleme bakılarak) bilinmez.
_ste bundan dolayı biz deriz ki: Gerçekte Hak bizim için bir yönüyle bilinir ve bir yönüyle de
bilinmezdir”.
Allah’ın ehadiyyeti:
“Bütün bir varlık (Hakk’ın gölgesi olan ayan-ı sabitenin gölgesi oldugundan), hayal
içinde hayaldir. Ve gerçek varlık [vücud-i hak] –Zat’ı ve ayn’ı dolayısıyla– ancak Allah’ın
varlıgıdır. Ve “zat-ı ahadiyye” olarak adlandırılan Hakk’ın hakikati, belirmemislik [la
taayyün] ve belirmislik [taayyün] kosuluna baglı olmaksızın bir varlık oldugundan dolayı,
katıksız varlıktan ibarettir. Ve O, bundan (yani, tek olan zatıyla katıksız varlık olmasından)
dolayı, sıfatlar ve isimlerden arınıktır. Ve O’nun sıfatı, ismi ve sekli yoktur. Ve kendindeki
çokluga hiçbir yönden itibar yoktur”.
Alemin varlıgına sebep olarak ilahi isimlere muhtaç olması:
“Hiç kuskusuz alem (aslî varlıgı olmayıp, yokluk üzere oldugundan) tümüyle sebeplere
muhtaçtır. Ve alemin muhtaç oldugu sebebiyet, Hakk’ın _lahi _simleri’nden baskası degildir
ve muhtaç olunan _lahi _simler –ister muhtaç olanın, alemdeki benzeri olan _sim olsun, isterse
27 Gençosman,Nuri,age,s.114
Hakk’ın ayn’ından bir _sim olsun– alemin muhtaç oldugu herbir _sim’dir. Ve muhtaç olunan
_sim, Allah’tır, ondan baskası degildir. Bundandır ki Allahu Teala söyle buyurur: “Ey
insanlar, siz Allah’a muhtaçsınız; O ise Gani ve Hamid’dir” [Fâtır Suresi, 35/15].
10.Fas:Kelime-i Hûdî’deki Ahadî Hikmet
Ehadiyyet hikmetinin Hz.Hud’a isnadı onun bir çok mazhardan tek ve essiz olan Rabb’ı
müsahede etmesi ve Allah’ı ef’alinin birligi ile tevhid etmesi sebebiyledir.28
Hakk’ın mahlukata sari olması:
“Hak (zamansal olan sehadet aleminde) “mahlukat” ve (zamansal olmayan ruhlar
aleminde) “mübdeat” olarak adlandırılan seyde yayınmıstır [sari]. Eger böyle olmasaydı,
(yaratılmıs olanlar için) varlık sözkonusu olamazdı. Dolayısıyla Hak, varlıgın ta kendisidir
[ayn]”.
_tikadların bir yönüyle Allah’ı sınırlandırması ve hakiki itikad:
“_tikat sahibi bir kimse, ancak nefsinde varettigi _lah’a itikat eder. Böyle olunca, itikat
edilen ilah, yaratılmıs olan ilahtır. _tikat sahipleri ancak nefslerini ve nefslerinde yarattıkları
seyi görürler. _mdi, insanların Allah’ın ilmindeki mertebelerini düsün! _nsanların Allah’ın
ilmindeki mertebeleri, kıyamet günü, Hakk’ı gördüklerinde bulunacakları mertebenin ta
kendisidir... Öyleyse, sen bütün itikat suretlerinin hepsinin heyulası ol! Çünkü Allahu Teala,
bir itikada uygun düsüp de, diger bir itikada uygun düsmemekle sınırlanamayacak ölçüde
yücedir. Çünkü Allahu Teala, “Nereye dönerseniz dönün, orada Allah’ın yüzü vardır” [Bakara
Suresi, 2/115] buyurarak, belli bir yönden söz etmeksizin, Allah’ın yüzünün her yerde
oldugunu söyledi. Ve bir seyin yüzü, o seyin hakikatidir”.
Kulların her yöneldigi seyde hakikatte ona yöneldigi:
“Hiç kuskusuz, Allahu Teala, yönelinen her dogrultuda oldugunu açıklıga kavusturdu.
Dolayısıyla yönelinen her dogrultu, ancak O’na iliskin bir itikattır. Ve herkes, yöneldikleri
dogrultuya yönelmis olmakla isabet etmistir; her isabetli olan ödüllendirilecektir; her
ödüllendirilecek olan said’dir; her said razı olunmustur. Her ne kadar bunlardan kimisi ahiret
yurdunda bir süre için saki olsa da, bu böyledir.
11.Fas:Kelime-i Salihî’deki Fütûhî Hikmet
Fütuhî hikmetin Salih Aleyhisselam’a nisbet edilmesi, hiç beklenmedik bir zamanda
dagın yarılarak içinden bir deve çıkmak suretiyle onun bir fethe mazhar olmasıdır.29
Varetmenin zat-irade ve kelam üçlemesinin ferdiyyetine dayandıgı:
“Bil ki –Allah seni basarıya erdirsin– is (yani, varetme isi), tek’lik [ferdiyyet] üzerine
dayanır; ve bundandır ki, üçleme [teslis] vardır, çünkü üç, tek olanların [efrad] (yani, tek
sayıların) ilkidir. Ve alem, (üçlemeyi içeren teklikten ibaret bulunan) bu ilahi hazretten var
olmustur. Allahu Teala söyle buyurdu: “Biz bir seyi diledigimizde ‘Ol!’ deriz, olur” [Nahl
Suresi, 16/40]. Burada Zat, _rade ve Söz vardır. Eger bu Zat olmasaydı ve O’nun bir seyin
tekvinine yönelmesi olan _rade olmasaydı ve bu yönelise eslik eden “Ol!” Söz’ü olmasaydı, o
sey olmazdı.
12.Fas:Kelime-i Suaybî’deki Kalbî Hikmet
Suayb peygamber cüz’i ve külli mefhumları kavramıs ilahi ahlak ile vasıflanmıs bir
insan-ı kamil idi.Kalbin subelere ayrıldıgı gibi onunda br çok evlat meydana getirmis olması
kalp ile madde ve mana bakımından bir benzerlik arz etmesi ve kavmine daima adaleti telkin
etmesibu hikmetle vasıflanmasını gerekli kılmıstır.30
28 Gençosman,Nuri,age,s.125
29 Gençosman,Nuri,age,s.141
30 Gençosman,Nuri,age,s.148
Allah’ın tecellisi ve kulun kalbi:
“Hak Teala sahih haberde kesinlenmis oldugu üzere, çesitli suretlerde tecelli eder ve hiç
kuskusuz Hak Teala kalbe sıgdıgında, kalbe O’nun yanısıra O’ndan baska olan hiçbir
mahlukat sıgmaz — O, bu sekilde bütün kalbi doldurur. Ve bunun anlamı sudur: Kalbin,
Hakk’ın tecellisi sırasında Hakk’a bakarken, bunun yanısıra baskasına bakması mümkün
degildir.... Ve Hakk’ın çesitli suretlerde tecelli etmesinden dolayı kalp, ilahi tecelli suretlerine
göre zorunlu olarak genisler veya daralır. Çünkü kalp kendisinde ortaya çıkan tecelli
suretlerinden fazlası degildir. Çünkü arifin veya _nsan-ı Kâmil’in kalbi, yüzük tasının yuvası
gibidir ve yüzük tası, yuvasından fazlalıklı olamaz. Eger yuva yuvarlaksa, yüzük tası da
yuvarlak; eger yuva dörtgen, altıgen veya sekizgen ise yüzük tası da dörtgen, altıgen veya
sekizgendir. Yuva hangi sekilde ise, yüzük tası da yuvanın bu seklini alır ve bunun baska türlü
olması sözkonusu degildir”.
Halk-ı cedid:
“Ve Hak Teala, alem hakkında ve alemin her Nefes’te yeni yaratılısla [halk-ı cedid] birolan-
ayn’da dönüsüme ugraması hakkında ne güzel buyurmustur! Belli bir kesim ve belki de
alem ehlinin çogu hakkında, “Onlar yeni yaratılıs konusunda süphededirler” [Kaf Suresi,
50/15] buyurdu. Dolayısıyla bu kimseler, alemin her Nefes’te yenilendigini bilmezler”.
“ Ve kesf ehline gelince, onlar Allah’ın her Nefes’te tecelli ettigini ve tecellide tekrar
olmadıgını görürler. Ve yine onlar, her tecellinin yeni yaratılısı ortaya çıkardıgını veya (bir
önceki) yaratılısı ortadan kaldırdıgını müsahede yoluyla görürler. _mdi, yaratılısın fenâsı
tecellinin ortadan kalkması iken, yaratılısın bekâsı da, bir sonraki tecellinin yaratılısı ortaya
çıkarmasıdır. Öyleyse, anla!”
13.Fas:Kelime-i Lûtî’deki Melikî Hikmet
Siddet ve kuvvet manasına gelen melk kelimesinin Lut peygambere nisbet edilmesinin
sebebi, kavminin hayvani arzulara siddetle baglı olmaları karsısında Allah’tan kuvvet ve
Rükn-i Sedid yani dayanacak kabile ve taraftar istemesi, Allah’ın da ona yardım ederek
kavmini siddetli bir bela ile kahretmesidir.31
Ma’rifet ve tasarruf arasındaki ters orantı:
“Arifin marifeti arttıkça, himmet yoluyla (baskaları üzerindeki) tasarrufu azalır. Bunun
iki sebebi vardır. Birincisi, (böylesi bir kimsenin) kulluk makamını gerçeklemis ve tabii olan
yaratılısının [halk] aslını görmüs olmasıdır. _kincisi ise, tasarruf-eden ile tasarruf-edilen’in
birligidir — (böylesi bir kimse) himmetini yöneltebilecegi bir sey göremez; dolayısıyla bu,
onu tasarrufta bulunmaktan alıkoyar. Ve bulundugu müsahede noktasında [meshed] görür ki,
karsısındaki kendisiyle çekisen kimse, yokluk halindeyken [hal-i adem] ayn’ının
degismezliginde bulundugu hakikat üzere olup, bundan herhangi bir sekilde sapmıs degildir
— varlıgıyla, yokluk halindeki degismezliginde ne üzere bulunuyorsa onu zahir kılar.
Dolayısıyla, kendi (degismez) hakikatinin sınırını asmıs ve kendi yolundan sasmıs degildir.
Bunun, “çekisme” olarak adlandırılması arızi bir seydir, böyle görülmesi ancak insanların
gözlerindeki perdeden dolayıdır”.
14.Fas:Kelime-i Üzeyrî’deki Kaderî Hikmet
Kader hikmetinin Hz.Üzeyr’e isnat edilmesi bu zatın kader sırrına ermek
istemesindendir. Hz. Üzeyr harap bir köyün eski bir köyün yeniden meydana gelmesini
imkansız gördügü için ilahi bir mucize ile yüz yıldan fazla uyuduktan sonra yeniden dirilmis
ve bu suretle kader sırrının hükmüne sahid olmustur.32
Kader ve kaza:
31 Gençosman,Nuri,age,s.162
32 Gençosman,Nuri,age,s.171
“Bil ki, “kazâ” denilen sey, Allah’ın seylerdeki hükmüdür. Ve Allah’ın seylerdeki
hükmü; seylere iliskin ve seylerdeki ilmiyle sınırlıdır. Ve Allah’ın seylerdeki ilmi de, bu
bilinen seylerin [esyâ-yı ma’lûme] nefslerinde degismez olarak bulundukları halden Hakk’a
verdikleri ilimle sınırlıdır.
Kader, seyler kendi aynlarında ve nefslerinde ne üzere degismez iseler, (ilahi) hükmün buna
göre fazlalık olmaksızın zamansal olarak verilmesidir. Ve ilahi kazâ, seyler üzerine ancak
seyler ile hükmeder. Ve bu kader sırrının ta kendisidir”.
Rasuller ve ümmetleri arasında dogru orantı:
“Bil ki, resuller –Allah’ın selamı onların üzerine olsun– evliya ve arif olmaları
dolayısıyla degil, resul olmaları dolayısıyla, ümmetlerinin bulundukları hal mertebesi
üzeredirler. Bundandır ki, resullerde kendilerine bildirilen ilim, ancak artıksız ve eksiksiz
olarak ümmetlerinin gereksindigi kadar vardır. Ve ümmetler arasında üstünlük derecelenmesi
söz konusudur. Kimi ümmetler, kimi ümmetlerden daha fazlasına sahiptir. Resuller de –
ümmetlerin arasındaki üstünlük derecelenmesi dolayısıyla– resullük ilminde [ilm-i irsal] biri
digerinden daha üstündür. Buna iliskin olarak Allahu Teala söyle buyurur: “Resullerin
bazısını bazısından üstün kıldık” [Bakara Suresi, 2/253]. Ve yine resullerin, kendi zatları
geregince ilimlere ve hükümlere olan istidadları dolayısıyla, kendi aralarında üstünlük
derecelenmesi sözkonusudur. Ve Allahu Teala buna iliskin olarak söyle buyurur: “Nebilerin
bazısını bazısından üstün kıldık” [_sra Suresi, 17/55].
Kader ilmi ve elde edilmesi:
“Kaderi Allahu Teala’dan baskasının bilmesi olmayacak bir seydir. Çünkü bunlar (bu
aynlar), ilk anahtarlardır [mefatih-i üvel], yani gayb anahtarlarıdır ki, bunları Allah’tan baska
hiç kimse bilmez. Ama Allah kullarından diledigine buna iliskin bazı seyleri bildirir. Bil ki,
anahtarlar, ancak fetih halinde “anahtarlar” olarak adlandırılırlar. Ve fetih hali de, tekvin’in
seylere iliskilenmesi halidir — veya, dilersen, buna kudretin takdir olunmusa [makdur]
iliskilenmesi halidir de diyebilirsin. Ve bunu Allah’tan baskası deneyimleyemez [zevk]. Ve
bu hal içerisinde ne tecelli ne de kesf sözkonusu olmaz. Çünkü kudret ve fiil ancak –herhangi
bir sekilde kayıtlanmamıs mutlak varlık sahibi olan– Allah’a özgüdür”.
Velayet:
“Velayet (ilahi sıfat olması ve ilahi kesfin onunla hasıl olması itibarıyla) her seyi içine
alan felek [felek-i âmm] oldugundan ardı kesilmemistir. Ve (nübüvvetin batını olan) velayet
için haber verme [inba] (hem nebiler hem de evliya için) genel bir nitelik tasır. Ama,
Muhammed (sav) ile birlikte seriat getiren nübüvvet ve risaletin ardı kesildi ve artık ondan
sonra nebi yoktur; yani, seriat getirici ve kendisine (önceki bir nebinin getirdigi) seriat
verilmis nebi, ve seriat getirici olan resul yoktur”.
Velayet nübüvvetten üstündür:
“_mdi sen bir nebiyi, seriat getirmenin dısında bir söz söylerken gördügünde, o, arif bir
veli olması dolayısıyla konusmaktadır. Bundandır ki, o nebinin, alim bir nebi ve bir veli
olması dolayısıyla olan makamı, resul veya seriat getirici ve seriat sahibi olması dolayısıyla
olan makamından daha üstün ve daha kâmildir. _mdi, ehlullahtan birisinin, “Velayet,
nübüvvetten üstündür” dedigini isitecek olursan, o bu sözüyle ancak bizim sözettigimiz seyi
(yani, peygamberin velayetinin, yine peygamberin nübüvvetinden üstün oldugunu)
kastediyordur”.
15.Fas:Kelime-i Îsevî’deki Nebvî Hikmet
Nebvi yücelik ve üstünlüge mensup demektir.Bu hikmetin Hz._sa’ya nisbeti onun
hakkında Kur’an’da “Belki onu Allah kendisine yükseltti”buyurulmus olması ve onun
peygamberliginde bu hususiyet bulunmasıdır.33
33 Gençosman,Nuri,age,s.182
Ruhun niteligi:
“Bil ki, ruhların kendilerine özgü olan niteligi, iliskilendikleri bir seyin canlılık
kazanarak, hayatın, iliskilendikleri bu seyden yayılmasıdır.
Lahut ve nasut:
“Hayatın, seylere yayınmıs olan kadarına “lâhut” (yani, _lahi Tabiat) adı verilir. Ve
“nâsut” (yani, _nsan Tabiatı) bu ruhun, kendisiyle kaim oldugu mahaldir ve nâsut’a ruh ile
kaim olmasından dolayı (mecaz olarak) “ruh” denilir”.
Hz._sa (as)’ın yaratılması ve ölülere hayat vermesi:
(Bu üflemenin ardından) Meryem’de sehvet yayıldı. Dolayısıyla da _sa’nın bedeni
Meryem’deki gerçek sudan [mâ-i muhakkak] ve Cebrail’deki –nefesinin neminde yayınmıs
olan– vehmî sudan [mâ-i mütevehhem] yaratıldı. Çünkü, canlı olan bedenin nefesi, bir miktar
su içermesinden dolayı nemlidir. Böyle olunca, _sa’nın bedeni, vehmî sudan ve gerçek sudan
yaratıldı [tekevvün]. Ve bu insan türünde tekvin’in bildik sekilde olabilmesi için, (_sa’nın
yaratılısı) annesinden ve Cebrail’in insan suretinde görünmesinden [temessül] dolayı insan
suretinde oldu”.
“Ve _sa, ölüye hayat verdi, çünkü _sa _lahi Ruh’tur. Ve hayat verme Allah’a ve üfleme
_sa’ya aitti tıpkı üflemenin Cebrail’e ve Kelime’nin Allah’a ait olması gibi”.
Var olan her sey Allah’ın kelimeleridir:
“Varolan hersey, Allah’ın sonu gelmez kelimeleridir, çünkü varolan hersey “Ol”dandır
ve “Ol” [Kün] Allah’ın Kelimesi’dir. _mdi, Kelime (mutlaklık ve ahadiyet üzere olup,
herhangi bir sıfatla sıfatlanmamıs olan) O’na (yani, Hakk’ın Mutlak Zatı’na) nisbet olunabilir
mi — ki bu takdirde, (“Ol” Kelimesi’nin) mahiyeti bilinemez (çünkü Hakk’ın kelamı, bu
mertebede, Zatı’nın aynıdır). Ya da, Hak Teala, “Ol” diyen bir surete mi nüzul eder — ki bu
takdirde ise, “Ol” Kelimesi’nin, nüzul ettigi ve zahir oldugu o suretin hakikati oldugu
söylenebilir. Kimi arifler ilkinde karar kılarken, kimi arifler de öbüründe karar kılmıslardır —
arif olanlardan geri kalanı ise bu meseleye (yani, “Ol” emrinin mutlak Zat’a mı yoksa mutlak
Zat’ın nüzul ettigi surete mi nisbet olunacagı meselesine) iliskin olarak hayrete düsmüs ve (bu
iki itibardan hangisiyle hükmedeceklerini) bilememislerdir”.
Rahmani nefes ve taayyün:
“_lahi Nefes’i bilmeyi dileyen kisi, alemi bilsin, çünkü nefsini bilen, gerçekte, kendisinde
zahir olan Rabbini bilir. Nitekim, alem Rahman’ın Nefesi’nde zahir oldu ve bu Nefes’le
Allahu Teala, _lahi _simlerin etkilerini zahir kılmakla, etkileri zahir olmamıs bu _lahi _simleri
verdigi Nefes’le serbest bıraktı. Böyle olunca, O, Nefesiyle varettigi seyle (yani, alemin
varedilmesiyle) Kendi nefsine bagısta bulundu. Gerçekte, Nefes’in ilk etkisi yalnızca _lahi
Hazret’te (yani, _lahi _simler Hazreti’nde) oldu ve daha sonra, varolan son seye varıncaya dek
(Nefes’in verilmesinden dogru) genislenme yoluyla asagı dogru inmeyi [nüzul] kesintisiz bir
sekilde sürdürdü.
16.Fas:Kelime-i Süleymanî’deki Rahmânî Hikmet
Hazret-i Süleyman’ın Rahman hikmetine nisbet edilmesi bütün rahmetlerin kendisine
verilerek dört unsurun, yer ve gökteki mahlukların onun emrine tabi ve musahhar kılınmıs
olmasındandır.34
Bagıssal rahmet ve zorunlu rahmet:
“Süleyman (mektubunun basında) “bagıssal rahmet” [rahmet-i imtinan] ve “zorunlu
rahmet” [rahmet-i vücub] olmak üzere iki tür rahmeti andı ve bunlar “Rahman” ve
“Rahîm”dir. Hak, Rahman olmaklıgıyla (degismez aynları _lahi _lim’de varetmekle, varolan
her seye) karsılıksız bir sekilde bagısta bulunurken, Rahîm olmaklıgıyla da yerine getirilen
yükümlülüklere karsılık olarak rahmet eder. Ve “zorunlu rahmet” “bagıssal rahmet”te
içerildigi içindir ki; Rahîm, Rahman’da içkindir”.
34 Gençosman,Nuri,age,s.203
“Allahu Teala zorunlu rahmeti (salih amel isleyen takva ehline özgü kılarak) kayıtladı
ve bagıssal rahmeti de, “Benim rahmetim herseyi kaplar” [A’raf Suresi, 7/156] sözü
dogrultusunda, _lahi _simler’le, yani (zatî) nisbetlerin hakikatleriyle bile kayıtlanmamıs kıldı”.
Allah’ın kulundaki tecellileri:
“(Zorunlu rahmeti hak eden) kullar, kendileri yoluyla eyleyici olanın kim oldugunu
bilirler. Ve ameller, insanın sekiz uzvu arasında bölümlenmistir. Ve Hak Teala, Kendisi’nin
bu uzuvların her birinin huviyeti oldugunu haber vermistir. Böylece suret kula ait kalırken, bu
uzuvlarda eyleyici olan Hak’tan baskası degildir. Ve Hakk’ın Huviyeti, O’nun (taayyün etmis
bir) _smi olan kulda (yani, kulun zahirî varlıgında) içkin olup, kulda (bu _sim yoluyla)
eyleyici olan (yine) O’ndan baskası degildir — çünkü, (bütün bir yaratılıs, Hakk’ın taayyün
etmis _simlerinden ibaret oldugundan) Hak Teala zahir olan ve “halk” denilen seyin ta
kendisidir. Ve, önceden olmayıp sonradan oldugu içindir ki, “Zahir” ve “Ahir” isimleri kula
iliskindir. Ve kulun zahir olması ve kendisinden amelin ortaya çıkması O’na baglı oldugu
içindir ki, “Batın” ve “Evvel” _simleri O’nundur. Böylelikle sen halkı gördügünde Evvel’i,
Ahir’i, Zahir’i ve Batın’ı görürsün”.
Alemde her sey canlıdır:
“Her seyin canlı olmaklıgı, dünyada bazı insanların idrakinden gizlendi ama ahirette
herkese zahir olacaktır, çünkü ahiret hayat yurdudur. Ve dünya da hayat yurdudur, ama onun
canlı olmaklıgı –alemin hakikatlerini idrak edislerindeki ayrımlasma sebebiyle, kullar
arasında özgülesme ve üstünlük farklılıgı zahir olabilsin diye– kimi kullardan örtülüdür.
Dolayısıyla Hak Teala, idrakı genel olan kimsede; kendisinde bu genellik ortaya çıkmayan
kisiye itibarla hüküm yönünden daha fazla zahir olmustur”.
17.Fas:Kelime-i Dâvûdî’deki Vücûdî Hikmet
Vücud hikmetinin Hz. Davud’a nisbet edilmesi vücudun bütün kudret ve kemaliyle onda
tecelli etmis olmasındandır.Kur’an’da: “Ya Davud bir seni yer yüzünde halife kıldık, halk
arasında adaletle hükmet”ayetiyle Hz.Davud’a tevdi edilen hilafet Hz.Adem’e verilen
hilafetten baskadır.Çünkü Hz.Davud vücudun kemal mertebesinde halife
olmustur.Hz.Adem’deki hilafetin bazı hükümleri kuvveden fiile çıkmadı.Lakin Hz.Davud
“Mülkünü siddetli kıldık, ona hikmet ve fasl-ı hitab kudreti verdik”ayetiyle ilahi tevcihe
mazhar bir halife oldu.35
Halifelik:
“Allah’ın yeryüzünde, halifeligi Allah’tan olan halifeleri vardır ve bunlar resullerdir.
Ama bugün halifelik Allah’tan degil, resullerdendir. Çünkü bugünkü halifeler ancak resulün
kendileri için getirdigi kadarıyla hüküm verirler ve bunun dısına çıkmazlar”.
“Ve bizim aramızda hükmü Allah’tan alan kisiler vardır. Bunlar tam da (dogrudan
Allah’tan) aldıkları bu hükümle halifelikleri Allah’tan olan kisilerdir. Ve onlar hükmü,
Resul’ün (sav) hükmü Allah’tan aldıgı gibi, aynı sekilde (dogrudan) Allah’tan alırlar. Bu
(halifelikleri Allah’tan olan) kisiler, verdikleri hükümlerin Resul’ün verdigi hükümlerle
çelismemesinden dolayı zahirde resule tabidirler”.
Tasavvufi hadis tenkidinde metod:
“Kimi zaman bir halifenin (görünüste) Hadis’e aykırı bir hüküm verdigi görülür.
Bunun, içtihaddan kaynaklandıgı sanılırsa da, durum böyle degildir. Böylesi bir durumda,
imam kesf yönünden sözkonusu haberin Nebi’den (sav) oldugu konusunda emin degildir —
eger bu haberin Nebi’den (sav) oldugu kesin olsaydı, bununla hüküm verirdi. Bu hadis, adil
insanlar tarafından bir digerine aktarılarak gelmis olsa bile, adalet sahibi bir kimse vehim ve
anlam kayması konusunda hatasız degildir”.
35 Gençosman,Nuri,age,s.222
Emr-i teklifi ve Emr-i tekvini:
“Mesiyyet yönünden olan emir, hakikatte, fiilin onun eliyle zahir oldugu kisiye degil,
(kulun kendi ezeli istidadının gerektirdigi) fiilin ayn’ının varedilmesine yöneliktir. Dolayısıyla
(bu fiilin) ortaya çıkmaması olanaksızdır — ama (elbette ki) bu özgül mahalde (yani, kulda).
_mdi (kuldan zahir olan fiil) kimileyin (emr-i teklifî’ye itibarla) ilahi emre karsı gelme olarak
ve kimileyin de (emr-i tekvinî’ye itibarla) ilahi emre uyma ve itaat olarak adlandırılır.
Böylelikle fiil, (sehadet aleminde) kendisinden ortaya çıkan seyden dolayı, (emr-i teklifî’ye
uygun düsüp düsmedigine göre) övülür veya yerilir.
Ve is bizim dedigimiz gibi olunca (yani, emr-i mesiyyet itibarıyla hiçbir kimsenin
Hakk’a karsı gelmesi sözkonusu olmayınca), o halde bütün yaratılmıs olanlar –birbirinden
farklı türlerde olmak üzere– saadete yönelmislerdir. Ve Hak Teala bu makamdan rahmeti, her
seyi içine almaklıkla tabir etti; ve hiç kuskusuz ki rahmet, ilahi gazabın önüne geçmistir — ve
öne geçen, önce gelir. _mdi kula (teklifî emre karsıt amelinden dolayı) sonradan hükmeden
(yani, gazab), kula eristiginde, ona, önce gelen (yani, rahmet) hükmeder ve rahmet, kendisini
önceleyen bir sey olmadıgından, kula erisir. Ve bu, “Allah’ın rahmeti gazabını geçti” sözünün
anlamıdır. Böylelikle rahmet, kendisine erisen üzerine hükmeder; çünkü rahmet herseyin ona
dogru yol aldıgı nihaî gayede durur. Gayeye erismek kaçınılmazdır, dolayısıyla rahmete
erisilmesi ve gazabdan ayrılınması kaçınılmazdır. Ve rahmet, kendisine erisen herseye, bu
herbir seyin halinin verdigi sey dogrultusunda hükmeder”.
18.Fas:Kelime-i Yunûsî’deki Nefesî Hikmet
Yunus Peygamber müptela oldugu bir çok musibet ve belalardan nefsini ilahi nefesle
kurtardı ve ayette buna isaretle “Biz ona gamdan necat verdik” buyuruldu.36
Allah’ı zikr:
“Resulallah’ın (sav) su sözü ne güzeldir: “Size, düsmanlarınız üzerine varıp onların
boyunlarını vurmanızdan ve onların sizin boyunlarınızı vurmasından daha hayırlı ve daha
yüce olan seyi haber vereyim mi: Bu, Allah’ı zikretmektir.” Bu demektir ki, bu insan
olusumunun degerini ancak, kendisinden istenen zikir ile Allahu Teala’yı zikreden kimse
bilir. Çünkü Hak Teala, Kendisini zikreden kisiyle birliktedir ve birlikte olan, zikreden
tarafından müsahede edilir [suhud]. Ve zikreden kisi, kendisiyle birlikte olan Hakk’ı
müsahede etmeyecek olursa, O’nu zikrediyor degildir. Çünkü Allah’ın zikredilmesi, kulun her
yanına yayınmıs olup, zikreden kisinin yalnızca diline özgü degildir. Eger kisi yalnızca diliyle
zikrediyorsa, bu durumda yalnızca dil O’nu müsahede eder — ve bu, insanın bir bütün olarak
(Hakk’ı) müsahede etmesiyle aynı degildir. Gafillerin zikrine iliskin olan bu sırrı anla!
Gerçekte gafil kisinin Allah’ı zikreden parçası hiç kuskusuz Allah’ın huzurundadır ve
Zikrolunan onunla birliktedir — ve o parça Allah’ı müsahede eder. Ve gafil olan (parçalar)
gafleti dolayısıyla zikredici degildir — böylelikle de Hak, o gafil olan parçalarla birlikte
degildir. Çünkü insan hiç kuskusuz çoguldur [kesir], bir-ayn [ayn-ı vahid] degildir. Bir-ayn
olan Hak da _lahi _simleri ile çoguldur. Aynı sekilde insan da (kendisini olusturan) parçalar ile
çoguldur, bir-ayn degildir. Ve bir parçanın zikri, baska bir parçanın da aynı sekilde zikrediyor
olması anlamına gelmez. Dolayısıyla Hak, bunlardan zikredici olan parça ile birliktedir ve
digerleri, gaflet içerisinde olmaklıkla nitelenir. Ve insanda Hakk’ı zikreden bir parça olması
ve Hakk’ın bu parçayla birlikte olması gerekir ki, böylelikle geri kalan parçalar Hakk’ın
inayetiyle korunmus olsun.
Cehennem ehlinin akıbeti:
“Ates ehline gelince, onlar sonuçta nimete eriseceklerdir — ama bu nimet ates içindedir,
çünkü ceza süresinin bitiminden sonra, atesin içerisinde olan kimseler için atesin kızgınlıgının
soguk ve selamet olması kaçınılmazdır ve bu nimettir. _mdi, hakkın yerini bulmasından sonra
36 Gençosman,Nuri,age,s.236
ates ehlinin nimeti, atese atıldıgı sıradaki Halilullah’ın nimetidir. Çünkü _brahim atesi
görmekle ve atesin, ona yaklasan kimseyi yakmasının bildik bir sey oldugunu bildiginden
dolayı azap çekti. Ve _brahim, o ates suretinde ve o ates suretinden kendisine iliskin olarak
Hakk’ın diledigi seyin ne oldugunu bilmiyordu. Ve bu elemin ortaya çıkısından sonra, atesi –
rengini ve suretini görmekle birlikte– soguk ve selamet buldu”.
19.Fas:Kelime-i Eyyûbî’deki Gaybî Hikmet
Gaybi hikmetin Hz.Eyyüb’e nisbet edilmesinin sebebi gayb aleminden bir çok maraz ve
illetlere ugraması ve yine bu belalara uzun müddet sabrettikten sonra gayb aleminden vahy
olunan bie deva ile bu marazlardan kurutulmasıdır.37
Hayatın ana unsuru ve tüm varlıkların canlılıgı:
“Bil ki, hiç kuskusuz hayatın sırrı suda yayındı. Dolayısıyla su, unsurlar ve erkânın
aslıdır. Ve iste bunun için Allahu Teala diri olan her seyi sudan yarattı. Ve varlıkta, diri
olmayan ve Allah’ı hamdıyla tesbih etmeyen hiçbir sey yoktur. Ama bu tesbih, ancak ilahi
kesf ile anlasılır ve Hakk’ı ancak diri olan sey tesbih eder. Dolayısıyla her sey diridir ve her
seyin aslı sudur”.
Hak alemin hüviyyetidir:
“Hakk’ı alemden ayıracak olursan, Hak böylesi bir sıfatla tanımlanmaktan (yani,
öfkelendigi kisiye öfkesini aktararak rahat bulma ihtiyacında olmaktan) sonsuz yücelikte
askın olur. Ama eger Hakk’ın alemin huviyeti oldugunu düsünecek olursan, o halde, bütün
hükümler ancak O’nda ve O’ndan zuhur eder. Ve bunun böyle olmaklıgının delili, Allahu
Teala’nın su sözüdür: “Her sey O’na dönücüdür..” — ve her seyin O’na dönmesi hakikat ve
kesf yoluyladır. _mdi sen, hicab ve örtü içindeligiyle, “..O’na kulluk et ve O’na tevekkül et!”
[Hud Suresi, 11/123]. Gerçekte, bu alemden daha kusursuz bir alem olması mümkün degildir
ve bunun böyle olması, Allahu Teala’nın alemi Rahman’ın sureti üzere yaratmıs
olmasındandır. Yani Hak Teala’nın varlıgı, alemin zuhuru ile zahir oldu. Ve aynı sekilde
insan da tabii suretinin varlıgı ile zahir oldu. _mdi biz, O’nun zahirî suretiyiz ve O’nun
huviyeti, bu zahirî suretin yönetici ruhudur. Ve yönetme, (alem O’nun zahirî sureti
oldugundan) ancak O’ndadır ve (O, alem suretinin ruhu oldugundan) ancak O’ndandır”.
20.Fas:Kelime-i Yahyâvî’deki Celâlî Hikmet
Hz.Yahya’da daha önce kimsenin Yahya ismini almamıs olmasıyla isim cihetinden bir
vahdet ve istisna mazhar olmus, bu suretle onda celali sıfatlar galebe etmistir.Ayrıca Yahya
Aleyhisselam kafirler tarafınadan sehid edildi, intikamı için yetmis bin kafir öldürülmedikçe
kanının feveranı sükunet bulmadı._ste bu sebepler Celal hikmetinin Hz. Yahya’ya nisbet
edilmesine sebep olmusur.38
Yahya’nın hikmeti:
“Bu (yani, Yahya’nın hikmeti) _simler’de evveliyet hikmetidir, çünkü Allahu Teala onu,
kendisinden önce hiç kimseyi adlandırmamıs oldugu “Yahya” ismiyle adlandırdı — ve bu,
Zekeriya’nın anılması [zikr], onunla diri olur demektir. Ve Allahu Teala onu “Yahya” olarak
adlandırmakla, geçmis olup da anılması bir ogulda diri olan kisinin (yani, Zekeriya’nın)
terketmis oldugu sıfat ile, onun ismini birlestirdi. Dolayısıyla “Yahya” ismi deneyimleme
[zevk] ilmi gibi oldu. Çünkü Âdem’in anılması Sît ile, Nuh’un anılması Sâm ile diri oldu ve
bu bütün diger nebiler için de böyledir. Ama Allahu Teala, Yahya’dan önce hiç kimse için
kendini-açıklayıcı bir isimle (yani, “yasıyor” anlamına gelen “Yahya” ismiyle), bu ismin
imledigi sıfatı (yani, “hayat” sıfatını) birlestirmedi — ve bunu ancak Kendi ledününden,
Zekeriya’ya bir inayet olarak yaptı.
37 Gençosman,Nuri,age,s.243
38 Gençosman,Nuri,age,s.252
21.Fas:Kelime-i Zekeriyyâvî’deki Mâlikî Hikmet
Zekeriyya Aleyhisselam’ın Malik hikmetine nisbet edilmesi, onun müdebbiri olan ilahi
ismin Malik yani kudret ve tasarruf sahibi olmasıdır.O tam bir himmet ve müessir kudertle
belirdi.Hem rahmet ve hem azap ile imtihan edildi.39
Allah’ın rahmeti her seyi ihata etmistir:
“Her ayn’ın Allah’tan talep ettigi bir varlıgı oldugundandır ki, Allah’ın rahmeti her seyi
kusattı. Çünkü O’nu Rahman kılan rahmet, ayn’ın varlık talebini kabul eder ve böylece onu
vareder. _ste, bundan dolayıdır ki, O’nun rahmetinin varlıkta ve hükümde her seyi içine
aldıgını söylüyoruz. Ve _lahi _simler de (ilahi rahmetin içine aldıgı) seylerdendir — çünkü
_lahi _simler de (Rahman isminin hakikatı olan) Bir-olan-ayn’a [ayn-ı vahid] dönücüdür._mdi,
Allah’ın rahmetinin içine aldıgı ilk sey, rahmet yoluyla rahmeti vareden ayn’ın (yani, birolan-
ayn’ın) sey-olmaklıgıdır [sey’iyyet]. Dolayısıyla, rahmetin içine aldıgı ilk sey, öncelikle
rahmetin kendisi ve sonra, yukarıda isaret edilen sey-olmaklıktır (yani, bir-olan-ayn’ın seyolmaklıgıdır).
Ve rahmet daha sonra, gerek dünyada ve gerekse ahirette sonsuza dek varlık
bulan –ister araz, isterse yalın veya bilesik cevher olsun– her var-olanın sey-olmaklıgını içine
alır. Ve bu, (yani, rahmetin içine almaklıgı, seyler bakımından) herhangi bir garaz ve hosa
gidicilik gözönüne alınmaksızın olur — ilahi rahmet, varlıkta, hosa gidici olsun veya olmasın
her seyi içine alıcıdır”.
Sıfatlar Hakk’ın zatıyla kaimdir:
“Ve Hak Sübhanehu Teala Hazretleri, sonradan olma seyler için mahal degildir.
Dolayısıyla, kendisinde rahmetin varedilmesi için de mahal degildir. O rahmet edicidir ve
rahmet edici olan, rahmetin kendisiyle kaim olmasından dolayı rahmet edicidir. Böylece
apaçık ortadadır ki, O, rahmetin ta kendisidir. Bu isi deneyimlemeyen [zevk] ve buna
erisememis olan kimse, “Hak rahmetin ta kendisidir veya sıfatın ta kendisidir” demeye cesaret
edemeyip, “Hak sıfatın ta kendisi de degildir, ondan baska da degildir” dedi. Böyle olunca,
“Sıfatlar ne Hakk’ın huviyetidir, ne de Hak’tan baskadır” demis oldu. Hakk’ın sıfatlarını
degillemeye [nefy] güç yetiremedigi gibi, sıfatları O’nun ta kendisi kılmaya da güç yetiremedi
ve yukarıdaki ifadeye yöneldi. Gerçi bu da güzel bir ifadedir, ama su ifade isin aslına uygun
düser ve karısıklıgı da ortadan kaldırır: Sıfatlar, nitelenen Hakk’ın zatıyla kaim olup,
aynlarında bir varlıkları yoktur; ve sıfatlar, kendileri ve niteledikleri (Zat) arasında ve
birbirlerinin akılla-kavranabilir olan aynları arasında birer nisbet ve göreceliktirler”.
22.Fas:Kelime-i _lyâsî’deki _nâsî Hikmet
_lyas Arapça ünsiyet etmek manasındadır._lyas Peygamber beseri suretiyle insan ve
ruhani suretiyle meleklerle ünsiyet ettiginden aralarındaki bu müsterek vasıflar dolayısıyla bu
hikmet ona nisbet edilmistir.40
Tenzih ve tesbih:
“Akıl, kendi basına oldugunda, ilimleri kendi aklî kurgulamasından alması dolayısıyla,
Allah’ı tesbih yoluyla degil, tenzih yoluyla bilir. Ve Allah’a iliskin marifeti ancak O’nun
tecellisi ile kusursuz hale gelir. (Böyle bir durumda) tenzih edilmesi gereken yerde –biçimsel
tenzih ile degil– gerçek tenzih ile ve tesbih edilmesi gereken yerde de suhudî ve kesfî tesbih
ile tesbih eder; ki böylece tabii suretler ve unsurlarda Hakk’ın varlıgının yayınımını görür ve
kendisi için, ayn’ını Hakk’ın ayn’ı olarak görmedigi hiçbir suret kalmaz. Ve iste bu, Allah’ın
indirdigi seriatların getirdigi en kusursuz marifettir — ve bütün vehimler bu marifet yoluyla
hükmederler. Bundandır ki, vehim bu insan olusumunda akıldan daha büyük bir güce sahiptir.
Akıl sahibi bir kimsenin aklı her ne kadar olgun olsa da, bu akıl vehmin kendisine
hükmetmesinden ve aklettigi seyde tasavvurdan kurtulamaz. Vehim, insanın kâmil suretinde
bulunan en büyük hükümrandır. Ve indirilen seriatlar da bu yolla (yani, vehim yoluyla) geldi.
39 Gençosman,Nuri,age,s.256
40 Gençosman,Nuri,age,s.263
Ve bu seriatlar, bir yandan tenzih ederken, bir yandan da tesbih etti. Tenzih durumunda,
vehim ile tesbih etti ve tesbih durumunda da, akıl ile tenzih etti. Böylece her ikisi bir bütün
olarak birbirine baglandı. Dolayısıyla, tenzihin tesbihten, tesbihin de tenzihten ayrık olması
mümkün degildir.
_nasiyye hikmetinin ruhu:
“Ve bu hikmetin (yani, inasiyye hikmetinin) ruhu ve özeti sudur: Hersey, etkide-bulunan
[müessir] ve etkide-bulunulan olarak ikiye ayrılır ve bunlar iki kavramdırlar. Etkide-bulunan,
nereden bakılırsa bakılsın ancak Allah’tır. Ve etkide-bulunulan, nereden bakılırsa bakılsın her
hal ve hazrette ancak alemdir. _mdi, sana bir sey (ilahi hazretten veya imkan aleminden)
eristiginde sen onu uygun düsen aslına (ilahi kemalata veya kevnî kusurluluga) katıstır.
Çünkü, ortaya çıkanın bir asıldan dallanması kaçınılmazdır. (Yani, erisen sey, etkide-bulunan
veya etkide-bulunulan külli asıldan bir dal olur ve her ikisinin de aslı Hak’tır ve eger Hakk’ın
etkide-bulunulan olması nasıl olur dersen bil ki…) _lahi sevgi [muhabbet] kulun
nafilelerinden ortaya çıktı. Bu, etkide-bulunan (nafileler) ile etkide-bulunulan (Hak) arasında
ortaya çıkan bir etkidir”.
Akıl ve akıl ehli:
“Ve resullerden –Allah’ın selamı onların üzerine olsun– daha akıllı olan yoktur. Ve
onların getirdigi, hiç kuskusuz, Cenab-ı _lahi’nin bildirdigidir. Böylece, aklın dogruladıgını
dogruladılar; ve buna, aklın anlamakta yetersiz kaldıgı ve kendi açısından olmayacak bir sey
olarak gördügü ve (ancak) tecellide onayladıgı seyi eklediler. Ve akıl, tecelliden sonra,
görmüs oldugu seyden dolayı hayrete düser. Eger Rabb’in kulu ise, aklı O’na havale eder ve
eger kurgulamasının kulu ise, Hakk’ı aklının hükmüne indirger. Ve bu ikinci durum, bu
dünyada, ahiret olusumundan perdeli bir sekilde bu dünyevî olusumda olundugunda
sözkonusudur. Ve arifler üzerinde dünya ahkamının yürürlükte olmasından dolayı, dünyada –
görünüs itibarıyla– dünyevî surette zahir olurlar. Ama hiç kuskusuz ki, Allah onları (arifleri)
kendi batınlarında ahiret olusumuna geçirdi. Dolayısıyla onlar, suret ile bilinmez olup, ancak
Allah’ın basiret örtülerini kendisinden kaldırdıgı [kesf] kimse için bilinmez degildirler —
arifleri ancak böylesi kimseler idrak edebilirler. _lahi tecelliye mazhar olmalarından dolayı,
Allah ariflerinin bütün hepsi ahiret olusumu üzre bir halde olmaklıkları içerisinde, kendi
dünyalarında hasredilmis ve kendi kabirlerinden nesredilmislerdir. Bu sekilde o, Allah’ın bazı
kullarına bir inayeti olarak, görülmeyen seyi görür ve müsahede edilmeyen seyi müsahede
eder”.
_lyas’ın hakikati ve hayvaniyyet makamı:
“Her kim, _dris/_lyas’ın hikmetini anlamak isterse –ki Allahu Teala onu iki olusumda
olusturdu [insa]; Nuh aleyhisselam’dan önce nebiydi, daha sonra göge yükseltildi ve daha
sonra da resul olarak (yeryüzüne) indi; böylece Allahu Teala (biri nübüvvet ve digeri de
risalet olmak üzere) iki farklı menzili onda birledi– aklının hükmünden sehvetine inerek
mutlak hayvan olsun (yani, esyada tasarruf konusunda aklı karsı-gelici olmayıp, rahmanî
varidata teslimiyet gösteren hayvan gibi olsun), öyle ki, insanlar ve cinlerin dısında kalan
herbir yürüyücü’nün [dabbe] kesfettigi seyi kesfedebilsin. Ve böylesi bir kesf sırasında,
hayvaniyet makamını gerçekledigini bilir. Hayvaniyet makamının iki alameti vardır. Birisi,
(sözünü ettigimiz) bu kesiftir, böylece kabirde kimlerin azaba ugradıgını ve kimlerin nimete
eristigini görür; ölü bir kimseyi yasıyor olarak, susan bir kimseyi (kelimat-ı ruhaniyye-i
melekutiyye ile) konusuyor olarak, oturan bir kimseyi de (manevi ve hayalî hareket ile)
hareket ediyor olarak görür. Ve hayvaniyet makamının ikinci alameti ise dilsizliktir, öyle ki,
bir kimse gördügü bir seyi söylemek istese buna güç yetiremez — iste bu durumdadır ki
hayvaniyet makamında (tümüyle) gerçeklenir. Dilsizlik olmaksızın kendisinde bu kesfin
ortaya çıktıgı bir izleyicimiz vardı — bundandır ki, hayvaniyet makamını (tümüyle)
gerçekleyemedi. Allah beni bu makama yerlestirdiginde [ikame] hayvaniyet makamını
tümüyle gerçekledim. Görüyor ve gördügüm seyi söylemek istiyordum, ama buna güç
yetiremiyordum. Dolayısıyla, konusamayan dilsizlerle aramda fark bulamıyordum”.
23.Fas:Kelime-i Lokmânî’deki _hsânî Hikmet
_hsan hikmetinin Hz.Lokman’a nisbeti ona esyanıon hakikatleri ögretmek suretiyle
Allah’ın bol hayır vermis ve bunu ayetle te’yid buyurmus olmasındandır.41
Varlıkta bütün nisbetlerde onun aynları vardır:
“Ve Allahu Teala, Kendi nefsinin, o kulun yetilerinin ta kendisi [ayn] oldugunu bildirdi:
“Ben onun isitmesi olurum” dedi — ki bu, kula iliskin bir yetidir. Ve “dili, eli ve ayagı
olurum” dedi — ki bunlar, kulun uzuvlarındandır. Allahu Teala, kulunun yetileri oldugunu
söylemekle kalmayıp, aynı zamanda uzuvları da oldugunu belirtti — ve kul, bu uzuvlar ve
yetilerden baskaca bir sey degildir. _mdi, (Hak kulun yetileri ve uzuvları olunca) kul olarak
adlandırılanın ayn’ı Hak’tır. Ama bu, kulun, efendinin ayn’ı oldugu demek degildir. Çünkü
nisbetler, zatlarıyla birbirinden ayrısıktır. Ama bu nisbetlerin, Kendisine mensub oldukları
Hakk’ın Zatı’nda ayrısıklık yoktur. Çünkü, varlıkta bütün nisbetlerde O’nun ayn’ından
baskası yoktur. Böylece O, nisbetler, izafetler ve sıfatlar sahibi olan Bir-olan-ayn’dır”.
24.Fas:Kelime-i Harûnî’deki _mâmî Hikmet
Hz.Harun’un bu hikmete nisbet edilmesi onun hem Allah tarafından hem de kardesi
Musa Aleyhisselam yönünden halife nasbedilmis olması dolayısıyla vasıtasız ve vasıtalı iki
türlü imameti nefsinde birlestirmis olmasındandır.42
Kulluk ve heva:
“Hak Teala gördü ki: Kul ancak kendi hevasına ve hevasının taatına boyun egmesi
nedeniyle kulluk eder. Ve kul, kendi hevasının –kendi hevalarına kulluk eden kisilerde oldugu
gibi– kulluk etmesini emrettigini ve Allah’a kullugunun bile hevadan oldugunu görür; çünkü,
o kulda mukaddes olana yönelik heva olmasaydı –ki bu heva sevme iradesidir– Allah’a kulluk
etmez ve O’nu baskasına tercih etmezdi. Ve yine, alemdeki suretlerden bir surete kulluk edip
onu ilah edinen kimse, bu sureti ancak heva ile ilah edinmistir. Kulluk eden kimse, hiçbir
zaman kendi hevasının egemenliginden kendini kurtaramaz. Sonra, Hak Teala gördü ki: O
kulluk edilenler, kulluk edenlerle degisir. Bir seye kulluk eden, bir baskasına tapan kimseyi
kafirlikle suçlar. Ve az biraz kavrayıs sahibi bir kulluk edici [abid], hevanın birliginden ve
tek-olmaklıgından [ahadiyet] dolayı hayrete düser — çünkü, bu heva bütün kulluk edenlerde
bir-olan-ayn’dır [ayn-ı vahid]. Böylelikle Allahu Teala, (tafsilî varlıkta bu hallerin böyle
oldugunu gördügü ve sınama -ihtibar- ilmi ile bildigi için) böylesi bir kimseyi dalalete (yani,
saskınlıga) düsürür. Yani, her kulluk edenin ancak kendi hevasına kulluk ettigini ve –mesru
olan bir seye uysun veya uymasın– o kulu kullukta kullananın kendi hevası oldugunu bilmesi,
bu kimseyi hayrete düsürür.
Her ma’bud hakkın tecelli mahallidir:
“Kâmil olmus bir arif, kendisine kulluk edilen herbir mabudun, Hakk’ın bir tecelli
mahalli oldugunu gören kimsedir. Böyle oldugu içindir ki, onların hepsi, (kulluk ettikleri
seyleri) kendilerine özgü olan isimleriyle “tas,” “agaç,” “hayvan,” “insan,” “yıldız,” “sultan”
olarak adlandırmanın yanısıra, “ilah” olarak da adlandırırlar. Ve uluhiyet bir mertebedir ki,
kulluk edici olan, bu uluhiyetin kendi mabudunun mertebesi oldugunu tahayyül eder; halbuki
bu mabud, bu özgül tecelli mahallinde bu mabuda kulluk edici olanın görüsüne göre
gerçekten de Hakk’ın tecelli mahallidir.... Ama isi ne ise o olarak bilenlere gelince, onlar,
putlara tapanların, bu suretlerin aynlarına kulluk etmeyip, yalnızca bu suretlerde farkına
vardıkları tecelli sultanının hükmüyle bu suretlerde Allah’a kulluk ettiklerini bilmekle birlikte,
kendilerine kulluk edilen bu suretleri zahirde inkar ederler. Çünkü onların ilim mertebeleri,
41 Gençosman,Nuri,age,s.276
42 Gençosman,Nuri,age,s.283
iman ettikleri resulün hükmü dogrultusunda, vaktin hükmüne uymalarını gerekli kılar ki, onlar
bu nedenle “müminler” olarak adlandırılmıslardır. Ve onlar, vaktin kullarıdır. Ve (seylerde)
tecelli eden Hakk’ı bilmeyen inkarcı, bunu (yani, Hakk’ın seylerde tecelli ettigini) bilmez; ve
resullerden, nebilerden ve vârislerden olan kâmil bir arif böylesi (cahil) bir kimseye karsı
bunu (yani, Hakk’ın seylerde tecelli ettigi gerçegini) örter. Böyle olunca, (bu arif kisi) vaktin
resulünün bu suretlerden uzak durmasından dolayı, vaktin resulüne uyarak ve Allah’ın “Ey
resulüm! De ki: Eger Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin” [Âl-i _mran
Suresi, 3/31] sözü geregince Allah’ın kendisini sevmesini istediginden dolayı onlara (bu cahil
kimselere) o suretlerden uzak durmayı emreder”.
25.Fas:Kelime-i Mûsevî’deki Ulvî Hikmet
Kur’an’da buyuruldugu üzere Firavun’un “Ben sizin en yüce Rabbınızım” demesine
karsın Allah’ın Hz. Musa’ya hitap ile “korkma süphesiz sen a’lâsın” ayetiyle ulviyyet
hakkının ona Allah tarafından verilmesi bu hikmetin Hz.Musa’ya nisbetine sebep olmustur.43
Sebeplilik:
“Allah, alemi ancak alemle veya onun suretiyle yönetir. Çocuk kendisini doguranın var
etmesine dayanır [tevakkuf]; sebep olunan seyler sebeplere dayanır; kosula dayanan seyler
kosullara; sonuçlar sebeplere; delillendirilenler delillere; gerçeklenenler kendi hakikatlarına
dayanır. Ve alemdeki bütün bunlar Hakk’ın alemdeki yönetmekligidir, ve Allah alemi ancak
alemle yönetir.
Alemin sureti ilahi isimlerdir:
“Veya onun suretiyle..” deyisimize gelince: Bununla demek istedigim, alemin suretidir.
Ve bununla kastettigim de Allah’ın adlandırıldıgı Güzel _simleri ve vasıflandırıldıgı yüce
sıfatlarıdır. Bize, Allah’ın adlandırıldıgı tek bir _smi erismemistir ki, bu _smin anlamını ve
ruhunu alemde görmemis olalım. Aynı sekilde, Allah alemi, ancak alemin suretiyle yönetir.
_ste bu nedenledir ki Peygamber Efendimiz; Zat, Sıfatlar ve Fiiller olan _lahi Hazret’in bütün
vasıflarını cem eden _nsan’ın yaratılısına iliskin olarak, “Allah Âdem’i, Kendi suretinde
yarattı” demistir — ve Âdem’in sureti, _lahi Hazret’ten baska bir sey degildir. Ve Allah,
(Hazret-i _lahiye’nin numunesi olan) bu serefli numunede, yani _nsan-ı Kâmil’de, _lahi
_simler’in toplamını ve ayrıntılanmıs [münfasıl] büyük alemde (suret olarak _nsan-ı Kâmil’in)
kendisi dısında olan bütün bu _simler’in hakikatlarını varetti; ve Âdem’i alem’in ruhu yaptı ve
suretinin kemalinden dolayı onu ulvi ve süfli seyleri emri altına alıcı kıldı. Öyle ki, alemde
kendi hamdıyla Allah’ı övmeyen tek bir sey olmadıgı gibi; aynı sekilde, kendi suretinin
hakikatını onlara bahsetmis olmasından dolayı, bu _nsan’ın emri altında olmayan tek bir sey
yoktur. Allahu Teala söyle buyurdu: “Gökte olanları ve yerde olanları ve onların
içerisindekileri sizin emrinize verdik” [Casiye Suresi, 45/13] — ve alemde ne varsa, _nsan’ın
emri altındadır. Bunu bilen kimse _nsan-ı Kâmil’dir, cehaletinden dolayı bunu bilmeyen ise
insan-ı hayvan’dır.
Alemin varolusu sebebi olarak sevgi ve hareket:
“Hareket alemin, sükun içerisinde bulundugu yokluktan [adem] varlıga [vücud]
hareketidir. Böylece, alemin varlıgından ibaret olan hareket, sevgi [hubb] hareketidir. Ve
Resulallah (sav), “Ben gizli bir hazineydim, bilinmeye muhabbet ettim” sözüyle hiç kuskusuz
buna isaret etmistir. Bu muhabbet olmasaydı, alem kendi ayn’ında zahir olmazdı. Böylece,
alemin yokluktan [adem] varlıga [vücud] hareketi, Yaratıcı’nın sevgisinin [hubb] varlıga
dogru hareketidir. Ve kendisinde yoklugun degismezligini [sübut] müsahede etmis olan alem
de aynı sekilde, kendini varlık olmaklıgında müsahede etmeyi sever. Ve onun degismez bir
yokluktan her bir yönden varlıga hareketi, Hak’tan ve kendinden dogru bir sevgi hareketi
oldu. Ve kemal kendisi için sevilir. Ve Hak Teala’nın Kendisine iliskin ilmi, Kendisi
alemlerden gani oldugundan dolayı, ancak Kendisine aittir. Ve O’nun için geri kalan sey,
43 Gençosman,Nuri,age,s.294
alemin aynları olan bu aynlardan ortaya çıkan hâdis ilimle, ilim mertebesinin
tamamlanmasıdır. Ve alemin aynları varolduklarında, kemal sureti, hâdis ve kadim ilimle
zahir olur. Dolayısıyla, ilim mertebesi iki yön ile kâmil olur. Aynı sekilde, (alemin aynları ile
birlikte) varlık mertebeleri de kâmil olur. Çünkü, kimi varlıklar ezelî oldugu halde, kimisi de
ezelî degildir. Ezelî olan varlık, Kendi nefsiyle varolan Hakk’ın varlıgıdır. Ve ezelî olmayan
varlıklar ise, degismez alem suretlerindeki Hakk’ın varlıgıdır, ve bu varlıklar hâdis olarak
adlandırılırlar, çünkü bunların kimisi, kimi digerlerine zahir olur. Böylece O, alem
suretlerinde Kendini zahir kılar ve varlıgı kemale erdirir. Böylece, alemin hareketi kemale
duyulan sevgiden oldu. Bunu anla”!
Rasuller zahir diliyle söz söylerler:
“Nebiler, hitaplarının genele yönelik olmasından ve kendilerini isiten alimlerin
anlayıslarına güvendiklerinden dolayı zahir diliyle söz söylerler ve genelden (yani, genel
anlayıs düzeyinden) baskasına itibar etmezler. Nitekim Resul (sav), sadaka vermeye iliskin su
hadisinde bu mertebeye isaret etmistir: “Kendisinden daha fazla sevdiklerim oldugu halde,
Allahu Teala’nın atese atacagından korktugum kimseye veririm.” Dolayısıyla, kendilerinde
tamah ve nefsani tabiat egemen olan aklı ve basireti zayıf kimselere itibar etti. Böylelikle
resuller, ilim olarak getirdikleri ne varsa, daha derinine inemeyenler kaftan [hil’at] (yani,
zahirî ifade) düzeyinde anlayabilsinler diye, bu ilmi en alt düzeydeki anlayısa bürüyerek
getirdiler. Böylesi kimseler, “bu ne kadar güzel bir kaftan!” derler ve bunu anlayısın son
noktası olarak görürler. Öte yandan, hikmet incilerini bulmak için derinlere dalan incelikli
düsünce sahibi kisi, “Bu kimse (yani, peygamber) hangi sebeple sultan tarafından bu kaftana
layık görüldü?” der. Ve kaftanın degerine ve onun giysiler arasındaki derecesine bakar ve
buradan, bu kaftana büründürülmüs olanın degerini bilir. Böylelikle, kendisinden baskalarınca
benzerine erisilmemis olan bir ilme erisir. Resuller ve nebiler ve onların tahkik ehli vârisleri,
alemde ve kendi ümmetleri arasında bu mertebede olan kimseler bulundugunu bildiklerinden,
ifadelerinde hem seçkinlerin [havas] hem de avamın anlayabilecegi zahir dili ile konustular.
Ve seçkinler, avamın anladıgını ve bundan fazlasını anlarlar ve bundandır ki, onlara “seçkin”
denmesi yerinde olur ve böylelikle bununla avamdan ayrılırlar. Böylece, ilimleri teblig
edenler (yani, resuller, nebiler ve vârisler), bu zahir diliyle yetindiler. _ste Musa’nın, “Ben
sizden, selamet ve afiyeti sevdigim için kaçtım” degil de, “Ben sizden, korktugum sey
dolayısıyla kaçtım” [Suara Suresi, 26/21] demesindeki hikmet budur”.
Hızır ve Musa (as) diyalogunun tahlili:
“_mdi sen, bu iki kisinin ilimde nasıl bir kemale sahip olduklarına ve ilahi edebin
geregini nasıl yerine getirdiklerine bak! Hızır’ın Musa’ya, “Ben, Allah’ın bana ögretmis
oldugu öyle bir ilme sahibim ki, sen onu bilmezsin ve sen de Allah’ın sana ögretmis oldugu
öyle bir ilme sahipsin ki onu da ben bilmem” diyerek, Musa karsısında kendi durumunu
kabullenisine ve gözettigi adalete bak! Ve Hızır bu sözleriyle, onun mertebesinin yüceligini
bildigi ve kendisi böylesi bir mertebeye sahip olmadıgı halde, “Sen deneyimleyerek
kavramadıgın seye nasıl sabredebilirsin?” diyerek incitmis oldugu Musa’nın gönlünü aldı. Ve
bu (üstünlük kıyaslaması nisbeti), Muhammed (sav) ümmetinde, hurma agaçlarının asılanması
hadisesinde zahir oldu. Resulallah (sav) ashabına, “Siz dünya islerini benden daha iyi
bilirsiniz” buyurdu. Hiç kuskusuz, bir seyi bilmek, bilmemekten iyidir — ve bundandır ki
Allahu Teala, Kendini, “O her seyi bilendir” [Bakara Suresi, 2/29] sözüyle övdü. Resulallah
(sav), ashabının dünya islerinde kendisinden daha bilgili oldugunu kabullendi, çünkü
kendisinin dünya isleri konusunda enine boyuna bir ilmi yoktur. Çünkü dünya islerini bilmek
bunları deneyimlemeyi [zevk] ve yasantılamayı [tecrübe] gerektirir. Ve Resul (sav) bunun
ilmiyle ugrasmadı. O, önemlilerin en önemlisiyle ugrastı. _mdi, seni en büyük edebden
haberdar kıldım. Eger nefsini bu edebe uyarlayacak olursan, bundan fayda bulursun.
Firavun’un Hz.Musa’ya sorusunun hikmeti:
“Firavun’un Musa’ya, (“Alemlerin Rabbi nedir?” diyerek) Allah’ın mahiyetini
sormasındaki hikmete gelince: bu soruyu cehaletinden dolayı degil, ama Rabb’i tarafından
resul olarak gönderildigini iddia eden Musa’nın bu konuda dogru söyleyip söylemedigini
sınamak için sordu. Firavun resullerin sahip oldukları ilmin mertebesini bilen bir kimseydi,
öyle ki, onun cevabından iddiasında dogru olup olmadıgını çıkarabilirdi. Ve orada hazır
bulunanlardan dolayı çifte anlamlı bir soru sordu; böylelikle kendisi sordugu soruya aldıgı
karsılıktan Musa’nın dogru söyleyip söylemedigini anlayabilecekken, orada hazır bulunanlar
bunu anlamayacaklardı..... Mahiyete iliskin bir soru, hakkında soru sorulan ve kendi nefsinde
bir hakikat üzere olması gereken seyin hakikatine iliskin bir soru oldugundan, yerinde bir
sorudur. Cins ve ayrımdan [fasıl] olusan tanımlar, kendisinde baskalarıyla ortak nitelikler
tasıyan her sey için geçerlidir. Ama cinsi olmayan bir seyin (yani, Hakk’ın), baskaları için söz
konusu olmayan bir hakikat üzere olması gerekir. Dolayısıyla, soru ehl-i Hakk’a, dogru ilme
ve akl-ı selime göre dogrudur. Ve bu sorunun cevabı da, ancak Musa’nın Firavun’a verdigi
cevap (O, dogunun ve batının..” –yani, zahirin ve bâtının– “..ve ikisi arasında bulunanların
Rabbidir) olabilir. Ve Musa’nın, Zat’ın tanımını soran kimseye O’nun fiillerinden cevap
vermesinde büyük bir sır vardır. Bu sekilde, Zat’ın tanımını –alem suretlerinde zahir kıldıgı
veya alem suretlerinden Kendisini zahir kılan– Kendi sıfatıyla aynı kıldı. Ve sunu demeye
getirdi: “Eger kesin bilgi sahibi iseniz –o zaman bilirsiniz ki– O, ulvi olandaki –ki bu
semadır– ve süfli olandaki –ki bu da arzdır– alem suretlerini Kendisinde zahir kılan veya bu
suretlerin kendisiyle Zahir olandır.”
Firavun’un imanı:
“Ve Firavun iman ettigi sırada, helak olacagının kesin oldugunu bilmiyordu — tıpkı,
ölüm anında bulunanların tersine, ölümün kendisine dokunmayacagını uman kimseler gibi.
Dolayısıyla Firavun, ölümün degil, kurtulusun kesin oldugunu düsünerek, _srailogulları’nın
inandıgına inandı. _mdi, kesinlik sahibi oldugu sey (yani, kurtulus) gerçeklesti — ama dilemis
oldugundan farklı bir sekilde. Allah onun nefsini ahiret azabından kurtardı ve bedenini korudu
— ve O, buna iliskin olarak söyle buyurmustur: “Ardından gelenlere bir delil olsun diye
bugün seni bedeninle kurtaracagız” [Yunus Suresi, 10/92]. Çünkü, eger Firavun, suretiyle
görünmez olsaydı, kavmi “O gizlendi” diyebilirdi. Ama, bilinen suretiyle ortaya çıkınca,
ölmüs oldugu bilindi. Böylece kurtulusu, hem (ruhunun beden karanlıgından kurtulmasıyla)
duyumsal olarak hem de (ruhunun ahiret azabından kurtulmasıyla) manen genel oldu.
Kendileri için ahiret azabı sözü [kelime] zorunlu [vacib] olanlar, kendilerine bütün ilahi
ayetler verilse bile, bu azabı görmedikçe iman etmeyenlerdir. Öyleyse, Firavun bu sınıftan
degildir. Ve bunun böyle oldugu vahyedilen Kitap’ta apaçık olarak belirtilmistir. Böylece, biz
deriz ki, onun (imanı) hakkındaki is Allah’a aittir. Çünkü halkın geneli onun isyankarlıgı
[sekavet] konusunda hemfikirdir — halbuki, bu konuda dayanabilecekleri hiçbir delilleri
[nass] yoktur. Firavun’un halkına gelince, onlar hakkındaki hüküm baskadır — ama bundan
söz etmenin yeri burası degildir”.
26.Fas:Kelime-i Halidî’deki Samedî Hikmet
Samed’in Arap dilinde iki manası vardır. Biri içi dolu, som demektir._kinci manası ise
sıgınacak yer, iltica edilecek makamdır.Bu hikmetin halid b. Sinan’a isnadı kavminin çesitli
islerde ona basvurarak yardım dilemelerindendir.Rivayete göre Halid Aden tarafında zuhur
etmistir.Ogullarıyla kavmine ölümünden kırk gün sonra kabrini açarak berzahtan verecegi
haberleri dinlemelerini vasiyet etmistir.Fakat ogulları halk arasınada kefen soyucu diye
anılmaktan korktukları için babalarının vasiyetini yerine getirmediler.Bir hadiste Hz._sa ile
Hz.Muahmmed arasında nebi gelmedigi isaret buyurulmus olduguna göre Halid’in nebiligi
zahir olmamıstır.44
44 Gençosman,Nuri,age,s.322
Halid b. Sinan Hz._sa (as) ile Hz. Muhammed (sav) arasında gönderilmis kendisne
risalet verilmemis tebligle de sorumlu olmayan bir nebi idi:
“Kendisi bir resul degildi ve teblig ile görevlendirilmemis olsa da, Muhammedî risalette
bu rahmetten bol bol nasib alınmasını diledi. Dolayısıyla, yaratılısa iliskin ilmini artırmak için
(berzah’ta) bundan (yani, bu genel rahmetten) nasib almayı diledi. Bundandır ki (yani, bu hal
kendisinin nasibi olmadıgındandır ki), kavmi onu zayi etti. Ve Nebi (sav) onun kavmini “zayi
oldular” biçiminde nitelendirmedi; tersine, diledigi seye erismesinin önüne geçtikleri için,
kendisine iliskin olarak “onu zayi ettiler” biçiminde bir nitelendirmede bulundu”.
27.Fas:Kelime-i Muhammedî’deki Ferdî Hikmet
Ferdi hikmetin Hz.Muhammed’e nisbet edilmesi ilk yaratılan mahlukun yani feyz-i
mukaddesten gelen ilk tecellinin onun ruhu veya nuru olmasından ve bu suretle Hakikat-ı
Muhammediyye denilen ilk varlıgın ondan baslamıs ve yine nübüvvetin onda sona ermis
olmasındandır.45
“Bana dünyanızdan üç sey sevdirildi: Kadın, güzel koku ve gözümün aydınlıgı namaz”
hadisinin izahı:
“Sonra Allahu Teala, onun kendi sureti üzere olan ve ona istiyak duyan bir diger kisiyi
ortaya çıkardı ve buna “kadın” adını verdi. Ve kendi sureti üzere zahir oldugundandır ki,
kadına istiyak duydu — bu, kendi nefsine duyulan istiyaktır. Ve kadın da, ona sevk duydu —
bu da, kendi yurduna duyulan istiyaktır. _mdi, ona kadın sevdirildi, çünkü Allah Kendi sureti
üzere yarattıgını sevdi ve bundan dolayıdır ki, güçleri [kadr] ve menzilleri azim ve tabii
olusumları yüce oldugu halde, nuranî melekleri onun önünde secde ettirdi. _mdi, iliski
buradan ortaya çıktı ve suret, iliski yönünden en büyük, en yüce ve en mükemmel olandır. Bu,
çift [zevc] olmadır, yani Hakk’ın varlıgının kutupsallasmasıdır [sef] — tıpkı bir kadının,
varlıgıyla, erkegi kutupsallastırması [sef] gibi. Böylece Hak, erkek ve kadın üçlüsü zahir oldu.
Kadın, kendi aslı olan erkege nasıl istiyak duyduysa, erkek de, kendi aslı olan Rabbine istiyak
duyar. Böyle olunca, Allahu Teala, Kendi sureti üzere olanı nasıl seviyorsa, Rabbi ona
kadınları sevdirdi. Ve sevgi, ancak varlıgının kendisinden olduguna [tekevvün] yöneliktir. Hal
böyle olunca, erkek, varlıgının Kendisinden oldugunu [tekevvün], yani Hakk’ı sever. _ste bu
nedenledir ki, “bana sevdirildi” demistir ve duydugu sevgi, sureti üzere oldugu Rabbine
iliskilenmis oldugundan, “severim” dememistir — hatta kendi hanımına sevgisinde bile.
Çünkü hanımını –Allah’ın kendisini sevmesi vasıtasıyla– ilahî hallenimden [tahalluk-ı ilahî]
dolayı sevdi”.
“Erkek Hakk’ı en eksiksiz ve en kâmil olarak kadında görür [suhud], çünkü bu sekilde
Hakk’ı hem etkin [fail] olmaklıgında hem de edilgin [münfail] olmaklıgında müsahede eder.
Öte yandan, Hakk’ı yalnızca kendinde müsahede ettiginde, O’nu ancak edilgin olmaklıgında
görür [suhud].Bu nedenledir ki, Resul, Hakk’ın kadınlarda kâmil bir sekilde görülmesinden
[suhud] dolayı, onları sevdi [muhabbet]. Hak, hiçbir zaman maddeden soyut olarak sonsuza
dek müsahede edilemez, çünkü O, Kendi Zatı’nda alemlerden ganidir. Hakk’ın görülmesi bu
yönden olanaksız olup, bu ancak maddede sözkonusudur ve Hakk’ın kadınlarda [nisa]
görülmesi [suhud], Hakk’ı görmenin [suhud] en azim ve en kâmil olanıdır. Ve en büyük
kavusma [vuslat] da cinsel birlesmedir. Ve bu, Hak Teala’nın, Kendi Halifesi kılmak ve
böylece onda Kendi nefsini görebilmek için Kendi suretinde halk ettigine yönelik ilahi
yönelime benzer”.
“Hak Teala temiz [tayyib] olanların kokularını güzel kıldı. Çünkü söz nefestir ve nefes
de güzel kokunun ta kendisidir. Böylelikle nefes söz biçiminde agızdan çıktıgında, tayyib olan
kimseden tayyib ve habis olan kimseden de habis olarak dısarı çıkar. _lahi Nefes olmaları
itibarıyla, bütün nefesler tayyibdir. Övülesi [mahmud] ve yerilesi [mezmum] olmaları
itibarıyla da tayyib ve habistirler. Sarmısak hakkında Resulullah Efendimiz (sav), “Ben
45 Gençosman,Nuri,age,s.325
sarmısagın kokusunu kerih görürüm” buyurdu, yoksa, “Ben sarmısagı kerih görürüm”
buyurmadı. Böylece, bir seyin ayn’ının kerih oldugundan söz edilemez, ancak ondan zahir
olan seyin kerih olmasından söz edilebilir... _mdi, Resulallah’a (sav) ancak tayyib olan
sevdirildi — ki varlıkta ancak tayyib olan vardır”.
“Ve kendisiyle tekligin [ferdiyyet] kusursuz hale geldigi üçüncü sey namazdır.
Bundandır ki, Resulallah (sav), “Benim göz aydınlıgım namazdır” buyurdu. Çünkü namaz
müsahededir ve böylece Allah ile kul arasında bir münacattır... Ve Hak ile kul arasında
münacat oldugu için, namaz zikir olur. Ve Hakk’ı zikreden kisi, hiç kuskusuz Hak’la birlikte
olur; ve Hak da O’nunla birlikte olur....
Alemin zuhuruna sebep olan hareketlilik ve namaz:
“Varlık, ancak akılla kavrayabilecegimiz hareketten ortaya çıktıgında, bu hareket, alemi
yokluktan varlıga tasıdı ve namaz bütün hareketleri kendinde topladı. Ve alemde üç (tür)
hareket vardır. _lk hareket, dikey harekettir ve bu, namazdaki kıyam halidir. Digeri yatay
harekettir ve bu da namazdaki rüku halidir. Ve üçüncü de asagı dogru harekettir ve bu da
namazdaki secde halidir. _mdi, insanın hareketi dikeydir; hayvanların hareketi yataydır; ve
bitkilerin hareketi asagı dogrudur. Minerallerin ise kendiliklerinden bir hareketi yoktur. Tasın
hareket etmesi, bir baskasının kendisini hareket ettirmesiyle olur”.
Her itikatta ve her surette Allah’ı bilmek:
“_tikat edenin ancak itikat ettigi _lah’a senâ ettigini belirtmistik. Ve o, nefsini, itikat
ettigi _lah’a raptetmistir. Ve isledigi ameller, kulun kendisine döner. Öyleyse, ancak kendi
nefsine senâ etmis olur. Çünkü hiç kuskusuz sanatı öven kimse, sanatçıyı övmüs olur. Çünkü
sanat eserinin güzel olması veya güzel olmaması, gerisin geri sanatçıya döner. Ve, itikat
edilen ilah, onu kendi tahayyülünde olusturan kimsenin olusturdugu bir seydir. _mdi, itikat
ettigi sey üzerine senâsı, (sonuçta) kendi nefsi üzerine senâsıdır. Ve bundan dolayı, kendi
itikadından baska olanları yerer. Ve eger insaf etseydi, böyle olmazdı. Bu özgül mabud’a
sahip olan kisi, kendinden baskalarının itikadına itirazından dolayı, Allah hakkında itikat
ettigi seyde hiç kuskusuz cahildir. Çünkü, eger Cüneyd-i Bagdadi’nin, “Suyun rengi, kabının
rengidir” sözünü anlasaydı, her itikat sahibinin itikatını teslim eder, ve Allahu Teala’yı her
itikatta ve her surette bilirdi. Ne var ki mabud’u kendine özgü kılan, zan üzredir, ilim sahibi
degildir. Bundan dolayıdır ki, Allahu Teala, “Ben kulumun zannı üzereyim” buyurdu. Bu söz,
Allah’ın kuluna ancak kulunun itikat ettigi surette zahir oldugu anlamına gelir — kul ister
mutlak kılsın ister kayıtlasın, bu böyledir.
KAYNAKLAR
Afifi,Ebu’l Alâ,Fususu’l Hikem Okumaları _çin Anahtar (et-Ta’likât),trc.Ekrem Demirli,
_z,_stanbul,2000
Balcı,Ersin, Fususu’l Hikem Tercümesi
Gençosman,Nuri ,Fususu’l Hikem,MEB,_stanbul,1992
Gürer,Dilaver,Fususu’l Hikem ve Mesnevi’de Peygamberlerin Öyküleri,_nsan,_stanbul,2002
_smail Ankaravi,Nakse’l Fusus Serhi,trc._lhan Kutluer,Ribat,_stanbul
Kılıç,Mahmut Erol, “Ekberiyye”,D_A
, “Fususu’l Hikem”,D_A
, “_bnü’l Arabi”,D_A
Sadreddin Konevi,Fususu’l Hikemin Sırları (el-Fukuk),trc.Ekrem Demirli,_z,_stanbul,2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder