13 Ocak 2011 Perşembe

PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN VEDA HUTBESİ


Ve­da Hut­be­si Hz. Pey­gam­ber (sav)'in yüz bi­ni aş­kın ha­cı­ya hi­ta­ben irad et­ti­ği hut­be­dir.
Bu hut­be­yi din­le­yen­le­rin sa­yı­sı­nın çok ol­ma­sı, ge­len bu ha­ber­le­rin doğ­ru­luk de­re­ce­si­ni be­lirt­me­si açı­sın­dan önem­li­dir. Bu gi­bi ha­ber­le­re mü­te­va­tir ha­ber de­nir. Yan­lış ol­ma­sı ak­len müm­kün de­ğil­dir. Bu hut­be­de va­ze­di­len her ko­nu kut­lu Pey­gam­be­ri­miz Hz. Mu­ham­med (sav) ta­ra­fın­dan söy­len­miş­tir, bun­da hiç­bir şüp­he yok­tur. İçe­rik ba­kı­mın­dan da, dün­ya ve ahi­ret ha­ya­tı­na da­ir ya­pıl­ma­sı ge­re­ken­le­ri bil­dir­di­ğin­den di­nin bir öze­ti­ni oluş­tur­mak­ta­dır.
 Hz. Pey­gam­ber (sav) bu son hut­be­sin­de, bun­dan son­ra bir da­ha hac­ce­de­me­ye­ce­ği­ni bil­di­rip ve­fa­tı­nın yak­laş­tı­ğı­nı ima et­ti­ği, son­ra­ki ge­len gün­ler de O'nun (sav) bu söz­le­ri­ni doğ­ru­la­dı­ğı için bu hac­ca "Ve­da Hac­cı", bu hac es­na­sın­da irad et­ti­ği hut­be­ye de "Ve­da Hut­be­si" adı ve­ril­miş­tir.
Ve­da Hut­be­si her ne ka­dar tek bir hut­be imiş gi­bi ka­bul edil­mek­tey­se de, ger­çek­te bu hut­be, Ara­fat'ta, Mi­na'da ve bir gün son­ra yi­ne Mi­na'da ol­mak üze­re are­fe gü­nü ile bay­ra­mın 1. ve 2. gün­le­rin­de par­ça par­ça irad edil­miş­tir. De­ği­şik yer ve za­man­lar­da irad bu­yu­rul­du­ğu için de hut­be, bir­çok ki­şi ta­ra­fın­dan bir­bi­rin­den fark­lı şe­kil­ler­de ri­va­yet edil­miş; bir ki­şi­nin ya da g­ru­bun duy­du­ğu­nu baş­ka­la­rı işit­me­di­ğin­den, hut­be­nin ta­ma­mı­nın bir ara­ya top­lan­ma­sın­da bu fark­lı ri­va­yet­ler­den ya­rar­la­nıl­mış ve da­ha son­ra­ki yıl­lar­da bu üç yer ve za­man­da bu­yu­ru­lan hut­be tek bir hut­be ola­rak bir ara­ya ge­ti­ril­miş­tir.
Hz. Pey­gam­ber (sav)'in bu son hac­cın­dan bir yıl ön­ce na­zil olan Tev­be su­re­sin­de, "Ey iman eden­ler, müş­rik­ler an­cak bir pis­lik­tir­ler; öy­ley­se bu yıl­la­rın­dan son­ra ar­tık Mes­cid-i Ha­ram'a yak­laş­ma­sın­lar. Eğer ih­ti­yaç için­de kal­mak­tan kor­kar­sa­nız, Al­lah di­ler­se si­zi Ken­di faz­lın­dan zen­gin kı­lar. şüp­he­siz Al­lah bi­len­dir, hü­küm ve hik­met sa­hi­bi­dir." (Tev­be Su­re­si, 28) buy­rul­muş­tur. Bu hü­küm­le, müş­rik­le­rin pis ol­du­ğu ve bu yıl­dan son­ra Mes­cid-i Ha­ram'a yak­laş­ma­ma­la­rı em­re­dil­di­ği için, Ve­da Hac­cı'nda Mek­ke'de sa­de­ce Müs­lü­man­lar var­dı. Hut­be­yi de yal­nız­ca Müs­lü­man­lar din­le­miş­ti. (Böy­le­lik­le müş­rik­le­rin bu hut­be­ye ya­lan kat­ma­la­rı da ön­len­miş ol­du). Za­ten Mek­ke'nin fet­hin­den son­ra müş­rik­le­rin sa­yı­sı par­mak­la sa­yı­la­cak ka­dar azal­mış­tı.
Hz. Pey­gam­ber (sav), Mek­ke'den ken­di­siy­le bir­lik­te yo­la çı­kan 100 bin ci­va­rın­da­ki As­ha­bıy­la Mek­ke'ye hac­cet­mek için gel­dik­le­rin­de bir yıl ön­ce­ki ikaz se­be­biy­le Mek­ke'de müş­rik kal­ma­mış­tı, ço­ğun­luk Müs­lü­man olur­ken Mek­ke'yi ter­k e­den­ler de var­dı. Hz. Pey­gam­ber (sav), hac­cın bü­tün er­ka­nı­nı biz­zat ken­di­si ye­ri­ne ge­ti­re­rek Müs­lü­man­la­ra öğ­ret­miş, İs­lam'ın Hac ko­nu­sun­da­ki fi­il­le­ri de böy­le­ce ta­mam­lan­mış­tı. İs­lam'ın ta­mam­lan­dı­ğı­nı bil­di­ren ayet­ler de bu Ve­da Hac­cı'nda na­zil ol­du.
Ca­hi­li­ye dö­ne­min­de, dı­şa­rı­dan ge­len ha­cı­lar Ara­fat'ta vak­fe­ ye du­rur­ken, Ku­reyş eş­ra­fı di­ğer in­san­lar­dan üs­tün ol­duk­la­rı­nı ima eder­ce­si­ne Ara­fat ye­ri­ne Müz­de­li­fe'de vak­fe­ye du­rur­lar­dı. Hz. Pey­gam­ber (sav), ca­hi­li­ye dö­ne­mi­nin bu sı­nıf üs­tün­lü­ğü­ne da­ya­lı ade­ti­ni or­ta­dan kal­dır­dı ve bü­tün ha­cı­lar gi­bi Ara­fat'ta vak­fe­ye dur­du. Hz. Pey­gam­ber (sav)'e ora­da bu di­nin ta­mam­lan­dı­ğı şu ayet-i ke­ri­mey­le müj­de­len­di :
... Bu­gün in­ka­ra sa­pan­lar, si­zin di­ni­niz­den (di­ni­ni­zi yık­mak­tan) umut kes­miş­ler­dir. Bu­gün si­ze di­ni­ni­zi ke­ma­le er­dir­dim, üze­ri­niz­de­ki ni­me­ti­mi ta­mam­la­dım ve si­ze din ola­rak İs­lam'ı se­çip-be­ğen­dim… (Ma­ide Su­re­si, 3)

Di­nin ke­ma­le er­di­ril­me­si­ne bü­tün Müs­lü­man­lar se­vi­nir­ken yal­nız­ca Hz. Ebu Be­kir, bu­nun Hz. Pey­gam­ber (sav)'in ve­fa­tı­nın yak­laş­tı­ğı­na de­la­let et­ti­ği­ni an­la­mış ve göz­le­rin­den yaş­lar ak­mış­tı. Ger­çek­ten de bun­dan son­ra Hz. Pey­gam­ber (sav), 82 gün ya­şa­mış ve ve­fat et­miş­tir.

Resulullah (sav)'ın Hutbesi
De­ve­si Kus­va'nın üze­rin­de ol­du­ğu hal­de Hz. Pey­gam­ber (sav), Ara­fat'ta şu hut­be­yi irad et­ti:
"Ey in­san­lar!
 Sö­zü­mü iyi din­le­yi­niz. Bil­mi­yo­rum, bel­ki bu se­ne­den son­ra si­zin­le bu­ra­da ebe­di ola­rak bir da­ha bu­lu­şa­ma­ya­ca­ğım. Ey in­san­lar; bu gün­le­ri­niz na­sıl mu­kad­des bir gün ise, bu ay­la­rı­nız na­sıl mu­kad­des bir ay ise, bu şeh­ri­niz na­sıl mu­kad­des bir şe­hir ise; can­la­rı­nız, mal­la­rı­nız, ırz­la­rı­nız da öy­le mu­kad­des­tir, her tür­lü sal­dı­rı­dan emin­dir.
As­ha­bım! 
Ya­rın Rab­bi­ni­ze ka­vu­şa­cak­sı­nız ve bu­gün­kü her hal ve ha­re­ke­ti­niz­den so­ru­la­cak­sı­nız. Sa­kın ben­den son­ra es­ki da­la­let­le­re dö­nüp bir­bi­ri­ni­zin boy­nu­nu vur­ma­yı­nız. Bu va­si­ye­ti­mi bu­ra­da bu­lu­nan­lar bu­lun­ma­yan­la­ra bil­dir­sin. Ola­bi­lir ki bil­di­ri­len kim­se, bu­ra­da bu­lu­nup da işi­ten­ler­den da­ha iyi an­la­ya­rak mu­ha­fa­za et­miş olur.
Ey As­ha­bım! 
Ki­min ya­nın­da bir ema­net var­sa onu sa­hi­bi­ne ver­sin. Fa­izin her çe­şi­di kal­dı­rıl­mış­tır, aya­ğı­mın al­tın­da­dır. La­kin bor­cu­nu­zun as­lı­nı ver­mek ge­re­kir. Ne zul­me­di­niz ve ne de zul­me uğ­ra­yı­nız. Al­lah'ın em­riy­le fa­iz­ci­lik ar­tık ya­sak­tır. Ca­hi­li­ye­den kal­ma bu çir­kin ade­tin her tür­lü­sü aya­ğı­mın al­tın­da­dır. İlk kal­dır­dı­ğım fa­iz de Ab­dul­mut­ta­lip oğ­lu (am­cam) Ab­bas'ın fa­izi­dir. 
As­ha­bım!
Ca­hi­li­ye dö­ne­min­de gü­dü­len kan da­va­la­rı da ta­ma­men or­ta­dan kal­dı­rıl­mış­tır. İlk kal­dır­dı­ğım kan da­va­sı da Ab­dul­mut­ta­lib'in to­ru­nu (ye­ğe­nim) Re­bia'nın kan da­va­sı­dır.
Ey in­san­lar!
Bu­gün şey­tan şu top­rak­la­rı­nız­da ye­ni­den nü­fuz ve sal­ta­nat el­de et­me gü­cü­nü kay­bet­miş­tir. Fa­kat bu kal­dır­dı­ğım şey­ler ha­ri­cin­de kü­çük gör­dü­ğü­nüz iş­ler­de de ona uyar­sa­nız bu da onu mem­nun ede­cek­tir. Di­ni­ni­zi ko­ru­mak için bun­lar­dan sa­kı­nı­nız.
Ey in­san­lar! 
Ka­dın­la­rın hak­la­rı­na ri­ayet et­me­ni­zi ve bu hu­sus­ta Al­lah'tan kork­ma­nı­zı tav­si­ye ede­rim. Siz ka­dın­la­rı Al­lah'ın ema­ne­ti ola­rak al­dı­nız. Ve on­la­rın na­mus­la­rı­nı ve is­met­le­ri­ni Al­lah adı­na söz ve­re­rek he­lal edin­di­niz. Si­zin ka­dın­lar üze­rin­de­ki hak­kı­nız; ai­le şe­re­fi­ni­zi ko­ru­ma­la­rı ve ev­le­ri­ni­zi si­zin hoş­lan­ma­dı­ğı­nız hiç kim­se­ye aç­ma­ma­la­rı, çiğ­net­me­me­le­ri­dir...
Ka­dın­la­rın da si­zin üze­ri­niz­de­ki hak­la­rı; ör­fe (ade­te) gö­re her tür­lü gi­yim ve yi­ye­cek­le­ri­ni te­min et­me­niz­dir.
Ey mü­min­ler!
Si­ze bir ema­net bı­ra­kı­yo­rum ki siz ona sım­sı­kı sa­rıl­dık­ça yo­lu­nu­zu hiç­bir za­man şa­şır­maz­sı­nız. O ema­net Al­lah'ın ki­ta­bı Kur'an­dır.
Ey mü­min­ler!
Sö­zü­mü iyi din­le­yi­niz ve mu­ha­fa­za edi­niz. Müs­lü­man Müs­lü­ma­nın kar­de­şi­dir ve bü­tün Müs­lü­man­lar kar­deş­tir. Din kar­de­şi­ni­ze ait olan her­han­gi bir hak­ka te­ca­vüz, baş­ka­sı­na he­lal de­ğil­dir. An­cak gö­nül hoş­lu­ğuy­la ve­ri­len baş­ka. As­ha­bım! Nef­si­ni­ze de zul­met­me­yi­niz. Nef­si­ni­zin de üze­ri­niz­de hak­kı var­dır.
Ey in­san­lar!
Ce­nab-ı Hak her hak sa­hi­bi­ne hak­kı­nı ver­miş­tir. Va­ris için va­si­ye­te ge­rek yok­tur. Ço­cuk ki­min dö­şe­ğin­de doğ­muş­sa ona ait­tir. Zi­na­kar için mah­ru­mi­yet ce­za­sı var­dır. Ba­ba­sın­dan baş­ka­sı­na ne­sep id­dia eden soy­suz ya­hut efen­di­sin­den baş­ka­sı­na uy­ma­ya kal­kan nan­kör, Al­lah'ın ga­za­bı­na, me­lek­le­rin la­ne­ti­ne ve bü­tün Müs­lü­man­la­rın düş­man­lı­ğı­na uğ­ra­sın. Ce­nab-ı Hak bu in­san­la­rın ne tev­be­le­ri­ni ne de şe­ha­det­le­ri­ni ka­bul eder."
Re­su­lul­lah (sav) söz­le­ri­nin bu­ra­sın­da din­le­yen­le­re sor­du: 
 "Ey in­san­lar! 
Ya­rın be­ni siz­den so­ra­cak­lar. Ne der­si­niz?"
As­hab-ı Ki­ram ce­vap ver­di:
"Al­lah'ın ri­sa­le­ti­ni teb­liğ et­tin; gö­re­vi­ni ye­ri­ne ge­tir­din, bi­ze va­si­yet ve na­si­hat­te bu­lun­dun di­ye şe­ha­det ede­riz."
Re­su­lul­lah (sav) şe­ha­det par­ma­ğı­nı gö­ğe kal­dı­ra­rak üç kez:
"Ya Rab şa­hid ol! Ya Rab şa­hid ol! Ya Rab şa­hid ol!"  bu­yu­ra­rak Ara­fat'ta­ki hut­be­si­ni bi­tir­di.
Re­su­lul­lah (sav), gü­neş ba­tın­ca­ya ka­dar vak­fe­de dur­du. Tam bu­ra­dan in­me­ye ka­rar ve­re­ce­ği bir an­da yu­ka­rı­da zik­re­di­len Ma­ide Su­re­si'nin 3. aye­ti na­zil ol­du. Da­ha son­ra de­ve­si­ne bi­nen Re­su­lul­lah (sav) ya­vaş adım­lar­la Ara­fat'tan ine­rek Müz­de­li­fe'ye gel­di. Bu­ra­da bir ezan ve iki ka­met ile ak­şam ve yat­sı na­maz­la­rı­nı bir­leş­ti­re­rek kıl­dı. Ar­dın­dan is­ti­ra­ha­te çe­kil­di. Sa­bah olun­ca ce­ma­at­le bir­lik­te sa­bah na­ma­zı­nı kıl­dı ve or­ta­lık iyi­ce ağar­dık­tan son­ra Müz­de­li­fe'den Cem­re­tü'l Aka­be mev­ki­ine gel­di. Şey­tan taş­la­ma­dan son­ra Mi­na'ya ge­çen Re­su­lul­lah (sav) bu­ra­da da Ve­da Hut­be­si'nin di­ğer bö­lü­mü­nü irad et­ti. Al­lah (cc)'a ham­dü se­na­dan son­ra de­vam­la:
"Ey in­san­lar!
Si­zi Al­lah'ın ki­ta­bı­na bağ­la­yan Pey­gam­be­ri­ni­zin söz­le­ri­ni iyi din­le­yi­niz, ona ita­at edi­niz. Hac iba­de­ti­ni­zin bü­tün ha­re­ket­le­ri­ni ben­den gör­dü­ğü­nüz gi­bi ifa edi­niz. Öy­le sa­nı­yo­rum ki, ben bu se­ne­den son­ra bir da­ha hac­ce­de­mem."
Re­su­lul­lah (sav), bun­dan son­ra hut­be­si­ni so­ru­lu-ce­vap­lı ola­rak sür­dür­dü: 
"Ey in­san­lar!
Ay­la­rın ye­ri­ni de­ğiş­ti­re­rek ge­ri bı­rak­mak in­kar­da aşı­rı git­mek­tir. Ka­fir­ler böy­le yap­mak­la doğ­ru yol­dan sap­tı­lar. Al­lah'ın ha­ram kıl­dı­ğı ay­la­rın sa­yı­sı­nı uy­gun yap­mak için, bir yıl ha­ram ayı­nı he­lal, di­ğer yıl onu ha­ram sa­yı­yor­lar­dı. Böy­le­ce Al­lah'ın ha­ram kıl­dı­ğı­nı he­lal ka­bul edi­yor­lar­dı. Şim­di za­man Al­lah'ın gök­le­ri ve ye­ri ya­rat­tı­ğı gi­bi ay­nı du­ru­ma dön­dü. Al­lah'ın Ka­tın­da ay­lar on iki­dir. Bun­la­rın dör­dü mu­kad­des (ha­ram) ay­lar­dır ki üçü ar­ka ar­ka­ya ge­len Zil­ka­de, Zil­hic­ce ve Mu­har­rem, dör­dün­cü­sü de Ce­ma­zi­ye­la­hir ile şa­ban'ın ara­sın­da­ki Re­cep'tir. Ey mü'min­ler! Bu ay han­gi ay­dır?
-Al­lah ve Re­su­lü da­ha iyi bi­lir.
-Zil­hic­ce ayı de­ğil mi­dir?
-Evet, Zil­hic­ce'dir.
-Bu için­de bu­lun­du­ğu­muz bel­de han­gi bel­de­dir?
-Al­lah ve Re­su­lü da­ha iyi bi­lir.
-Mek­ke şeh­ri de­ğil ­mi­dir?
-Evet Mek­ke'dir.
-Bu­gün han­gi gün­dür?
-Al­lah ve Re­su­lü da­ha iyi bi­lir.
-Yev­mü­nahr'dır. (Kur­ban kes­me gü­nü) de­ğil­ mi­dir?
-Evet Yev­mü­nahr'dır."
Bun­dan son­ra Re­su­lul­lah (sav) sa­ha­be­le­re dö­ne­rek şöy­le de­di:
"şu hal­de iyi bi­li­niz ki; bu şeh­ri­niz­de, bu bel­de­niz­de, bu gü­nü­nü­zün mu­kad­des (ha­ram) ol­du­ğu gi­bi bir­bi­ri­ni­ze kan­la­rı­nı­zı dök­mek, mal­la­rı­nı­zı hak­sız ye­re al­mak, na­mus­la­rı­nı­zı kir­let­mek de ha­ram­dır, her tür­lü sal­dı­rı­dan ma­sum­dur. Mu­hak­kak ki siz Rab­bi­ni­ze ka­vu­şa­cak­sı­nız, o za­man bü­tün bu iş­ler­den so­ru­la­cak­sı­nız. 
Ey in­san­lar! 
Ak­lı­nı­zı ba­şı­nı­za alın ­da ben­den son­ra bir­bi­ri­ni­zin boy­nu­nu vu­ra­cak şe­kil­de da­la­le­te, vah­şe­te dü­şe­rek ca­hi­li­ye dev­ri­ne dön­me­yin. 
Ey in­san­lar! 
Bu na­si­hat­le­ri­me ku­lak ve­rip bun­la­rı bu­ra­da ha­zır bu­lu­nan­la­rı­nız bu­lun­ma­yan­la­ra teb­liğ et­sin. Ola­bi­lir ki, ken­di­si­ne teb­liğ edi­len kim­se bu­ra­da bu­lu­nup işi­ten bir kı­sım kim­se­den da­ha iyi an­la­yıp bel­le­miş olur.
Ar­dın­dan Re­su­lul­lah (sav) iki kez:
-"Teb­liğ et­tim mi?" bu­yur­du.
-Sa­ha­bi­ler:
-"Evet et­tin", de­yin­ce Re­su­lul­lah (sav);
-"Şa­hit ol Ya Rab!" de­di ve tek­rar ha­tır­lat­tı:
Bu­ra­da bu­lu­nan­lar bu­lun­ma­yan­la­ra teb­liğ et­sin."
Re­su­lul­lah (sav), Mi­na'da­ki bu hut­be­sin­den son­ra kur­ban ke­sim ye­ri­ne ge­le­rek ön­ce­den ha­zır­la­nan de­ve­le­ri kur­ban et­ti. Bir kıs­mı­nı da Hz. Ali (k.v) kes­tik­ten son­ra her de­ve­den bi­rer par­ça et alı­na­rak pi­şi­ri­lip ye­nil­di. Da­ha son­ra tı­raş olan Re­su­lul­lah (sav), ih­ram­dan çık­tı ve Ka­be'yi ta­vaf et­ti. Öğ­le na­ma­zı­nı da ora­da kıl­dık­tan son­ra Zem­zem su­yu­nun ya­nı­na git­ti ve ken­di­si­ne su­nu­lan bir bar­dak su­yu iç­tik­ten son­ra tek­rar Mi­na'ya dön­dü.
Re­su­lul­lah (sav) Mi­na'da ge­çir­di­ği teş­rik gün­le­rin­de şey­tan taş­la­ma gö­re­vi­ni ye­ri­ne ge­tir­miş, bu ara­da çev­re­sin­de bu­lu­nan in­san­la­ra hut­be­ler irad bu­yur­muş­tu.
"Al­lah'ın yar­dı­mı ve fe­tih gel­di­ği za­man, ve in­san­la­rın Al­lah'ın di­ni­ne dal­ga dal­ga gir­dik­le­ri­ni gör­dü­ğün­de, he­men Rab­bi­ni hamd ile tes­bih et ve O'ndan mağ­fi­ret di­le. Çün­kü O, tev­be­le­ri çok ka­bul eden­dir." (Nasr Su­re­si, 1-3) me­alin­de­ki Nasr Su­re­si'nin na­zil ol­du­ğu­nu du­yan Müs­lü­man­la­ra, hem ye­ni na­zil olan bu su­re­yi oku­muş hem de ken­di­le­ri­ne na­si­hat et­ti­ği hut­be­le­rin­den bi­ri­ni irad bu­yur­muş­tur.
Bu hut­be­sin­de de yi­ne Müs­lü­man­la­rın mal, can, na­mus em­ni­ye­tin­den bah­se­den Re­su­lul­lah (sav) in­san hak­la­rı­nın te­me­li­ni oluş­tu­ran bu üç hak­kı tek­rar tek­rar üm­me­ti­ne ha­tır­lat­mış­tı. De­ği­şik yer ve za­man­lar­da irad edi­len bu hut­be­ler, tek bir şe­kil­de bü­tün­leş­ti­ril­miş­tir.

Veda hutbesinin önemi
Ve­da Hut­be­si bir­çok yön­den ehem­mi­yet ta­şır:
Her­şey­den ön­ce Hz. Pey­gam­ber (sav)'in ha­ya­tı­nın son­la­rın­da irad edil­miş­tir. Ma­lum ol­du­ğu üze­re Ve­da Hac­cı Hic­ret'in 10. yı­lın­da ce­re­yan et­miş­tir. Hz. Pey­gam­ber (sav) öm­rü­nün son ay­la­rı­nı ya­şa­mak­ta­dır ve bir­kaç ay son­ra ve­fat ede­cek­tir. "... Bu­gün si­ze di­ni­ni­zi ke­ma­le er­dir­dim, üze­ri­niz­de­ki ni­me­ti­mi ta­mam­la­dım ve si­ze din ola­rak İs­lam'ı se­çip-be­ğen­dim..." (Ma­ide Su­re­si, 3) me­alin­de­ki ayet de bu hac sı­ra­sın­da na­zil ol­muş­tur.
Hut­be muh­te­va ola­rak çok ehem­mi­yet­li­dir. Çün­kü cid­di me­se­le­le­re te­mas et­mek­te, o gü­ne ka­dar ele alın­ma­mış olan bir­çok ca­hi­li tat­bi­ka­ta son ve­r­mek­te­dir. Kan da­va­sı­nın, fa­izin ke­sin­lik­le kal­dı­rıl­ma­sı, ka­rı-ko­ca ara­sın­da­ki hu­ku­kun açı­ğa ka­vuş­tu­rul­ma­sı, hac ka­ide­le­ri­nin tes­bi­ti gi­bi ko­nu­la­rın hep­si­ne bu hut­be­de yer ve­ri­lir.
Gü­nü­müz mü­el­lif­le­rin­den ba­zı­la­rı Ve­da Hut­be­si'ni İs­lam'ın "in­san hak­la­rı" ve­ya "ka­dın hak­la­rı" be­yan­na­me­si ola­rak de­ğer­len­di­rir. Ger­çek­ten de in­san­la­rın "mal, can, ırz" do­ku­nul­maz­lı­ğı­nın te­yi­di (ka­yıt al­tı­na al­mak, ga­ran­ti et­mek) ta­rih­te ilk de­fa mey­da­na ge­len bir ha­di­se­dir. 20. asır­da Bir­leş­miş Mil­let­ler­ce be­nim­se­nen in­san hak­la­rı be­yan­na­me­si çok da­ha faz­la de­ta­ya yer ver­mek­te­dir. An­cak, bu be­yan­na­me­de­ki­ler hep ka­ğıt üze­rin­de kal­mış­tır. Bu­ra­da Ve­da Hut­be­si'nde ise alem­le­re rah­met ola­rak gön­de­ri­len Hz. Pey­gam­ber (sav)'in teb­li­ği ola­rak vic­dan­la­ra, ruh­la­ra, akıl ve fi­kir­le­re nak­şol­ma söz ko­nu­su­dur.
İn­san­lık, Müs­lü­man­la­rın en güç­lü ve gös­te­riş­li ol­du­ğu de­vir­ler­de bi­le, di­li, di­ni, ren­gi ne olur­sa ol­sun İs­lam top­rak­la­rın­da ka­nın­dan, ma­lın­dan, ır­zın­dan emin ol­muş ve hür­ri­yet için­de ya­şa­mış­tır.
İn­san hak­la­rı an­la­yı­şı ta­rih bo­yun­ca ya­vaş ya­vaş ge­liş­miş ol­mak­la bir­lik­te en mü­te­ka­mil şek­liy­le İs­lam'la ger­çek­leş­miş­tir. Hz. Pey­gam­ber (sav)'in Ve­da Hut­be­si ilk in­san hak­la­rı be­yan­na­me­si ola­rak önem­li­dir. İs­la­mi dev­let­ler ta­ra­fın­dan git­tik­çe ol­gun­laş­tı­rı­lıp ge­liş­ti­ri­len in­san hak­la­rı­nın Ba­tı­da­ki ge­li­şi­mi an­cak 18. ve 19. yüz­yıl­lar­da (13 asır son­ra) ol­muş­tur.

Hut­be­nin Top­lum Ha­ya­tı­na Ge­tir­di­ği Pren­sip­ler
Ve­da Hut­be­si'nde Re­su­lul­lah (sav)'ın baş­lı­ca şu nok­ta­la­ra te­mas et­ti­ği gö­rü­lür:
-Her iş­te da­ima Al­lah (cc)'a hamd-ü se­na et­mek ge­re­kir.
-Ne­fis, in­sa­nı her za­man şer­re yö­nelt­mek is­ter. Bu se­bep­ler ne­fis­le­rin şer­rin­den Al­lah (cc)'a sı­ğın­mak ge­re­kir.
-Can, mal ve ırz kut­sal­dır. Ya­şa­ma hak­kı ta­bii bir hak­tır. Irz, şe­ref, hay­si­yet, hür­ri­yet ve mül­ki­yet sal­dı­rı­dan ko­run­muş hak­lar­dır.
-Ca­hi­li­ye ge­le­nek­le­ri kal­dı­rıl­mış­tır. İn­san­lar alı­şa­gel­dik­le­ri şey­le­ri kö­rü kö­rü­ne yap­mak­tan vaz­geç­me­li­dir.
-Fa­iz ha­ram­dır.
-Kan da­va­sı güt­mek ha­ram­dır.
-Ema­net­ler yer­le­ri­ne ve­ril­me­li­dir. Ema­ne­te hı­ya­net edil­me­me­li­dir.
-Kü­çük bü­yük, önem­li-önem­siz her iş­te şey­ta­na uy­mak­tan sa­kı­nıl­ma­lı­dır.
-Ka­dın­la­rın ve er­kek­le­rin kar­şı­lık­lı hak, va­zi­fe ve so­rum­lu­luk­la­rı var­dır.
-Hem ka­dın hem de er­kek­ler zi­na­dan şid­det­le ka­ça­cak­lar­dır.
-Kö­le ve hiz­met­çi­le­re iyi dav­ra­nı­la­cak­tır.
-Bü­tün Müs­lü­man­lar kar­deş­tir. Her tür­lü sı­nıf fark­la­rı ve ay­rı­ca­lık­lar kal­dı­rıl­mış­tır. Üs­tün­lük fa­zi­let ile­dir.
-Zu­lüm­den sa­kın­mak ge­re­kir, hal­kın ma­lı hak­sız ye­re ye­ne­mez, bi­ri­ne ait bir şey sa­hi­bi­nin iz­ni ol­ma­dık­ça baş­ka­sı için he­lal ol­maz.
-Müs­lü­man­lar bir­bir­le­riy­le sa­vaş­mak­tan sakınmalıdırlar.
-Al­lah (cc)'ın Ki­ta­bı­na ve Re­su­lul­lah (sav)'ın sünneti­ne uyan­lar as­la sa­pık­lı­ğa düş­mez­ler.
-İs­lam sa­de­li­ğin­den ay­rıl­ma­mak, aşı­rı­lık­la­ra sap­ma­mak ge­re­kir.
-Hak Te­ala'ya iba­det olu­na­cak; beş va­kit na­maz kı­lı­na­cak, oruç ayın­da oruç tu­tu­la­cak, Re­su­lul­lah (sav)'ın tav­si­ye­le­ri­ne uyu­la­cak­tır. Bun­la­rı hak­kıy­la ye­ri­ne ge­ti­ren­le­rin mü­ka­faa­tı Al­lah (cc)'ın iz­niy­le cen­net­tir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder