7 Ocak 2011 Cuma

Telepati-Durugörü

Dikkat: Bu Kitabı görüntü ayarınızı %100 ’e ayarlayarak okumanız tavsiye edilir .
TELEPATI–DURUGÖRÜ
Kenan Keskin – Fizik Müh.
tarafından derlenerek size e-kitap olarak sunulmustur. Kaynak: http://sufizmveinsan.com
Basım: Eylül 2006
Zamansız-Sonsuz Boyutun kapısını açmak için . . Kozmik Bilinç için . .
Olanların ÖTESINE gitmek için . . Olanların ardındaki SIFRELERI çözmek için . .
Yayın Listemiz >>> Sayfa 67…74
- yorumsuz bildiri -
Insanlıga gerçekleri anlattıgına inandıgımız düsünürlerin,
yazarların, aydınlanmısların ilimsel üretimlerini
sizlerle paylasmaktan baska bir arzumuz yoktur.
Biz bir baska insanı degisim-d.nüsüme ugratamayız.
Bizim yapabilecegimiz tek sey;
degisim-d.nüsümün meydana gelebilecegi,
hosg.rü ve sevginin girebilecegi bir alan, bir bosluk yaratmaktır.
Dilegimiz size yararlı olabilmek...
Evreni (algılayamadıklarımız dahil) y.neten ve
farklı adlarla isaret edilen Yüce Gücün,
bu arzumuzu yerine getirmemiz için, .nümüzü açık etmesini diliyoruz;
‘Eger bu duanın gerçeklesmesi, bizler ve tüm yasam adına en iyisi olacaksa...’
www.yorumsuz.net.tc
2
TELEPATI–DURUGÖRÜ
Kenan Keskin – Fizik Müh.
Sayfa
4 - 1. B.lüm
12 - 2. B.lüm
21 - 3. B.lüm
30 - 4. B.lüm
39 - 5. B.lüm
49 - 6. B.lüm
57 - 7. B.lüm
67 - Yayın Listemiz
www.yorumsuz.net.tc
3
TELEPATI–DURUGÖRÜ
1. Bölüm
Günümüzde yüklü parçacıkların, dolayısıyla Elektrik, Manyetik ve Elektromanyetik
alanların tüm insanlar ve canlılar üzerine olan etkileri (ister dısarıdan gelsin, isterse
de canlılar tarafından üretilmis olsun, ölçümlenemeyen kısımları bir yana) yapılan
laboratuar deneyleriyle ispatlanmıs bulunmaktadır. Çünkü tüm canlılar, sinir
sistemlerinde hareket eden yüklü iyonlar ile çesitli nedenlerden ötürü vücutta biriken
statik elektrigin olusturdugu statik elektrik, statik manyetik alanlar ile zamanla
periyodik olarak degisen elektromanyetik alanlara sahiptir.
Yine yapılan arastırmalarda, dünyanın manyetik alanında büyük ve düzensiz
degisimler oldugu zamanlarda hastanelere basvuranların sayısının arttıgı, çesitli
hastalıklarla, ölümlerin çesitli zamanlarda bu alanda meydana gelen karısıklıklar
arasında güçlü bir iliskinin var oldugu ortaya konmustur. Bunun gibi uzun süren
arastırmalar sonunda, yerin manyetik alanındaki düzensiz degisimlerle jeolojik
parametreler degisimi arasında da iliskiler oldugu ortaya çıkmıstır.
Mesela, Parisli Prof. Rochart tarafından yapılan ayrı bir çalısmada da manyetik alan
degisimlerinin, kandaki molekül çekirdeklerinin, kemiklerdeki çekirdeklerden
farklı frekanslarda titresmesine sebep oldugu bulunmustur. Ayrıca, dünyanın
manyetik alanının yaklasık binde biri kadar bir alana bir yıl boyunca bırakılan farelerin
ömürlerinin kısaldıgı, kısırlıgın meydana geldigi ve farelerin normal dısı vahsi, sert
4
tepkiler gösterdikleri gözlemlenmistir. Buna benzer alana bırakılan bakterilerin ise,
kolonilerinde sayı ve ölçü olarak on bes kat azaldıgı, basit deniz yosunlarının
büyüme oranının hızlandıgı ve düsük alana bırakılan yonca tohumlarının filizlenme
oranında da artıs görülmüstür. Bu tür manyetik alan ortamlarında, titresen bir ısıgı
gözlemleyen insanlarda ise, ısıgın sürekli olmadıgını tanımlama yeteneklerinin
azalmıs oldukları gösterilmistir.
Yine, yerin manyetik alanının canlılar üzerindeki etkisini açıklayan bir örnek de söyle:
Günesi kullanmadıkları zaman, bu manyetik alanı kullanan güvercinlere, yer alanının
etkisini yok etmek için mıknatıs baglandıgında, bulutlu bir havada yollarını ve
yuvalarını bulamadıkları görülmüstür. Bunun dısında bazı hayvanların ise yuvalarının
manyetik alan yönünde oldugu, yer altında da bu alan vasıtasıyla yönlerini tespit
ettikleri ispatlanmıstır. Çok ilginç bir bulgu da, insanların dislerindeki dolgu maddesini
minyatür bir alıcı gibi kullanarak radyo dalgalarını hissedebildikleri gibi, diger baska
nedenlerden ötürü direkt olarak da algılayabilmeleridir.
Bunu açıklayan olay ise, 1965 yılının yılbası aksamının bir gün öncesinde Ingiltere’
deki Barwell’ e düsen meteroidin düsmeden önce vızıltıya benzer veya ısık gibi gelen
bir ses biçiminde algılanmasıydı (bu tür fenomenler dünyanın birçok yerinde aynı
tarzda rapor edilmistir). Isin enteresan yanı, bu durumun, havası az olan bir
ortamda ses dalgalarını olusturamamasına karsın, yine de duyulmus olmasıdır. Daha
sonra yapılan deneylerde radar dalgalarının çok zayıf bir ısınına bırakılan pek çok
insanın ıslık, vızıltı, çıtırtı veya tıkırtı gibi sesleri hissettikleri ortaya çıkartılarak
meteorun algılanan sesinde üretilen elektromanyetik radyasyon tarafından
meydana geldigi anlasılmıs oldu.
5
Benzer biçimde günesteki lekelerin ve patlamaların dünyadaki canlılar ve bilhassa
bitkiler üzerindeki etkileri de kanıtlanmıstır. Ayrıca arastırmalar insanın radyo
dalgalarına daha fazla olmak üzere, diger E-M radyasyonun frekanslarına duyarlı
oldugunu açık olarak göstermektedir. Yani, 1 cm² basına 1 watt’ın milyonda birinden
çok daha az bir seviyeye kadar tespit edebilmekte, kızılötesi ve görülen ısıgı deri ve
gözler ile iyi bir dedektör gibi algılamakta, beyinlerimiz ise direkt olarak radyasyona
karsı duyarlı olmakta, organlarımız düsük frekanslı akımlara cevap vererek sifa
denilen olayı açıga çıkartmaktadır.
Enerji alanlarının en çok bilinen etkilerinden biri de, deprem öncesi ve sırasında
milyonlarca tonluk topragın basınç altında olması ya da yarıkların sürtünmesi
sırasında atomların elektron kaybederek statik elektrigin toprak yüzeyine çıkarak,
evlere, binalara... çok genis bir alana yayılması ve bunun yanında, yine aynı
nedenlerden dolayı bazı yüklerin de ivmeli hareketleri sonucu elektromanyetik
alanları meydana getirmeleriyle olusmaktadır.
Bu yükler ve neden oldukları alanların hayvan ve insan vücudu-beyninde
olusturdukları bir takım güçlü etkiler ise, genelde uyusukluk, huysuzluk, gerginlik,
sinirlilik, bas dönmesi, mide bulantısı, stres, vücudun belli bölgelerinde sancı,
agrıdır... ki hayvanlar hissettikleri bu tür baskılar nedeniyle yuvalarını terk etmekte,
bulundukları yerlerden uzaklasmaktadırlar. Bazı hayvanların bu anlarda bagırıp
çagırması, bu alanların olara verdikleri acı ve ızdıraptan kaynaklanmaktadır. Bunun
en güzel örnegi, Endonezya depreminde hiç hayvan ölüsünün bulunmayısıdır. Hatta,
bir filin bu sayede yirmi turisti mutlak ölümden kurtardıgı da ortaya çıkmıstır. Cihazlar
ise, asırı elektriklenme sebebiyle kısa devre oldugundan, kimi durmakta, kimi de
devrelerin yanmasıyla bozulmaktadır. Bunun yanında bu alanlar, insan beyinlerinde
6
birtakım parazitler meydana getirmektedir.
Faylanmanın oldugu sınırlı belli bölgelerin, hattın negatif ley hatlarını
olusturdugunu da söylemekte yarar var. Bunun yanında, elektrik yüklü havanın,
rüzgarların insan fizyolojisi, metabolizması üzerine olan etkisi ise, artık bilinen bir
gerçektir. Enerji alanlarının çesitli sekillerdeki etkilerine, “Enerji Alanları Ve Biz” adlı
makalemizde epeyce deginmistik. Kısacası, hiç farkına varmadıgımız, etkilerini dahi
yok saydıgımız birtakım enerji alanlarının aslında canlılar üzerinde fiziksel ve ruhsal
olarak ne kadar büyük bir etkisi oldugu açıkça görülmektedir.
Simdi asıl konumuza dönebiliriz. Sezgi dedigimiz sey, çesitli merkezlerden gelen ilgili
dalgaların beyin tarafından önceden degerlendirilmesidir. Mekânımızdaki ya da
farklı boyutlardaki varlıklardan gelen dalgalar telepatiyi, bizden kaynaklanan
dalgaların mekân ya da zaman ötesi boyutlardan yansıyarak yine bize gelmesi
de duru görü dedigimiz seyi meydana getirmektedir. Duru görü, bulundugumuz
boyuta ait sınırsız uzaya yönelik olabildigi gibi, geçmise ve gelecege dönük de
olabilmektedir.
Yani, canlılar arasındaki baglantı Telepati, mesela, zamansızlık içerisinde mevcut
bulunan boyutlardan gelecege ait olayların bilgisini tasıyan dalgaların beyin
tarafından tekrardan degerlendirilmesi ise, önsezi yada kehanet denir (ki ileride
sezginin duru görü kısmını daha detaylarıyla irdeleyecegiz). Telepatide sadece bilgi
alıs verisi degil, enerji akısı da olabilmektedir. Dolayısıyla o kisiyi manevi ve maddi
olarak etkileme söz konusudur.
Mesela, uzaktan sifa vermek gibi. Telepatideki algılamaların büyük bir çogunlugu
7
direkt görüntü, ses... vs. iken, duru görüdeki bazı algılamalar yorumlanmaya
muhtaç sembolik veriler olup bu da veri tabanlarına göre degisiklik arz ettiginden
her beyinde farklı sekillerde açıga çıkmaktadır. Ayrıca, her iki tür baglantıdaki kötü,
negatif olaylar, ani iç daraltıcı, bunaltıcı sıkıntı veren haller, kötü hissedisler, içe
dogmalar ve hatta bas dönmesi, mide bulantısı, çesitli agrılar gibi fiziki
rahatsızlıklarla da kendini gösterebildigi gibi, o anda bazı nesnelerin, aletlerin
durması, bozulması, kırılması... seklinde de açıga çıkabilmektedir. Bunlardan sadece
biri olabildigi gibi, birden fazlası da aynı anda olusabilmektedir.
Bununla birlikte, bildigimiz üzere bilgi almanın birkaç yöntemi vardır. Mesela, siz bir
konu hakkında okuyarak da bilgilenebilirsiniz, biri tarafından size söylenmesiyle de o
seyi ögrenebilirsiniz. Ya da olayı bizatihi isitip görerek de. Bu yüzden sezginin çok
daha derin boyuttan ve kapsamlı olanı vardır ki, ilgili dalgaların beyne ulasmasından
çok önce o sey bilinmektedir. Hem de bildigimiz anlamda görüntü olmaksızın. Daha
dogrusu, bu tür algılamanın, telepati ya da duru görüdeki gibi beyne gelen dalga
boyu ile bir ilgisi yoktur. Bu özden (enfüsten) olandır. Fetih ve Kesif sahiplerinde
esas var olan budur.
Bu yüzden, direkt özdeki Kuantsal ya da Hologram boyutundaki frekanslara
(bilgilere) vakıf olduklarından digerlerindeki gibi olayları parça parça birlestirerek
degil, bir bütün olarak algılarlar. Ve bunlar, telepati ya da duru görü dedigimiz
Afaktan olan sezgiyi de çok daha genis, kapsamlı ve detaylı olarak algılayıp
degerlendirirler. Dolayısıyla onlar, sıradan insanlar veya deneyde kullanılan denekler
gibi konsantre ya da belli hazırlıklar yapmaksızın çok rahat ve aynı anda çok sayıda
telepati veya duru görü...vb baglantıları kurabilmektedirler.
8
Mesela, istedikleri kisi ya da kisilerin bir anda beyinlerini okuyabilmekte, ruhlarındaki
kayıtlarına, akasalarına göz atabilmekte, insanların Siretleriyle sohbetler
yapabilmekte ve tüm bunları uzakta bir yerlerdeki kisiler (dolayısıyla olaylar)
üzerinde de aynen yapabilmekte, geçmis ve simdiye ait olanın ötesinde, gelecege
ait bilgilere de vukuf saglayabilmektedirler. Üstelik bu türden seyler onlar için
olaganüstü olaylar yerine, sıradan seyler olarak görünmektedir.
Bu yüzden bir Veli, her seyi bilir, ama sistemin geregi olarak hiç bir sey
bilmiyormus gibi davranır. Bu özelliklerini de belli görevleri dısında kesinlikle dısa
vurmazlar. Sunu da hemen belirtmek gerekir ki, sezginin özden olanı, afaktan olanı
da kapsar, ancak Fetih ya da Kesif özellikleri gerçekte telepati, duru görü... veya
benzeri seyler degildir. Özden gelenle, Afaktan geleni birlestirip bir sentez yapmıs
olsalar da. Evet bu özellikler daha gelismis sekliyle vardır, fakat Fetih ya da Kesif
dedigimiz sey, evrensel sisteme, kendi Hakikatına olan Allah’a dönük olarak farklı
seyleri bünyesinde barındırır ki, Sufizm iste bunu anlatır. Yani, bu özellikler kiside
Hakikati olan Allah’ı bilmeyi, hissetmeyi ve onda yok olarak onun özellik ve
vasıflarıyla vasıflanıp bunlara ait güçlerle varlık aleminde yasamayı getirir, idrak
ölçüsü nispetinde, olaganüstü olayların olusmasını degil. Bu ayrımları çok iyi yapmak,
sınırları iyi belirlemek gerekir.
Ayrıca, afaktan olan sezgiye ait olaylar kisinin bir dahli, kontrolü olmaksızın aniden
ve her an, her yerde olusabildigi gibi, bazılarında bu, beyin açılımlarına göre
kontrollü bir biçimde istege baglı olarak da gerçeklestirilebilmektedir. Yine beynin
yapısı dolayısıyla bazılarında bu olaylar, daha belirgin ve sık görülmektedir. Ama az
ya da çok, kisi fark etsin ya da etmesin, her insanda bu özellikler mevcuttur. Bu
yüzden, basına az sonra gelebilecek olaylarda beyin daha önceden bu durumu
9
algıladıgından otomatik olarak bedeni harekete geçirebilmekte, basına gelebilecek
bu kazalardan kisi son anda kurtulabilmektedir. Büyük çogunlukla, olaylar
yaklastıkça sezgi kendini daha güçlü ve yogun olarak göstermektedir.
Ancak tüm bunlar kaderin izin verdigi yani, kisilerin programlarında var olmasıyla
meydana gelen olaylardır. Bununla birlikte birbirleri arasında güçlü duygusal bagları
olan canlılar arasında duyu dısı baglantıların varlıgı çok daha belirgin ve daha sık
görülmektedir. Mesela çok yakın arkadas, dost veya ebeveynlerin (bilhassa yeni
dogum yapmıs annelerin) çocukları, kendi ana babaları ya da varsa hayvanları
arasında. Keza, paranormal yetenekleri fazla olan kisiler arasında da bu baglar
güçlüdür.
Hayvanlar üzerinde yapılan sayısız incelemelerde, aralarında genetik akrabalık,
baglantı bulunmayan ve birbirlerinden de tamamen uzakta yer alan hayvanların
birkaçında meydana gelen karmasık yeteneklerin diger hayvanlarda da çabucak
gelistigi, ortaya çıktıgı görülmüstür. Mesela bunların birinde, çok uzun bir süre
gerektiren kompleks bir beceriyi yapmaya sartlandırılan birkaç güvercindeki bir
yetenegin, hiçbir baglantısı olmayan diger bazı güvercinlerde çok kısa süreler içinde
ögrenildigi laboratuar deneylerinde tespit edilmistir. Ingiliz bir biyolog olan Dr.
Rupert Sheldrake, bu olayı hologram teorisiyle aynı anlama gelen uzay-zamandan
bagımsız “morfik rezonans” adını verdigi (M)alanlarıyla açıklamaya çalısmıs ve her
bir türün, hem kendi içinde hem de diger türlerle baglantılı oldugu bir (M) alanına
sahip oldugunu belirtmistir.
Bununla ilgili birkaç can alıcı örneginn ilkinde de, kasabaya inen ve ev sahibini
sessizce bekleyen köpegin durup dururken birden garip davranıslar sergileyerek
10
cama dogru gittigi, kapının önünde bekledigi ve her defasında da kısa bir süre sonra
sahibinin geldigi görülmüstür. Bunun üzerine daha detaylı bir arastırma yapıldıgında
ise, köpekteki bu degisikligin sahibinin kasabadan eve dönmeye karar verip hemen
arabaya bindiginde ortaya çıktıgı bazen de sahibinin çok daha uzak mesafelerde
iken ve hatta günün çesitli saatlerinde orada kalıs süresinin degisik olmasına
ragmen bunu yaptıgı gözlemlenmistir.
Bununla ilgili daha baska örnekler de bulunmaktadır. Bunun yanında kedi, köpek...vb
evcil hayvanların sahiplerinin baska sehirlere tasınması veya bu hayvanların yüzlerce
km. uzaklıkta unutulmaları... vs. durumunda da aradan haftalar, aylar geçmis olsa da
hiç tanımadıkları, bilmedikleri yerlerden geçerek sahiplerini bulabilmektedirler (ne
kadar hassas olursa olsunlar bunu koku yoluyla basarmaları imkansızdır, en azından
bu yöntemle bulamayacaklarıyla ilgili örnekler oldukça mevcuttur).
Yine bilimsel olarak kayıtlara geçmis birçok olayda da sahiplerinin basına bir sey
geldigi ya da öldügü sırada bunu bilmemesi, kendilerine hiçbir bilgi ulasmamasına
ragmen günlerce havlayan, inleyen ya da çesitli davranıslar sergileyen köpeklerin
durumu da tespit edilmistir. Yine hayvanlar üzerine yapılan bazı arastırmalarda
terbiye edilmis olan hayvanların, onu terbiye eden kisinin önceden düsündügü
görevleri, seyleri yaptıkları ortaya çıkmıstır.
Eski Sovyet Rusya’nın (ki, maddeyi esas alan komünist bir ülke olmasına ragmen,
metafizik deneylerinin en çok yapıldıgı yerdir.) yaptıgı ilginç deneyde de, bilim
adamlarından olusan ekip, nükleer bir deniz altı içine koydukları yavru tavsanlarla
denize açılır. Karadaki arastırma merkezinde ise, anne tavsana elektrotlar
baglanarak EEG leri yani beyinsel aktiviteler kaydedilir. Deniz altı iyice suya dalıp
11
uzaklastıktan sonra tavsan yavruları belli aralıklarla öldürülür ve her tavsan yavrusu
öldürüldükçe de bunun tepkisi anne tavsanın beynindeki degisen aktiviteyle
gözlemlenir. Bir taraftan hayvanlarda bu tür baglantılar mevcut iken, diger taraftan
ondan çok daha gelismis yapılı insanlarda bu tür baglantıların olmaması elbette
düsünülemez.
Bkz. Hz. Muhammed(sav) Neyi Okudu / Cuma Sohbetleri- Ahmed Hulusi
Süper Zihinler- Prf. Dr. John Taylor
Discovery Channel- Köpekler
Eszamanlılık Ve Morfik Alanlar -Hülya Xxanadu
2. Bölüm
Bu olayların sıkça görüldügü kisilerden biri de ikizlerdir. Ikizler arasında mesafeler ne
olursa olsun birbirlerinden hiç haberdar olmadan, bilmeden ayrı ayrı yetistirildikleri
halde aynı seyleri düsünmeleri, hissetmeleri bilimsel olarak belgelenmistir. Gerçi aynı
genetik özelliklere sahip olduklarından birçok davranıslarının, seçimlerinin, düsünme
biçimlerinin...vs. aynı olması beklense de gözlemlenen öyle olaylar vardır ki bunlar,
bu tür açıklamaların tamamen dısında kalarak duyu dısı algılama sınıfında net bir
biçimde yerini almaktadırlar.
Ayrıca, ikizler arasında yapılan bilimsel deneylerde de ikizlerin birindeki beyinsel
faaliyetin aralarında hiçbir baglantı olmayan, laboratuarın diger odasındaki ikizinde
de aynı sekilde meydana geldigi cihazlarla tespit edilmis durumdadır.
Ülkemizin güneydogusunda teröre karsı mücadele eden askerlerimizin sehit olmaları
12
sırasında ya da daha öncesinden bu durumun aileleri, yakınları, dostları tarafından
uyanıkken veya rüyalarında çesitli sekillerde müsahede etmeleri böyle bir
baglantının varlıgına iliskin en büyük kanıtlarından birini olustururken, bazılarında
aynı olayın birden fazla kisi tarafından algılanmıs olması olayın durumunu daha
da somutlastırmaktadır.
Bir baska ispatta, benzer türden aynı, algılamaların, hissedislerin, rüyaların... üst
üste üç, dört...gün boyunca görülmesidir. Bazı bilim adamlarının diger
benzerlerinde oldugu gibi, bu netlikteki olaylara karsı da hiçbir bilimsel dayanagı
olamamasına ragmen tesadüf demesi ve iddialarını da bilimsel olarak
ispatlayamamaları, bilimsel kisiliklerinin ötesinde inançlarını dile
getirmelerinden baska bir sey degildir. Bu yüzden bu tür seylere sasmamak
gerekir.
Burada hemen sunu belirtmek gerekir ki, bu olayların hepsi cinni olay degildir.
Sadece bu durumun cinni kanallara açık oldugunu, genellikle de bu varlıklarca
istismar edildigini söylemekteyiz. Yoksa, insanlarda bu olaylar meleki ya da cinni
olarak ikiye ayrılır. Ancak bizler, yasadıgımız boyuta olan baglılıgımız,
sartlanmalarımız, meyillerimiz dolayısıyla meleki olanlardan çok cinni kanallara daha
fazla maruz kalmaktayız. Hemen sunu da belirtmek gerekir ki, Cinler, Halifetullah
özelligine sahip olamamalarından ötürü asla vahiy alamazlar. Aldıkları dogru
bilgiyse ilhamdır, sezgidir.
Örnek olması açısından, yine bazı arastırma sonuçlarına geçmeden önce, yapılan
bilimsel incelemelerde duyu dısı algılamalarının (DDA) tarih, tarih öncesi ya da
zamanımızdaki teknolojiden uzak, ilkel olarak gördügümüz toplumlarda daha fazla
13
oldugu, bunun nedeninin de uygar toplumlardaki gibi önyargı ve sartlanmaların
olmamasından ileri gelmesidir. Bilindigi üzere eski toplumlardaki dini önderler,
rahipler, samanlar,...vb halkı yönlendiren insanlar telepati ve duru görü
yeteneklerine de sahiptiler. Yine yapılan arastırmalarda, DDA’ ların % 65’lik bir
oranının korteksin devre dısı kaldıgı rüyada gerçeklestigi de görülmüstür. Bunun
yanında, hipnotizmanın da telepati ve duru görü...vb yetenekleri artırdıgı
ispatlanmıstır.
Laboratuvar ortamında ilk ciddi bilimsel çalısmalar, ilk parapsikoloji bölüm baskanı da
olan Duke Üniversitesinden Dr. J. B Rhine tarafından yapılmıs ve deney hakkındaki
prensipler ilk kez ortaya konmustur. Dr. Rhine, zener kartlarıyla altı yıl boyunca yüz
bine yakın deneyler yapmıs, sonuçta ihtimal hesaplarını alt üst eden basarılı
sonuçlar elde etmistir. (1) Ancak bu tür deneyler, bunlarla sınırlı kalmayıp DDA’ ların
kesin varlıgına iliskin daha baska türden sayısız deneyler yapılmıstır.
Bunlardan biri olan Moskova’daki Popov Radyo Elektronik Ve Muhabere Çalısmaları
Enstitüsü Profesörlerinden M. Kogan, 1966-67 yılları arasında yaptıgı çalısmalarla
insan beyninin dalga boyları 25 -1000 km olan E-M dalgaları yayımladıgını ve böylece
insanın düsüncelerini çok uzak mesafelere tasıyabilecegini, hatta bunun için
normalden 4 -5 misli daha fazla üretebilecek kapasiteye de sahip oldugunu
söylemistir.
Kogan’ın çalısmaları bir rapor halinde Los Angeles California Üniversitesindeki
“Altıncı His” sempozyumda okunmus ve yine aynı Üniversitede tıbbi psikoloji
Profesörlerinden Dr. Thelma Moss tarafından bu çalısmaya yakın sonuçların, yapılan
ayrı denemeler sonucunda da ulasıldıgı bildirilmistir. Ve sonuç olarak “ E-M alanları
14
vasıtasıyla telepatinin çok uzaklara kadar ulastırılabilecegi anlasılmıstır”
denilmistir.
Mesela bunların birinde, bir çift üzerinde yapılan bir deneyde, çiftlerden birinin
gözüne belli aralıklarla çesitli frekanslarda ısık tutuldugunda bu sujenin beyninde
olusan aktivitenin, onunla telepati kurmaya çalısan diger çifti tarafından alındıgı,
çiftin beynine baglı EEG kayıtlarından açıkça gözlemlenmistir (bu çalısmalarda, ayrı
bir yazı olarak deginecegimiz rüya yollu telepati örnekleri de bulunmaktadır). Bir
baska dahi fizikçi ve matematikçi Prof. Lav Landu da canlı beyinlerin çesitli dalga
boylarında radyo dalgaları yayımladıgını ve bu dalga boylarına belli anlamlar
yüklendiginde ise, beyinler arası iletisimin olabilecegini bunların da hangi grup
dalgalar oldugunu tespit etmeyi basarmıstır.
Leningrad Bectherev beyin Enstitüsünde görevli fizyolog Leonid Vasiliev de yapmıs
oldugu uzun yılları içine alan çalısmalar sonucunda birçok veri toplayarak telepatinin
varlıgını kesin olarak göstermistir. Bazı çalısmalarında yine bir fizyolog olan F.
Tomasevski ve Psikiyatrist A. Dubrovski de ona yardım etmistir. Vasiliev önce, iki
denek arasındaki uzaklıgı metre düzeyinde baslayıp kademe kademe binlerce km
çıkartmasına ragmen zihinsel mesajların birinden digerine yine rahatlıkla aktarıldıgını
çok açık olarak göstermistir. Ayrıca bu durum, sujelerin beynine takılan elektrotlarla
da takip edilmis bu sıradaki beyin faaliyetleri tespit edilmistir (2). Yıllar sonra gelisen
aletlerle yaptıkları deneylerde de bir kez daha aynı sonuçlara ulasmıslardır.
Leonid Vasiliev, Telepati deneylerinden sonra: "Biz zaten bunun radyo
dalgalarından baska bir seyin olamayacagından emindik" diyerek 1950 yılında
Almanya’da yapılan bir deneyi, yazdıgı “Experiments in Distant Influence” adlı
15
kitabında ayrıntısıyla deginerek hipnotize edilmis bir denegin, normal duyularıyla
hiçbir bilgi alamayacagı sekilde düzenlenmis bir ortamda, hipnotizmacının agzına
aldıgı seylerin tatlarını tanımlamakla kalmamıs, arastırmacının kendi gözüne bir ısık
tuttugunda gözünü kırpıstırmıs, amonyak kokladıgında suje de aksırmıs,
hipnotizmacının kendi kulagına dayadıgı saatin tıkırtısını dahi duymustur. Bunun
yanında, igne batırdıgında ise, kendine batırılıyormusçasına acısını hissettigini
aktarmıstır.
Dr. Vasilliev’ in hipnoz altında gerçeklestirdigi en önemli deneylerden biri de,
düsünce ve isteklerini telepati yöntemiyle sol tarafı tamamen felçli olan bir kadına
yaptırmasıydı. Ayrıca, hipnoza ragmen kadının gözleri baglanmaktaydı. Bununla
birlikte Vasilliev, kadından yapmasını istedigi seyleri bir kagıda yazarak bir taraftan
da bunları halka göstermekteydi.
Durum oldukça ilginçti. Çünkü bu esnada kadının felçlilik durumu tamamen ortadan
kalkıyor, kendisinden telepatiyle istenilen hareketleri tek tek yapıyordu. Deney o
kadar basarılıydı ki kalabalıklar önünde bu defalarca tekrarlandı. Deneyin
tekrarlanmasını isteyen süpheciler dahi bu durum karsısında telepatinin varlıgını
kabul etmek zorunda kalmıslardı.
Yalnız çok önemli bir nokta, bildigimiz türden radyasyonu geçirmeyecek sekilde
hazırlanmıs olan (kursun kaplamalı...vb) odalarda ya da Faraday kafesinde yapılan
deneylerde bile, telepati ve duru görünün gerçeklestirildigi görülmüstür.
Bununla birlikte, telepati dalgalarının en belirgin özelligi, uzaklık arttıkça dalga
yogunlugunun, uzaklıgın karesi oranında zayıflaması beklenirken telepatide böyle bir
16
düsme gözlemlenmemekte bunun yerine, dalgalar,mekan ve zamandan tamamen
bagımsız da hareket edebilmektedir. Çünkü tam ısık hızında uzay- zaman boyutu
asılır. Böylece mekan ve zaman, zamansız ve mekansız olarak algılanıp
degerlendirilir.
Düsünce hızı ise, tabanı ısık hızı ve ötesidir. Bu yüzden enfüsi olanın yanında afaki
boyutta da düsündügün an Ay’dasın, Mars’tasın, Andromeda’dasın, evrenin
herhangi bir yerinde ya da farklı boyutlarındasın. Ayrıca deneyler, uzak
mesafedeyken telepatinin daha basarılı oldugunu göstermistir. Bu da bize beynin,
iletisimi saglayan radyo dalgalarının yanında, tıpkı yıldızların ikiz yapılarından
gelen dalgalarda oldugu gibi, bugün henüz bilimin kesfedemedigi, skalasını
ölçemedigi ve canlı ve cansız nesneleri de etkileyebilen, yönlendiren, onlarla her
sekilde etkilesime giren çesitli frekanslardaki dalga boylarında da yayın yaptıgını
açıkça göstermektedir. Bugün bu tür dalgaların varlıgı, kesin olarak bilinse de
(kanıtlansa da) cihazların yeterince gelismis olamaması yüzünden beyindeki bilinen
dalgaların bile ne tür islevler gerçeklestirdigi henüz tam anlamıyla çözülebilmis
degildir, simdilik.
Benzer deneyler yapmıs baska bir Rus bilim adamı grubu da, sujeler arası olusan
mükemmel düzeydeki haberlesme agını söyle izah etmistir: “ Biz telepati naklinin
baslamasını takip eden bir ile bes saniye içinde beynin bu alısılmısın dısındaki
faaliyetini kesfettik... Ve bu degisiklik, daima sujenin telepatik mesaj aldıgını
fark etmesinden birkaç saniye önce olmaktaydı”. Sujelere soruldugunda ise bu
hali, bir telefona benzetmekte bazen de kendilerini bir kukla gibi iplere baglı olarak
hareket ettiklerini belirtmislerdir.
17
Ayrıca bu bilim adamları farklı farklı deneklerle defalarca yaptıkları deneylerde de
benzer sonuçları elde etmislerdir. Bununla birlikte Vasiliev, telepati deneyleri yaptıgı
bu sujelerle duru görü çalısmaları da yapmıs ve bunda da oldukça basarılı veriler
toplamıstır.
Yine, aynı anda farklı deneklerle yapılan hipnotizma deneylerinde, (mesela,
California Üniversitesinden psikolog Prof. Charles Tart bunlardan biridir) sujelerin
birbirleriyle baglantılı aynı deneyimi paylastıkları, aynı vizyon içinde yer aldıkları
(bulustukları) da ortaya konmustur. Biyofizikçi Dr. Yuri Kamensky, Rus artis Karl
Nikolaiev ile aralarında üç bin km mesafeden yaptıkları basarılı telepati
deneylerinden sonra (ki bunu L. Kogan baskanlıgında bir grup bilim adamı
yönetmistir) bazı küçük cümlelerin, kelimelerin kendisi degil de çizgi ve noktalardan
olusan mors alfabesine dönüstürülmüs sekillerinin beyinde düsünülmesi suretiyle
gönderilmis ve bunlar da basarıyla alınarak çözümlenebilmistir.
1886 yılında Fransız Psikolog Prf. Pierre Janet ve Dr. M. Gibart’ la baslayan, ve
tanınmıs fizyolog Vilademir Brechtherev’in ögrencisi olan (bir üstte de belirttigimiz)
Prof. Leonid Vasiliev gibi saygın bilim adamlarınca devam eden telepati
deneylerinden biri de, birkaç milden baslayıp birkaç bin mile kadar uzanan
mesafelerden sujenin hiçbir haberi olmaksızın, arada bes duyuya ait ya da bilinen
herhangi bir haberlesme bulunmaksızın sadece düsünce, imajinasyon gücüyle
hipnotize edildigi, uyutuldugu ve daha sonra aynı yöntemle uyandırıldıgı bir çok
basarılı deneylerle gösterilmistir.
Mesela bunların birinde 25 denemeden 19’ u yüzde yüz tam istenildigi gibi
gerçeklestirilirken, altı tanesinden de dördü kısmi olarak gerçeklestirilmistir (ki bu
18
oran, diger benzerlerinde oldugu gibi, kabul edilmesi gerekenin çok çok üstünde bir
sonuçtur).
Vasiliev’in yaptıgı bu basarılı deney, aynı denek kullanılarak ünlü Nobel ödüllü
Charles Richet baskanlıgında Paris’in saygın bilim adamlarınca olusturulmus kurul
önünde de tekrarlanarak onaylanmıstır. Bu tür deneylerde kazayla ya da bilinçli bir
sekilde olusan gecikme, erteleme durumunda ise, binlerce km uzaklıktaki alıcının
hiçbir sey algılamadıgı ya da etkilenmedigi (ekibin hiçbir sey ölçümleyemedigi)
örneklerde oldukça çoktur. Bu aynı zamanda, büyü dedigimiz belli kelime ve
hareketlerle üretilen sifrelenmis beyin dalgaları vasıtasıyla bir baska kisi ya da
kisileri etkilemeyi de ispatlamaktadır.
Oysa bazı Müslüman alimler onca ayet ve hadislere ve bunları onaylayan bilimsel
bulgulara ragmen büyünün aslının olmadıgını iddia etmektedirler, kendi hayal ve
zanlarına göre (elbette bu isin sahtekarları da az degil).
Ayrıca telepatide, göndericinin, alıcının nerede olduguna iliskin yeri bilip
bilmemesinin, mesajın, enerjinin (mesela sifa enerjisinin) ilgili kisiyi bulmasında bir
etkisinin olmadıgı da görülmüstür. Ancak, o kisiyle baglantıya geçmek için sadece o
kisinin fotografı veya ona ait bir parça esya yeterlidir, dalgayı ilgili kisiye odaklamak
için. Yoksa bu nesnelerin hiçbir fonksiyonu yoktur. Dolayısıyla aynı yerde birkaç kisi
olsa bile, mesaj adresini sasırmadan bulmaktadır. Yine yapılan arastırmalarda bazı
deneklerin kendilerine hiçbir haber verilmemesine ragmen, kendilerine bilgi (mesaj),
enerji gönderen kisiyi, bu kisinin olması düsünülen birçok kisi arasında olsa bile
tanımlayabildikleri de ortaya çıkmıstır.
19
Ayrıca, en temel noktada zamana ve mekâna baglı olmaksızın holografik olarak
düzenlenmis bir sistemin boyutumuzdaki yansımasının madde ve de ona göre
varsaydıgımız enerjinin bu maddeler arası iletisimi sagladıgını daha önceki
yazılarımızda belirtmis bunun da birçok açıklayamadıgımız olaya açıklık getirdigini
söylemistik. Bu nedenle, eger bir arkadasımızı aramaya kalktıgımızda onun bizi
aradıgını görürsek pek sasırmamamız gerekir. Çünkü, biz düsündügümüz anda
beynimizden yayınlanan dalgaların yogunlasarak karsımızdaki kisinin beyni
tarafından degerlendirmesi, bizi aramasını dogurmustur.
Bunun tam tersi de dogrudur. Yani, onun arama düsüncesi bizim onu düsünmemize
neden olmustur. Yine benzer biçimde, uzun yıllar önce görmedigimiz birini,
düsündügümüz birkaç dakika ya da saat içinde karsımızda görüyorsak bu durumu,
onu anımsadıgımız anda o kisinin beyin dalgalarının tarafımızdan yakalanması olarak
düsünebiliriz. Aslında bu baglantılar sandıgımızın, hayal edecegimizin de çok çok
ötesinde karmasık ve bir o kadar da olaganüstü, mükemmel düzeydedir.
Bkz. Ruh- Insan- Cin / Insan Ve Din / Kendini Tanı- Ahmed Hulusi
Süper Zihinler- Prf. Jhon Taylor
Psisik Sifacılık- Prof. Alfred Stelter
Beyin Kontrolü- Dr. Armen Victorian
Astral seyahat- Richard Webster ( Yabancı çesitli internet Siteleri)
Not: Zihnin bilinmeyen özelliklerini arastırmak üzere kurdugu Noetik Bilimler Enstitüsünün
de baskanı olan ve Apollo 13’ ün kaptanı olarak Ay da yürüyen altıncı adam Edgar Mitcheal
de Ay uçusu sırasında oldukça basarılı telepati deneyi gerçeklestirmis fakat bu, görev dısı
oldugu için yeterli sayıda deneme yapılamamıstır. Ama yapılanlar bile, tatmin edicidir. Edgar,
önce 25’ lik bir tarot destesinden rast gele 5 kart seçer ve bir iki saniyelik yogunlasma
ardından mantal (düsünce) yoluyla bunları Amerika’daki medyum Olof Jhonson’a gönderir.
20
Sonuç oldukça iyidir. Çünkü, 5 karttan 4’ ü tam, biri de kısmi olarak alınmıstır.
(1) Hatta, ona karsı çıkan süphecilerin önde gelenlerinden Psikolog Berner Riess, Dune ile
birlikte algılama gücü yüksek bir denek üzerinde yaptıkları iki bine yakın kart okuma
deneyleri sonucunda sujenin, 25 taneden 18’ ini (ki bu da % 72 eder) tam olarak bildigini
bilimsel olarak kabul etmis, bundan sonra da DDA’ nın varlıgını savunmustur.
(2) Bu deneylerde baska yöntemler de kullanılmaktadır. Mesela, önce Dr. Stepan Figar’ın
buldugu daha sonra da elektronikçi ve kimyacı Dr. Dougles Dean’ ın gelistirdigi bu
durumlarda deneklerin kan basıncını ölçen cihaz gibi. Bu ve benzeri cihazlarla da aynı
sonuçlar elde edilmistir.
3. Bölüm
Bu konuyla ilgili örneklerimizi çogaltabiliriz. Örnegin, bazı insanların beyin açılımı
benzer, yakın oldugu için birbirlerini o yönde beslerken ve kisiler bu nedenle
birbirlerini daha çok sevip hoslanıp daha fazla beraber vakit geçirmek isterlerken,
farklı açılımlar (farklı terkipler), farklı frekanslar ürettiginden ve bu da beyinleri ters
ve zorlayıcı (baskıcı) yönde etkilediginden, bu insanlar birbirlerini itmekte ve
birbirlerinden hatta hoslanmayıp aynı ortamda bile bulunmak istememektedirler. Bu
olayın da kendi içinde farklı düzeyleri bulunmaktadır.
Bazı insanların yanında iken hiçbir neden yokken huzursuz olmamızın nedeni budur.
Yani, bizi rahatsız eden beyin dalgaları… Bazen bu durum, tek taraflı da olabilmekte
digeri bu tür seyler hissetmeyebilmektedir. Degisen terkipsel yapımız baska bir
deyisle, degisen frekanslarımız dolayısıyladır ki, dün çok rahat anlasabildigimiz ve hiç
21
ayrılmak istemedigimiz arkadaslarımızdan bugün anlasamayıp paylasım yapamayıp
zevk alamadıgımız... vs için bir sekilde uzaklasmakta, ayrılmakta bunun yerine
bugünün terkibine uygun yeni arkadaslar edinmekteyiz.
Yine aynı sekilde, nasıl ki kızgın, sinirli bir beyin, o ortamdaki insanların beyinlerini
etkiliyorsa, “tatlı dil, yılanı deliginden çıkartır” atasözünde dendigi gibi güler yüz,
tatlı dil de en olumsuz agresif beyinleri bile olumlu sekilde etkileyecek güçlü dalgalar
üretmektedir. Bu yüzden Hz. Resulullah, hiçbir sey yapamıyorsan güler yüzlü ol
(ki, yaydıgın olumlu dalgalar sonra sana pozitif yönde yansısın) demektedir.
Bazen de birine bir seyler anlatmaya kalkıp bir seyler vermeye çalısırsınız, fakat o
kisinin beynine bir türlü giremezsiniz. Beton gibi gelir size. Üstelik bazı durumlarda o
size üstün gelerek beyninizi bloke eder, sıkar, adeta enerjiniz gider, konusamaz
hale de gelebilirsiniz.
Evet gerçekten de, bazı arkadaslarımızla bulusup oradan ayrıldıgımızda enerjimizin
azaldıgını hissediyorsak, bu o kisi ya da kisilerin daha baskın olmaları nedeniyle
bizden enerji aldıgını gösterir. Bu sırada auramız da zayıflar.
Bazen kalabalık bir toplulugun arasına girdigimizde de bu durum kendini
gösterebilmektedir. Elbette tüm bu etkenlere, astrolojik tesirlerin beyin ve
bedendeki bio-ritme olan etkisini de göz önünde bulundurmak gerekir.
Hemen anti parantez sunu da belirtmeliyiz ki, dalgaların iyisi, kötüsü, negatifi, pozitifi
olmaz. Hepsi esdegerdedir. Ancak, kisi üzerine olan çesitli etkileri sebebiyle
böyle bir tanımlama yapılmaktadır.
22
Bazen de sizin dalgalarınız tek yönlü olarak bir kisiyi pozitif etkilerken bu etki size
katlanarak daha fazla negatif olarak da yansıyabilir. Bundan kaçınmanın en güzel
yolu, fazla vakit geçirmeden hemen o ortamdan uzaklasmak olacaktır. Beynin negatif
enerjilere karsı, bilhassa zikir yapanların yogun sigaralı, içkili ...vs benzeri ortamlarda
yani, beyni parazitleyecek, faaliyetlerini olumsuz etkileyecek mekânlarda gerek
kalmadıkça bulunmayıp bu yerlerden kaçınması konusunda daha fazla özen
göstermesi gerekir.
Telepatinin varlıgı nedeniyle bir veli, diledigi taktirde insan beyinleriyle bilinçli bir
sekilde baglantıya geçerek onları maddi ve manevi olarak etkileyebilmekte ve bu
etki o kisilerce de net bir biçimde hissedilebilmektedir. Çok kısa süreligine bile olsa
bir velinin yanında bulunanların, oradan ayrıldıktan sonra önceden sinirli, agrasif ise
sakinlestigi, yumusadıgı, olayları daha iyi degerlendirdigi, her sekilde pozitif enerjiyle
yüklendigi, kendisini çok rahat ve huzurlu hissettigi...vs. görülmektedir ki, bunun
nedeni de elbette, beseriyetten sıyrılmıs bu beyinlerin yayınladıkları güçlü
enerjilerdir.
Hadislerde de bildirildigine göre sahabenin birçogunun Hz. Muhammed (sav)’ in
yanındayken bir taraftan kendilerini ölüm ötesine dönük olarak daha motiveli, daha
kararlı, daha enerjik hissedip diger taraftan da terkipsel davranıslarında çok rahat
frenlemeler gerçeklestirebilirken, onun yanından ayrıldıklarında, uzaklastıklarında
tekrar eski hallerine döndükleri, bu durumu uzun süre koruyamadıkları görülmüstür
ki, sebebi yine budur.
Bu baglantılar dolayısıyla, elimizle devirdigimiz ya da düsürerek kırdıgımız bir
bardagın, güney Amerika’ da bagırıp çagıran birinin etkisiyle olustugunu söylersek
23
yanlıs olmaz. Bugün parçacıklar arasında da zaman ve mekana baglı olmayan
iletisimin varlıgı kuantum fiziginde ispatlanmıs bir gerçektir (bunun daha detaylı
açıklamalarına ilgili yazılarımızda deginmistik).
Olaylar bunlarla sınırlı degil. Yine farkında olmadan kurulan karsılıklı baglantıların
varlıgı da birtakım arastırmalar sonunda ortaya çıkmıstır. Mesela, farklı odalarda
olmalarına karsın, bir odadakine verilen elektriksel sokun diger odadaki kisinin
"Poligrafi" kayıtlarında ortaya çıkması, bir denegin gözüne ısık çaktırıldıgında farklı
odada yalıtılmıs durumda bulunan kisinin EEG kayıtlarında da bunun belirmesi ve
baska bir odaya gönderilen bir yakını, kendilerinin hiç tanımadıgı bir isim listesinde,
her ikisinin de tanıdıgı bir isimle karsılastıgında diger odadaki denegin
parmaklarındaki kanın hacminin degismesi gibi (bu olay duyarlı bir otomatik sinirsel
fonksiyon ölçen "plethismograf" tarafından tespit edilmistir).
Bunu bir adım daha ilerletirsek, ortaya koydugumuz birçok düsünce ve fiilin
aslında, içinde bulundugumuz kolektif bir frekansal alandaki verilerin veri
tabanımızca degerlendirilmesi sonucu bizden açıga çıktıgını söyleyebiliriz.
Ayrıca, bu holografik nitelikli frekansal alanla rezonansa girerek ilgili bilgileri temin
etmek de mümkündür. Bu durum kendi dünyamızla da sınırlı olmayıp diger
planetlerin ikiz boyutlarında yasayan canlılarla bizim aramızda da aynen
mevcuttur. Çünkü içindeki boyutsal derinliginde canlı olmayan tek bir yıldız, gezegen,
uydu yoktur. Ve istisnasız, her bir canlıdan da dısa yayılan dalgalar mevcuttur.
Mesela, Jüpiter’in ikiz boyutunda yasayan ve o planetin yaydıgı enerjiden hayat
bulan, sırf olumlu düsüncelerden, iyilik ve güzelliklerden olusmus çok yüksek
24
frekanslı topluluklar olan varlıkların, sistemimize yaymıs oldukları dalgaların bizler
tarafından degerlendirilip pozitif düsünce ve eylemlerimizin bir kısmını olusturması
gibi, aynı sekilde Mars gezegeninin bize göre ısınsal boyutunda ve yine o planetin
enerjisinden olusmus, ancak sahip oldukları özelliklerinin, siddet, hırs, benlik egosu,
bedensel zevkler arzusu olması dolayısıyla bu varlıkların da yaydıgı dalgaların
beyinlerimizi etkileyerek bizim boyutumuzda bu özellikler dogrultusunda düsünce ve
eylemleri ortaya koymamıza neden olmaktadırlar.
Elbette, bu durum da bizi etkileyen etmenlerden sadece biridir. Benzer biçimde onlar
da, yapıları itibariyle bizden yayınlanan dalgaları algılayarak varlıgımızdan haberdar
olabilmektedirler. Keza, “zebani” ismiyle bize bildirilen, günesin (ikizinde) de kendine
has canlıları da vardır ki bunlar, o ortamın radyasyonundan, özelliklerinden hayat
bulan ve bu radyasyondan beslenen varlıklardır.
Yine mistik alanda ifade edildigine göre, her an ates yiyip kusarak maddeyi bile
agızları ile önce eriterek sıvı hale getirip sonra da buharlastırıp yok edebilen bir
yapıya, güce sahiptirler. Ayrıca, kendi boyutlarınca evrensel sırlara da vakıf olan bu
varlıklar, gelecekte bir anda yaratılacak canlılar olmayıp su anda bile yasamlarını
sürdürmekte, o boyutu algılayanlarca da görülebilmektedirler.
Bugün batıda, kapasitesi oranında bilerek, canlı ve cansız nesnelerle telepatik
baglantılar kuran insanlar da bulunmaktadır. Bunların basında da dünyanın en büyük
kurum ve bilim adamlarınca da defalarca teste tutulan ve de süphecilerin dahi
açıklama getiremedikleri Uri Geller, Igno Swan... gibi kisiler gelmektedir ki, bu
psisikler birçok duyu dısı algılamaya ait parapsikolojik olayları yanında, bilgisayar ve
diger elektrikli cihazlar ile pusulalar, saatler,.. vb) ölçü aletlerine yaptıkları etkiler de
25
kanıtlanarak onaylanmıstır.
Bunların dısında yedi yasındaki bir kızın uzaktan manyetik seritleri silmesi ise, bu ve
bunun gibi insanların yaptıkları islerin nerelere kadar uzanabilecegini bize
göstermektedir. Bunun ötesinde, bazı medyumların eskiden beri bilinen yöntemlerle
esir (hüküm) altına aldıkları cinler vasıtasıyla casusluk yaptıkları, çesitli gizli bilgilere,
verilere ulastıkları, bu tür saklı seylerden haberdar oldukları artık bir sır degil.
Zaten, yine Kuantum fiziginin her alanda kendini hissettirdigi ve gerçek ile hayal
arasındaki sınırları iyice zorladıgı günümüzde dogal afetler ve toplumsal
hareketlilikler de artık gökyüzünden, uydulardan gelmektedir. Hatta bir TV
programında bu yöntemlerle deprem yaratılabilecegini saçmalık olarak nitelendiren
bazı bilim adamlarımıza karsın, daha sonra ABD baskanı tarafından basına yapılan
açıklamada Afganistan saldırısında gerektiginde deprem bombasını bile kullanmakta
kararlı olduklarını açıkça dile getirmisti (amacım, degerli bilim adamlarımızı küçük
düsürmek degil, ön yargılı oluslarının bilimsel kisilikleri ile çeliskili olduklarını
vurgulamaktır).
Buna karsın, KGB’ nin koruması altında dahilerin çalıstıgı Novossibrisk Akademisi
bünyesinde kurulan özel bir laboratuarda çalısan ve Rusya Bilimler Akademisinin en
saygın üyelerinden ve ünlü bilim adamı olan Prof. Vlail Kaznatcheev de, insan
beyninin, bedenin bulundugu noktanın çok daha uzagında bulunan insanlar,
düsünceler ve elektronik donanımlar üzerinde etkili olabilecegini ve dolayısıyla
savasları dahi etkileyebilecegini belirterek, Rusya’da katıldıgı bir TV programında
laboratuarda bulunan bir bitkiyi uzun süre gösterip bunun gelisimini, izleyenlerden
bir saat boyunca düsünmelerini istemisti.
26
Sonuç, olaganüstü bir biçimde sasırtıcıydı. Çünkü çok kısa bir zaman içinde bitkide
gözle görülür bir gelisme saglanmıstı (yine kayıtlara geçen bazı Psisiklerin,
yumurtadaki civcivler üzerinde aynı etkileri yarattıkları da bilinmektedir).
Dünyanın birçok yerinde bununla ilgili deneyler oldukça fazla. Ve Kaznatcheev su çok
anlamlı sözleriyle devam ediyor: “ Eger çalıstıgınız bilgisayar aniden arızalanırsa
suçu üretici firmada aramayın. Sizin stress içinde olmanız ya da çalısırken biraz
da olsa sinirlenmeniz, aletin teknik donanımını etkileyebilir. Çünkü sıradan bir
insan beyni, en üstün bilgisayarlardan daha güçlüdür ve insan, bazen farkında
olmadan doganın kendine verdigi güçleri kullanabilir. Bu yüzden insanın en
büyük savunma ve saldırı silahı milyonlarca, milyarlarca dolarlık silahlar degil,
sadece insan beynidir”.
Belgelenmis olan bazı Psikokinetik (pk) fenomenlerin de, mesela evdeki veya
bürodaki esyaların hareket etmesi ya da devrilmesi, vazo, cam...vb) esyaların
kırılması, saatlerin veya bilgisayar gibi elektrikli esyaların bozulmasının hep orada
bulunan (büyük çogunlukla) bir veya iki kisinin varlıgıyla iliskili oldugu ortaya
konmustur ki, bunlar genellikle bu fenomene neden olduklarını bilmemektedirler.
Bugün, bazı medyumların emrindeki cinleri kullanarak ya da beyin dalgalarıyla,
sadece belli insanlara yönelik olarak onların düsünce ve davranıslarını etkiledikleri
hatta hastalık ya da psikolojik bunalımlara sokup intihara yol açarak ölümlerine
neden oldukları, bunun yanında yine aynı yöntemlerle, topluma dönük olarak da belli
düsüncelerin, eylemlerin olusması için çalıstıkları bilinmektedir.
Ayrıca, bugün uydulardan ...belli frekanstaki dalga bombardımanıyla insan
27
beyinlerini, bilinç altını, dolayısıyla davranıslarını kendi istekleri dogrultusunda
etkiledikleri de artık su yüzüne çıkmıstır. Bu yolla insanlarda moral bozuklugu, korku,
endise, ümitsizlik duygusu,...vb yerlestirmeye çalıstıkları ve bunu, bazı somut
olaylarla basardıkları, artık üniversite profesörleri tarafından bile açıkça dile
getirilmektedir.
Bugün, bilim adamları hem de bilinen, ölçümlenebilen beyin dalgalarıyla uzaktan
elektrikli cihazları çalıstırmayı (ki isin basımdadırlar) basarmıslardır. Mesela, Duke
Üniversitesi ve MIT’ de yapılan çalısmalarda, baslarına elektrot baglanan iki
maymuna ait beyin dalgalarını okuyabilen bilgisayar aracılıgı ile bin km. ötedeki bir
robotu harekete geçirmislerdir.
Insanlı yapılan USA Rochester Üniversitesi ki benzer bir deneyde de, yine insan
beyin dalgalarını algılayan bir bilgisayar yardımıyla bir TV uzaktan kumanda
edilmistir. Demek ki ilgili mekanizma, sistem kuruldugu taktirde diyelim ki bir
transatlantik ya da bir uçak dahi beyin dalgalarıyla kullanılabilir. Bu da istidraç
sahipleri ile velilerin, fizik yasalarınca düsünüldügü üzere (bilinen Newtonsal), çok
büyük güçler harcanmaksızın, imkansız çok büyük kuvvet isteyen olayları
olusturmalarını da açıklamaktadır. Çünkü bu birimler dogada, doganın özünde var
olan, varlık katmanlarındaki belli boyutlarda hazır kurulu bulunan sistemi ve güçleri
hareket ettirmek suretiyle bu ve benzeri imkansız olayları meydana getirmektedirler.
Telepatinin görüldügü bir yer de süphesiz, cemaatle kılınan namazdır. Cemaatle
kılınan namazın, tek basına kılınan namazdan otuz kat daha sevaplı yani enerjili
oldugu Resulullah tarafından açıklanmıstır. Çünkü (ayrıntısına baska bir makalede
girecegimiz üzere), insan vücudu da tıpkı mıknatıslarda ya da pillerde oldugu gibi
28
kutuplanmıstır. Sag tarafı (+) sol tarafı (-) olarak. Safların yan yana sık olmasının
yanında önlü arkalı da düzenli olmasının istenmesi, (+) ve (-) dizilimlerin tıpkı
mıknatıs ya da pillerdeki gibi birbirlerini güçlendirerek güçlü bir manyetik alanın
olusmasını bu da beyinleri normalinden daha fazla çalısmasını ve bir amaca dönük
olarak daha güçlü dalga yayınlamasını saglaması içindir.
Hz. Resulullah “Imamlarınızın arkasında namaz kıldıgınız zaman abdestinizi
dikkâtli alın; çünkü arkasında namaz kılan adamın iyi abdestli olmaması
yüzünden imam, okumakta bocalayabilir” diyerek bu telepatik baglantıya (aga)
dikkati çekmekte ve bunun tekrar bütünün her bir ferdini; ruha kaydedilmesiyle de
ölüm ötesini etkileyecegini bildirmektedir.
Bir baska hadisinde de, “uyuyanın gerisinde namaz kılmayın, konusanın gerisinde
de!” diyerek namaz kılanın, konusan kisinin ses dalgalarından oldugu gibi, uyuyan
kisinin beyin dalgalarından da etkileyecegini bildirmektedir. Buna benzer hadisler
oldukça fazla (1). Ister bireysel isterse de cemaatle daha güçlü bir biçimde olsun
fark etmez, namazla birlikte açıga çıkan bu dalgalar, belli bölgede sınırlı kalmayıp
dünya üzerine yayınlandıgından, çevrenizdeki ve toplumdaki tüm insanları,
nesneleri, olayları da etkiler.
Çok güçlü bir beyne sahip olan bir velinin, o cemaatin arasında olması durumunda
ise bu birim, inananların inançları dogrultusunda o yönlendirilmis dalgaları daha da
güçlendirerek topluma faydalı olarak yön verir ki, bu veli ya da velilerin kıldıgı bilinçli
namaza, “namazın ikamesi” veya “ikame edilen namaz” denir. Oysa digerleri,
bilinçsizce sadece kılınan, ama sistemin geregi olarak olumlu sonuçlar doguran
namazdır. Arasında ise kıyasa gelmez farklılıklar bulunmaktadır.
29
Bkz. Evrensel Sırlar/Dua Ve Zikir / Hz. Muhammed (sav) Neyi Okudu -Ahmed Hulusi
Süper Zihinler-Prof. John Taylor -King’s Ünv.London
Michael Talbot-Holografik Evren
Discovery Channel- Science Frointers
4. Bölüm
Beyin, telepati dalgaları yayınladıgı gibi, durugörü dedigimiz, belli bir yeri algılamayı
saglayan ve telepati dalgalarından farklı türde, farklı frekanslarda dalgalar da
yayınlamaktadır. Durugörünün sistemi ise, beynin radar türü dalgalarının belli bir
mahale yönlendirilmesi ve o ortamdan dönen anlam yüklü dalga boylarının tekrar
beyinde çesitli sekil ve düzeylerden degerlendirilmesi sonucu olusmaktadır.
Durugörü, mekânsal anlamda yakın ya da zamandan bagımsız, sınırsız biçimde çok
uzak mesafelere dönük olabilecegi gibi, uzay-zamanın ötesindeki boyutlara yönelik
de olabilmektedir. Bu gelen bilgiler ise, beynin veri tabanında yüklü olan verilerle
sentezlenerek hayal bölgesinde degerlendirilip çesitli vizyonlar algılamalar seklinde
olusmaktadır. Bu yüzden, bazı vizyonlar o olayın aynısıyken, aynıyla görünürken
bazıları da ona en yakın suret ya da olaylar seklinde olmaktadır.
Hayal bölgesine girmeden degerlendirmeler ise, hissi müsahedeler seklinde kendini
göstermektedir. Beynin ve yaydıgı dalgaların holografik özellikli olması nedeniyle
alınan görüntüler, yaklastırılıp uzaklastırılabilmekte, nesnelerin içine girilebilmekte,
cisimleri üç boyutlu, tüm pozisyonlarını hareketli olarak görüntüleyebilmektedir. Tıpkı
bir mistigin, “ biz oturdugumuz hasırdan Mısır’ı göremeseydik siz TV’ yi
kesfedemezdiniz” dedigi gibi.
30
Ayrıca, bu algılama durumu, isin farkında olan birimlerin dısında, ruhun bedenden
ayrılıp o ortam ve boyutları gezip görmesi, sonra da bedene geri dönmesi olan
Astral Seyahat sanısını da meydana getirmektedir.
Dolayısıyla, bu anlamda Ruhun bedenden ayrılması, dısına çıkması ve belli bir süre
sonra tekrar bedene geri dönmesi kesinlikle söz konusu degildir.
Ancak ruhun bedenden ayrılması olayı, bu durumdan ayrı olarak gerçekten
mevcuttur.
Isınsal bedenin maddesel bedenden ayrılıp farklı mekân ya da ısınsal boyutlara
gezmesi, seyahat etmesi ve çesitli türden varlıklarla görüsmesi olayı, Evliyaullah
içinde Fetih özelligine sahip Veliler ile tüm evliya zümresi haricindeki sadece Nari
boyutla rezonansta olan ve o boyutta yer alan üst düzey seytaniyet vasıflı cinlerin
yardımıyla, etkisiyle bazı istidraç sahiplerinde görülmektedir.
Bunun dısında kalan tüm bu haller, Kesif ehli Evliyaullah da dahil olmak üzere
tamamıyle beynin radar türü dalgaları tarafından olusur. Bu olay da, kapasiteleri
oranında maddesel boyuta, maddeye dönük ısınsal boyutlara yönelik olabilecegi gibi
Kesif özelligine dayalı olarak Berzah, cehennem ve cennet boyutlarına dönük de
olabilmektedir. Ancak sunu da belirtmek gerekir ki, Fetih ehlinde de Astral seyahat
dısında, hatta kat be kat güçlü olarak radar dalgalarını kullanarak görme de söz
konusudur.
Burada hemen su sorulabilir: “O boyutlar nerede ve nasıl bir halde bulunmaktadır
ki, bu radar türü dalgalar onlardan, o ortamlardan yansıyıp bizde (beynimizde)
31
görüntü olusturabilmektedir ?”. Bunun cevabı sistemin holografik nitelikli
olmasından kaynaklanmaktadır.
Çünkü mekânsal olarak bize göre sonsuz uzaklıktaki yerler, ortamlar ile tüm
boyutsal katmanlar ve bunlarda var olan varlık ve yasam sekilleri zaman ve mekana
baglı olmaksızın ısınsal olarak daima her yerde, her ortamda mevcut bir halde
bulunmaktadır. Bu nedenle beynin yaydıgı bu tür dalgalar, bize göre soyut, ısınsal
yapı halinde kendi boyutlarınca somut, maddesel olan bu boyutlardan bilgi
yüklenmis (sifrelenmis) olarak yansıyarak tekrar beyinde degerlendirilmesi yani
sifrelerin çözümlenmesi ile olusur.
Bunlar da yukarıda da söyledigimiz gibi, ya direk görüntüler ya da beynin veri
tabanına göre çesitli suretlerde, sembolik, rumuzlu görüntüler ki, bu durumda da
bunların yorumlanması gerekebilmektedir. Ayrıca, görüntüsüz olarak sadece his,
duygu biçiminde de bunlar çözümlenebilmektedir.
Mesela Kesif ehlinde rüya ya da yakaza benzeri az ya da çok yorumlamaya muhtaç
sembolik vizyonlar veya yorum gerektirmeyecek direkt hissi müsahadeler varken
Fetih ehlinde, direkt bizatihi görüntü vardır. Keza Fethi Zulmanide de. Fetih, Kesiften
üstündür. Zulmani olan Fethin, Kesiften birtakım üstün görünen yanları olmus olsa
da Kesif, Fetihi Zulmaniden oldukça üstündür.
Çünkü, Nur boyutu tabanda Kesifle algılanmakta ve yine kesif özelligiyle Evrensel
sistemin belli boyutlarına dönük degil, tümüne yönelik olarak tabanda okumaya
baslar. Resul ve Nebilerle bu (Nur) boyutta birebir görüsmeler, bilgi alısverisleri
olmaktadır. Bu yüzden Fethi Zulmani sahipleri ölüm ötesi gerçeklere tam olarak vakıf
32
olamamakta (böylece ahiret hayatını yok sayıp reenkarnasyon gibi aslı olmayan bos
algılamalara...vs girmekte), Resul ve Nebilerin getirdiklerini algılayamamakta, bunun
yerine kendileri kadar onları algıladıklarından, kendileri gibi onları da gördüklerinden,
onların açıkladıklarına iman etmek, o dogrultuda gerekli çalısmaları yapmak yerine,
sadece onlara saygı duymakla yetinmektedirler.
Burada çok önemli bir nokta da, ister beynin radar türü dalgalarıyla isterse de
Ruhunu bedenden ayırmak suretiyle olsun fark etme, Fetih ve Kesif özelligine sahip
veliler dısındakilerin bu algılamaları sırasında içine girdikleri çesitli boyut ve bu
boyutta bin bir kılık ve kimlikle karsılarına çıktıkları ve iliski kurdukları varlıklar,
tamamıyla Nari boyut içindeki Seytani Cinlerdir.
Zaten bunların, daha öte boyutlara geçmesi de mümkün degildir. Her zaman
aramızda olmasına ragmen göklerden geldigini, tüm Resul ve Nebileri kitaplarıyla
birlikte kendisinin gönderdigini, onların her birinin de kendisi oldugu yalanını dile
getirecek olan Deccal lakaplı birim de bazı yönlerden üstünmüs gibi görünse de O
da, Kesfin Altındadır. Nerde kaldı, hükmü altında bulundugu Fethi Nurani!.
Zaman ve mekânın izafiyeti (rölativitesi) dolayısıyla geçmis-simdi ve gelecegin
aslında aynı yer ve boyutta olması nedeniyle de durugörü ile yatay genisleme
sonucu simdiki zaman içinde yer alan (ya da olmakta olan) olaylar ve insanlar
hakkında her türlü bilgi alınabilecegi gibi, dikey yükselisle de yine kapasite oranında
geçmis ve gelecege ait her türlü bilgiye de ulasılabilmektedir.
Kesif ve Fetih sahiplerini bir kenara bırakırsak kontrolsüz olarak kendiliginden
gerçeklesen bu olaylar, ulasıldıgı ölçüde rüya yoluyla kendisini daha sık ve net
33
gösterirken gündüz normal yasantımız sırasında da etkileri, nadir de olsa
görülmektedir. Çünkü uyanıkken de beyin bu tür dalgaları yayınlamakta su ana ya
da gelecege ait bilgilerle geri dönebilmekte bu da sonuç olarak kendisini çesitli
görüntüler dısında çesitli his, duygu, içe dogma...vb (ki olanlar içinde büyük
çogunlugu böyledir) ile kendini belli etmektedir. Böylece gelecege ait sezgiler
meydana gelir. Daha çok yakın gelecege dönük olarak. Ancak degerlendirilenler,
degerlendirilmeyenlerin yanında oldukça azdır.
Yine Evliyaları isin içine katmadan düsünürsek, kontrollü ya da kontrolsüz olarak
uyanıkken, rüyada, O.B.E ya da B.D.D denilen beden dısı deneyimle gelecege
dönük vizyonların görülmesi de böyledir. Ancak, çok önemli bir husus bu olayların
korunmasız ve kontrolsüz olması nedeniyle ısınsal varlıkların etkileri göz ardı
edilmemesi gerektigidir.
Her ne kadar birtakım dogru bilgilere ulasılsa da. Hele hele bunların en iyileri olan
üst düzey istidraç sahiplerinde (ki bu da her biri kendi arasında oldukça büyük
farklılıklar bulunmaktadır) bile bu etkiler mevcut iken. Yalnız, OBE’ deki bazı
olaylarda bunlardan tamamen farklı olarak gerçekte öyle bir sey olmamasına
karsın, ısınsal varlıklar tarafından o anda, sanki geçmiste gelecege ait bir vizyon,
algı görmüs, hissetmis imajı olusturulmasıyla da meydana getirilmektedir. Ancak
birim ya da birimler açısından bunların ayrımlarını yapmak hemen hemen imkânsız
gibidir.
Gelecege dönük sezgiyle ilgili olarak kimi bireyler, bir uçagın düsecegini, otobüsün
kaza yapacagını...vs önceden dogru olarak sezmis ve bu uçaga, otobüse
binmeyerek ölümden kurtulmus kimileri ise, çocuklarının bir sel baskınında
34
boguldukları görüntüsünü alınca onları tehlike bölgesinden zamanında
uzaklastırabilmislerdir.
Ünlü gemi Titanik’ in batacagını da on dokuz kisi (ki bunlar sadece belgelenen,
bilinenlerin sayısı) önceden sezmis ve bu olgu belirlenmistir. Bunlardan bazısı,
geminin batacagını önceden çesitli sekillerde sezmis olsa da durumu ciddiye
almayarak gemiyle aynı sonu paylasmıstır.
Amerika’ da yirmi sekiz tren kazası konusunda yapılan istatistik çalısmalarda William
Cox, kaza günlerinde trene binen insanların diger haftalarda aynı gün trene binen
insanlara oranla daha az oldugunu saptamıstır.
Bazı insanların kendi baslarına gelecek ya da baska olaylara ait olan görüntüleri
gördükten sonra bunları gerçekten yasadıklarına ait belgeler de bulunmaktadır.
Birçok bilimsel ve toplumsal olayın öncesinde birden fazla hatta onlarca... Insan
tarafından da bu olaylar bilimsel anlamda tespit edilip kanıtlanmıstır. Mesela, birçok
kisi tarafından önceden sezilen (algılanan) Keneddy suikastı bunlardan biridir.
Hem buna, hem de medyumların algılama türüne bir örnek vermek istedigimizde,
karsımıza birçok bilim adamı tarafından incelenen Jean Dixon adındaki sıradan bir ev
kadını karsımıza çıkmaktadır. O, 1952 yılında Washington’daki Aziz Matthew
kilisesinde dua ederken aniden gözlerinin önünde Beyaz saray görünmeye baslar ve
karanlık bir bulutta 1960 yılını veren sayılar belirir. Daha sora da bu tarihin yazılı
oldugu kapının önünde dikilmekte olan Keneddy’i görür. Birden içinden yüksek tonla
bir ses duyar ve ona bu kisinin Demokrat Parti’den 1960 yılında baskan olacagını ve
35
baskanlıgı sırasında da suikast sonucu öldürülecegi bildirilir.
Suikasttan on bir yıl önce gördügü bu olayı baskana açıkça bildirir. Hatta, yine 1960
yılında kristal küresine baktıgında bu sefer, Beyaz Sarayın büyük kara bulutlarla
kaplı vizyonunu görür. Baska bir zamanda, Kennedy’ nin kardesinin öldürülecegi Los
Angeles’ taki Ammbasador otelinde hayranlarıyla yemekteyken kendisine Kenedy’nin
kardesi hakkında yöneltilen bir soruya karsılık yine benzer türden algılar içine girer
ve onun bulundukları otelde öldürülecegini açıkça ima eder. Gerçekten de bir hafta
sonra Kenedy’nin kardesi, o otelde düzenlenen bir suikast sonucu öldürülür.
Amerika’ da ünü artan ve çocuk yasta iken (aslında bu tür insanların hemen hemen
tümünün ortak özelligi, daha çocukken bu yeteneklerine aileleri, arkadasları...
tarafından bizatihi sahit olunmasıdır) bu yetenegi ortaya çıkan Dixon’ un kehanetleri
bunlarla sınırlı degildir. Benzer vizyonlarla Gandhi suikastını altı ay öncesinden
görmüs, kimler tarafından öldürülecegini ve Hindistan’ın bölünecegini bildirmistir.
1962 yılında da Regan’a bir gün baskan olacagını söyler. Bunun dısında tanıklar
huzurunda (bunlar bürokratlar, siyasetçiler...vs dir) hiç beklenmeyecek o dönem
siyasal kisilerin durumu ve olayları hakkında da önceden çok sasırtıcı dogru bilgiler
de vermistir.
Parapsikolojik arastırmalar konusunda önde gelen birçok arastırmacı ve bilim
adamyla yaptıgı deney sonuçları ise, tıpkı benzerlerinde oldugu gibi en azından “sıra
dısı”, “açıklık getirilemeyen” kategorisinde olmustur. Dixon, kehanetlerini bu tür
görüntülerin dısında, kristal küresinde belli vizyon görmek ya da o kisinin elini
tutmak, o kisiye dokunmak suretiyle de yapabilmektedir.
36
Bazı medyumların kristal küre, cam, ayna,... vs bakmalarının sebebi ise, bu nesneleri
odaklanma objeleri olarak kullanarak vizyonları bunların üzerinde üç boyutlu olarak
görmeleridir. Bazı cinciler de bu nesneleri kullanmakta, ancak bunlar üzerindeki
görüntüler cinler tarafından o kisi beyninde olusturulmaktadır. Ayrıca sunu da
belirtmek gerekir ki bunlar, afaktan olan Fetih ve Kesif özelliklerinin çok sınırlı,
oldukça düsük düzeylerdeki numuneleridir. Numune olmaları nedeniyle de elbette
bunlar beraberinde yanlıs, eksik algılamalarını, algılananları anlamamalarını, yanlıs
degerlendirmelerde bulunmalarını da... vs beraberinde getirmektedir. Ancak bu,
onların bildikleri olayların (bardagın dolu olan kısmının) ihtimal hesabına göre
sıfır (imkânsız) olmasını da ortadan kaldırmamaktadır. Bunun dısında gözleri açık
ya da kapalı fark etmez havada, duvar içinde de seyrediyormusçasına da
algılayabilmektedirler. Bu da görüntünün göze baglı olmadıgını beynin bir
projeksiyonu oldugunu göstermektedir.
Jule Sezar’ın karısı Calpurnia da rüyasında kocasının bir suikast sonucu
öldürüldügünü görür ve bunun üzerine Sezar’n senatoya gitmemesi konusunda
uyarır. Fakat Sezar bunu dinlemez, senatoya gider ve orada haince bıçaklanarak
öldürülür. Aynı sekilde Abraham Lincoln de suikastten önce öldürülecegini rüyasında
görür. Mark Twain gibi tanınmıs oyun yazarlarının, siyasetçilerin, bilim adamlarının
(hatta bazı önemli bulus ve teoriler bu sekilde ortaya çıkmıstır) daha sonra
gerçeklesen rüyaları da belgelenmis durumdadır.
Telepati ve durugörü deneyleri, denekler uyanıkken veya hipnoz altında yapıldıgı
gibi, rüya yoluyla da gerçeklestirilmektedir. Bazen bunları yaparken transa rahat
girmeleri için birtakım uyusturucu ilaçlar da kullanılmaktadır. Çünkü gevseme
durumunun DDA’ ların artımında çok büyük etkisi vardır. Bu yüzden kahinler
37
durugörüye girmeden önce hassaslasmak için beyin çalısmasını negatif yönde
etkileyen statik elektrigi atıp tekrar sudan ozmoz yoluyla beyni enerji takviyesi
yapması için dus almakta, rahat elbiseler giymekte, uyusturucu otlar ya da tütsüler...
kullanmaktadırlar.
Telepati de bir baska kisi ya da kisilerin beyinleri aracılıgıyla görme, duyma,
hissetme...vb varken, durugörüde herhangi bir aracı olmaksızın, direkt
yapılmaktadır. Bunlar fotograf veya çesitli imgeler biçiminde de tezahür etmekte ya
da üç boyutlu hareketli görüntüler seklinde olmaktadır.
Deneylere genel olarak baktıgımızda, her ikisinde de, bazen mühürlenmis zarflara
konulan zener kartları, çesitli sayısal ifadeler, çesitli cisimler, sekiller, sifreler,
kelimeler, çesitli hedef yerleri...vs bulunmaktadır. Telepatide ayrıca diger çiftin
dokundugu, kokladıgı... nesneleri tanımlamaları da bulunmaktadır.
Ve yapılan çalısmalarda denekler istatistiki olarak bunların kabul edilmesi gereken
en alt sınır degerin çok çok üstünde dogru cevaplar vermislerdir. Türüne göre
bazı deneylerde denekler olayın ayırt edici detaylarını dahi bilebilmislerdir. Hele
bunların içinde bazıları, oldukça dikkat çekicidir.
Basarı düzeyleri ise, deneyin türüne göre binde bir ihtimalden baslayıp yüz binde,
milyonda, milyarda bir ihtimalle bilinebilecek olayların tanımlanması seklinde oldukça
yüksektir ki bu da sans faktörünü tamamen ortadan kaldırmaktadır. Bunların
içinde göze çarpan bazı deney sonuçlarında ise sujelerin, o andaki seyi degil de,
bir ya da iki sonraki seyleri bilmeleridir. Yani bu kisiler, çesitli türden telepati ve
durugörü deneylerinde gelecegi görmüslerdir. Bununla ilgili olarak da oldukça sık
38
örnekler bulunmaktadır. Ayrıca, duyu dısı algılamaya ait deneyler bunlarla sınırlı
olmayıp madde ötesi, maddenin boyutlarına ve insan özüne yönelik olarak da
gerçeklestirilmektedir ki bu konuda oldukça ilginç birçok veri, önemli bilim
adamlarınca toplanmıstır.
Bkz. Ruh, Insan, Cin / Hz Muhammed (s.a.v) Neyi Okudu / Cuma Notları / Sistemin
Seslenisi I - Ahmed Hulusi
Holografik Evren - Michael Talbot / Yabancı. Int. siteleri
5. Bölüm
Bununla ilgi örnekler oldukça çok, fakat bir fikir vermesi açısından bunlardan
bazılarına bakabiliriz.
Dünyanın en önde gelen Üniversitelerinden biri olan Standford Üniversitesinden
lazer üzerine arastırmalar yapan, Nasa’ da da görevli olan fizikçi Russel Targ ve
meslektası Herold Puthoff, sanatçı ve ressam Ingo Swan, emekli polis müdürü Pat
Price, Uri Galler, profesyonel fotografçı Hella Hamid...vb bu konuda yirmiden fazla
yetenekli insan üzerinde yüzden fazla ve çok katı sartlar altında yaptıkları
çalısmalarda, duyu dısı algılamalara (DDA) iliskin kesin sonuçlara ulasmıslardır.
Bu çalısmalar, Ekim-74’ te sahasında önde gelen ciddi bilim dergisi Nature’ da da
yayımlanır. Daha sonra çalısmaların detaylarını, 1977’ de yayımladıkları Mind-Reach
isimli kitapta açıklarlar. Ayrıca bu denekler, dünyanın çesitli yerlerindeki bilim
adamlarınca da üniversite laboratuarlarında defalarca testlere tabi tutularak benzer
sonuçlara ulasılmıstır.
39
Psikokinetik yeteneginin yanında Uri Galler’in telepati, duru görü yetenegine de,
testlere verdigi büyük oranlı dogru yanıtlarla sahip oldugu anlasılmıstır. Hatta
bunlardan bazılarında, yüzde yüze yakın sonuçlar bile elde edilmistir. Mesela, aynı
üniversitede ki zar atma deneylerinde 8 de 8 bilmis, son iki atısta ise hiç tahminde
bulunmamıs, on adet aynı aliminyum film kutularından sadece biri içine konan kutuyu
ise, ayrı ayrı 12 denemenin her birinde bulmayı basarmıstır. Gallerin bunu sansa
bulma ihtimali, trilyonda birdir (3).
Bugüne kadar hiçbir hilesi bulunamayan Gallerin, halka dönük 1500 e yakın yaptıgı
gösterilerde de bir insanın düsündügü, daha önceden ya da o anda yazdıgı, çizdigi
kelime ve resimleri de tam olarak bilmis, çizmis ayrıca bu özelligini basta BBC
muhabirleri olmak üzere, dünyanın önde gelen gazetecileri, bilim adamları,
sanatçıları önünde de onarı hayrete düsürürcesine kanıtlamıstır.
Örnekleri çogaltmak mümkün. Bu durumu Russal Targ ve Puthoff, “Galler’in bu
deneysel dönemdeki basarısından dolayı paranormal yetenegini ikna edici ve su
götürmez bir biçimde ortaya koydugunu kabul ediyoruz” sekliyle ifade etmistir.
Targ ve arkadasları, (DDA)’ ya sahip birimleri deniz altına bindirerek suyun yüzlerce
metre altında, uzak mesafelerde de deneyleri tekrarlamıs ve sonuçlar yine benzer
bir biçimde sasırtıcı olmustur.
Hemen sunu da söylemek gerekir ki, duyu dısı algılama (DDA) deneylerinde hile
faktörünün olmadıgını göstermek için çok sayıda hedef, öylesine, rasgele seçilmekte,
bunlar mühürlenerek zarflara, kutulara... konmakta ve bazı deneylerde de ancak
yola çıkıldıktan sonra içlerinden biri seçilerek belirlenmekteydi.
40
Mesela aynı enstitüde, aynı bilim adamlarının, olaganüstü yetenekli Hella Hamid’le
gerçeklestirdigi gelecege dönük duru görü çalısmalarında da, mesafeye dayalı olarak
çok basarılı sonuçların ardından, arastırmacılardan biri Hamid’ e, Puthoff’un bir buçuk
saat sonra nereye gidecegini bilmesini ister. Hamid konsantrasyonun ardından
Puthoff’ un, siyah, büyük, üçgen bir demir içine dogru girdigini, ancak kendisinin
bunu tanımlayamamasına karsın saniyeler içinde tiz ve ritmik bir ses duydugunu
belirtir. Puthoff ise, tüm bunlardan habersiz arabayla yolda dolasırken kendine
verilen mühürlü zarf içindeki hedef bildiren on yerden birini, rasgele seçen bir makine
yardımıyla bulur. Seçtigi yer laboratuara yaklasık on km. ötedeki küçük bir parktı.
Puthoff, parkın içine girerek siyah demirden yapılmıs, üçgen seklindeki bir çocuk
salıncagı görür, ona biner ve sallanmaya baslar. Her sallandıgında kendisine tiz,
ritmik bir gıcırtı eslik eder.
Benzer yeteneklere sahip olan Ingo Swan da bazen BDD (beden dısı deneyim)
yetenegini bazen de durugörü yetenegini kullanarak (ki iki yetenek de aynı sey
olabilmekteydi) dünya üzerinde koordinatları verilen yerleri tespit edebilmekte, o
yerlerin, oradaki nesnelerin görüntülerini, sekillerini detaylı olarak çizebilmekte, o
bölge hakkında detaylı veriler toplayabilmekteydi.
Swan, bir baska fizikçi, Albay statüsünde bir üst düzey Pentagon yetkilisi ve birkaç
arastırmacı esliginde Amerikan hükümetinin resmen tanımadıgı, fakat gayri resmi
olarak yıllarca sürdürdügü çalısmalarda, öncelikli olarak daha önceden bilinen çok
gizli radar, askeri üs...vb yerleri tespit etmesinin olumlu sonuçları üzerine, daha
önceden hiç kimsenin bilmedigi bir füze üssünü baska bir yermis gibi koordinatlarını
verdiklerinde, bu sasırtma oyununa gelmeyerek hedefi tam dogrulukla tespit etmeyi
basarmıstır. Hatta, süpheci birinin verdigi koordinatlara odaklandıgında Swan
41
istenilen yerin, ki burası bir adaydı, haritasını öyle bir ayrıntıyla çizmistir ki verdigi
dogru bilgilerle adamı ikna etmistir.
Bir baska seferde de Antartika’ da buz altında gizlenen bir Rus deniz altının varlıgını
koordinatlarıyla birlikte tespit edebilmistir. Öyle ki hayretler içinde kalan Ruslar, bunu
nasıl bildiklerini karsı tarafa sorma ihtiyacı duymuslardı.
1973 yılında Dr. Karl Oasis ‘in, içinde psikologların da bulundugu çesitli bilim
adamlarıyla birlikte Newyork’ ta bulunan Amerikan Society for Physical Research
laboratuarında Swan ile yaptıkları deneylerin birinde, zarf içine yerlestirilmis çesitli
sekiller, tamamen kapalı bir kutuya konarak tavana asılır ve her anı kameralarla
izlenen ortamda Swan’ın oturdugu sandalyeden BDD yoluyla bunları bilmesi istenir.
Swan kısa bir konsantrasyondan sonra, bedeninden ayrılarak birkaç dakika içinde
3,5 m deki kutunun içinde gerekli olanı örendikten sonra bedenine geri dönerek testi
basarıyla geçeklestirir. Bu deneyin devamı niteliginde yine göremeyecegi yerlere
gizlenen çesitli nesneleri, beden dısı deneyimi ile gördügü açıdan tek tek
tanımlamayı basarmıstır. Bu deneyde Swan’ın bunu bilme olasılıgı, kırk binde birdir.
Bir baska sefer de elektronik bir yeraltı makinesini BDD yoluyla gözlemleyip bu
cihazın çalısma sistemini dogru biçimde çizmis, betimleyebilmistir. Aynı merkezde ve
yine aynı denekle Dr. Jannet Mitchell ve Dr. Gertrude Schmeidler’in de katılımıyla
yakın ya da çok uzak mesafelerde, bulunması imkansız gizli yerlere yerlestirilen
isaretler, nesneler... de birçok basarılı BDD yollu deneylerle tespit edilmistir. Ayrıca
Ingo Swan, Jüpiter ve Satürn’ün özellikleri hakkında da bilgiler vermis ve bu bilgiler
zamanı gelince de astronomlar tarafından dogrulanmıstır. Mesela, Jüpiter’in
atmosferine yakın çok küçük toz, tas, kristallerden olusmus ince bir halkanın
42
varlıgını, 1979’da uyduların tespit etmesinden 9 yıl önce birebir haber vermesi gibi.
Duru görüyü algılayıs biçimleri de, o yeri (bölgeyi) havadan görebildikleri gibi, oradan
zumlama yaparak istenilen yere odaklanabilmekte, yaklasabilmekte eger bu bir bina
ise, koridorlarında gezebilmekte, odalarına girebilmekte ve içindeki tüm esyaları tek
tek tasnif edebilmekte, kisileri tanımlayabilmekte, kasadaki ya da kasa
çekmecelerindeki dosyalara, bilgilere ulasabilmektedirler. Böylece, gizlenmis nesne
ve bilgileri bir bir tespit edebilmektedirler. Aslında bu konuda medyumsal bir savas
da sürmektedir ve bunlar artık bilinir hale gelmistir.
Bazı gelismis ülkeler de batık, gömülü hazine, maden ve su yataklarının
bulunmasında, hükümetlerle anlasmalı olan üst düzey duru görü medyumlarına bas
vurmaktadır, bu yolla oldukça basarılı sonuçlar elde etmis durumdadırlar. Bu durum
halen devam etmektedir.
Psikometri denilen, o döneme ait bir nesneyi tuttugunda, dokundugunda ya da
gördügünde o devirle ilgili his ya da vizyonların görülmesinin sistemi de budur.
Bunlardan biri de Utrecht Üniversitesinden Dr. W. Tenhaeff’ le birçok alanda basarılı
çalısmalar yapan G. Croisettir. Bu medyum üzerinde yapılan bir dizi deneyde, eline
verilen fosil parçalarının ait oldukları kültür ve devirleri tanıması istemis ve Croiset
bunları dogrulukla tek tek tanımlayabilmistir.
G. Croiset’in kaybolan, kaçırılmıs ya da öldürülmüs insanların bulunmasında, katillerin
profillerinin çizilmesinde, yakalanmasında, olayların aydınlanmasında da polis
teskilatlarına olan katkısı tartısılmaz düzeydedir. Bu konuda çalısan gönüllü
medyumların ortaya çıkarttıgı olaylar da oldukça fazla.
43
Croiset’in çok ilginç bir yetenegi de sandalye deneyleri olarak adlandırılan dünyanın
herhangi bir yerinde halka açık gösteri veya konferans salonunda rasgele seçilen bir
koltukta (ki bu daha önceden ayırtılmıs bir yer olmamaktadır) oturan kisinin fiziksel
yapı ve özelliklerini tanımlayabilmesidir. Dünyanın birçok yerinde sayısız sandalye
deneylerinde oturan kisinin cinsiyetini, yüz hatlarını, giyimini ugrastıgı isleri,
meslegini ve geçmiste yasadıkları olaylara varıncaya kadar her defasında tespit
etmeyi basarabilmistir.
Colarado Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatrist Klinik Profesörlerinden Dr. Jule
Eisenbud ile yaptıgı sandalye deneyinde Profesör, 6 ocak 1969 da yeri hakkında bilgi
verilmeksizin aynı ayın 23’ ünde gerçeklesecek bir gösteri için (ki bu Colarado
Denver’dadır) rasgele bir yer tespit edildigini Hollanda’ daki Croisete bildirir. Croiset,
binlerce km uzaktan o sandalyeye oturacak kisinin bir yetmis bes boylarında, alt
çenesinde bir altın disi bulunan, geriye dogru taralı düz siyah saçlı, ayak bas
parmagında bir yarası olan, bilim endüstrisiyle ilgili bir iste çalısan bir erkek oldugunu
söyler. Gerçekten de o tarihte o sandalyeye tıpkı tarif ettigi biri oturur.
Arkeoloji basta olmak üzere duru görü yeteneginin birçok alanda kullanabildigi
birçok Üniversite raporlarıyla da onaylanan ve aynı zamanda da bir mühendis olan
Stefhan Ossowiecki de çok büyük bir oranla, eline verilen katlanmıs ya da zarfla
kapatılmıs olan kagıtların ne hakkında bilgiler içerdigini, onlarda neler oldugunu
bilebilmekteydi.
1923 yılında onunla yapılan bir deneyde, önce Dr. Eric Dingwall sadece kendisinin
bildigi, içerisinde bir sise resmi bulunan bir bayragı, kagıdın sol üst kösesine çizip, o
günün tarihini de sol alt kösesine yazar ve bunu üç kat karton zarfın içine koyarak
44
paket halinde Varsova’daki Dr. Baron Albert Von Notzing e gönderir. Oda yanında
birkaç kisiyle birlikte, Ossoweicki’ ye vererek içinde ne oldugunu bilmesini ister.
Ossoweicki, öncelikle bu zarfın baska biri tarafından yazıldıgını söyler ve içindeki
karton zarfın rengini dahi söyleyerek aynı sekli bir kagıda çizerek tarihini yazar.
Ancak, tarihin önünde bir seyin oldugunu, fakat onu net algılayamadıgını belirtir.
Böylece testi basarıyla geçer.
Cambridge Üniversitesinden Dr. Carl Sargent tarafından yapılan bir deneyde de
William Blak’e ait olan bir tablonun gönderici telepat tarafından bir taraftan yazıya
aktarılarak bunlar düsünce yoluyla alıcıya gönderilirken diger taraftan da nota alınan
bilgiler mühürlü bir zarfa konarak alıcının eline verilir. Suje ise, zarfı açmaksızın
içindeki bilgileri dogrulukla söylemeyi basarır. Bazen bu tür deneylerde sujeler,
kapalı zarf ya da kutu içerisinde bulunan resim ya da yazılar hakkında bire bir
görüntüler yerine o konuyla ilgili imajlarında beliren vizyonlar yardımıyla bunları
dogrulukla tanımlayabilmekteydiler. Mesela, futbolla alakalı bir resim ya da metin
bulunuyorsa sujenin beyninde stadyum veya top...vs belirmesi gibi.
Gelecegi görme deneyleri içinde, hipnotize edilmis sujelerin kendi gelecekleri ve
gelecek olaylar hakkında sorulanlara karsı alınan cevapların kaydedilmesi ve
bunların zamanı gelince denek üzerinde veya olusan olayların gözlemlenmesi de
bulunmaktadır. Ancak, hipnoz altında yapılan deneylerle (kisinin kendisi hakkında)
elde edilen bilgiler, söylediklerini hatırlamayan sujelere deneyin sıhhati açısından
bildirilmemekte, yine de hatırlayabilecekleri düsünülerek, gördüklerini unutması
yönünde bir de telkin verilmektedir. Mesela, Irene Muza isimli bir Fransız aktris,
ipnotizma ile kendi gelecegi hakkında verdigi bilgilerde hayatının çok kısa sürecegini
çünkü, çok feci bir sekilde ölecegini bildirir. Notlar kaydedilir ve kendisine hiçbir sey
45
söylenmez. Bundan birkaç ay sonra dedigi çıkar ve kuaförünün yanan soba üzerine
kazayla döktügü yanıcı maddeler sonucunda saçı ve vücudu alev alır, hemen
hastaneye kaldırılır, fakat kurtarılamaz, orada ölür.
Ayrıca, gerçekte radar dalgalarıyla gören, ama bunu OBE olarak algılayan birimlerde
kendilerini o duruma kaptırıp bir türlü eski haline uzun bir süre dönememe olayı ya
da koma benzeri bir durum söz konusu olabilecegi gibi, bu deneyimlerde de tıpkı
gerçek Fetih olayında oldugu gibi kisinin bu deneyimi kaldıramayıp, hazmedemeyip
beyin ve ruh arasındaki enerji kesikligi dolayısıyla aniden ölmesi de söz konusudur.
Gerçekten dünya üzerinde bu hali yasayıp da kendine gelemeyen, ayılamayan ya da
bu sebepten birden ölen insanlar da bulunmaktadır.
Geçmiste oldugu gibi günümüzde de baskanların ve bilhassa Amerikan baskanlarının
bile özel astrologları yanında (bunların etkinligi ne düzeydedir bilinmez) üst düzey
özel medyumlarının da oldugu, bunlarla çesitli spiritizma celseleri, seansları yaptıkları
ve bu seanslarda ölmüs ya da baska türden varlıklarla baglantılar kurdukları artık su
yüzüne çıkmıs gerçeklerdendir.
Örnek olması açısından, A. J. Lincoln ve D. Roosvelt isimleri verilebilir. Kennedy, M.
Luther King gibi kisilerin suikastını, beklenmedik seçim sonuçlarını ve hatta tarih bile
verip o tarihte çıkan olayları...vs bile önceden söyleyen Jane Dixon’un, Roosvelt’le bu
yönlü olan iliskisi de açıkça bilinmektedir. Ayrıca Lincoln’ün tek basına ya da
medyumlarla birlikte yasadıgı ve deneyimledigi birçok olayı dile getirmedigi de
kendisi tarafından ifade edilmistir. Hemen anti parantez belirtmek gerekir ki,
yazılarımızda örnekleri verilen medyumlar, üst düzey medyumlar olup (yani, sıradan
olanlar bile degil) yanı sıra bu anlatılanlar, gerek ülkemizde gerekse dünyanın
46
hemen hemen her yerinde bulunan ve büyük çogunlugu sahtekâr, sarlatan olan
kisileri asla cesaretlendirmemeli, onları destekliyormus, onlarla aynı görüsü
paylasıyormusuz izlenimini dogurmamalıdır.
Bir önemli nokta da bunca, konularında en az kendileri kadar hatta daha üretken,
basarılı ve dünyanın öncü üniversitelerinde basarılı kariyerlere sahip ayrıca, bir de
parapsikoloji konusu üzerinde yogunlasmıs (yani konuya uzak sıradan bilim adamı
degiller) bilim adamlarının bilimsel yollarla laboratuar çalısmalarına, bilimsel
bulgularına ragmen, diger bilim adamları “böyle bir sey yok” ya da “böyle bir kanıt
yok” diyerek olayları etüt etmeden, bir çırpıda kesip atmakta oysa, bu da bilim
adına bir cevap, bir sey ifade etmemektedir.
Dikkât edilirse bununla ilgili bilimsel görüs adı altında yapılan belgesellerde
yayımlanan kitap ve raporlarda bile olaylar, kendi seçtikleri örnekler üzerinde
olmakta, odaklanmakta bunun yanında kanıt teskil eden çalısmalardan ya hiç
bahsedilmemekte ya da tamamen yüzeysel olarak geçistirilerek konular baska
noktalara çekilmekte, agızlarında sakız haline getirdikleri ve hiçbir temel açıklama
ihtiva etmeyen hile, illüzyon ya da tesadüf... kelimelerini dahi kullanamayacagı
örnekleri gördüklerinde ise, bunları kabul etmek yerine bu bilimsel sonuçları kendi
mantıklarınca çesitli kulplar takıp ilgisiz, karsılıgı olmayan bilimsel olarak da
gösteremedikleri (kanıtlayamadıkları) olmadık seylere baglayarak en sonunda “beni
tatmin etmedi” ya da “beni ikna etmiyor” diyerek gerçekte bilimi bir kenara bırakıp
kendi inançlarını, o konudaki kendi imanlarını bilimsel kanıtmıs havasında dile
getirmektedirler, sanki bir seyin varlıgının ya da yoklugunun onların inanıp
inanmamasına baglıymıs gibi.
47
Ayrıca, bir seyin var oldugunun kanıtlanması ayrı bir seydir, o seyle ilgili var olan
yetenegin, yeteneklerin yeterince gelismemis olması ya da zamanla
gelistirilebilecek nitelikte olusu apayrı bir seydir. Üstelik, hiçbir karsıt görüsteki
bir bilim adamı ya da bir illizyonist, bu deneklerin bulundugu sartlar içersinde
gerçeklestirdikleri olayların hiçbirini gerçeklestirememislerdir.
Oysa kova çagının getirisi olan gelismeler, olaylar, bunların varlıgını yakın bir
gelecekte zorunlu olarak kabul ettirecektir. Üstelik, bilim adamlarının takındıkları
tavır, her gün (sistemin geregi olarak kendiliginden açıga çıkan) çesitli türden
deneyim yasayan aklı basındaki insanların bilime olan saygısını da yitirmesine neden
olmaktadır. Günümüzde, resmi bilim adamları bile artık, insan duyusunun bes degil
32 oldugunu tespit etmistir. Oysa bu duyular, sonsuzdur. Çünkü bes duyu, diger
sayısız duyulara örnek olması açısından bir numune olarak insana verilmistir ki bu
duyularla, algıladıgı varlıktan ibret alarak bunların boyutsal ötesinde de sınırsız
boyutların, varlıkların oldugunu düsünerek bunlar üzerinde daha genis tefekkürle,
derin analizlerle nesnelerin ve varlıgın özüne yönelip bunun sonucunda kendinde
açıga çıkan o sayısız duyularla hakikatini tanısın, bilsin diye.
Bkz. Insan Ve Sırları I, Insan Ve Din – Ahmed Hulusi
Süper Zihinler – Prf. John Taylor
Psisik Sifacılık - Dr. Alfred Stelter
Holografik Evren – Michael Talbot
Science Frontiers - Discovery Channel / Yabancı Int. Siteleri
(3) Basarısız oldugu deneyler de bulunmaktadır, ama bunların sayısı, basarılı oldukları
yanında nerdeyse yok gibi. Buna ragmen böyle denemelerde bile, mesela tamamen
sözlükten rasgele seçilen kelimelerden olusmus resim taslaklarından 15 tanesinden 7’ sini
tam dogrulukla, 4’ ünü eksik (kısmi) olarak tanılamıs, son dördü hakkında ise hiçbir cevap
48
vermemistir. Deney, koruyucu bir odada hedef resimlerden 5000 km uzakta idi. Deneyi
yapanın bile bilmedigi rasgele seçilerek çizilen böyle bir seyi normalde bilmek
ise, tamamen imkansız yani, sıfırdır.
6. Bölüm
Gelecegin bilinip bilinemeyecegi genelde hep yanlıs anlasılan bir konu. Bunun için
birçok ayet ve hadis olmasına ragmen, bunun yanında hemen bazı ayet ve hadisler
örnek gösterilmekte, ama sistem göz önüne alınıp bu ifadeler bir bütün olarak
degerlendirilmedigi için de maalesef, bir türlü yerli yerine oturtulamamaktadır.
Daha önceki yazılarımızda da degindigimiz üzere, iki tür gayb vardır. Birincisi Izafi
Gayb, ikincisi de Mutlak Gayb. Izafi gayb, belli bir zaman içinde bilinmeyip ancak
bilimin ve teknolojinin gelismesiyle o seyin artık bilinir hale gelmesi ya da bakıs
açısına göre bir boyuta nispetle bilinen seylerin, diger boyut açısından
bilinememesi durumudur (Kuran’da bu türden ayetler mevcuttur).
Mesela, geçmiste hava olaylarının bilinememesine karsın günümüzde, gelismis
elektronik cihazlarla birkaç gün için o bölgedeki havanın nasıl olacagı neredeyse
yüzde yüz olarak bilinebilmesi (bugün hava durumu çok genis bölgeler göz önüne
alınarak bize bildirildiginden yanılgıların olusması çok dogal) ya da eskiden
moleküller, atomlar, atom çekirdegi parçacık boyut ve reaksiyonları...vs. gayb
hükmünde iken bugün artık bu boyutların gayb hükmünden çıkarak bilinir hale
gelmesi gibi.
49
Boyutsal anlamda dedigimiz cin boyutu, melekler boyutu, berzah boyutu, cehennem
ve cennet boyutları, geçmis, simdi ve gelecege ait olan boyutlar da izafi gayb
hükmünde olup birimin kendi hakikâtini tanıdıgı oranda o boyutlar gayb hükmünden
çıkmakla bilinir, hissedilir ve yasanılır hale gelebilmesidir. Düzeylerine göre istidraç
sahipleri ve Evliyaullah nazarında bize göre gayb olan seylerin, onlar açısından gayb
olmamasının nedeni budur. Keza aynı durum, Resul ve Nebiler için de geçerlidir. Aynı
sekilde bize gayb olan seyler cinlere, cinlere gayb olan seyler meleklere, meleklere
gayb olan seyler de Ana Ruha gayb degildir.
Mutlak Gayb ise, Allah’ın Zatıdır ki orada Ilim ve Teklik anlayısı düser.
Yasantısından bile söz edilemez. Bu sebeple, bilinen ve bilinmeyen tüm kavramlar
düser. Ebu Bekir (ra)’ ın, “Allah’ı idrak, idrak edilememenin idrakıdır” ya da “Gaybı
Allah’ tan baskası bilemez” ifadeleri de bu Mutlak Gaybla alakalı olan cümlelerdir.
Mistik alanda belirtildigi üzere, Zata ait olan tüm kavramlar bile, Sıfat boyutundan
ifade edilmektedir. Çünkü, bir boyutun yasantısı bir alt boyuttan, o boyuta göre
anlatılabilmekte, tanımlanabilmektedir. Mutlak Gayb dolayısıyladır ki, bizler Allah’ı,
Esması (özellikleri) ve Sıfatları (vasıfları) kadar tanıyabiliriz. Zaten hadiste de
“Allah’ ın Zatını tefekkür etmeyin, yarattıklarını tezekkür edin yani düsünün”
denmiyor mu?
Ayrıca, boyutsal (Izafi) gayb ile ilgili olarak isin püf noktası bu ayette gizli. Çünkü biz
Allah’ın yarattıgı seyler derken hâlâ 19.yy materyalist anlayısıyla bes duyuya göre
varsaydıgımız maddesel âlemi Allah’ın yarattıgı seyler olarak düsünüp
göremedigimiz, algılayamadıgımız boyutları, varlıkları yaratılmamıslık boyutuna ait
olan ya da su an için yaratılmamıs seyler, boyutlar olarak degerlendirmekte, bu
50
nedenle de sartlandırıldıgımız gibi bu boyut ve kavramların bilinip
algılanamayacagını, kavranılamayacagını zannetmekteyiz. Oysa yaratılanlar ve
düsünülmesi, tefekkür edilmesi istenilenler, sadece moleküller, atomlar, atom
çekirdekleri, çesitli enerji seviyelerindeki tanecik ve enerji ... boyutları degil, bunların
içinde cinler, melekler, kabir, mahser boyutları, cehennem ve cennet boyutları,
geçmis, simdi ve gelecege ait tüm bilgiler de bulunmaktadır. Çünkü tüm bunlar Allah’
ın Zatı ile kaim, tüm Esma ve Sıfatlarına sahip Ruh Adlı Melege ait bilgiler olup Ruh
Adlı Melegin kendisi de Allah’ın ilminde yaratılmıs olan ilk varlıktır. Bu yüzden,
yaratılmıs olan her seyi düsünün, tefekkür edin ifadesi, otomatikman o noktalara
ulasılması, O Ruhun Bilinciyle rezonans kurulması, O Ruhla özdeslesilmesi
halinde tüm bunların bilinebilecegini, haliyle gayb hükmünden çıkacagını
göstermektedir.
Bu boyutsallık ve dolayısıyla Izafi Gayb hükmüncedir ki Hz Resulullah’ın, ...(gelecek
hakkında) vallahi soru sorulan dahi bunu bilmiyor..., kim Muhammed yarın olacak
seyi bilir, der yalan söylemistir, Allah’ın bildirmesi dısında ben bilmem, gaybı
Allah’ tan baskası bilmezseklindeki ifadeleri hep maddi degerler boyutundan
konusmalar olup bulundugumuz boyutun geregi olarak, gelecegin ve gaybın
bilinemeyecegini dile getirmekte, bunun yanında, vehmi benliginin hiçbir zaman var
olmadıgını, kendi varlıgında Ilim ve Kudretiyle açıga çıkanın Allah oldugunu
vurgulayarak da insanları kendi Özlerine yönelik Hakikatlerini tanımaya
yönlendirmektedir.
Buna karsın, “Allah’ın insanı, adının bile geçmedigi “an” da (boyutta) meydana
getirmesi”, “insanın yokken Kuran’ın (ki bildigimiz mushaf degil, tüm boyutlarıyla
varlık yani, Ümmül Kitap’tır) var olması”, “ Allah’ın önce Kalemi halk etmesi, Allah’ ın
51
ilkin Hz Muhammed’in(sav) Nurunu yaratması ve bütün mahlukatın nurunu da onun
Nurundan halk etmesi”, “Adem’in su ile çamur arasında iken Hz Muhammed’in (sav)
Nebi olması”, “Kuran’ın önce levhi mahfuza oradan da dünya semasına bir defada
inmesi ve bunun da peyder pey bulundugumuz boyutta açıga çıkısı ya da Hz
Muhammed’e (sav) Kuran’ın bir defada inmesi yani, zaman kavramının mevcut
olmadıgı “an” da Levhi mahfuzda sifreli olan Kuran’ı(Ümmül Kitabı) bir defada
okuması ve bunun vahiy ile belli bir süreç içinde bulundugumuz boyut geregince
açıga çıkması”...vb ifadeler de bulundugumuz boyutla alakalı, bes duyu dünyasına
ait anlayıslarla anlasılabilecek seyler olmayıp Öz boyutlardan ifade edilen ve ancak o
boyuttan (boyutlarca) idrak edilip, hissedilip yasanılabilecek sözlerdir.
Bu yüzden, algıladıgımız maddesel dünyaya ait bilgi ve sartlanmalı anlayısımızı bir
kenara bırakıp objektif olarak o boyut bilgilerini ögrenerek, anlayarak, bunları
kendimizde, çevremizde, evrende ve sistemde görmeye çalısmalıyız.
Sartlanmalarımızın ötesinde sistemi tanımlamaya çalısan günümüz modern biliminin
bulguları, artık bu konuları anlamamızı da tamamen kolaylastırmıstır. Ayrıca sunu da
belirtmek gerekir ki, gerçek anlamda Kuran Okumak tabanında dahi, Levhi Mahfuzu
Okumakla ya da günümüz diliyle Levhi Mahfuzda kayıtlı bulunan sifreleri kırmakla
mümkündür.
Dolayısıyla, bir alt boyuta ait olan gerçeklerden yola çıkarak diger bütün üst
boyutları buna göre tanımlayamaz ve o üst boyut bilgilerini yorumlayamayız. Her
boyut kendi kuralları, kendi bakıs açısıyla mevcuttur. Bu nedenle boyutları, boyutsal
farklılıkları göz önüne almaksızın düz bir bakıs açısıyla bakılıp degerlendirildigi için
bakana göre çeliski gibi görünen bazı ayet ve hadisler vardır ki mesela, bir taraftan
“biz yerleri, gökleri ve arasındakilerini oyun, süs ve eglence olsun diye yaratmadık” (
52
4), “ Allah gökleri ve yeri Hak olarak yarattı. Bunda müminler için ibretler vardır”(5)
derken diger taraftan da “dünya hayatı bir oyun ve eglenceden ibarettir” (6), “biz
dünya semasını yıldız ziynetleriyle süsledik” (7), “ ...(yıldızların var olusunun bir
nedeni hakkında) yıldızlar süs olsun diye yaratıldılar (hadis)” denilmesi gibi.
Oysa birinci ifadeler, bulundugumuz somut boyuta göre anlatılmıs olup gerçekçi bir
dünyanın varlıgından, sistemlerden, belli bir amaca dönük, amacı olan islevlerinden
söz ederken, ikinci ifadeler de üst boyut bakıs açısı yani, Bilinç Boyutu itibariyle
ifade edilmis olup her seyin bir hayalden ibaret oldugunu vurgulamaktadır. Ancak
yine bu boyutsal farklılıktan ötürü, üst boyutsal bakıs açısı, alt boyuttaki gerçekligi
ortadan kaldırmamakta, bu somut dünyada elde ettiklerimizin sonuçlarını
yasadıgımız dünyada ya da dönüsüme ugrayarak ölüm ötesi boyutlarda yasayacak
olmamızı yok etmemektedir.
Çünkü her ne kadar bilinç boyutlarınca varlık Tek ve hayal olsa da, o boyutlarla
birlikte aynı anda mevcut bulunan çokluk boyutu da kendi boyutsallık katmanları ve
kurallarıyla, islemekte olan sistemleriyle sonsuza dek var olmaktadır. Kısacası,
madde boyutunda yasayıp da her seyi bu boyuttan ibaret sanıp her seyi bu boyutça
anlamaya çalısmak ne kadar yanlıssa aynı sekilde, üst boyut bilgilerini ya da bilincini
algılayıp bu boyutu kaale almamak, adeta yok saymak da o kadar yanlıstır.
Keza Kuran’da, Resul ve Nebilerin boyutumuza hitap eden benzer ifadelerini de bu
tarzda düsünmemiz gerekir. Yoksa, miraç hadisesi ile kabir alemini, berzah alemini,
cehennem ve dahi bunların ötesinde cenneti ve sonsuz boyut ve yasamları yani,
bizim evrenimizi degil sonsuz big-bangle var olmus evrenler ve boyutlarını kısacası
Kâinattaki tüm sistem ve düzeni “an” içinde müsahede edip bunların kaynagı olan
53
Ruh Adlı Melegin Özü olan Rabbi ile görüsen ve bunun sonucunda da cinlere,
meleklere gayb hükmünde olan tüm gerçekleri görüp, müsahede edip degerlendiren
ve pesinden de, “Beni gören Hakk’ı görmüstür” diyerek bizleri bilgilendiren
Resulullah’ın, zamansızlıgın ve o boyuttaki Ilimin yanında, zaman ve ona baglı
degerlerin, çesitli boyutların hiçbir ifade etmedigi mesela, gelecegi bilmemesi
mümkün müdür?. Mümkündür diyorsak o taktirde de ne zamandan, ne “an” dan ne
de boyutsallık kavramından haberimiz var demektir. Ve bu kavramlar anlasılmadıgı
müddetçe de ne Allah kavramını, ne onun yarattıgı varlık ve sistemini, ne de
kendimizi kısacası Kuran ve Resulullah’ı anlamıs olacagız. Yani asla anlayamayacak,
bunlara dikkat etmeden görüs bildirenlerin de düsünen beyinlerin soruları
karsısında çeliskileri hiç bitmeyecektir.
Hz Muhammed’in (sav) bu konuyla ilgili birtakım mucizelerine geçmeden önce,
genelde hep sorulan ve inançsız olanların da devamlı ön plana çıkarttıkları bir konu
da Resulullah’ta diger Resul ve Nebilerdeki kadar çok mucizenin olmayısıdır. Yani,
Musa (as) ya da Isa (as)’a bakıldıgında onlar kadar çok sayıda ve bir o kadar da
etkili mucizeler görülmemesidir. Bu da zirve Insan olan Hz Muhammed’in (sav), bu
Resul ve Nebilerin altındaki bir konumda oldugu ya da onda bir eksiklik düsüncesi
olusturdugu, onun üstünlügü ile çeliskili bir durum meydana getirdigi izlenimi
vermektedir. Oysa bunun cevabı oldukça basit…
Bir defa Resullerin birbirlerine olan üstünlügü Kemalatları dolayısıyladır. Bu yüzden
üstünlük, ortaya konan mucizelerle degil, açıga çıktıgı kemalatla alakalıdır.
Dolayısıyla, ikinci olarak da Hz Muhammed’in (sav) ortaya koydugu seyler Kudret
yerine Ilim agırlıklıdır. Kaldı ki bu ilim de, Sıfat boyutuna ait olan ilim degil, Zati ilim
dir. Bu yüzden Kuran, onun en büyük mucizesidir. Ve bu Ilim öyle bir Ilimdir ki, ne
54
geçmiste ne de gelecekte diger nesiller de dahil, kıyamete kadar bu denli zirve
noktadan derinlikli ve genis olarak açıga çıkmayacaktır.
Bu neslin, dünya üzerinde var olmus ve olacak nesiller içerisinde çok sanslı ve üstün
olmasının nedeni de budur. Resul ve Nebilerin ortaya koydukları mucizeler, onların
sahip oldukları ilmin yanında hiçbir deger ifade etmedigi gibi, bu üstün insanların
sahip oldugu Ilim de Hz Resulullah’ın ortaya koydugu Ilim yanında bir hiçtir. Keza,
Onun aynası olan Imamı Mehdi lakaplı O Zat da, Zati Ilim ile açıga çıkacagı içindir
ki Deccal, Kudret sıfatı ile açıga çıkan ve Zati boyuta sıçrama yapacak olan Isa (as)
tarafından yok edilecektir. Buna biz, Imamı Mehdi’nin Hz. Isa (as) adı altında o
kudreti ortaya koymakta oldugunu da söyleyebiliriz. Veliler arasında da ilmi keramet,
kevni yani, kudrete dayalı olan kerametten üstün oldugu için onlarda da zahiri
olarak olagan üstü olaylar sıkça görülmez.
Çok sayıda olmasa da tüm Nebi, Resul ve Velilerde de çesitli düzeylerde ortaya
konan mucizeler elbette Resulullah’ta da aynen görülmüstür. Bunlar, maddi ve
manevi rahatsızlıklara sifa verme (ki bunların içinde yaraları tam iyilestirme, kırılan
kemikleri bir ovalamayla hemen anında iyilestirme, kopan organları parçaları, tekrar
yerine yerlestirme, cinni etkilere maruz kalmıs kisileri kurtarmayı söyleyebiliriz),
materyalizasyon (yoktan üretme ya da az sayıda veya miktardaki nesnelerin
çogaltılması), psikokinetik etkilerinin (cisimlerin hareketinin) yanında telepati ve
duru görünün tüm türlerini de tam ve eksiksiz bir biçimde ortaya koymustur.
Mesela, insanların beyinlerinden geçen tüm her seyi, düsünceleri okuyor, niyetlerini
bilebiliyordu. Hatta o ana kadar hiç görmedigi ve çok uzaklardan gelen insanlara da
bu yetenegini açıkça gösteriyordu. Sistemi Afaki yönüyle bilmeye de örnek teskil
55
eden bir olay da Ebu Cehil, yerden birkaç tas alarak Hz. Resulullah’a, eger Nebiyse
bunların sayısını bilmesini ister. Hz. Muhammed (sav) ise, buna cevap vermek yerine
ona, önce kendisinin gizlice tasları saymasını bundan sonra yanıt verecegini söyler.
Ebu Cehil biraz uzaklasıp arkasını döner ve denileni yapar. Sonunda Hz. Muhammed
(sav) tasların sayısını dogru olarak söyler. Ama Ebu Cehil, isminin anlamını ortaya
koyacak davranıslar sergileyerek iman etmeyi ret eder.
Durup dururken bir anda, Habesistan meliki Necasi’nin öldügünü söyleyip cenaze
namazını kılmıs bir hafta sonra Habesistan’dan gelenlerce olayın aynı gün
gerçeklestigi dogrulanmıstır. Bununla birlikte insan beyinlerine etki ederek daha
dogrusu kendi meleki güçlerini kullanarak onlarda çesitli davranıslar, sesler,
görüntüler meydana getirebilmekteydi.
Mesela, bir gün bir agaç gölgesinde dinlenirken Arabın biri gelir kılıcını çeker, “seni
benden kim korur” sözüne karsılık Resulullah, “Yüce ve Celil olan Allah korur” der
demez o an adam durup dururken kendinden geçer, eli titrer ve biri ardından
itmisçesine kafasını agaca toslayıp yere düser. Sonra onun kılıcını alarak, “simdi
benim elimden seni kim kurtaracak” der ve sonra adamı affeder.
Baska bir olay da, namaz kılması sırasında onun boynunu çigneyecegini söyleyen
bunu basaramayınca da daha sonra tasla vurmaya yeltenen Ebu Cehil’in, önceki
hamlesinde aralarında atesten bir çukurun (hendegin) açıldıgını ikincisinde ise, elinin
havada bloke oldugu (kaldıgı), hareket ettiremedigi ve bir ejderhanın neredeyse onu
yiyecegini görüp birden kaçması, bu garip davranıslarının nedeni soruldugunda da
“sizler bunu görmüyor musunuz?” demesi ve Resulullah’ın ise buna karsılık, “eger
bana yaklassaydı melekler onu paramparça ederdi” sözünü söylemesidir.
56
Bkz. Hz Muhammed Neyi Okudu / Insan Ve Din / Okyanus Ötesinden 1- Ahmed Hulusi
Boyut Kavramı / Zaman- Ahmed Fevzi Yüksel
(4) Enbiya-16, Sad-27, Duhan-38-39, Hadid-20, (5) Ankebut- 44, (6) Ankebut /64, (7)
Saffat 6-7
7. Bölüm
Hz. Muhammed (sav) o anda olanı görmenin ötesinde, gelecege yönelik de
Müslüman olsun ya da olmasın, kisisel bazda insanların nelerle karsılasacaklarını,
neler yapacaklarını, nelerle mesgul olup ugrasacaklarını, nasıl, nerede ve ne sekilde
öleceklerini bazılarının ise, cennetlik veya cehennemlik olusunu hatta cennetteki
mertebesini bile açıkça bildirmis yanı sıra, yakın ya da uzak gelecekte olacak
toplumsal olaylardan haberler vermis ve bunlar da zamanı geldiginde tek tek
söyledigi gibi tamı tamına çıkmıstır. Çünkü Resul ve Nebilerde yanılma payı hiç yoktur
(8).
Bununla birlikte, neslin veya dünyanın kıyameti öncesindeki siyasal, toplumsal, dogal
olaylar...gibi zuhur edecek belli alametleri ve ölüm ötesi boyut ile dünyanın kıyameti
sonrasındaki insan ruhlarının karsılasacakları maddi ve manevi tüm asamaları da
tamamen enfüsi boyuttan bildigini, gerektiginde afaki boyutlardan da bir bir tespit
ederek içinde sembolleri de barındıracak sekilde anlatmıstır, elbette anlayana.
Bunların sayısı da oldukça çok, fakat fikir vermesi açısından o ana ya da gelecege
yönelik birkaç mucizeyi vermeye çalısalım.
Bir gün namaz sırasında cemaate dönerek, “namazda saflarınızı dogrultunuz ve
sımsıkı birbirinize yapısıp aranızda bosluk bırakmayınız. Zira ben sizi, arkamdan
da görüyorum” der. Medine’den yüzlerce km uzakta bulunan Mute denilen yerde
57
savasan Müslümanların, savas sırasındaki her durumunu da yanındakilere aynen TV’
de seyrediyormusçasına anlatmıs, sehit olanları ismen ve ölüm biçimleriyle birlikte
tek tek söylemistir.
Bir gün de, Hz. Resulullahın devesi kaybolur ve tüm aramalara ragmen bulunamaz.
Müslüman oldugunu söyleyen ama aslen Yahudi olan bir kisi de bunu fırsat bilerek,
“gökten haberler veren biri, kendi kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor” diyerek,
Müslümanlar arasında fitne yaratmaya çalısır. Bunun üzerine Resulullah, Cebrail (as)
’ın kendisine haber vermesi üzerine (yani, sistemin isleyis mekanizmalarından biri
olan durugörü yetenegini devreye sokarak) devenin ipinin bir dala takıldıgını
bildirmis, bulundugu yeri tamı tamına söylemis, sahabe ise tam tarif edildigi yerde
deveyi bulmustur.
Kudüs’ü tanıyan, bilen birtakım insanlar da, miraçta bedenen Tayyı-Mekan ile gittigi
Kudüs ile ilgili bazı sorular sorarlar. Resulullah da durugörü ile gözü önüne gelen
Kudüs’e, Mescidi Aksa’ya bakarak anında cevap vermeye baslar ve söyle söyler: “
suali sordukları zaman, onların sordukları seylerin hiçbirine, ben oraya gittigim
zaman dikkât etmemistim. Fakat, Cenabı Hak o anda perdeyi kaldırdı ve sanki
karsımdaymıs gibi Mescidi Aksa’yı görmeye basladım ve... ne kadar pencereleri
vardı?... Kapısı nasıldı?... gibi sorulara karsılık... cevap verdim onlara”. Yine
hadislerde anlatılan agaçların, dagların, tasların, ırmakların...vs ona dogru gelmesi,
kosması da bunların bizatihi gelmesi (hareket etmesi) degil, nesnelerin, beynin göze
baglı olmayan algılayıcıları tarafından zumlama ile yakın halde algılanması,
görülmesidir.
Aynı özellik Hz. Ömer (ra)’de de görülmüs. O da, camide hutbe okurken birden
58
Medine’ den çok uzakta bir yere savasa gönderdigi komutanına, “Ya Sariye daga
çek, daga...” diye seslenir. Böylece savasta yenilmek üzeriyken bu mesajı alan
komutan, bu taktige uyarak savası kazanır. Böylece Hz. Ömer (ra) olayı görmenin
ötesinde o olaya müdahale de etmistir.
Bir gün Uhud Dagı üzerinde iken deprem olur. O sırada Resulullah, “sakin ol, senin
üzerinde bir peygamber, bir sıddık ve iki de sehit var” der. Bilindigi üzere Hz.
Ömer (ra) cemaatle namaz sırasında, Hz. Osman (ra) da Kuran okurken sehit
edilmistir. Hz. Ali (ra)’ye de, birtakım insanların ona, tıpkı Hıristiyanların Hz. Isa (as)’a
bakısı gibi bakacaklarını ve dolayısıyla bunun Müslümanlar için birer fitne olacagını
açıkça ifade etmis ve öyle de olmustur. “Hilafet, benden sonra otuz yıldır. Ondan
sonra saltanat devri baslayacaktır” demis ve hesaplandıgında tamı tamına otuz yıl
çıkmıstır. Bugün, Hz. Muhammed’e(sav) ragmen hilafet pesinde kosanların
amaçlarının Dinle ilgili olmadıgını yasanılan olaylarla da görmekteyiz. Kendi
tanrısının ve ona dayalı hayallerinin halifesi olabilirler ama bu, Hz. Muhammed (sav)
ile alakalarının olmadıgını yine Hz. Muhammed (sav) tarafından bize bildirilmektedir.
Yine Resulullah Bedir savasından önce, “ burası Ebu Cehil’in, burası Umeyye’nin,
burası Utbe’nin öldürülecegi yerlerdir. Burası da sunun, bunun öldürülecegi
yerdir” diye tek tek söylemis ve bunlar harfi harfiyen dogru çıkmıstır.
Çok ilginçtir ki Müslüman aydın diye geçinen bir kısım insan ise, tıpkı ateist bilim
adamları gibi insanda bu tür yeteneklerin olmadıgını, olamayacagını dile getirerek
bunun, (aslında hiçbir zaman mevcut olmayan) kendi kafalarındaki tanrıya,
tanrısallıga karsı bir durum olusturdugunu belirtmektedirler. Bu materyalist
Müslümanlara göre, böyle bir seyi ancak ötedeki bir tanrı melekleriyle kendisi yapar,
o kadar. Bu yüzden Resul ve Nebiler ve dolayısıyla Hz. Muhammed (sav), tanrının
59
esit ve adil olması nedeniyle aslında kendileri gibi sıradan insanlar olup biricik tanrı
tarafından (muhtemelen zar atarak) seçilmis basit kullardır. Dolayısıyla bu görevleri,
seçilmeleri taktirde pekala kendilerinin de yapabileceklerini, onları bu kadar
büyütmenin gereksiz oldugunu ifadeleriyle açıkça ima etmektedirler.
Bu yüzden Hz. Muhammed’in (sav) sözleri, kendi akıl ve mantıklarına ya da buna
dayalı olarak anlamaya çalıstıkları Kuran’a uymadıgı için de pek önemi olmadıgını
belirtmekte, hatta kendi dinsel anlayısları için tehdit bile görmektedirler. Ne
düsündürücüdür ki hadisleri açıklamaya gücü yetmeyen birtakım otorite
görünenlerin, etraftan çekindikleri, etrafa mahcup olmamak, kendilerini küçük ve zor
durumlara düsürmemek için Hz. Muhammed (sav)’ den neredeyse utanır hale gelip
onun sözlerini ret yoluna gitmektedirler. Tıpkı, Havari Petrus’un Hz. Isa (as)’ ı üç kez
yalanlaması gibi.
Yine bu maddesel anlayıslı Müslümanlardan bir kısmı Velilerde görünen kerametleri
ise, tanrıya çok tapınanlara onlar adına dısarıdan yapılan eylemler olarak bir kısmı da
insan beyninin tezahürleri olup akıl hastalıgıyla bir tutmakta bu yüzden veli diye bir
seyin olmadıgını dile getirmektedirler, ellerinde hiçbir delil olmamasına ragmen
...vs.
Kuran’a bakısları ise; hiçbir olaganüstü özelligi olmayan, sadece tanrı fermanlarını
içeren Shakespeare yazılarının biraz daha iyisi bir kitap. Modern bilimin hiçbir
verisine sahip olmadıkları halde bir de bilimsel olma çabalarına girip 19. yy.
sonlarında terk edilmis materyalist felsefeyi insanlara bilim diye yutturmaya
çalıstırdıklarından bu insanlardan ne kuantum fizigiyle ne de günümüz bilimsel
gelismeleriyle ilgili tek bir kelime de duyamazsınız...vs. Bu da ya cehaletlerinden
60
ya da deneylerle sabit, ispatlanmıs olan bu verilerin kafalarındaki Tanrı anlayısını,
Tanrısallık kavramını sona erdirdigi, erdirecegi içindir. Böylece bu zihniyetteki birimler,
insanı çevresinden, evrenden ve özünden kopuk tamamen potansiyeli bile
olmayan sınırlı, kapasitesiz, yetersiz hayvan türü varlık olarak bu dünyaya
mahkum etmeye çalısmaktadırlar. Tıpkı Cinlerin bu fikri insanlarda olusturmaya
çalıstıkları ve bunda da oldukça basarılı oldukları gibi. Üstelik onca ayet ve hadis
ve günün bilimsel verilerine ragmen.
Oysa daha maddesel boyutta bile varlıgın tek yapı olarak atomlardan ve atomların
da tek bir hidrojen atomun türevi oldugu ve daha derin düzeyde kuantum fiziginin
verilerinde ise, insanın dogadan, evrenden, kainattan, bunların boyutsal
katmanlarından, Hakikati olan Allah’ tan asla ayrı bir varlıgı bulunmadıgı ve
bulunamayacagı yanı sıra da (bu öyle bir bütündür ki) parçaların bile söz konusu
olmadıgı bu bütünsellikten tek bir zerreyi, bir boyutu bile çekip ayırmanın kesin
olarak mümkün olamayacagı bildirilmektedir.
Boyutlar, tüm boyutlarla birlikte bir Bütün olarak mevcuttur. Bunlardan birini
ortadan kaldırdın mı tüm boyutlar da ortadan kalkar. Bu nedenle, boyutlarda arada
bir kesinti olacak sekilde ayrı olmayıp her bir boyut, alt boyut ya da boyutlarda
farklı sekillerde kodlanmıs olarak açıga çıkar. Daha dogrusu bir alt boyut, bir üst
ya da üst boyutların kodlarını barındırmasının ötesinde o kodlardan,
sifrelerinden olusmustur. Tıpkı üç boyutlu holografik görüntülerin, iki boyutlu
hologram plakasında girisim olarak sifrelenmesi gibi.
Bu konuda M. I. Arabi, “bu dünya hayatı bir rüya dan ibarettir. Bu yüzden
yorumlanması gerekir” demistir. Dolayısıyla boyutlar arası olan ayrılık ancak,
61
“Boyutsal Farklılasma” seklinde olmaktadır. Varlıgın, sistemin boyutların boyutsal
kodlama ile var olması; bu boyuta (ya da herhangi bir boyuta) üst boyutlardan ayrı
ayrı bakıs açılarıyla bakmak anlamına da gelmektedir. Yine bu boyutsal Bütünlük
dolayısıyladır ki mesela, Miraç olayında Hz. Resulullah yaratılmısa ve yaratılmamıslıga
ait tüm boyutları tek tek müsahade etti, gördü de sonra tekrar dünyaya geri döndü
ve onlar orada üstü kapandı, örtüldü, öylece kaldı degil, tek bir “an” da müsahede
ettigi tüm boyutları aynı anda ve her an kesintisiz müsahede etmeye devam
etmistir.
Gerçi miraç öncesi zaten miraç halindeydi. Çünkü, Kuran’ın bir defada ona inmesini
çok iyi anlamak lazım, fakat bu da isin baska bir yönü. Bu nedenle Kuran’ da evrene,
sisteme, Öze (Hakikate) ait bilgiler sistemin geregi olarak gerçegine isaretle sembol
ve mecazlarla anlatılmıs ve böylece bunlar, birebir karsılıgı olmasalar da o gerçege
giden anahtar kelimelerle, cümlelerle ifade edilmislerdir.
Dolayısıyla Kuran, farklı cümle ve kelimelerle de aynı gerçege isaret edecek sekilde
dizayn edilebilirdi, Mutlak Bilinç tarafından. Mesela Kuran Afrika kabileleri için de ya
da kutuplardaki Eskimolar arasında açıga çıksaydı ifade tarzı aynı olmayacagı gibi. Ya
da aynı gerçekler farklı anlatım tarzlarıyla da ifade edilebilmektedir. Kuran’ın
evrensel olusu, Kainata ve Hakikate ait olan kodları ‘boyutumuzda’ ihtiva etmesi
dolayısıyladır. Keza Hz. Muhammed’in (sav) Resullügü de Insanın Uzayın Hakikati
olan boyutlarına dönük “Evrensel Resullüktür”. Böylece “Ben yürüyen Kuran’ım “
diyen ve yedi Insanı Kamilden biri olan Hz. Ali (ra) gibi, aynısı oldugu insan da,
bilincinde bu kodların açılması oranında evrende, Kainatta kapasitesince Hakikatini
bilen birim olarak yerini alır ki bu birime, Evrensel Insan, tüm kemaliyle çıkması
halinde ise, Insanı Kamil adı verilir.
62
Böylece modern bilimin verileri bile, ne Kuran ne de hadislerde kesinlikle mevcut
olmayan tanrı ve tanrısallık kavramını çoktan çöpe atmıstır. Bu nedenle Hz.
Muhammed (sav)’ den açıga çıkan Ilim Ve Kudret, Evrensel Sistemde de mevcut
olan, tüm bunların Özü Allah’a ait Ilim Ve Kudrettir. Yine bu sebeple Hz.
Muhammed’in (sav) vahiy ile kendi özündeki bir boyutta buldugu, hissettigi, yasadıgı
Allah Ilmi ve sonucunda Okudugu sistem ve düzen, onun beyni aracılıgıyla
boyutumuzda belirdigi içindir ki Onun bakıs açısı, düsünce ve degerlendirme
sistemi olmaksızın Kuran anlasılamaz ve anlasılamamaktadır da.
Ama ne trajik ki Kuran, Hadis ve gelmis geçmis onca Evliyaullahın açıkça dile
getirmesine ragmen bu çöplükten beslenerek kendisini tanrı olarak lanse edecek
olan Deccal, benzer bilimsel söylemleri kullanarak gerçekte Tek’ in ‘varlık’ adı
altındaki belli bir boyut katmanına ait ilim ve kudretinin kendinde açıga çıkmasına
karsın, kendisini birimlerde potansiyel olanın açıga çıkmısı olarak zirve noktada
gösterip varlıgın tanrısı oldugunu dile getirecek ve insan ya da çesitli uzaylı varlık
suretinde somut olarak görünecek, Cinler yardımıyla da insanların ekseriyatını
hükmü altına alacaktır.
Deccal, kendisini varlıgın tanrısı olarak gösterebilir, ama Allah ve Onun aynası olan
birimlerin indinde varlık, hiçbir zaman var olmamıstır. Var olmayanın tanrısı da
ancak bir hayalden ibarettir, gerçek bir varlıgı yoktur. Bu nedenle, sahip oldugu
hayali ilim ve gücü, boyutsal çarpısmada ona bir fayda vermeyip Hz. Isa (as) adı
altındaki Ilim Ve Kudret altında ezilip kalacaktır.
Özetle, Hz. Muhammed’e (sav) bakmak, Onu degerlendirmek demek ona et kemik
yıgını olarak bakıp degerlendirmek degil, kendi boyutsallıgında bir bilinç titresimi
63
olarak görmek daha dogrusu sonsuz-sınırsız bir bilinç titresimi olarak onda yok
olmak demektir. Uzak dogu mistikleri bile her ne kadar ötesini degerlendiremedikleri
için Ona iman etmeyip bu yüzden onda yok olamasalar da onu kendi bilinç
katmanlarında kapasitelerince kendileri gibi sadece suur titresimi olarak görmekte,
bu da Ona saygı duymayı getirmektedir.
Ayrıca bir seyi reddetmek, o seye karsı kendini kapama, kilitleme; iman ise, o seye
karsı kendini açık hale getirme demektir. Bu nedenledir ki mesela, meleklere iman
etmeyen kisi otomatik olarak onlarla olabilecek rezonansı kesmekte dolayısıyla da
kendindeki o meleki güçleri bloke etmekte, ortaya çıkartamamaktadır. Meleklere
iman etmeyen de, her an bilincinde olarak meleki güçlerle hareket eden Resul ve
Nebileri, açıga çıkarttıklarını, anlattıkları Hakikatleri, sistem ve düzeni varsa
kitaplarını kesinlikle anlayamamakta, degerlendirememektedirler.
Baska bir deyisle bir kisi, Hz. Muhammed (sav)’e iman etmeyip onu reddettigi
müddetçe onun çesitli seviyelerdeki ilim ve enerji alanına giremeyecegi, onunla
telepatik baglantıya geçemeyecegi için, onun ortaya koydugu gerçekleri en alt
düzeyde bile anlaması mümkün degildir. Bu yüzden, onu ve getirdiklerini elestiren bu
yönlü yayınların hiçbir geçerliligi yoktur.
“Hadisler uydurmadır, sadece Kuran bize yeterlidir” diyerek Hz. Muhammed’i (sav)
devre dısı bırakan ve kendilerine “Müslüman” diyen kisiler de aynı sekilde, sahip
oldukları zihniyetlerle bu enerji alanı dısında yer aldıklarından Hz. Muhammed’i (sav)
degerlendiremedikleri gibi onun kendi öz boyutlarından “Oku” dugu, Onun
Bilincinden açıga çıkan Kuran’ı da asla idrak edip anlayamazlar. Ne kadar çabalarsa
çabalasınlar, ne yaparlarsa yapsınlar anlamaları da kesinlikle mümkün degildir,
64
isleyen sistemin kurallarına göre. Anladıklarının ise, onları nelere, nereye kadar
götüreceklerini de yasayarak göreceklerdir. Bu yapılara dil uzatanların, hakaret
edenlerin sistemin geregi olarak mutlaka karsılıgını almalarının nedeni de yine bu
enerji alanları dolayısıyladır.
Iman edenlere gelince, onlar da kapasiteleri oranında ondan enerji (ki büyük
çogunluk bu yönlüdür) ve ilim temin etmekte (tabanda belli seylere iman
ettiklerinden o imanlarına devam etmis olsalar da) edemedikleri ya da onu
reddettikleri noktalarda yine o boyut itibariyle ondan faydalanamamaktadırlar.
Ya da, ne kadar iman sahibi olursa olsunlar o imanlarına ragmen, içinde bulundukları
sınırlı düzeylerin dısındaki o ilim ve enerji alanına giremezler.
Bu yüzden Hz. Muhammed’in (sav) o ilim ve enerji alanına giremeyenler, o alanlarla
baglantılı olan velileri de anlayamamakta ve hatta is, onları kâfirlikle suçlamaya
kadar gitmektedir. Keza Hz. Muhammed’in (sav) aynası olan Imamı Mehdi’nin ortaya
koydugu ilmin anlasılamaması, Mehdi’nin ve Hz. Isa’ nın (as) açıga çıktıklarında ilkin
din adamlarının karsı çıkmasının nedeni de Hz. Muhammed (sav)’ in Ilminin
reddedilmesidir. Daha önceden Onu degerlendirmeyenin, yani o ilim ve enerji
alanına beyinlerini yönlendirmeyenlerin, açmayanların Mehdi’nin ve Hz. Isa’nın (as)
kabulünden sonra onları ne kadar degerlendirecegi ise, meçhuldür.
Yine bazı medyumların, hassas beyinli bazı kisilerin duyu dısı algılama (DDA)
yöntemiyle aramaya kalktıkları taktirde Imamı Mehdi’yi bulamayacak olmalarının
sebebi de bir yönüyle budur. Kaldı ki Veliler arasında bile bu ilim ve enerji seviyeleri
bulunmakta ve üst düzey veliler dısındaki evliya dahi onu tanıyamamakta sadece
kendi bulundugu boyuttaki etkilerinden, yansımalarından yeryüzündeki islevlerinden
65
dolayı varlıgından haberdar olabilmektedir.
Her an O’ndan dünya üzerine yayınlanan
dalgalar ise,
ilgili kisilerce idrak kapasiteleri oranınca alınıp
degerlendirilerek
dünyayı su ana kadar görülmemis bir
yenilemeye, yeni yeni algılamalara, bakıs
açılarına sokmaktadır.
Bkz. Kendini Tanı /Insan Ve Din / Akıl Ve Iman / Okyanus Ötesinden III – Ahmed Hulusi
Küttübi Sitte
(8) Hurma agacının asılanması olayı da, onun bilememesi dolayısıyla degil, tamamen vahyin
konumunu daha fazla belirgin kılma, daha ön plana çıkartma basta olmak üzere bizler için
birçok ders bulunmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder