9 Ocak 2011 Pazar

Ölüme Hazırlanmak





Akıllı kimdir     
Sual: Akıllı kimdir, Cennete girmek isteyen ne yapmalıdır?
CEVAP
Her müslüman, cennet ve cehenneme inanır. Cehennemden kurtulmak, cennete girmek isteyen akıllı kimsenin ölüme hazır beklemesi gerekir. Çünkü Peygamber efendimiz,(Akıllı kimse, kendisini hesaba çekip ölüm için hazırlanan kimsedir) buyuruyor. Bir şey için hazırlanmak, onu sık sık hatırlamakla olur. Hatırlamak ise, hatırlatıcı şeylere bakmakla, onları yapmakla mümkündür. Genel olarak bütün insanlar ölümden gafildir. Bir âyet-i kerimede, (Hesap görme zamanı yaklaşmasına rağmen, insanlar gaflet içinde, bundan yüz çeviriyorlar) buyuruluyor. (Enbiya 1)
Dünyanın faydasız zevklerine aldanan, ölümden habersiz yaşar. Ölümden bahsedilince, nefret eder. Peygamber efendimiz, (Kim ölümden nefret ederse, Allah da ondan nefret eder) buyuruyor.  Allahü teâlâ da, (Kendisinden kaçtığınız ölüme mutlaka yakalanacaksınız) buyuruyor. (Cuma 8)
Günahlardan kaçıp ibadetlerini yapan, ölümü istemese, ölümden nefret etmiş sayılmaz. Çünkü, o kusurlarını telafi peşindedir. Birine sevgilisi hemen gel dese, o kimse de, yıkansa, traş olsa, yeni elbiseler giymekle, sevgilisine hediyeler almakla meşgul olsa, geciktiği için sevgilisine kavuşmaktan nefret etmiş sayılmaz. Yani ölümden hoşlanmamasında mazurdur. Çünkü ölüme hazırlanmaktadır.
Ebu Süleyman Darani hazretlerine salih bir zat dedi ki: (Ben ölümü sevmem. Çünkü birisine karşı bir kabahat işlesem, onun yüzüne bakmaya utanırım. Onu görmek istemem. Bu kadar günah içinde iken, günahlardan kurtulmadan, nasıl olur da Allahın huzuruna çıkmayı isterim?)
Arifler ise, ölümü devamlı hatırlar. Çünkü onlar ölüme her zaman hazırdır. Ayrıca onlar bilir ki, ölüm sevgili ile buluşma zamanıdır. Ölüm, dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. Bu köprüden geçmeyen sevgiliye kavuşamaz. Arifler bunun için ölümü severler. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.) [Deylemî]
(Demir paslandığı gibi, kalbler de günahla paslanır. Kalblerin cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur'an-ı kerim okumaktır.) [Beyhekî]
(Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.) [İbni Lal]
Ölümü çok anıp günahlardan kaçanın kabri, Cennet bahçesi olur. Ölümü unutup günahlara dalan kimse kabri de Cehennem çukuru olur." (Süfyan-ı Sevri)
Hz. Mevlana da, Hz. Azraile, (Tez gel, haydi canımı çabuk al, beni Rabbime hemen kavuştur) dedi. Öyle ya, seven sevgilisi ile buluşacağı günü hiç hatırından çıkarır mı, o günün bir an gelmesini arzu etmez mi? Hatta ölümün gecikmesine canı sıkılır. Bir an önce ona kavuşmaya can atar.
Hz. Huzeyfe, ölüm döşeğinde, (Dost âni bir baskınla geldi, pişmanlık faydasızdır. Ya rabbi, yaşamak hakkımda hayırlı ise yaşamamı nasip eyle, ölüm, hakkımda hayırlı ise, ölümü bana kolaylaştır) diye dua etti. İşte ölümü de, yaşamayı da değil, hangisi hakkında hayırlı ise onu tercih eden, yani işi Allaha havale eden, Allahın takdirine rıza gösteren, en üstün rütbeye kavuşmuş olur.
Dünyanın faydasız zevklerine sımsıkı sarılan kimse bile, ölümü anmakla dünyanın kirli işlerinden uzaklaşmaya başlar. Zamanla dünya, ona ağır gelir, zevklerinden hoşlanmaz. Böylece dünyanın faydasız işlerinden soğutan her şey, bir kurtuluş sebebidir. Bir zat, bir kimseden bahsederek onu çok övdü. Orada bulunan Peygamber efendimiz, (O kimse ölümü hatırlar mı?) buyurdu. O zat da, (Ölümü hatırladığını duymadık) dedi. (Ölümü anmayanın değeri olmaz)  buyurdu. Demek ki değerli olmak, ölümü hatırlamakla da anlaşılıyor. Ölümü hatırlamak, ölüme hazırlanmakla olur.

Hesaba çekilme riski

Hesaba çekilen herkes sıkıntı görür. Sorgusuz sualsiz cennete girmeye çalışmalı! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette hesaba çekilen, helak olmuştur.) [Buharî]
(Hesaba çekilen azap görmüş olur.) [Bezzar]
(Kıyamette herkes, şu dört suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz:
1- Ömrünü nasıl geçirdi?
2- İlmi ile nasıl amel etti?
3- Malını nereden, nasıl kazandı, nereye harcadı?
4- Bedenini nerede yordu?) [Tirmizî]
Ancak hesabı çok kolay geçenler de olacaktır. Mesela (Sen falanca mısın?) diye sorulacak, sonra bekletmeden Cennete konacaktır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Osman’ın şefaati ile hepsi Cehennemlik olan yetmiş bin kişi, sorgusuz suâlsiz Cennete girecektir.) [İbni Asakir]
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: Kulumla anlaşmamız vardır. Namazlarını vaktinde, eksiksiz kılarsa, ona azap etmem ve onu sorgusuz sualsiz Cennete koyarım.)[Hakim]
(Kıyamette insanlar hesaba çekilirken, üç defa "Allahtan alacağı olanlar, kalksın ve Cennete girsin" diye ses duyulur. Oradakiler, "Allahtan alacaklı olan da olur mu ki?" derler. "İnsanları affedenlerdir" denir. Bunlar, kalkıp hemen sorgusuz sualsiz Cennete girerler.) [Taberânî]


Çoğunluğa uymak doğru mu?            

Sual: Çoğunluğu uymak doğru mudur?
CEVAP
Bize gelen mektuplarda da zaten hep çoğunluk örnek gösteriliyor. Mesela bir erkek, dekolte kıyafetli eşine, (Bu ne?) dese, (Herkes benden daha açık geziyor, beni mi görüyorsun?) diye cevap alıyor. Bir anne, gençlerle dolaşan, eve geç gelen kızına (Bu ne?) diyor, (Anne şimdi hangi devirdeyiz, herkesin birkaç yavuklusu var. Gece eve bile gelmiyenler var. Sen öp de beni başına koy) diyor. Buna benzer olaylara çoğumuz şahit olmuşuzdur.
Her zaman namaza gittiğim camide, müezzin imama yakın durur. Farz ile sünnet arasında üç İhlas okumaz. Daha başka bid'atleri de yapmaz. Cemaatten birkaç cahil, (Bütün camilerde müezzin, en arkada yalnız durur. Birçok camide üç ihlas okunurken bu camide okunmaması yanlıştır) gibi dedikodu ediyorlar. (Dinimizde yapılması gerekenler kitaplarda yazılıdır. Eğer kitaplarda böyle bir şey varsa, hemen müezzine, imama söyliyelim) diyoruz. Fakat onlar, başka camileri örnek alıyorlar.
Diğer dini konularda da durum böyledir. Mesela (Farz borcu olanın nafile namazı kabul olmaz) fıkhi hükmü ve bu husustaki hadis-i şerifleri yayınladığımız zaman, (Hocalara, müftülere sorduk, böyle bir şey yokmuş) diyorlar. (Buyurun, Arabi aslını gösterelim) diyoruz. (Biz Arapçadan anlamayız, çoğunluk ne yapıyorsa, biz ona uyarız) demek gafletinde bulunuyorlar. Okuyucularımıza diyoruz ki, şuna buna, bize veya çoğunluğa gözü kapalı uymayın! Ancak kitaptan yerini gösterebilenlere uymak gerekir.
İyilik, doğruluk, güzellik, hak gibi hususlar, her zaman çoğunluğun bulunduğu yerde olmaz. Mesela Çinin, Japonyanın nüfusu çoktur. Dinleri budizmdir. İnsanların çoğu budist diye, budizmin doğru olduğu söylenemez. Dünyada müslüman olmıyanlar, müslümanlardan daha fazladır. Buradan müslümanlığın hak din olmadığı söylenemez. Kur'an-ı kerimde mealen buyruluyor ki:
(Yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allahın yolundan saptırırlar.)[Enam 116]
(Doğru olan din budur, fakat çoğu bunu bilmez) buyuruluyor. (Rum 30, Yusüf 40) [Bilselerdi herkes müslüman olurdu.]
Putlara tapan bir kimse ile Allaha inanan kimsenin eşit olmadığı bildirildikten sonra,(fakat çoğu bunu bilmez) buyuruluyor. (Zümer 29) [Bilselerdi, herkes Allaha inanırdı.]
Ölüler dirilerle konuşsa, fakat yine de inanmıyanların çıkacağı bildirildikten sonra (fakat çoğu bunu bilmez) buyuruluyor. (Enam 111)
Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allahın bildiği bildirildikten sonra, (fakat [Allahın bildiğini] çoğu bilmez) buyuruluyor. (Araf 187)
Allahın, diriltip öldüreceği, sonra Kıyamette toplıyacağı bildirildikten sonra, (fakat çoğu bunu bilmez) buyuruluyor. (Casiye 26)
Doğru olanın çoğuna uymak elbette gerekir. Mesela âlimlerin çoğuna uyan kurtulur. 
Genel olarak kıymetli olan şeyler azdır. Mesela şükretmek çok faziletlidir, fakat şükredenler azdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyruluyor ki:
(Şükreden azdır.) [Sebe 13]
[Şükür, islâmiyete uymak demektir. (Mektubat-ı Rabbanî)]
İman edip iyi işler yapanların da az olduğu bildiriliyor. (Sad 24)
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: 
(İyilik çoktur; fakat yapan azdır.) [Hatib]
(Susmak, hikmettir; fakat susan azdır.) [Deylemî]
(Zenginler helak olur. Ancak malını hayırlı yerlere harcayan kurtulur. Böyle zenginler ise azdır.) [İbni Mace]
(Allah, yeryüzünde akıldan daha az bir şey yaratmadı. Akıl, yeryüzünde kibrit-i ahmerden daha azdır.) [Hakim]
[Kibrit-i ahmer, altın veya onun gibi az bulunan bir maddedir.]
Hikmet ehli buyuruyor ki:
1- Halk, çok amelle meşgul olurken sen az da olsa iyi, güzel amelle meşgul ol!
2- Halk, nafile ibâdetlerle vakit geçirirken sen farzları tam yapmaya çalış!
3- Herkes, dışını süslerken sen, içini, kalbini süsle!
4- Herkes, başkasının aybını araştırırken, sen kendi ayıplarınla meşgul ol!
5- Herkes, dünyadaki faydasız şeyleri imar ederken, sen ahiretini imar et!
6- Herkes, insanlara yaranmaya çalışırken, sen Allahın rızasını kazanmaya çalış!
7- Herkes, fânîlerle dost olurken, sen baki olan Allah ile dost olmaya çalış!
8- Herkes, birine güvenirken, sen yalnız Allaha güven!
9- Herkes, nefsini beğenirken sen kötülemeye çalış!
10- Herkes, mal toplamakla meşgul iken sen cömert olmaya çalış!
Faydalı Nasihat
İmam-ı Rabbani hazretleri (kuddise sirruh) buyuruyor ki:
(Fırsat ganimettir. Ömrü faydasız işlerle geçirmemeli, Hak teâlânın rızasına uygun şeylere sarf etmelidir! Beş vakit namazı, tadil-i erkan ile ve cemaat ile eda etmelidir! Teheccüd namazlarını elden çıkarmamalı, seher vakitlerini istiğfarsız geçirmemeli, gaflet uykusuna dalmamalı, ölümü ve ahireti düşünmeli, haram olan dünya işlerinden yüz çevirip, ahiret işlerine yönetmelidir! Zaruri olan, dünya kazancı ile meşgul olup, diğer vakitleri, ahireti imar etmekle meşgul olmalıdır! Sözün kısası, masiva sevgisinden korunmalı ve dinin emrine uymakla meşgul olmalıdır! İş budur, bundan gayrisi hiçtir.)
Dîne hizmet çok sevâbdır. Bunu herkes gücü nisbetinde yapar. Sâlihlerin çıkardığı bir gazetedeki güzel bir sözü başkasına duyurmak bile sevâbdır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Duyduğu hak sözü, bir müslüman kardeşine söylemek ne güzel hediyedir.)[Taberânî]
(Allah indinde en iyi kul, insanlara en çok nasîhat edendir.) [İ. Ahmed]


Sual: Görünüşüm çok bozuk, aşağılık duygusuna kapılıyorum. Ne yapmalıyım?
CEVAP
Sıhhat, afiyet, zenginlik, asalet, güzellik gibi nimetlere sahip olmak ve bunları yaratılış gayesine uygun kullanmak çok iyidir. Fakat bunlar maksatları dışında kullanılırsa çok kötü olur. Bunlar bir bıçak gibidir. İyi iş de yapılır, kötü iş de yapılır. İnsana verilen nimet çok olunca şükrü o nisbette zorlaşır. Rabbimiz size iki göz vermiştir. Sağır ve dilsiz değilsiniz. Eliniz kolunuz sağlam. En mühimi deli değilsiniz, aklınız vardır. Hepsinden daha mühimi de imanlısınız. Daha bizim bilmediğimiz ne nimetlere sahipsinizdir. Kur'an-ı kerimde buyuruldu ki: (Allahın nimetlerini saymaya kalksanız, bitiremezsiniz.)[Nahl 18]
Bunca nimetlere acaba hakkıyla şükrediyor muyuz? Sizin durumunuzda olmıyan çok insan vardır. Acaba bu hallerine şükrediyorlar mı? Sizde ise, başkalarında bulunan sakatlık yoktur. Bunun için şükrediyor musunuz? İnsanlar şükür yönünden gafildir. O nimet gitmeyince kıymetini bilemez. Nimet içinde yüzen şükrü kolay hatırlayamaz. Kur'an-ı kerimde buyuruldu ki: (Kullarım içinde hakkıyla şükreden azdır.) [Sebe 13]
İnsanlar zayıf, aciz yaratıldığı için sabrı da şükrü de azdır. Binlerce nimete şükretmez, fakat bir belâ gelince feryat ve figan eder. Hasta olup gece uyuyamazsa, hep Allahı anarız. Fakat sağlam iken hiç Onu hatırlamaz. Müslüman Allahın dostudur. Dostluğun alameti, dostun belâlarına sabretmektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kimi çeşitli nimete kavuşunca, Allahı anmaktan yüz çevirir, [hastalık, fakirlik gibi]bir şer dokununca da [Allahın rahmetinden] ümidini keser.) [İsra 83]
(Sabredenlere, mükâfatlar hesapsız verilir.) [Zümer 10]
(Sabredenlerle beraberim.) [Bekara 153]
(Sabredenlerin mükâfatını, yaptıklarının daha güzeliyle vereceğiz.) [Nahl 96]
(Andolsun sizi biraz korku, biraz açlık, mal, can ve mahsulün eksilmesiyle imtihan edeceğiz. Ey Habibim, sabredenlere [lutfumu, ihsanımı] müjdele!) [Bekara 155]
Bu ayet-i kerimedeki (korku) Allah korkusu, gazada düşman korkusu; (açlık) ramazan orucu, kıtlık (malın eksilmesi) zekât ve malın zararı (canın eksilmesi) hastalık,(mahsulün eksilmesi) ise, çeşitli afetler yüzünden mahsulün azalması veya mahsul denilen evlatların ölmesi olarak açıklanmıştır. İmtihanı kazanmak için sabretmek gerekir. Sabreden büyük nimetlere kavuşacaktır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah sabredeni sever.) [Taberânî]
(Haline sabredeni çok severim.) [İ.Gazali]
(Sabır, Cennet hazinesidir.) [İ.Gazali]
(Sabır imanın yarısıdır.) [Beyhekî]
(Hoşlanılmıyan şeye sabretmekte büyük hayır vardır.) [Tirmizî]

İnsan arzusunun sonu yoktur

İnsan arzusunun sonu yoktur. Her istediğine kavuşmak ister. Her istenilene kavuşmak, muhakkak insana mutluluk getirmez. Onun için hakkımızda hayırlı olanı istemek gerekir.
Zenginlik çok iyi olmasına rağmen bazılarının felaketine sebep olmaktadır. Sırf parası için öldürülebilir.
En lüks bir arabaya sahip olan, çoluk-çocuğuyla bir uçurumdan aşağı yuvarlanabilir. Çok zeki olan bir kimse zekasının kurbanı olabilir. Vücudumuzdaki bütün organlar bize emanettir. Yaratılış gayesine uygun kullanmak gerekir. Mesela harama bakan kimse, gözünün şükrünü yerine getirmediği gibi, üstelik günah da işlemiş olur. Güzel sohbet edenin maksadı, dinleyicilerin teveccühünü kazanmak ise dilini hayra değil, şerre kullanmış, kendini dili ile felakete sürüklemiş olur. Her uzvu hayra kullanmak büyük saadet olur. Hz. Ebu Bekir, boş bir şey konuşmamak için mübarek ağzına taş koymuştur. Onun için (Ya hayır konuş, ya sus) buyurulmuştur. Hep şer konuşan için dili bir afettir.
Her erkek yakışıklı, her kız da güzel olmak ister. Herkes için güzellik faydalı olmayabilir. Mesela güzelliğine güvenip artist olmak için İstanbula gelen birçok kızın ne felaketlere maruz kaldığını gazetelerde okuyoruz. Güzellik muhakkak nimet değildir. Kimini mutlu ettiği gibi, kimini de felakete sürüklemektedir.


Sual: Geçim darlığı ve huzursuzluk gibi maddi ve manevî sıkıntılar, günahların çokluğundan mı ileri gelir?
CEVAP
Günahlardan tövbe etmeli ve her zaman iyilik etmeye çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Nerede ve ne hâlde olursan ol, Allahtan kork ve her kötülüğün akabinde bir iyilik et ki, onu yok etsin!) [Tirmizî]
Günahların yok etmek için tövbe etmek ve her zaman iyilik etmek gerekir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Şüphesiz iyilikler, kötülükleri yok eder) buyurulmaktadır. (Hud:114)
Her hastalık zıttı ile tedavi edilir. Günah sebebi ile kararan kalb, iyilik nuru ile temizlenir. Dünyalıktan gelen her sıkıntı, müslümanın kalbini dünyadan soğutur ve nefret ettirir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Öyle günahlar vardır ki, onları ancak geçim hususunda çekilen sıkıntılar yok eder.) [Hatib]
Gerek geçim sıkıntısı, gerekse başka sıkıntılar için güzelce sabretmelidir. Sabretmemek bir şeyi halletmediği gibi, kızıp sağı solu kırıp geçirmek daha büyük zararlara sebep olur. Bir müminin ayağına bir diken batsa veya bir çay bardağı kırılsa, günahlarına kefaret olur. Onun için bütün sıkıntılara, üzüntülere katlanmak büyük nimet olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kulun günahı çoğalır da, onu yok edecek güzel ameli bulunmazsa , ona sıkıntılar gelir ve günahlarına kefaret olur.) [İ. Ahmed]
Malımızın kaybolması, evladınıza  bir zarar gelmesi de günahlarınıza kefaret olur. 
Yusüf aleyhisselam, zindanda iken, kendisini ziyarete gelen Cebrail aleyhisselama, babasının halini sordu. Cebrail aleyhisselam, (Baban senin hasretinden, yüz çocuk kaybeden annenin üzüntüsü gibi acı çekmektedir) dedi. Babasının bu acıya katlanmasının mükâfatını sordu. (Baban yüz şehid sevabı almıştır) dedi.


Sual: Bir arkadaş (İnsanın ruhu da, bedeni gibi gıdaya muhtaçtır.) dedi. Ne demek dedim. Bir şeyler söyledi ama açıklaması beni tatmin etmedi. Siz açıklar mısınız?
CEVAP      
Yalnız maddiyata inanan kimselerin çok defa dertlerine çare bulamadıklarını, intihara kadar gittiklerini görüyor ve okuyoruz. Yalnız maddeye inanan kimseler, çok kereler dertlerine çare bulamayıp, ümitsizliğe kapılmaktadır. Bu, onların ruhlarının boş kalmasından ileri gelmektedir.
Evet, insanın ruhu da, bedeni gibi gıdaya muhtaçtır. Bu da, ancak iman etmekle kabildir ve Allahü teâlânın yolunu ancak din gösterir. Allahü teâlâyı inkâr edenler bile, muhakkak bir gün bu ihtiyacı duyarlar.
Ünlü Rus yazarı Solzhenitsyn, Amerikaya yerleştiği zaman, kendisinin büyük sıkıntılardan, ruhi bunalımlardan, makine olmaktan kurtulacağını zannetmişti. Bir gün bir üniversitede Amerika gençlerini başına toplayarak onlara şöyle hitap etmişti:
(Ben buraya gelince, çok bahtiyar olacağımı sanmıştım. Ne yazık ki, burada da büyük bir boşluk hissediyorum. Çünkü siz, artık maddenin esiri olmuşsunuz. Evet, burada hürriyet var, herkes istediğini yapıyor. Fakat, ancak maddeye önem veriyor. Ruhları bomboş. Hâlbuki, insanı hakiki insan yapan, onun tekamül etmiş [gelişmiş], temizlenmiş ruhudur.
Size tavsiyem şudur: Ruhunuzu geliştirmeye, güzelleştirmeye bakın! Ancak o zaman, ülkenizde bulunan ve sizi de üzen çirkinlikler yok olmaya başlar.
Dine önem verin! Din, insan ruhunun gıdasıdır. Dinine bağlı insanlar, her işte sizin en büyük yardımcınız olacaktır. Çünkü, onları Allah korkusu doğru yoldan ayırmaz. Sizin en büyük güvenlik teşkilatınız bile, herkesi gece gündüz kontrol edemez. İnsanları kötülükten alıkoyan polis gibi, onların duyduğu Allah korkusudur)
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, insan ruhunun gıdası, dindir. Mevcut dinlerin içinde de en doğrusu, en yenisi ve dünya şartlarına en uygunu islâm dinidir.
Ne yazık ki, biz Müslümanlar, pırlanta gibi temiz dinimizi dünyaya istediğimiz gibi anlatamıyoruz. Bunda, bizim de dinimize tam bağlı olmamızın ve onun emirlerine tam uymamamızın etkisi vardır. İslâm dini, her şeyden önce, beden ve ruh temizliğine emreder. Ruh temizliği, önce Allahü teâlâya ve Onun, son peygamberi olan Muhammed aleyhisselam vasıtası ile göndermiş olduğu emirlerin ve yasakların hepsine inanmakla ve elinden geldiği kadar bunlara uymağa çalışmakla hasıl olur. Ruhun böylece temizlenmiş olduğu, hiç yalan söylememekle, kimseyi aldatmamak, daima dürüst olmak, yanlış inançlara [dogmalara] inanmamak ve herkese yardım etmek ve Allahü teâlânın emirlerine tabi olmak ile belli olur. Bir müslümandan, ancak bu beklenir.
O hâlde, islâm dinini tebliğ etmek isteyen bir insan, kendisi bizzat örnek bir müslüman olmalıdır. Böyle doğru ve dürüst hareket edersek, bizi gören başka dine bağlı olan kimseler, bize hayran kalacak ve kendiliklerinden islâm dinini araştırmaya başlayacaklardır. (Niçin müslüman oldunuz?) suâline cevap veren ve yeni müslüman olan din kardeşlerimiz, hakiki müslümanları ve onların yaşama tarzını gördükten sonra, müslüman olmaya karar vermişlerdir. Bu müslümanlar bizden, islâm dinini yaymak, neşretmek için uğraşmamızı, bunun için de dinimizin emirlerine iki elle sarılarak herkese örnek bir müslüman olmamızı istemektedirler. Bütün eksiklerimize, propaganda gücümüzün noksanlığına, İslâmiyet aleyhinde yapılan yanlış, düşmanca neşriyata ve Hıristiyanlığın yayılması için yapılan korkunç gayretlere rağmen, İslâmiyet dünyada gittikçe yayılmaktadır.
Biz, hakiki bir müslümana yakışır bir tarzda hareket edersek, müslümanların adedi daha çok artacak, müslümanlar çoğaldıkça, dünyada yanlış inanışlar azalacak ve insanlık arzuladığı barışa, rahat ve huzura kavuşacaktır.

Sual: İnsanın başına, büyük küçük bir sıkıntı, bir bela gelince veya işi ters gidip beklediği neticeye kavuşamayınca, (Hakkımızda hayırlısı böyleymiş. Vaki olanda hayır vardır) deniyor. Bazı kimseler, (Bunun hayırlı olduğu nereden biliniyor da böyle söyleniyor? Bela için hayırlı oldu denir mi) diyerek bu söze itiraz ediyorlar. Doğrusu nedir, haline razı olmak lazım değil mi?
CEVAP
Müminin başına gelen her bela faydalı olduğu için öyle söyleniyor. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Müslüman için Allahü teâlânın her hükmü hayırdır. Allahın kazası, herkes için hayır değil, sadece Müslüman için hayırdır.)
(Her bela, affedilecek bir günah için gelir.)
(Mümine gelen her bela, günahlarına kefaret olur.)
(Müminin günahları affoluncaya kadar bela gelir.)
(Belayı nimet saymıyan, kâmil mümin değildir.)
Müslüman Allahın dostudur. Dostluğun alameti ise, dostun belalarına, sıkıntılarına sabretmektir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Sabredenlere, mükâfatlar hesapsız olarak verilir.) [Zümer 10]
(Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216]
Hz. Ömer buyurdu ki:
Bana bir bela gelirse, üç türlü sevinirim:
1- Belayı Allahü teâlâ göndermiştir. Sevgili gönderdiği için tatlı olur.
2- Allahü teâlâya, bundan daha büyük bela göndermediği için şükrederim.
3- Allahü teâlâ, insanlara boş yere, faydasız birşey göndermez. Bir belaya karşılık, ahirette çok nimetler ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri ise, sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim.
Haline razı olmak
Müslümanın itikadı şöyledir ki, her hayır ve şer Allahtandır. Her işi yaptıran Allahtır. Bu iş Allahtan geldiğine göre, bir müslüman olarak bu işe rıza göstermek gerekir. Çünkü Müminin başına gelen her iş, müminin hayrınadır. Onun için vaki olanda hayır vardırbuyurulmuştur. Vaki olan bir işle karşı karşıya olan, ne kadar zor olursa olsun buna rıza göstermesi gerekir.
Kavmi, Musa aleyhisselama, (Allahü teâlâdan öğren, neden razı ise, onu yapalım) dedi. Vahy geldi. Allahü teâlâ şöyle buyurdu.
 (Kaza ve kaderime rıza gösterirseniz, sizden razı olurum. Benim rızam, sizin rızanıza bağlıdır. Benden razı olursanız, sizden razı olurum)
Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyuruyor ki, ben kaza ve kaderime razı olandan razı olurum. Razı olmıyandan razı olmam ve ona gazab ederim)
Yine Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Kaza ve kaderime razı olmıyan, beğenmiyen ve gönderdiğim belâlara sabretmiyen, benden başka rab arasın! Yer yüzünde kulum olarak bulunmasın!)
Allahü teâlâ, benim yaptığım işe razı olmayan kendine başka rab arasın buyuruyor. Başka rab olmadığına göre, yapılacak iş, Allahın her işine razı olmaktır. Onun gönderdiği belalara sabretmek şarttır. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: "Bedenine, evladına veya malına bir musibet gelen, sabr-ı cemille karşılarsa, [yani güzel sabrederse] kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim.)
Güzel sabır, gelen belâya razı olup, herkese açıklamamak ve şikayette bulunmamak demektir. Güzel sabreden, dünya ve ahirette kurtuluşa kavuşur. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Derdini açıklıyan sabretmiş olmaz.)
Allahü teâlâ, (Benden razı olandan razı olurum) buyuruyor. Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı isek, Onun da bizden razı olduğu anlaşılır. Allahü teâlâdan gelenlerden razı değilsek, şikayetçi isek, Ona asi isek, O da bizden razı değildir.
Bir abid zata, gece rüyasında, (Senin cennetteki komşun şu çobandır) denir. Abid merak eder, çobanı bulur. Çobanın evinde üç gün misafir kalır. Abid, gece ibâdet ederken çoban uyur. Abid, çobana der ki:
- Senin ibâdetin bu kadar mı?
- Evet bu kadar.
- İyi düşün, başka hasletin yok mu?
- Benim ibâdetlerim bu kadardır. Fakat benim küçük bir özelliğim var. Darlıkta, sıkıntıda olsam halimden razı olur hiç kimseye şikayette bulunmam, hatta bu halimden kurtulmayı da istemem. Hasta olsam, yine halimden memnun olurum.
Abid, elini başına koyarak der ki:
- Buna mı küçük özellik diyorsun? Her babayiğit bu haslete sahip olmaz.
Bir Abidin de, (Ya Rabbi, benden razı ol) diye duâ ettiğini duyan Rabia-i Adviyye hazretleri, (Kendisi Allahtan razı olmadığı halde, Allahın kendisinden razı olmasını nasıl ister) buyurdu. (Kul, Allahtan nasıl razı olur?) diye sordular. (Allahtan gelen nimet ve belâyı aynı gördüğü vakit) buyurdu. Bela gelince de, nimetteki gibi hali değişmemişse, Rabbinden razı sayılır.

 

Dertlerin, belaların gelmesine sebep             
Sual: Deprem, trafik kazası gibi sebeplerle birçok suçsuz kimse, ya ölüyor veya sakat kalıyor. Bazılarına da, hiç suçları olmadığı hâlde çeşitli belâlar geliyor. Suçsuz insanlara böyle belâ niçin gelir?
CEVAP
İmam-ı Rabbanî hazretleri, (Mektubat)da buyuruyor ki:
(Dertlerin, belâların gelmesine sebep günah işlemektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Size gelen belâ, musibet, kabahatlerinizin, günahlarınızın cezasıdır. Bununla beraber Allahü teâlâ, bir çoğunu da affederek musibete maruz bırakmaz.) [Şura 30]
(Ey insan, sana gelen her iyilik, Allahü teâlânın ihsanı olarak, nimeti olarak gelmekte, her dert ve belâ da kötülüklerine karşılık olarak gelmektedir. Hepsini yaratan gönderen Allahü teâlâdır.) [Nisa 79]
(Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez, onları azaba, acılara sürükliyen bozuk düşünceleri, çirkin işleridir. Böylece kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar.) [Nahl 34]
Görüldüğü gibi suçsuz kimseye belâ gelmiyor. Herkes kendi cezasını çekiyor.
Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdası, Herkesin çektiği kendi cezası.
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
(Ümmetim şu on beş kötü hasleti işlediği zaman çeşitli belalara maruz kalır:
1- Ganimet, çarçur edilir, yerinde harcanmaz.
2- Emanet, emanete hıyanet edilir, ganimet kabul edilir.
3- Zekât cereme telakki edilir. [Vermek istenmez, hile yolları aranır.]
4- Erkek karısının sözünden çıkmaz. [Kılıbık olur.]
5Ana babaya isyan edilir., sözlerine itibar edilmez. [Geri kafalı, bunak falan denir.]
6Ana babaya sıkıntı verilir.
7-  Kötü arkadaşlara uyulur. [Ayıp olur diye çeşitli günah işlenir.]
8Camilerde yüksek sesle konuşulur. [Hutbeyi nutuk çeker gibi okumak da buna dahildir.]
9Kötüler, ehli olmayanlar idareci olur.
10- Şerrinden, zararından korkulanlara ikram edilir.
11- İçki içenler çoğalır.
12- Erkekler haram olan ipeği giyer. 
13- Şarkıcı kadınlar çoğalır.
14- Çalgı aletleri, müzik her yere yayılır.
15- Önceki âlimler kötülenir. (Tirmizî)
Sonsuz olan Cennet nimetleri ile sonsuz olan Cehennem azabları yanında, dünyada çekilen birkaç günlük belâların, sıkıntıların ne önemi olur ki? Belâ ne kadar büyük olsa da, geçicidir. Bir insanın, hatta dünyanın ömrü, ahiretin sonsuzluğu yanında, deniz yanında bir damla kadar bile değildir. Hiç sonu olan birşey sonsuz olan ile mukayese edilebilir mi?
İnsan, dünyada birkaç gün dert, belâ çekmezse, Cennetin sonsuz lezzetlerinin kıymetini anlamaz ve ebedi sıhhat ve afiyet nimetlerinin kıymetini bilmezdi. Açlık çekmiyen, yemeğin kıymetini anlamaz. Acı çekmiyen, rahatlığın kıymetini bilmez. Dünyadaki belâlar sanki daimi lezzetleri artırmak içindir.) [C.2, m.99]
Bir hadise, neticesiyle ölçülür. Bir talebe, bütün sınıflarını başarı ile geçse, son sınıfta çalışmayıp birkaç sene üst üste kalıp, mezun olamasa, önceki başarılarının hiç kıymeti olmaz ve diploma alamaz. Tembel bir talebe de, bütün sınıflarda başarısız olmasına rağmen, her ne suretle olursa olsun, diploma almışsa, muradına kavuşmuş olur.
Doğuştan veya sonradan sakat olan kimse, buna sabrederse günahları affolur; ayrıca büyük bir sevaba da kavuşur. Eğer sabretmezse, sevab alamasa da, günahları affolur. Günahları affolan da Cennete gider. Bu durumda sakatlık bir azab değil, bir nimet olmuş olur.
Bir kimse, dünyanın en zengini, en yakışıklısı, en kuvvetlisi olsa; dünyada istediği herşeyi yapabilse; fakat neticede imansız ölse, ebedi azaba maruz kalır. Bir anlık rahatlık için sonsuz felakete düşmek ne kadar kötüdür.
Görüldüğü gibi netice mühimdir. Sonu iyi olacaksa, birkaç günlük sıkıntı mühim değildir. Sonu felaket olacaksa, birkaç günlük rahatlığın da kıymeti yoktur.

Bir musibet karşısında             
Sual: Bir kimsenin öldüğünü duyunca ne denir?
CEVAP
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir müslümanın ölümünü duyunca, "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" dedikten sonra, "Ya Rabbi onu salihlere kat, rahmetine eriştir, çoluk çocuğuna iyilikler ihsan et, bizi de onu da mağfiret et" diye duâ edin!) [İbni Asakir]
[İnna lillah ve inna ileyhi raciun, Bekara suresinin 156. ayet-i kerimesidir. "Elbette biz, Allahü teâlânın kuluyuz, ölümden sonra dirilerek yine Ona döneceğiz" mealindedir.]
(Hiç bir ümmete verilmeyen bir şey benim ümmetime verildi. O da bir belâ ve musibet karşısında istircadır.) [Taberânî] 
[İstirca, belâ zamanında veya acı bir haber duyunca "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" demektir.]
(Birinize bir musibet veya bir belâ geldi mi, istirca ettikten sonra "Ya Rabbi, senin yanında bu musibetin ecrini [sevabını] bekliyorum, bunun ecrini bana ver ve bunu daha hayırlı bir şeyle değiştir" diye duâ etmelidir.) [Tirmizî]
(Bir musibet karşısında istirca edilirse, musibetin sonucu güzel olur.) [Taberânî]
(Çocuğu ölen, Allaha hamd edip, istirca ederse, Hak teâlâ meleklere "Şu kuluma Cennette bir ev yapın, adını da hamd evi koyun" buyurur.) [Tirmizî]
 
Sual: Sebeplere yapıştığım halde başım sıkıntıdan eksik olmuyor, acaba bu hayırlı birşey mi? Allahü teâlâyı sevmenin alameti nedir?

CEVAP

1- Müslümanın başına gelen sıkıntılar onun hayrınadır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: Mümin başına gelen işten, hoşlansa da, hoşlanmasa da, o iş, onun için hayırlıdır.) [İbni Şahin]
2- Hz. Sehle, Allahü teâlâyı sevmenin alametini sorduklarında buyurur ki:
(Allahü teâlâyı sevmenin alameti, Kur'an-ı kerimi sevmektir. Kur'an-ı kerimi sevmenin alameti Peygamberi sevmektir. Peygamberi sevmenin alameti, sünnete uymaktır. Sünnete uymanın alameti, ahireti sevmektir.
Ahireti sevmenin alameti, dünya sevgisini kalbden çıkarmak, dünyaya buğzetmektir. Dünyaya buğzetmenin alameti de, kendisini ahirete götürecek kadar mal ile yetinmek ve ahirete hazırlanmaktır.)
 
Doğru yolu bulabilmek için
Sual: Biliyorsunuz, her grup, bizim yolumuz doğru, diyor. Doğru yolu bulabilmek için ne yapmak lâzımdır?
CEVAP
Doğru yolun Ehl-i sünnet vel-cemâat yolu olduğu, pek açık olarak kitaplarda bildirilmiştir. Bunu da bilemeyen ne yapmalıdır?
Allahü teâlâ, İslâmiyeti doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğini vaad buyurdu. O vaadinden dönmez. Bunun için, (Yâ Rabbî, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslâm bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru) diye duâ etmeli, istihâre yapmalıdır! Cenâb-ı Hak ona doğru yolu gösterir.


Sual: İyi kimselerle beraber olmanın önemi nedir?
CEVAP
İyilerle, Allahı unutmayan, her zaman hatırlayan kimselerle beraber olmak büyük nimettir.
Büyük bir zat oğluna buyurdu ki:
(Oğlum, Allahı anan bir topluluk görürsen, onlarla beraber ol! Eğer ilim sahibi isen ilmin onlara faydalı olur. İlim sahibi değilsen, onlardan bir şeyler öğrenirsin. Allahı hatırlamıyan kimselerle beraber olma ilim ehli de olsan, ilmin onlara faydası olmaz. İlim ehli değilsen, daha çok zarara girersin. Eğer Allah onlara gazab ederse, sen de helak olursun. İyilerle beraber iken, Allah onlara rahmetle nazar ederse, layık olmasan bile, sen de o rahmetten istifade edersin.)
Melekler, Allahı anan bir toplulukla karşılaşırlar. Allahü teâlâ meleklere, (Şahid olun ki ben bunların hepsini affettim) buyurur. Melekler, (Ey Rabbimiz, bunların içinde başka bir iş için gelen günahkâr biri var. Onu da mı affettin?) diye sorarlar. Allahü teâlâ, (Evet onu da affettim. Salihlerle beraber olan kötülerden olmaz.) buyurdu. (Buharî)
Arşın altında şöyle yazılıdır:
(Bir kimse, salihler gibi amel işlese; fakat günahkârlarla düşüp kalksa, iyi amelleri boşa gider, kıyamette kötülerle beraber haşrolur. Bir kimse de, kötüler gibi amel işlese; fakat salihleri sevse, onlarla beraber olsa, günahları iyiliğe çevrilir, iyi kimselerle beraber haşrolur.) [Kab-ül-Ahbar]
Bir kimse, ilim sahibi salihlerle beraber olsa, onlardan hiç bir şey öğrenemese de, yedi ikrama kavuşur:
1- İlim talebesinin faziletine nail olur.
2- İlim ehli ile kaldığı müddetçe günahlardan uzak olur.
3- Evinden çıkışından itibaren rahmete girmiş olur.
4- İlim ehline inen rahmetten o da istifade eder.
5- Onları dinlediği müddetçe kendine sevap yazılır.
6- Melekler ondan memnun olur.
7- Attığı her adım, günahına kefaret olur.

Allahü teâlâ, ona altı ikramda daha bulunur:
1- İlim ehliyle bulunmayı ona sevdirir.
2- Âlime uyanlar gibi sevaba kavuşur.
3- O toplulukta bulunanların birisi affa uğrarsa, buna da şefaat eder.
4- Kötülerin, günahkârların gittiği yerlerden kalbi soğur.
5- Allah yolunda olanların, salihlerin yoluna girmiş olur.
6- Allah’ın emrini yerine getirmiş olur. (Ebulleys)

Bir kimse, peygamber efendimize, kıyametin ne zaman kopacağını sordu. O na (Kıyamet için ne hazırladın?) buyurdu. O kimse (Fazla ibâdetim yok. Fakat Allah ve Resulünü seviyorum) dedi. Peygamber efendimiz ona, (Kişi sevdiği ile beraber olur. Sen de ahirette sevdiğinle beraber olacaksın) buyurdu. (Buharî)
Bir kimse şunlarla beraber olursa:
1- Âlimlerle beraber olanın ilmi artar.
2- Salihlerle beraber olanın, ibâdete rağbeti ve günahlardan kaçma arzusu artar.
3- Fâsıklarla [açıktan günah işleyenlerle] düşüp kalkanın günah işleme cüreti artar.
4- Zenginlerle düşüp kalkanın dünya sevgisi artar.
5- Fakirlerle beraber olanın şükrü artar.
Bir kimse, âlimlerle, salihlerle beraber olsa, hiç bir şey istifade edemese bile, onların yüzüne bakması onun için büyük bir nimettir. Hadis-i şerifte, (Âlimin yüzüne, Kâbeye ve Mushafa bakmak ibâdettir.) buyuruldu. (Ebulleys)


Sual: Sohbet ne demektir?
CEVAP
Şimdi söyleşi diyorlar. Söyleşi, konuşarak vakit geçirme demektir.
Ama dinimizde sohbetin tarifi başkadır. Sohbet, beraber olmak demektir. İnsanın derece bakımından kendinin üstünde veya altında yahut akranı ile bir araya gelip, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin beğendiği, hoşnud olduğu şeyleri konuşması demektir.
Kişinin kendinden üstün olanla beraber olmasının hakîkati, o zata hizmettir. Aşağısında olanla sohbetin gereği, onun hallerinden bir noksanı gördüğünde onu îkaz edip, kusurundan haberdar etmektir. Aynı seviyede olan sohbet arkadaşlarının sohbetlerinin hakîkati, başkalarının, yabancıların yanında birbirlerinin kusurlarını görmezlikten gelmektir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Sohbetin fazîleti, bütün fazîletlerin üstündedir. Büyüklerin sohbetini ganîmet bilmelidir.
Behaeddîn Buhari hazretleri, (Bizim yolumuzun temeli sohbettir) buyurdu.
Evliyanın sohbetinin bir saati, kırk günlük mücâhedelerden daha üstündür.
Yabancılar ile sohbetten, bid'at ehlinin sohbetinden kaçınılmalıdır. Dervişlerin ve sâlihlerin sohbeti kıymetlidir. Sohbet, dünya için olup, âhiret düşünülmez ise, sonu hüsrandır.
Günah lekeleri ile kalbi paslanan kimse, salihlerin sohbetinde bulunursa, kalbinin pası silinir, günah işlemesi zorlaşır, iyilik etme isteği artar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kırk gün içinde bir ilim sohbetinde bulunmayan kimsenin kalbi kararır. Büyük günah işlemeye başlar. Çünkü ilim kalbe hayat verir. İlimsiz ibâdet olmaz.)
(Ãlimin sohbetinde bulunmak, bin rekat nafile namazdan üstündür.)
(Fıkıh sohbetinde bulunmak, bir senelik ibâdetten üstündür.)
(Sohbet az da olsa, tesir eder.)
(Tövbekârlarla sohbet edin, çünkü onların kalbleri daha yumuşaktır.)
(Bir defa salih kimsenin sohbetinde bulunmak, defalarca kötü kimselerin sohbetlerinde bulunmanın günahlarına kefaret olur.)
(Âlimlerin sohbetine katılın, onlara yakın oturun! Çünkü Allah, yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalbleri de, hikmet nuru ile diriltir.)
Sohbet ehli yoksa
Sohbet ehli âlim bulunmadığı zaman, eskiden yaşamış, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumak gerekir. Bir âlimin kitabını okuyan, yarı yarıya onunla sohbet etmiş sayılır.
İlminden, iyi ahlâkından istifade edilen salih bir arkadaş bulunca, ona lüzumlu hürmeti göstermelidir! Onun can ve malını, kendi can ve malından önce tutmalıdır! Ayıplarını araştırmamalı, aybı olsa bile görmemeli ve kimseye söylememeli, hatta kendi kendine aybını düşünmemeli, unutmalıdır! Sözüne itiraz etmemeli, asla münakaşaya girmemelidir! Aleyhinde konuşan olursa, uygun şekilde susturmalı, alınacağı veya üzüleceği bir söz söylememelidir! Suizanda bulunmamalı, uygunsuz hareketlerini dalgınlığa veya unutkanlığa yormalıdır! Yani bir mazeret arayıp suçsuz olduğunu kabul etmelidir! Çünkü güzel ahlâk sahibi, insanları mazur görür. Onların kusurlarını meydana çıkarmaz
Yunus Emre diyor ki:
Erenlerin sohbeti, ele giresi değil.
Sohbete kavuşanlar, mahrum kalası değil.
Gezmek gerek her yeri, bulmak için, bir eri,
Sarraf tanır cevheri, herkes bilesi değil.
Bir pınarın yanına, kapalı testi kona,
Kırk yıl orada dura, kendi dolası değil.
Sohbetle parlar iman, talip kazanır irfan.
İnsanı arif yapan, fesi, hırkası değil.
Önce doğru iman et, haramdan el etek çek
Ruha gıdadır sohbet, badem helvası değil!

Sual: Garibim diye yüzüme bakan yok. Halimi hatırımı soran yok. Aç mısın susuz musun diyen yok. N’oldu bize böyle? Garibiz diye ölelim mi?
CEVAP
Garip kimselerin genelde insanların yanında bir kıymeti yoksa da, Allahü teâlânın katında değeri büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Garip, gurbette, Allah yolundaki mücahid gibidir. Gariplere ikram ediniz. Çünkü, kıyâmette onların şefaat hakkı vardır. Umulur ki onların şefaati sebebi ile kurtulursunuz.) [Ebû Nuaym]
(Garip, hastalandığı zaman, sağına, soluna, önüne, arkasına bakıp da tanıdık birini görmediği vakit, Allah onun günâhlarını mağfiret eder.) [Deylemî]
(Garip iken ölen şehittir.) [İ. Asakir]
(Garibe yardım eden cenneti hak eder.) [Deylemî]
(Müminin, doğduğu yerin dışında, garip olarak ölmesi nimettir.) [Taberânî]
(Gariplerin dost ve yardımcısı Allah ve Resûlüdür.) [Tirmizi]
(Garipler, çoğunlukta az olan salihlerdir. Bunları sevmeyen, sevenden çoktur.)[İ. Ahmed]
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: büyüklenmeyen, gününü Allahı anmakla geçiren, [Allahın razı olduğu işleri yapan] günahta ısrar etmeyip istiğfar eden, aç doyuran, garibi koruyan, küçüğe merhamet, büyüğe saygı gösterenlerin namazlarını kabul ederim. Böyle bir kimselerin istediklerini veririm, duâ ederlerse, dualarını kabul ederim.) (Darekutni)
(Mü'min, dünyada gariptir.) [Ebu Nuaym]
Büyükler, (Mal, gurbette vatandır. Fakirlik vatanda gurbettir. Bir kimse, fakirse, nerede olursa olsun gariptir) buyuruyor. Şair de, "Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde." diyor. Bu garipliğin sebebi ise, insanlar gittikçe bozulmaktadır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanların en iyisi benim asrımda bulunan müslümanlardır. [Eshab-ı kiramdır].Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir. [Tabiindir]. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenlerdir. [Tebe-i tabiindir]. Onlardan sonra gelenlerde yalanlar yayılır. Bunların sözlerine, işlerine inanmayınız.) [Buharî]
(Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace]
(Bu din garip olarak başladı, sonu da garip olur. Halkın bozduğu sünnetimi düzelten gariplere müjdeler olsun!) [Tirmizî]
(Bir zaman gelir, sünnetim unutulur, bid'atler yayılır. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atçiler, kendilerine çok arkadaş, yardımcı bulur. O zamandaki müslümanlar yaşayacağı Sudaki tuz, sirke içindeki kurtçuk gibi zor şart altında yaşarlar, dinlerini korumaları güçleşir, Avuçtaki ateş koru gibi, bırakırsa söner, tutarsa elini yakar). (Şir’a)
(Garipler dörttür: Zalimin göğsündeki Kur'an, içinde namaz kılınmayan mescid, bir evdeki okunmayan mushaf, kötü kimseler arasında bulunan sâlih kişi.)[Deylemî]
(İki garip şey var: Biri sefih [keyfine düşkün] kimseden çıkan "hikmetli sözü" ki onu kabul edin. Diğeri hikmet ehlinden çıkan sefih sözü, ki onu affedin. Zira hiçbir hikmet ehli yoktur ki, ayağı sürçmesin ve tecrübe sahibi olmasın.)[Deylemî]
(Hakkın peşinde olmak, garip ve yalnız kalmak demektir.) [İbni Asakir]
Yunus Emre de garipler için diyor ki:
Acep şu yerde var m’ola şöyle garip bencileyin
Bağrı başlı gözü yaşlı şöyle garip bencileyin

Kimseler garip olmasın hasret oduna yanmasın
Kıştaz ayazda donmasın şöyle garip bencileyin

Söyler dilim ağlar gözüm, gariplere göynür özüm
Gurbet elde geçmez sözüm şöyle garip bencileyin

Garip halinden bilirim, gün gelir ben de ölürüm
Belki kabirde bulurum şöyle garip bencileyin.

Bir garip ölmüş diyeler üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar şöyle garip bencileyin.

Hey Emre’m Yûnus bîçâre, gezersin öyle avare
Bulunmaz derdine çâre şöyle garip bencileyin

Sual: Oğlum karneyi getirince, 2 zayıf dersi için azarladım. Baba (bizim ailece karnemiz zayıf sen sadece bana ne kızıyorsun) dedi. Ne demek istediğini sorunca, gazetenizde çıkan bir yazıyı anlattı. Bu yazıyı okumamışım. Nasıl bir yazıydı o?
CEVAP
O yazıda Başmakçı Müftüsü sayın Vehbi Akşit, özetle diyor ki:
İnsanların dünyada benimsedikleri inançlar ile yaptıkları amellerin kayıtlı bulunduğu ve ahirette kendilerine verilecek olan kitaba [sahibinin durumunu açıklayan belgeye] amel defteri denir. Kiramen kâtibin denilen meleklerin yazıp kaydettiği bu kitap insanın, hak-batıl, yalan-doğru, hayır-şer, iyi-kötü bütün inanç, düşünce, söz ve davranışlarını kapsar.
Öğrencilerin her dersten aldıkları notları gösteren belgeye karne denir. Her yıl öğrencilere birinci ve ikinci dönemin sonunda, aldıkları not durumlarını gösteren karne verilmektedir. Öğrenci velileri, anne ve babalar bu karnelere bakarak çocuklarının durumunu anlar.
Amel defterleri cennetliklere sağdan, cehennemliklere soldan veya arkadan verilecektir. Amel defteri olarak düşünebileceğimiz karneler, öğrencilere yılda iki defa verilmektedir. Karneyi alanlar, ders notlarını gördükleri zaman bunun iyiye veya kötüye işaret olup olmadığı gayet iyi anlamaktadır.
Kur’an-ı kerimde, insanın dünya hayatındaki didinmeleri sona erip Rabbine kavuştuğunda şayet kitabı sağ eline verilenlerden ise hesabının kolay olacağı ve mutlu bir hayatı hak edeceği, kitabı arkadan verilenlerden ise alevli ateşe atılacağı bildirilmiştir.(İnşikak 6-12)
Karne verilirken kimi öğrencilerin yüzleri gülmekte, başarılarını süsleyen teşekkür veya takdir belgesi ile sevincini yaşarken, zayıfı olan öğrenciler ise üzüntülü ve mahcup bir haldedir.
Amel defterini sağdan alan “yüzleri parlak zümre” sevinip umduğuna kavuşacak, soldan alan “bedbaht zümre” ise başına gelecek felaketi anlayarak yok olmayı isteyecektir.(Hakka 18-27)
Evet, ahirette bizlere verilecek olan amel defterine benzer bir belgeyi çocuklarımız bizlere yılda iki defa getirmektedir. O karneye bakarken acaba basit bir belge olarak mı bakıyoruz. Yoksa ahirette bizlere de verilecek olan amel defteri ile bir bağlantı kurabiliyor muyuz?
Bugün derslerinde zayıf alan oğlumuzu, kızımızı, derslerine çalışmadığı, oyuna dalıp derslerini ihmal edip, ödevlerini yapmadığı için azarlarken; karneye bakıp da kızarken acaba aklımıza şunlar gelmiyor mu?
“Bir gün bu karne gibi bana da bir karne, amel kitabı, defteri verilecek. Yapmış olduğum her şeyin yazılı olduğu, kayıtlı olduğu bir amel defteri... Büyük-küçük ne varsa, ne yaptım ise her şeyin, zerre miktarına kadar iyilik veya kötülüğün yazılı olduğu bir amel defteri... Ben çocuğumu zayıf aldı diye azarlarken, derslerine çalışmadı diye kızarken, Allahü teâlâ da “Kulum, sana, mal, mülk, evlat, servet gibi bir çok nimet verdim. Niçin bana kulluk etmedin? Beş vakit namaz kılmayı emrettim. Sen ise günde beş defa okunan ezanlara kulak vermedin, derse ne cevap veririz?
Çocuğumuzun karnesine bakarken, ahireti, hesabı, mizanı, sırat köprüsünü, mahşeri düşünelim. Daha önce, alelade bir belge olarak baktığınız, iyi olduğu zaman, teşekkür aldığı, takdir aldığı zaman sevindiğiniz, öğündüğünüz o karne size çok şeyler anlatacaktır. Çocuğunuz kötü bir karne getirdiği zaman bile, Allahü teâlânın eşsiz merhametini düşünerek, acıyarak çocuğunuza güzel tavsiyelerde bulunacaksınız. Halbuki bu tavsiyelerin öncelikle kendinize lazım olduğunu asla unutmayacaksınız. Böylece daha amel defteri açılmadan, kendinize gerekli olan dersi alacak, hayatınıza bir çeki düzen vereceksiniz.
Karneye bakarken, amel defterinizdeki şeyleri görecek ve gayr-i ihtiyari olarak “Ben yapmadım” diyeceksiniz. Kıyamet günü kulakların, gözlerin ve derilerin şahitlik edeceğini, ağızların mühürlenip ellerin ve ayakların insanın işlediği fiiller şahitlik yapacağını bildirmesi amel defteriyle ilgili olarak Allahü teâlânın kıyamet sahnelerinden bizi haberdar ettiğini göstermektedir. (Fussilet 20, Yasin 65)
Bir nebze de olsa, dünyadan misal getirerek, ahireti hatırlayabildiysek ne mutlu... Artık karnelere bir başka gözle bakarız inşaallah...


Sual: Dünya saadetinin başı nedir, nasıl elde edilir?
CEVAP
Dinimizin emir ve yasaklarına riayet eden, yani iyi bir müslüman olan herkes, dünya ve ahirette mutlu olur. Dünya ve ahıret saadetinin başı, en iyisi, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmaktır. Bu da dinimize uyarak, yani farzları, sünnetleri yaparak ve haramlardan, mekruhlardan sakınarak kazanılır. Fakat bunları ihlas ile yapmak gerekir.
İhlas, kalbin temiz olması demektir. Kalbin temiz olması da, dünyaya düşkün olmaması, onu sevmemesi, yalnız Allahü teâlâyı sevmesidir. Kalbin Allahü teâlâyı sevmesi için, bir şey yapmak, çalışmak gerekmez. Kalb, dünya sevgisinden kurtulursa, Allah sevgisi kalbe kendiliğinden yerleşir. Kalbin dünya sevgisinden kurtulması için, dünyayı unutması gerekir. Dünyayı unutmaya (Fenafillah) denir. Fenafillaha kavuşmak, Allahü teâlâyı çok anmakla  veya evliyadan büyük bir âlimin kitaplarından faydalanmakla da olur.
Allahü teâlâyı anmak üç türlü olur: Kalb ile çok (Allah) demek, çok çok (La ilahe illallah) demek ve dine uyarak, sanat, ticaret ve her mübah işleri yapmaktır. Yahut âlim ve velî olan bir zatın hayatını okuyarak, onu çok sevip, çok hatırlamak, ona yalvarmak da fenaya (Allah rızasına kavuşmaya) yardım eder. Kabrini ziyaret edince, faydası daha çok olur. Kalb fânî olunca, aklın, fikrin ve hafızanın da dünya işlerini unutması gerekmez. Kalb fânî iken de, bütün organlara, akla, fikre, hafızaya, her çeşit dünya işlerini yaptırır, başka insanlar gibi dünya işlerine de çalışır. Bütün insanlık vazifelerini, her iyiliği yapar. Yaptığı bütün dünya işleri dine uygun olduğu için hepsi de zikir yani Allahü teâlâyı anmak, hatırlamak olur.
Her Müslüman’ın arzusu  Allahın rızasını kazanmak olmalıdır. Yunus Emre, (Gel Allahın rızasını kazanalım yerine, gel dosta gidelim dosta) diyerek bu durumu şöyle anlatıyor:
Dosta gidelim
Uzakta kalmayalım, dosta gidelim dosta,
Hasretle ölmeyelim, dosta gidelim dosta.
Yol alalım durmadan, tan yeri ağarmadan,
Araya el girmeden dosta gidelim dosta.
Hakka kılalım zârı, terk edelim diyârı,
Ele geçirip yârı dosta gidelim dosta.
Dünyaya dalmayalım, fânîdir kanmayalım
Asla ayrılmayalım, dosta gidelim dosta.
Aşk şarabı içelim, kendimizden geçelim,
Dost iline göçelim, dosta gidelim dosta.
Kılavuzluk yap bana, yönümüz dosttan yana
Aldırma ona buna, dosta gidelim dosta.
Zulüm olmaz pâyidâr, sen ol bana sadık yâr,
Ne derse desin ağyar, dosta gidelim dosta
Erenleri bulalım, dost yolunu soralım,
Yunusu da alalım, dosta gidelim dosta.


Sual: İmansız ölmeye sebep olan şeyler nelerdir?
CEVAP 
İmansız ölmeye sebep olan şeyler çoktur. Haramları işlemek ve farzları yapmamak, imansız ölmeye sebep olur. Bunlardan bazısı şöyledir:
1- İmansız ölmekten korkmamak ve Müslümanlığı öğrenmemek. [İmansız ölebilirim diye çok korkarak, dinimizi iyice öğrenip tatbik etmeye çalışmalı. İman ile ölmek için, her gün duâ etmeli.]
2- Bid’at ehli yani itikadı bozuk olmak. [Önce itikadı düzeltmek gerekir. İtikat düzgün değilse, yapılan ibadetlerin, kılınan namazların, tutulan oruçların hiç kıymeti olmaz.]
3- Namaza önem vermemek, vaktinde kılmamak. [Mesela sabah namazını güneş doğduktan sonra kılmak] Namazı çoluk çocuğa öğretmeye önem vermemek. [O halde beş vakit namazı hiç kaçırmamalıdır.]
4- İnsanlara ve hayvanlara eziyet etmek, kalb kırmak. [Eziyet; sıkıntı vermek, zulmetmek demektir. Kâfir olsa da eziyet etmemeli, kalbini kırmamalı.]
5- Müslüman olduğuna şükretmemek. İyilik edene teşekkür etmemek ve Allaha şükretmemek.
[Allaha şükretmek demek, onun yasak ettiklerinden kaçmak ve emrettiklerini eksiksiz yapmaktır. Yani İslamiyete uymak şükürdür. Uymayan şükretmemiş olur. Sadece Ya rabbi şükür demekle şükredilmiş olmaz. Şükrün gereğini de yapmak gerekir.]
6- Müslüman ana babanın dine uygun olan emirlerini yapmamak, asi olmak.
7- Kibirlenmek, ilim ve ibadeti ile kendini üstün görmek. [Kendini beğenen başkalarını beğenmez. Cennetlik olduğumuzu bilmeden kendimizi beğenmemizin ne önemi vardır? İş neticeye göre değer biçilir. Netice bilinmeden öğünmek boşadır. Kibirlenmek çok tehlikelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: Büyüklük, üstünlük bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı hiç acımadan Cehenneme atarım.)
 (Kalbinde zerre kadar kibir olan, Cennete giremez.)
8- Büyük günahlara, mesela içkiye, zinaya, faize, yalana, hırsızlığa, namahreme bakmaya, müzik dinlemeye, gıybete, söz taşımaya devam etmek, bunlara tövbe etmemek.  
9- Günahını küçük görmek, küçük günahı işlemeye devam etmek.
10- Haramı haram, helâli helâl bilmemek.
11- Allahın rahmetinden ümit kesmek [ben cehennemliğim demek], azabından korkmamak [ben cennetliğim demek]
12- Allahü teâlânın sevdiklerini sevmemek; sevmediklerini sevmek.
13- Fuhuş söz söylemek, fuhşu yaymak, tuvaletteki pisliği adı ile söylemek.
14- Salih olan mahrem akrabayı ziyaret etmemek.
15- Doğru olsa da çok yemin etmek.
16- Haset etmek, Müslümanları çekememek.
17- Tecrübe etmeden bir kimseye iyi demek.
18- Din âlimlerinden uzak durmak, dinini öğrenmemek.
19- Dünya işleri için, çok sinirlenmek.
20- Falcıya, fala inanmak.
21- Müslümana üç günden fazla kin tutmak.
22- Karısının, kızının ve nasihat vermek hakkına sahip olduğu kadınların açık giyinerek sokağa çıkmasına ve kötülerle görüşmesine râzı olmak.
23- Para, rütbe ve şöhrete düşkün olmak.


Herkes hesaba hazırlanmalıdır

Sual: Ahirette mükafat da cezada büyük olduğu için, imtihan da çok büyük olacak değil mi?

CEVAP

Cennet, müminler için ebedi mükâfat yeri, Cehennem de, kâfirler için ebedi ceza yeridir. Cennet, hatıra, hayâle gelmeyen nimetlerle doludur. Cehennem de, akıl almayacak azaplarla doludur. Mükâfat ve azaplar bir hâl işidir. Yaşanmadıkça anlatılamaz. Mükâfat ve ceza büyük olduğu için sorgu-suâl işi de büyük olacaktır. Allahü teâlâ, (Salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hatta hatıra gelmeyen, hayâl edilemeyen nimetler hazırladım) buyuruyor. (Müslim)
 Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki: (Artık onlar için yaptıklarına mükâfat olarak göz aydınlatıcı ne nimetler saklandığını  [hazırlandığı]  hiç kimse  [Hatta melekler ve peygamberler bile] bilemez.) [Secde 17 Beydavi]
Cehennem azabının şiddeti de çeşitli ayet-i kerimelerle bildirilmiştir. Böyle büyük mükâfat ve büyük ceza için elbette büyük imtihan olacak ve ince şeyler sorulacaktır. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Zerre kadar hayır yapan sevabını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir)  [Zilzal 7,8]
Ahirette hiç kimseye zulmedilmez. Haksızlık yapılmaz ama, mükâfat verilirken de bol bol ihsan edilecektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Şüphesiz Allah, zerre kadar haksızlık etmez. Zerre kadar bir iyiliğin sevabını da kat kat artırır, kendinden de büyük mükâfat verir.) [Nisa 40]
İlkokul imtihanı ile üniversite imtihanı aynı olmadığı gibi, her fakültenin imtihanı da farklıdır. Çöpçülük imtihanında da fizikten, cebirden sorulmaz. Kuyumculardaki küçük terazilerde küçük ağırlıklar tartılır. Ona niçin beş on kiloyu tartmadın diye sorulmaz. Kırk elli tonluk büyük basküllere, kantarlara da niye beş-on gramı tartmadın diye sorulmaz. Herkes gücüne göre imtihana tabi tutulur. Herkese ne nimet verilmişse, onun hesabı sorulur. Amaya göz nimetinden sorulmaz. Dilsize dilden sorulmaz. Başbakanın mesuliyeti ile odacınınki farklıdır. Âlim ile cahilinki de farklıdır. Dağda, ormanda veya demirperde gerisinde yaşayıp da Müslümanlığı duymayanlar, hesaba çekilmeyecektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Kendilerine peygamber gönderilenlere ve gönderilen peygamberlere de elbette hesap soracağız.) [Araf 6] [İnsanlara peygamberlere tabi olup olmadıkları, peygamberlere de tebliğ vazifesini ne derece yaptıkları sorulacaktır. (Beydavi)]
Bir millete peygamber gönderilmemişse, yahut bir millet peygamberi duymamışsa cezalandırılmayacaktır. Kur'an-ı kerimde, (Biz, peygamber göndererek bildirmeden önce azab yapıcı değiliz)  buyuruluyor. (İsra 15)
Peygamber gönderilenlere, Müslümanlığı duyanlara mutlaka hesap sorulacaktır. Kur'an-ı kerimde mealen, (Rabbin hakkı için, onların hepsine yaptıklarının hesabını elbette soracağız.)  buyuruluyor. (Hicr 92-3)
Her insanda bulunan kiramen katibin melekleri, insanların yaptığı bütün işlerin resmini çekmekte, her anını filme almaktadır. İnsanların yapacağı işleri Allahü teâlâ ezelde bildiği için levh-i mahfuza da kaydetmiştir. En ufak bir yanlışlık ve haksızlık olmayacaktır. Kur'an-ı kerimde mealen, (Hiç kimseyi gücünün yettiğinden fazlası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır. Hiç kimse haksızlığa uğratılmaz) buyruluyor. (Müminun 62)
Milyarlarca insanın hesabı çok kısa bir zamanda yapılacaktır. Kur'an-ı kerimde "Vallahü seriulhisab" ifadeleri geçmektedir. (Allah, hesabı çok çabuk görür)demektir.
Herkes hesaba hazırlanmalıdır!

Kalbi karartan işler

Sual: Kalp ve yürek aynı şeyler midir? Kalbi temizlemek için ne yapmak lazımdır?
CEVAP
Kalb, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası değildir. Buna, yürek denir. Yürek, hayvanlarda da bulunur. Kalb, yürekte bulunan bir kuvvettir. Görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyanı gibidir. Buna, kalb veya gönül diyoruz. Gönül, insanlarda bulunur. Hayvanlarda bulunmaz.
Bedendeki bütün organlar, kalbin emrindedir. His uzuvlarımızın duydukları bütün bilgiler kalbde toplanır. İnsanın, inanmak, sevmek, korkmak, kalbindedir. İman eden ve kâfir olan kalbdir. Güzel, iyi ahlâkın ve kötü huyların yeri kalbdir.
Kalbi temizlemek için riyazet ve mücahede gerekir.
Riyazet, nefsin arzularını yapmamaktır. Nefsimiz, dinimizin yasakladığı haramları, mekruhları arzu eder. Bunlardan kaçmak gerekir.
Mücahede, nefsin istemediği şeyleri yapmak demektir. Nefsimiz, iyilik ve ibâdet yapmak istemez. İyilik ve ibâdet ederek kalbi temizlemelidir!
Allahü teâlâ, dinleri, Peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Kalbi temiz olan, dinimizin emirlerine uyar, yasak ettiklerinden kaçar.
Günah işleyenlerin kalbi temiz olmaz. Günah kalbi karartır. Namaz kılmamak en büyük günahlardan biridir. Namaz kılmayanın, içki içenin kalbi çok kararmış demektir.
Müminlerin kalbi temizdir. Fâsıkların kalbi kirlidir, karadır. Kâfirlerin kalbi ise kapkaradır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
 (Müminin temiz kalbinde parlayan bir ışık vardır. Kâfirin kalbi simsiyahtır.)[Taberânî]
 (Günah işleyenin kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tövbe ederse, o leke silinir. Tövbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür ve kalbini kaplar, kalb kapkara olur.) [Haraiti]
(Günaha devam edenin zamanla kalbi mühürlenir, o artık sevab işleyemez olur.) [Bezzar]
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın emirlerini yapmamak kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, dine tam inanmamaktır. İmanın alameti, dinin emirlerini seve seve yapmaktır.
Kalb, sevgi yeridir. Sevgi bulunmayan kalb ölmüş demektir. Kalbde, ya dünya sevgisi veya Allah sevgisi bulunur. Allahı anarak, ibâdet yaparak, kalbden dünya sevgisi çıkarılınca, kalb temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar.
Günah işleyince, kalb kararır, hastalanır, dünya sevgisi yerleşir ve Allah sevgisi gider. Kalbin bu hali, bir şişeye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu boşaltınca, hava kendiliğinden dolar. Bir bardaktaki hava çıkmadıkça içine su girmez. İçine su koyunca da, bu suyu çıkarmadan başka şey koyulmaz. Kalb de bardak gibidir. Kalbi Allah sevgisiyle doldurmak için, başka her şeyi, her sevgiyi kalbden temizlemek gerekir.
Her hastalık zıttı ile tedavi edilir. Günah sebebi ile kararan kalb, iyilik nuru ile temizlenir. Geçim ihtiyacından dolayı gelen her sıkıntı, müslümanın kalbini dünyadan soğutur ve nefret ettirir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Öyle günahlar vardır ki, onları ancak geçim hususunda çekilen sıkıntılar yok eder.) [Hatib]
O halde, helal kazanmak için geçim için sıkıntılara katlanmak nimet olur.

Kararan kalbi temizlemek

Kalbi temiz olan hep iyi işler yapar, kalbi bozuk olan da, kötü işler yapar. Hadis-i şerifte, (Kalb bozuk olunca, bedenin işleri de hep bozuk olur.) buyurulduO halde kalbi karartmaktan sakınmalıdır.

Zünnun-i Mısri hazretleri buyurdu ki: Kalbin kararmasının dört alameti vardır:

1- İbadetin tadını duymaz.
2- Allah korkusu hatırına gelmez.
3- Gördüklerinden ibret almaz.
4- Okuduklarını, öğrendiklerini anlayıp kavrayamaz.

Namaz kılmayan ve günah işleyen kimsenin kalbi kararır, hasta olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Çok gülmek kalbi öldürür.) [Tirmizî]
(Üç şey kalbe kasvet verir: Yemeği, uykuyu ve rahatı sevmek.) [Deylemî]
(Çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyin!) [İ.Gazali]
(Haram karıştırmadan, kırk gün helal yiyenin kalbi nurla dolar. Kalbine nehir gibi hikmet akar. Dünya sevgisi kalbinden çıkar.) [Ebu Nuaym]
Muhammed Parisa hazretleri buyuruyor ki:
İnsanı Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturan yol kalbdir. İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerin en zararlısı dünya sevgisinin kalbi karartmasıdır. Kalbi kararan dünyayı [faydasız şeyleri] sever. Dünya sevgisi, kötü arkadaşlardan ve lüzumsuz ve zararlı şeyler seyretmekten hasıl olur. Faydasız kitap, [roman, hikaye, gazete, dergi] okumak, lüzumsuz şeyler konuşmak, bu sevgiyi arttırır. Kadınlara bakmak, kadın resimleri [resimli dergi, filimler, tv] seyretmek, şarkı, çalgı dinlemek, bu sevgiyi kalbde yerleştirir. Bunların hepsi, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır.
Kalb, sevgi yeridir. Sevgi bulunmıyan kalb ölmüş demektir. Kalbde, ya dünya sevgisi veya Allah sevgisi bulunur. İslamiyetin emirlerine uyup, yasaklarından kaçarak, kalbden dünya sevgisi çıkarılınca, kalb temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar. Böyle kimse tasavvuf ehli olur. Çünkü Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmak demektir.
 Malı, makamı ve Allahtan gayrisini sevmek ve günah işlemek, kalbi temizlemeye engeldir. Kalbin temizlenmesi, islâmiyete uymakla olur. Namaz kılmak, kalbi temizler. Kur’an-ı kerim okumak ve ölümü çok hatırlamak günah işleyince, hemen tövbe ve istiğfar etmek ve oruç tutmak kalbi temizler. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Paslanan her şeyin bir cilası vardır. Kalbin cilası "Estağfirullah" demektir.)[Deylemî]
(Her ay 3 gün oruç tutanın kalbinin pası temizlenir.) [Nesâî]
(Kalb, ekin; yemek ise yağmur gibidir. Fazla su ekini kuruttuğu gibi, fazla yemek de kalbi öldürür. Kalbini az gülüp, az yemekle ihya et, açlıkla temizle ki yumuşayıp parlasın!) [İ.Gazali]
(Rutubette demirin paslandığı gibi, günah kiri kalbi paslandırır. Kalbin cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur'an-ı kerim okumaktır.) [Beyhekî]
O halde kalbi temizlemek için günahlardan kaçarak dinimizin emirlerine uymamız gerekiyor.


Sual: Günah işlemenin insana zararı nedir?
CEVAP
Günah işleyen, dünya ve ahirette büyük sıkıntılara maruz kalır. Hadis-i  şeriflerde buyuruldu ki:
(Günah işleyince kalbde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tövbe edilirse o leke silinir. Günahlara devam edilirse, o leke büyür ve kalbinin tamamını kaplar.)[Kalb kararınca da, artık ibadet etmek zor olur, günahları işlemek kolay gelir.]
(Derdiniz günahlardır, devası istiğfardır.) [İnsanların başına gelen bütün sıkıntılar günahları yüzündendir. İstigfar edince, yani pişman olup tövbe edince günahlar silinir.]
(Kendini günahlardan korumayanı Allahü teâlâ [dünya ve ahirette felaketlerden]korumaz.) [Günahtan kaçmaya gayret edersek, Allahü telâlâ da bize yardım eder. Günaha önem vermezsek, felaketlerden kurtulamayız.]
(Kişi işlediği günahlardan dolayı rızkından mahrum kalır.) [Günah işleyenin kazancında bereket olmaz. Ömrü sıkıntı içinde geçer.]
Her günahı çok tehlikeli görmelidir! Müminin alametlerinden biri de günahını çok tehlikeli görür. Hadis-i şerifte, (Mümin, günahını başucunda dağ gibi görür, hemen üzerine yıkılacağından korkar. Münafık ise burnuna konmuş sinek gibi görür, hemen uçacağını zanneder.) buyuruldu.
Gizli işlediği bir günahı ona buna duyurmak da ikinci bir günahtır. Böyle günahların affı zor olur. Hadis-i şerifte, (Her mümin affedilir, ancak günahını başkalarına açıklıyanlar hariç.) buyuruldu.
Kabahat gizli de, açık da işlenmez. Bir ayet-i kerime meali:
(Açık da olsa, gizli de olsa günahlardan sakının!) [Enam 120]
Fakat gizli işlenmiş bir günahı açığa vurmak ayrıca günahtır. İbni Abidin hazretleri, (Günahını açığa vurmak ayrıca günah olur. Gizli yapılan günahı başkalarına anlatmak da günahtır) buyuruyor. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kim, dünyada günahını gizlerse, Allah da, kıyamette, o günahı herkesten saklar.)
(Bir günaha düşen, Allahın örtüsünü, onun üzerinde bulundursun!)
Günahtan el çekemiyen kimse, kötü örnek olmamak için günahını gizlemelidir. Oruç tutmayan kimse, orucunu gizli yemelidir. Açıktan yemesi ayrıca günah olur. İşte atalarımızın, (Kabahat de gizlidir) demeleri bu sebeptendir.
Günahların hepsi Allahü teâlânın emrini yapmamak olduğundan büyüktür. Hadis-i şerifte, (Ufacık bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir.) buyuruldu. Demek ki günah işleyerek ibadet yapılmaz. O halde , bir farzı yaparken haram işlemek mecburiyeti olursa haram işlememek için farz tehir edilir. Bir sünneti işlerken de, mekruh işlemek gerekirse, mekruhtan kaçmak için sünnet terk edilir.
Allahü teâlânın yasak ettiklerinden kaçmamak günah olduğu gibi, emirlerine riayet etmemek de günahtır. Haram işlememek, farzı yapmaktan önce gelirse de, farzları yapmamanın günahı, haram işlemek günahından daha çoktur. Mesela, namaz kılmamak içki içmekten daha büyük günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Günahtan nefret eden ve ibadetten lezzet alan, hakiki mümindir.)
Günah işlemeye devam eden kimse unutkan olur, ahmaklaşır, aklı da azalır. Hadis-i şerifte (Günah işliyenin bir aklı gider, bir daha geri dönmez.) buyuruldu. O halde günah işlemekten çok sakınmalıdır.

Sual: Bazı kimseler, büyük günahları işleyen kimselere kâfir diyorlar. Bak işte hadis-i şerif diyorlar. Açıklama yapar mısınız?
CEVAP
Bu dinimize aykırıdır.  Bazı hadis-i şeriflerde (Şu günahı işleyen cennete giremez, cehennemliktir, mümin değildir) buyurulması, (O günahtan tövbe edilmezse, af veya şefaate uğramazsa, günahının cezasını çekmeden Cennete giremez) demektir. Çünkü günah ile, imansızlık ayrı şeylerdir. Günah ne kadar büyük olursa olsun, o günahı işliyen kâfir olmaz.
Fakat hangi günah olursa olsun, günaha devam edenin kalbi kararır, küfre sürüklenir. Onun için her günahtan kaçmalıdır. İbadet yapmıyan ve günah işleyen müslümanlara kâfir dememelidir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İkrar ettiği şeyi, inkar etmiyen, kâfir olmaz.)
Yalnız iman ile cennete girilirse de, yalnız amel ile cennete girilmez. Amelsiz iman makbul, imansız amel ise makbul değildir. İmanı olmıyanların yaptığı ibâdetler, ahirette hiçbir işe yaramaz. Ameli terkeden kâfir olmaz ise de, imanı terkeden hemen kâfir olur. Özrü olan kimseden amel affolur ise de, iman kimseden affolunmaz.
Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamaları olmadan hadis-i şeriflerden, ayet-i kerimelerden hüküm çıkarmak çok yanlış olur. Mesela, (Bir mümini kasten öldüren Cehennemdedir) mealindeki ayet-i kerimeyi İslâm âlimleri, (Bir mümini, mümin olduğu için öldüren Cehennemliktir) şeklinde açıklamışlardır.
(İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve azalarla ameldir) sözünün manası ise şudur:
İnsanda iman, vücuttaki baş gibi; el, kol gibi uzuvlar da ameller gibidir. Elsiz, kolsuz insan olursa da, başsız insan olmaz. Normal bir insan tarif edilirken, bütün azaları ile tarif edilir.
İşte bunun gibi, kâmil mümin tarif edilirken, amel de dahil edilmiştir. Eli, ayağı kesik kimseye, (yaşayan ölü) dedikleri gibi, büyük günah işliyene de, kâmil mümin değil manasına “mümin değildir” buyurulmuştur.
İmam-ı Rabbanî hazretleri de buyuruyor ki:
İbadetler, imandan parça değildir. Fakat ibâdetler, imanın kemalini artırır. İmam-ı a'zam hazretleri, “İman artmaz ve azalmaz” buyurdu. Çünkü iman, kalbin tasdiki, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu olmaz. Azalan ve çoğalan inanışa, iman denmez, zan ve vehim denir. Mümin büyük günah işlese de imanı gitmez, kâfir olmaz. İmam-ı a'zam hazretleri, âlimlerle beraber otururken bir kimse gelip şöyle bir suâl sordu: (Bir mümin, babasını öldürse, sonra şarap içip sarhoş olsa ve zina etse, bu kimsenin imanı gider mi?)
Bunu işiten âlimlerin hepsi bu suâli sorana kızarak, (Bu da sorulur mu, elbette imanı gider, kâfir olur) dediler. Hz.İmam, (O kimse, çok büyük günahlar işlemişse de, yine mümindir. Günah işlemekle iman gitmez) buyurdu. Âlimler bu cevabı önce beğenmedilerse de, Hz.İmam, sözünü isbat edince, hepsi kabul etti.
İmanla ölen günahkâr müslüman, cezasını çektikten sonra cennete gider. Ancak, bir kimse, (Cennete gitmek için amel şart değildir) diyerek ibâdet etmezse, işlediği günahlar kalbini karartır ve imanı gidebilir.
Allahü teâlânın var ve bir olduğunu ve Peygamberi ile bildirdiği ahkamı tasdik eden bir mümin, bu ahkama uymakta kusur ederek günah işlerse elbette üzülür. Günah işlemekle kâfir olmaz.
Allahı ve Peygamberi tanımayan ve yaptığı iyi işleri, Allahın emri olduğu için değil de, başka sebeple yapan bir kimse, Allaha kul olmayı bile kabul etmiyor. Bu ikisine karşı Allahü teâlânın muamelesi, elbette bir olmaz. Çünkü birisi suçlu ise de müslümandır. Diğeri iyi iş yapmış olsa da kâfirdir.


Sual: Salih insan olmak için ne yapmak lazımdır?
CEVAP
Ali Ramiteni hazretleri buyuruyor ki: Salih bir kimse olabilmek için şu on şey gerekir:
1- Temiz olmalı.
Temizlik iki kısma ayrılır:
a- Zâhirî temizlik: Dış görünüşün temiz olmasıdır. Bu, bütün insanların dikkat edeceği hususlardandır. Giyecek, yiyecek, içeceklerin ve kullanılacak bütün eşyaların temiz olmasıdır.
b- Bâtıni temizlik: Kalbin iyi huylarla dolu olmasıdır. Hased etmemek, başkaları hakkında kötülük düşünmemek, Allah düşmanlarını sevmemek, dostlarını sevmek gerekir. Kalb, Allahü teâlânın nazargâhıdır. Bu sebeple kalbe dünya sevgisi, mideye de haram lokma koymamalıdır. Bir hadîs-i şerîfte, (Haram yiyenin duâsı kabul olmaz.)buyuruldu. Kalb temiz olmazsa ibâdetlerin lezzeti alınamaz, Allahü teâlâya âit bilgilere yani mârifete, kavuşulamaz.
2- Dile sahip olmalı.
Dilin uygunsuz sözleri söylemeyip susması, Kur'ân-ı kerîm okuması, emr-i marûf ve nehy-i münkerde bulunması, dinin emirlerini yapmayı ve yasaklarından kaçınmayı bildirmesi, gibi. Peygamber efendimiz de, (İnsanlar, dilleri yüzünden Cehennem'e atılırlar.) buyurdu.
3- Kalabalıklardan uzak durmalı.
Bu sebeple göz, haramlara bakmamış olur. Çünkü kalb, göze tâbidir. Her harama bakış, kalb aynasını karartır. Peygamber efendimiz, (Yabancı kadınlara şehvetle bakanların gözlerine, kıyamette erimiş kızgın kurşun dökülecektir.) buyurmuştur. Erkeklerin yabancı kadınlara, kadınların da yabancı erkeklere şehvetle bakması haramdır.
4Oruç tutmalı.
İnsan oruç tutmak sûretiyle meleklere benzemiş ve nefsini ezmiş olur. Bir hadîs-i kudsîde; (Oruç bana âittir. Orucun ecrini ben veririm. Sevâbı nihâyetsizdir.)buyrulmaktadır. Başka bir hadîs-i şerîfte de; (Oruç, cehennem'e kalkandır.)buyuruldu. Oruç tutarak gönlü huzura kavuşturmalı ve şeytanın yolunu kapatıp, siper hasıl etmelidir.
5- Allahı çok hatırlamalı.
Allahı hatırlamak için söylenecek en faziletli söz Lâ ilâhe illallah demektir. Bunu söylemeye devam eden, ihlas sahibi olur. İhlas; bütün işlerini Allah rızası için yapmak, dünyaya âit mal ve makamlardan hevesini kesip âhireti istemektir. İhlâslı kimse; "Benim tem gayem Allahın rızasıdır" der. Kur'ân-ı kerîmde de, (Ey îmân edenler! Allahı çok anın.) buyuruldu. (Ahzâb 41) Nefsin hep zararlı olan isteklerinden kurtulmak için devamlı Allahı anmalıdır.
6Kalbe dikkat etmeli.
Kalbe  dört çeşit düşünce gelir. Bunlar; Rahmandan, melekten, şeytandan ve nefisten. Rahmandan gelen; gafletten uyandırır, kötü yoldan doğru yola kavuşturur. Melekten gelen; ibâdete rağbet ettirir. Şeytandan gelen günahı güzel gösterir. Nefisten gelen ise, dünyanın faydasız şeylerini istetir. Şeytanî ve nefsanî düşüncelerden kurtulmak gerekir.
7- Allahın hükmüne rıza göstermeli.
Havf ve reca, yani korku ve ümit arasında yaşamalı. Çünkü imansız öleceğinden korkan, günah işlemez. Ayrıca mümin, cenneti ümit eder, salihlerle sohbet eder. Salihlerle sohbet, günahlara perde çeker, haramları gözüne kötü gösterir.
8- Sâlihlerle sohbeti seçmeli.
Sâlihlerle sohbet edildiği takdirde, günahlara perde çekilir, haramlar gözüne kötü görünür
9- İyi hasletlerle süslenmeli.
Yani Allahü teâlânın ahlakıyla ahlaklanmaktır.
10- Helâl lokma yemeli.
Allahü teâlâ, (Helâl ve temiz olanını yiyin.) buyurmaktadır. (Bekara 168) Peygamber efendimiz ise; "İbâdet on kısımdır. Dokuzu helâlı taleb etmektir.) buyurdu. Biri de bütün ibadetlerdir. Haram yiyen, ibadet etme gücünü kendinde bulamaz. Helâl yiyen de, günah işlemez.

Sual: Ölümü hatırlamanın fazileti nedir? Ölüm nedir, ölümden korkmalı mıdır?
CEVAP 
Her müslüman, cennet ve cehenneme inanır. Cehennemden kurtulmak, cennete girmek isteyen akıllı kimsenin ölüme hazır beklemesi gerekir. Çünkü Peygamber efendimiz,(Akıllı kimse, kendisini hesaba çekip ölüm için hazırlanan kimsedir) buyuruyor. Bir şey için hazırlanmak, onu sık sık hatırlamakla olur. Hatırlamak ise, hatırlatıcı şeylere bakmakla, onları yapmakla mümkündür. Genel olarak bütün insanlar ölümden gafildir. Bir âyet-i kerimede, (Hesap görme zamanı yaklaşmasına rağmen, insanlar gaflet içinde, bundan yüz çeviriyorlar) buyuruluyor. (Enbiya 1)
Dünyanın faydasız zevklerine aldanan, ölümden habersiz yaşar. Yanında ölümden bahsedilince, nefret eder. Peygamber efendimiz, (Kim ölümden nefret ederse, Allah da ondan nefret eder) buyuruyor.  Allahü teâlâ da, (Kendisinden kaçtığınız ölüme mutlaka yakalanacaksınız) buyuruyor. (Cuma 8)
Ölümü istemiyenler
Günahlardan kaçıp ibadetlerini yapan kimse, ölümü istemese, ölümden nefret etmiş sayılmaz. Çünkü, o kusurlarını telafi peşindedir. Bir kimseye sevgilisi hemen gel dese, o kimse de, yıkansa, traş olsa, yeni elbiseler giymekle, sevgilisine hediyeler almakla meşgul olsa, geciktiği için sevgilisine kavuşmaktan nefret etmiş sayılmaz. Yani ölümden hoşlanmamasında mazurdur. Çünkü ölüm için hazırlık yapmaktadır.
Ebu Süleyman Darani hazretleri, saliha bir hanıma, (Ölümü sever misin?) dedi. O da (Hayır sevmem) dedi. Üstad, sebebini sorunca, (Birisine karşı bir kabahat işlesem, onun yüzüne bakmaya utanırım. Onu görmek istemem. Bu kadar günah içinde iken, günahlardan kurtulmadan, nasıl olur da Allahın huzuruna çıkmayı sevebilirim?) dedi.
Arifler ise, ölümü devamlı hatırlar. Çünkü onlar ölüme her zaman hazırdır. Ayrıca onlar bilir ki, ölüm sevgili ile buluşma zamanıdır. Ölüm, dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. Bu köprüden geçmiyen sevgiliye kavuşamaz. Arifler bunun için ölüm köprüsünü severler.
Hz. Mevlana da, Azrail aleyhisselama, (Tez gel, haydi canımı çabuk al, beni Rabbime hemen kavuştur) demiştir. Öyle ya, seven sevgilisi ile buluşacağı günü hiç hatırından çıkarır mı, o günün bir an gelmesini şiddetli şekilde arzu etmez mi? Hatta ölümün gecikmesine canı sıkılır. Bir an önce ona kavuşmaya can atar.
En üstün rütbe
Hz. Huzeyfe, ölüm döşeğinde iken, (Dost âni bir baskınla geldi, pişmanlık fayda vermez. Ya rabbi, yaşamak hakkımda hayırlı ise yaşamamı nasip eyle, ölüm, hakkımda hayırlı ise, ölüm yolunu bana kolaylaştır) diye dua etmiştir. Müslümanlar da böyle dua etmelidir.
Hz. Huzeyfe gibi, ölümü de, yaşamayı da değil, hangisi hakkında hayırlı ise onu tercih eden, yani işi Allaha havale eden, Allahın takdirine rıza gösteren, en üstün rütbeye kavuşmuş demektir.
Her zaman, iyi ve kötü hallerde de ölümü hatırlamanın fazileti çoktur. Çünkü dünyanın faydasız zevklerine sımsıkı sarılan kimse bile, ölümü ana ana dünyanın kirli işlerinden uzaklaşmaya başlar. Zamanla dünyanın külfeti, ona ağır gelir, zevklerinden hoşlanmaz. Böylece dünyanın faydasız işlerinden soğutan her şey, bir kurtuluş sebebidir. Bir zat, bir kimseden bahsederek onu çok övdü. Orada bulunan Peygamber efendimiz, (O kimsenin ölümü hatırlaması nasıldır?) buyurdu. O zat da, (Ölümü hatırladığını hiç duymadım) dedi. (O halde onun bir değeri yoktur)  buyurdu. Demek ki değerli olmak, ölümü hatırlamakla da anlaşılıyor. Ölümü hatırlamak, ölüme hazırlanmakla olur. Bir arkadaş, bilgisayarı ile cep telefonuna, (Ölüm var, istiğfar eyle) diye yazmış, her okuyuşta estağfirullah diyormuş.
Ölümü hatırlatıcı sebeplere yapışmaya çalışmalı, ölümden gafil olmamalıdır.

Yolcu gibi yaşamalı
Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:
(Dünyada, kalıcı değil, yolcu gibi yaşamalı; ölümü ve öleceğini hiç unutmamalı.)
(Lezzetleri yok eden, ağız tadını bozan, ümitleri kıran ölümü çok anın! Ölümü darlıkta anan rahatlar. Bollukta anan, lüzumsuz işten, israftan kaçar.)
(Sohbetlerinizin tatlığını, ölümü anarak yok etmeye çalışın.)
(Ölümü anmak, günahlardan korur, dünya ve ahiret saadetine kavuşturur.)
(Ölümü çok hatırlıyanın kalbi temizlenir, ihya olur, ölümü de kolaylaşır.)
(Günde yirmi defa ölümü düşünen şehidlerle haşrolur.)
Hz. Aişe validemiz, kalbinin katı olduğunu söyliyen bir kadına, (Ölümü çok hatırlarsan kalbin yumuşar) buyurdu. Kadın da dediği yapmış ve kalbi yumuşamıştır.
Ömer bin Abdülaziz hazretleri her akşam arkadaşlarını toplayıp, ölümden ve kıyamet hallerinden bahseder, sanki en sevdikleri biri ölmüş gibi de ağlaşırlar idi.
İbrahim Teymi hazretleri, (Şu iki şey, beni hiç bir şeyden zevk almaz duruma getirdi: Ölümü hatırlamak ve ahirette hesaba çekilmek düşüncesi.)
Rebi bin Haysem hazretleri, ölümü unutmamak için evine bir mezar kazıp, her gün defalarca oraya girerdi ve (Bir an ölüm hatırımdan çıksa, huzurum bozulur) derdi.
Ölüm nedir?
Ölmek mümin için bir nimettir. Peygamber efendimiz, (Ölüm mümin için bir hediye ve bir kefarettir.) buyurmuştur. O halde, ölmekten korkmamalıdır. Çünkü ölmek yok olmak değildir, ruhun bedene olan bağlılığının sona ermesi, bedenden ayrılmasıdır. Ölüm, bir evden bir eve göçtür. Mümin, ölümü kötü görmez. Cenneti seven ve ona hazırlanan ölümü sever. Çünkü ölüm olmazsa Cennete girilmez. Allahı seven, ölümden korkmaz. Seven, daima ölüme hazır bekler. Çünkü ölümle, âşık maşuka, garip asıl vatanına kavuşmuş olur.
 Ölüm böyle olunca ölmeyi istemek gerekir mi? Peygamber efendimiz, (Ölümü istemeyin! Çünkü bir kişi iye ise, yaşadığı sürece iyiliği artar. Kötü ise, doğru yola gelebilir.) ve (Sıkıntılardan dolayı ölümü istemeyin! Dayanamıyan, "Ya Rabbi, hakkımda yaşamak hayırlı ise, yaşamayı, ölmek hayırlı ise, ölümü nasib et!"desin!) buyurmuştur. Dinimize bir müddet daha hizmet edeyim, daha çok sevap kazanayım düşüncesiyle, ölümün hemen gelmesini istememek Allah sevgisine zıt değildir. Hz. Ka'b, (Ölümü bilene sıkıntılar kolay gelir.) buyurdu. 
Gerçek hayat
Dünya hayatı rüya gibidir. Ölüm uyandırıp rüya bitecek, hakiki hayat başlıyacaktır. Hadis-i şerifte, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyuruldu. Ölmeden önce uyanmak gerekir. Peygamber efendimiz, (Şu kişiye şaşılır ki, o dünyanın peşinde, ölüm de onun peşindedir.) buyurdu. O halde, (Nasihat olarak ölüm yeter.) hadis-i şerifini düşünerek ölenlerden ibret almaya çalışmalıdır.
Zevk ve sefa sürmek için çok yaşamayı istemenin sebepleri, dünya zevklerine düşkün olmak, ölümü unutmak, sıhhatine ve gençliğine aldanmaktır. Böyle kimsenin kalbi katı olur, ibâdetleri vaktinde yapmaz, tövbeyi geciktirir, nasihat tesir etmez, ölümü unutur, hatırına bile gelmez. Hep dünya malına ve makamına kavuşmak için ömrünü harcar. Ahireti unutur, dünyanın faydasız zevk ve sefasını düşünür. Bunlardan kurtulmak için ölümün her an gelebileceğini düşünmeli, sıhhatin, gençliğin ölüme mani olmadığını unutmamalı! Birçok hastanın iyileşip yaşadığı, sağlam birçok kişinin öldüğü çok görülmektedir.



Sual: Bir bayan okuyucu, İmam-ı Gazali hazretlerini tenkid ediyor, (O âyet kâfirler için inmiştir. Müslümanın ağlaması doğru değildir) diyor.
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri o âyetin kim için indiğini bilmez mi? Demek ki müslümanların da az gülüp çok ağlaması gerekiyor ki, o âyeti bildirmiştir.
Tebessüm etmek, güler yüzlü olmak çok iyidir. Peygamber efendimiz kahkaha ile gülmezdi. Fakat herkese güler yüz gösterir, tebessüm ederdi. Kahkaha ile gülmek mekruhtur.
İmam-ı Gazali hazretleri, İhya’da, Allah korkusundan ağlamanın faziletini anlatırken,(Az gülüp, çok ağlasınlar) mealindeki âyet-i kerimeyi bildirmektedir. Âyet-i en iyi anlayan Peygamber efendimiz, bu konuda şunları buyurmaktadır:
(Eğer cennet ve cehennemi görseydiniz, az güler çok ağlardınız). [Müslim]
(Gülerek günah işleyen, ağlayarak cehenneme gider.) [Ebu Nuaym]
(Çok gülmek kalbi öldürür ve müminin değerini düşürür.) [Tirmizî]
(Allahın kendinden razı olup olmadığını bilmeden kahkaha ile gülene şaşılır.)[E. Nuaym]
(Mescidde gülmek, kabirde karanlıktır.) [Deylemî]
Peygamber efendimiz, Hz. Mikailin gülmeyişinin sebebini Hz. Cebraile suâl eder. O da, (Cehennem yaratıldığından beri hiç gülmemiştir) cevabını verir. (İ.Ahmed)
Bezzar ve Buharî’de bildiriliyor ki, Peygamber efendimiz de, rastgele gülenleri görünce,(Benim bildiğimi siz bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız.) ve (Kur'an-ı kerim, cennet ve cehennemin halini bildirirken nasıl böyle gülersiniz) buyurdu. Sonra şu mealdeki âyet-i kerimeler nazil oldu:  (Kullarıma haber ver ki,  çok bağışlayıcı ve pek merhametli olduğum gibi, azabım da çok şiddetlidir.) [Hicr 49,50] 
Enbiya ve ulema buyurdu ki:
Ey havariler, sizde iki cahillik alameti vardır. Hayret veren birşey olmadan gülüyor ve sabaha kadar hiç kalkmadan uyuyorsunuz.  (Hz. İsa)
Güler yüzlü ol, hiddetlenme! Hep faydalı iş yap, az da olsa zararlı iş yapma! Boş yere gülme, lüzumsuz dolaşma, hiç kimseyi kusurundan dolayı ayıplama, husumette kötü konuşmaktan kaçın! Bir işin olmadan bir yere gitme, günahların için ağla! (Hz.Hızır)
Çok gülenin heybeti azalır, çok şaka yapan hafife alınır. (Hz. Ömer)
Ömrümde bir defa güldüm, ona da pişmanım. (İmam-ı a'zam)
Cennette ağlamak ve cehennemde gülmek çok tuhaftır. Fakat cennete mi, cehenneme mi gideceğini bilmeden gülmek daha çok tuhaftır. (Muhammed bin Vasi)
Dört şey, mümini gülmekten alıkoymalıdır: Ahiret işleri, geçim derdi, günahların verdiği sıkıntı, musibetlerden gelen elem. (Yahya bin Muaz)
Hasan-ı Basri hazretleri de, kahkaha ile gülen bir gence, (Oğlum, Sıratı mı geçtin  veya Cennete gideceğine dair bir garantin mi var  da böyle gülüyorsun?) buyurmuş, O gencin de bir daha boş yere güldüğü görülmemiştir.

Üç şey kalbi katılaştırır:
1- Şaşılacak bir şey olmadan gülmek.
2- Acıkmadan yemek.
3- Lüzumsuz konuşmak.

Şu beş şeyi de düşünen kahkaha ile gülemez:
1- İşlediği günahları düşündükçe, endişe içinde olur, gülemez.
2- Yaptığı iyi amellerin kabul olduğunu bilmeden, gülmesi doğru olmaz.
3- Acaba gelecekte neler yapar, akıbeti nasıl olur diye düşünen kimse, endişe içinde olur.
4- Cennet ve Cehennemden hangisine gideceğini bilmeyenin üzülmesi gerekir.
5- Acaba, Allahü teâlâ kendisinden razı mı, yoksa kendisine dargın mı? Bunları düşünen, kahkaha ile nasıl gülebilir? (Tenbih-ül-gafilin)

Sual: Bazıları (İçki içmeye devam eden kimse, haram olduğuna önem verse, içmez, açık gezen bayan, bunun haram olduğuna önem verse kapanır. O halde bunlar, işlediği günahlarına üzülmedikleri, yani haramı önemsiz saydıkları için kâfirdir) diyorlar. Bu hususu açıklar mısınız?
CEVAP
Günahı önemsiz saymanın ne demek olduğu çok kimse tarafından bilinmemekte, bu yüzden günahkarlara kâfir denmektedir. Bu yanlıştır. Üzülmeyen, önem vermeyen kâfir olur ama, üzülmek, önem vermemek ne demektir?
Mesela namazını kılan bir bayan, açık gezmenin günah olduğunu biliyorsa, (Kapanmak Allahın emri, kapansak iyi olur ama, bu zamanda kapanamıyoruz) derse, bu bayana kafir denmez.
Bunun gibi içki içen kimse de, (İçki haramdır, fakat alıştık bırakamıyoruz) derse, bu kimseye kâfir denmez.
Aksine, hiç içki içmeyen birisi, (bir bardak şarap içmek günah sayılmaz) dese küfre girer. Yahut, (Herkes açık geziyor, ne oluyor, biz de geziyoruz, herkes içiyor, biz de içiyoruz, sarhoş olmadıktan sonra ne zararı olur) diyerek haramı önemsiz saymak küfür olur.
Allahü teâlânın gazabı günahlar içinde saklıdır. Bir günah yüzünden büyük azaba maruz bırakabilir. Yüz bin sene ibadet eden iyi bir kulunu, sonsuz olarak cehenneme koyabilir. Mesela yüz bin sene itaat eden İblis, kibrederek secde etmediği için sonsuz olarak cehennemlik oldu. Âdem aleyhisselamın oğlu, bir adam öldürdüğü için ebedi cehennemlik oldu. Her duası kabul olan Belam-ı Baura, bir günaha meylettiği için imansız gitti. Karun zekat vermediği için malı ile helak oldu. O halde her günahtan kaçmaya çalışmalı. Hadis-i şerifte, (Çok küçük bir günahtan kaçmak, bütün cin ve insanların ibadetleri toplamından daha iyidir.) buyuruluyor.
Günah işleyince de ümitsizliğe kapılmamalı, hemen tövbe etmelidir. Mümin hem Allahın rahmetinden ümidini kesmemeli, hem de O’ndan çok korkmalıdır. Hadis-i şerifte(Müminin kalbinde korku ile ümit varsa, Allahü teâlâ onu umduğuna kavuşturur, korktuğundan da emin eder.) buyuruldu. Yani bir mümin, Allahın azabından korkar, rahmetinden de ümidini kesmez, haramlardan kaçıp ibadetlerini yapmaya çalışırsa cennete gider.
Bir insan ne kadar büyük günah işlerse işlesin, Allahın rahmetinden ümidini kesmemelidir. Hatta azılı bir kâfir bile tövbe edip "La İlahe illallah Muhammedün Resûlullah" dese, bütün günahları affolur, tertemiz bir insan olur. Yani dünyada iken Allahın affetmediği günah yoktur. Tövbe edince şirki yani kâfirliği de affeder. Öldükten sonra artık kâfirlere af yoktur. Kur'an-ı kerimde, (Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, Allah bütün günahları affeder.) buyuruluyor. (Zümer 53)
Allahü teâlânın rızasının ve gazabının hangi işte, hangi sözde olduğunu bilmeyiz. Bu bakımdan hiç bir sözü, hiç bir iyiliği ve kötülüğü küçük görmemelidir. Cenab-ı Hak, rızasını iyilikler içinde, gazabını da günahlar içinde saklamıştır. Önem verilmeyen bir günah, Allahın gazabına sebep olabilir. Onun için sözümüze dikkat etmeliyiz. Atalarımız, (Söz var iş bitirir, söz var baş yitirir.) demişlerdir.
İbadet yapmamak, günahlardan kaçmamak insanın kalbini karartır, zamanla küfre sokar, kâfir olur. Günahların hepsi Allahın emrini yapmamak olduğundan büyüktür.
İbni Münkedir hazretleri ölüm döşeğinde ağlıyordu. Sebebini sordular. "Kasten büyük bir günah işlemedim. Önemsiz saydığım küçük bir günah, Allahın gazabına sebep olduysa diye korktuğum için ağlıyorum." dedi.
İşte böyle korkular insanın kurtuluşuna sebeptir. Çünkü hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, kıyamette buyurur ki: "Dünyada iken bir gün beni hatırlayıp ananı, benden bir kerecik korkanı, cehennemden çıkarın") buyurulmuştur.

İyi kimseleri sevmek    
Sual: Ahirette insan sevdiği ile beraber olacak deniyor. Bu hususta bilgi verir misiniz?
CEVAP
Ahirette, kişi sevdikleri ile beraber olacağına göre, bir kimse, hem cennete gidecek iyileri, hem de cehenneme gidecek kötüleri severse, bunun cennete gitmesi zordur. İyi ile kötüyü sevmek, temiz ile pisliği karıştırmak demektir. Karışım pis olur.
Bir kimse, hem Peygamber efendimizi, hem de Ebu Cehil‘in itikadını sevse cehenneme gider. (Allah ve Resulünü seviyorum) diyen bir zata, Peygamber efendimiz (Kıyamette sevdiklerinle beraber olursun.) buyurmuştur. Allahü teâlâyı ve Onun peygamberini sevmek, emirlerini yapıp, yasak ettiklerinden kaçmak demektir. Allahü teâlâyı sevmenin alameti, dostlarını sevmek, düşmanlarına düşmanlık etmektir. Hadis-i şerifte, (İbadetin efdali, müslümanı müslüman olduğu için sevmek, kâfiri kâfir olduğu için sevmemektir) buyuruldu. Allahü teâlânın düşmanını, mesela Ebu Cehil’i sevenin, (Allahı da seviyorum) demesi yalan olur. Allahın sevdiğini sevmiyen de, Allahü teâlâyı sevmiş olamaz. Mesela Hıristiyanlar, Peygamber efendimizi sevmedikleri için, (Allahı ve Hz. İsa‘yı seviyoruz) deseler de, faydası olmaz. Yahudîler de, Hz. İsa’yı sevmedikleri için, (Hz. Musa‘yı seviyoruz) deseler de, kıymetsizdir.
Âlimler, (Kişi sevdiği ile beraber olur) hadis-i şerifini şöyle açıklıyor:
Bir kimse, salih bir mümini sever, onun gibi itikada sahip olup, onun gibi amel işlemeye gayret eder. Allah dostlarını dost, Allah düşmanlarını da düşman bilirse, ahirette sevdiği kimse ile birlikte cennette olur. Bir kimse de hem müslümanları, hem de gayrı müslimleri sever, gayrı müslimlerin itikatlarını beğenirse, gayrı müslimlerle birlikte cehenneme gider. (Kişi sevdiği ile birlikte olur) demek, sevdiği kimsenin derecesine kavuşur demek değildir. Fakat iyileri sevdiği için, cennette onlarla birlikte olur. Herkes imanının parlaklığına, kuvvetine göre farklı derecelerde bulunur.
Bu yazıdan anlaşılıyor ki, imansızları sevmek, onların itikatlarını beğenmek, insanı ebedî cehenneme sürükler. Ahirette iyilerle beraber olabilmek için, dünyada da onlarla beraber olmak, onları sevmek, onların yolundan gitmek gerekir.
Kocası öldükten sonra, birisi ile evlenen, ondan da ayrılıp başka bir erkekle evlenen kadın, ahirette bu üç kişiden hangisi ile evleneceği sorulunca, Resulullah efendimiz,(Böyle bir kadın, serbesttir. Hangi kocası güzel huylu ise ahirette onunla olur. Güzel ahlâk sahibi olan, dünya ve ahiret iyiliğine kavuşur.) buyurmuştur. Demek ki, kadın, üç kişiden hangisini daha çok seviyorsa, onunla beraber olur. Üçünü de istemiyorsa, hiçbirisi ile beraber olmaz.
Cennette üzüntü yoktur. Çocuk veya bekar olarak ölenler de cennette evlenecektir.
Cennete gitmek için iyilerle beraber olmak gerekir. Peygamber efendimize, kimlerle beraber olmak gerektiği suâl edilince buyurdu ki: (Gördüğünüzde sizlere Allahı hatırlatan, konuşması ilminizi artıran, ilmi, ahireti düşünmenize yarayan zatlarla beraber olun!)

 

Günâh, ibâdet ve Cennet

Sual: Öğretmenimiz, (Îmân önemlidir. İbâdet etmeseniz de olur. Çünkü, (Hiç kimse, ibâdeti sebebi ile Cennete girmez) hadîsi bunu gösteriyor. Günâh işlemekten de fazla korkmamak gerekir. Çünkü, (Yemînle söylüyorum ki, siz günâh işlemeseniz, Allah günâh işliyecek başka bir kavim yaratır, istigfârları sebebiyle onları affederdi) hadîsi, günâhın o kadar fazla kötü olmadığını göstermektedir) dedi. Bu hadîsler sahîh midir?
CEVAP
Hadîs-i şerîfler sahîhtir. Fakat yanlış yorumlanmaktadır. Evet insan, yalnız ibâdeti ile Cennete girmez. Çünkü yaptığımız bütün ibâdetler kabûl olsa bile, bir gözümüzün şükrünün karşılığı bile değildir. Cennete, Allahü teâlânın lûtfu ve ihsânı ile girilir. Lûtf ve ihsâna kavuşmak için, îmân etmek ve sâlih amel işlemek lâzımdır. Bir insan ne kadar çok ibâdet ederse etsin, ibâdeti sebebiyle kendini mutlaka Cennetlik olarak bilmemelidir. Kulun vazîfesi ibâdet etmektir. Kur’ân-ı kerîmde buyuruluyor ki:
(Ben cin ve insanları yalnız bana ibâdet etmeleri için yarattım.) [Zâriyât 56]
(Rabbinden korkup da kendini kötülükten alıkoyan kimse, elbette Cennete gider.) [Nâziât 40,41]
(Îmân edip, sâlih amel işliyen [ibâdet yapan ve harâmlardan kaçan] Cennete girer.)[Kehf 107]
Hadîs-i şerîflerde de buyuruluyor ki: (Birbirinize selâm verin! Birbirinize yiyecek ikrâm edin! Akrabânızın haklarını gözetin! Gece, herkes uyurken namaz kılın! Bunları yaparak, selâmetle Cennete girin!) [Tirmizî]
Cennete götürecek bir ameli soran zâta, (Ortak koşmadan Allaha ibâdet eder, farz olan namazı kılar, farz olan zekâtı verir, Ramazanda oruç tutarsın) buyurdu. O zât, (Allaha yemîn ederim ki bundan fazlasını yapmam) dedi. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Cennetlik bir kimseye bakmak isteyen buna baksın!) [Buhârî]
İnanmakla ve söylemekle îmân hâsıl oluyor, ibâdet etmekle kemâle gelip cilâlanıyor. İmâm-ı a’zam hazretleri, (Îmân, dil ile söylemek ve kalb ile inanmaktır) buyurmuştur.
Farzları terketmek büyük günâhtır. Bu günâhlardan kurtulmak için ibâdetleri yapmak lâzımdır. İbâdet yapmadan Cennete girmek için duâ etmek günâhtır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Akıllı, nefsine uymaz, ibâdet eder. Ahmak ise nefsine uyar, [ibâdet etmez, günâh işler] sonra da Allahın rahmetini bekler.) [Tirmizî]
İbâdet etmeyip günâh işleyenin ahmak olduğu bildirilmektedir. Günâhlar zehirdir.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(İyi biliniz ki, derdiniz günâhlardır, devâsı da istigfârdır.) [Deylemî]
(Cehennem zebânîleri, günâh işliyen hâfızlara, puta tapanlardan daha çok azâb yapar. Çünkü bilerek yapılan günâh, bilmiyerek yapılan günâhtan daha kötüdür.) [Taberânî]
Bir kimse, günâhı sebebiyle kendini Cehennemlik olarak görmemelidir. Çünkü Allahü teâlânın affı, rahmeti o kimsenin günâhlarından daha büyüktür. Bu bakımdan Allahü teâlânın rahmetinden ümit kesmemeli, ibâdetim çok diye azâbından emîn olmamalıdır. Yanî, korku ile ümit arasında olmalı, günâhlardan kaçarak ibâdete devam etmelidir. (Berîka)
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, sonsuz kurtuluşa erişmek için ilim, amel ve ihlâsın şart olduğunu bildirir. Bunlardan birisi olmazsa, diğerlerinin kıymeti olmaz. Yanî ilimsiz amel, ihlâslı da olsa kıymetli olmaz. Çünkü ilmi olmadığı için yaptığı kötü bir şeyi Allah rızâsına uygun zanneder. İlimle işlenen amelde ihlâs yoksa, yine o ibâdet kıymetsizdir. İlim ve ihlâs olsa, amel olmazsa, zaten ortada yapılan bir şey yoktur. İlim ve ihlâsla yapılan amel, îmânın parlayıp kuvvetlenmesine sebep olur.
Îmânla ölen kimse, ne kadar günâhkâr olursa olsun, sonunda Cennete gider. Ancak, (Cennete gitmek için îmân şarttır, amel şart değildir) diyen kimse, ibâdet etmezse, işlediği günâhlar kalbini karartır ve îmânı gidebilir. Çünkü îmân, muma benzer, ibâdetler mum etrâfındaki fener gibidir. Mum ile birlikte fener de, İslâmiyet’tir. Fenersiz mum çabuk söner. Îmânsız, İslâm olamaz, İslâm olmayınca, îmân da yoktur.
Genel olarak Allahü teâlânın emrine uyup yasak ettiklerinden kaçan, Cennetlik; Allaha isyân eden, kâfir olan ise Cehennemlik demektir. Her şey netîcesi ile ölçülür. Bu bakımdan, kâfir bir kimse, ömrünün sonunda îmâna kavuşursa Cennetlik olur, mü’min de maazallah sapıtıp kâfir olabilir. Fakat bu çok azdır. Genel olarak insan nasıl yaşarsa öyle ölür. Yanî mü’min olarak yaşıyan mü’min olarak, kâfir olarak yaşıyan kâfir olarak ölür.

Günahkârın İbadeti

Sual: Haram yiyenin namazı ve diğer ibâdetleri kabul olur mu?
CEVAP
Sahih olmakla kabul olmak ayrı şeydir. Her çeşit günahı işliyen kimsenin kıldığı namaz sahihtir, fakat kabul olmaz. Yani ahırette ona "Niçin namaz kılmadın?" diye suâl edilmez. Namaz borcundan kurtulur. Namaz kılmamak gibi büyük günahtan kurtulur. Fakat namazdan hasıl olacak büyük sevaba kavuşamaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir lokma haram yiyenin kırk günlük güzel ameli kabul olmaz.) [Taberânî]
(On dirhemlik bir elbisenin bir dirhemlik kısmı haram kazançtan gelse, o elbise ile kıldığı namaz kabul olmaz.) [İ. Ahmed]
(Şarap içenin namazı kırk gün kabul olmaz.) [Hakim]
Tekrar edelim, (Namazı kabul olmaz) demek, namazı boşa gider demek değildir. Namaz borcundan kurtulur, namaza ait büyük sevabdan mahrum kalır. Namaza devam ederse, günahları bırakması kolaylaşır. Şu hâlde içki içen de namaza devam etmelidir.

Sual: Bazı hadis-i şeriflerde, bir günahı işliyenin Cehenneme, bir iyilik işliyenin de günahları affolup Cennete gideceği bildiriliyor. Bunların bazı şartları yok mudur?
CEVAP
Hadis-i şeriflerde, (Koğucu Cennete giremez.), (Gıybet eden Cehennemliktir), (Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennete giremez) buyuruluyor. Bunların manası,(O günahtan tövbe edilmemişse, af veya şefaate uğramamışsa, günahının cezasını çekmeden Cennet giremez) demektir.
Günah ile imansızlık ayrı şeylerdir. Günahı ne kadar büyük olursa olsun, günah işliyen kâfir olmaz. Fakat günah devam edenin kalbi kararır, zamanla küfre girmesi kolay olur. Onun için her günahtan kaçmak gerekir.
Cennetlikler
Hadis-i şeriflerde, (Devamlı iki rekat kuşluk namazı kılanın günahları deniz köpüğü  kadar olsa da affolur.),(Teravih kılanın geçmiş günahları affolur), (Tesbih namazı kılanın günahları dağlar kadar da olsa Allah affeder)buyuruluyor.
Bu müjdelere kavuşmak için Ehl-i sünnet itikadında olmak, bid'at işlememek gerekir. Hadis-i şerifte, (Bid'at işliyenin hiç bir ibâdeti kabul olmaz) buyuruldu. Günahlarına tövbe edip haramlardan kaçmak gerekir. Hadis-i şerifte, (On liralık elbisenin, bir lirası haram olsa, o elbise  ile kılınan namaz kabul olmaz.) ve (Haram yiyenlerin farzları da, sünnetleri de kabul olmaz) buyuruldu. Ayrıca farz borcu olmamalıdır. Hadis-i şerifte, (Farz borcu olanın nafileleri kabul olmaz) buyuruldu. (Fütuh-ül gayb)
Şu hâlde önce itikadımızı düzeltmemiz, haramlardan kaçmamız ve farz borçlarını ödememiz gerekir. Haram işliyenin ibâdeti sahihtir. Yani borçtan kurtulur. Fakat vâdedilen sevaba kavuşamaz. (Şu duâyı okuyan, şu iyiliği yapan şu kadar sevaba kavuşur) denince de yukarıda bildirilen şartların bulunması gerekir.
Hadis-i şerifte, (Kişi sevdiği ile beraberdir) buyuruluyor. İnsan dünyada kimi seviyorsa, ahırette onunla beraber olur. Bir kimse, Peygamber efendimizi sevse, ahırette onunla beraber olur. Ama yukarıda bildirildiği gibi ilkönce müslüman olması gerekir. Bir gayr-i müslim de (Çok akıllı bir adammış) diyerek sevebilir. Bu sevgisi onu Cennet götürmez.Hz. İsayı seven de onunla Cennete olur. Fakat Hırıstiyanlar Cehenneme  gidecektir. Sevginin de ölçüsü vardır. Onu ilah olarak değil, peygamber olarak sevmek ve müslüman olmak şarttır.
Hadis-i şeriflerde, (Cennete temizler girer), (İmanın yarısı sabır, yarısı şükürdür)buyuruluyor. Bu hadis-i şeriflere bakınca, temiz olanın veya sabredip şükredenin Cennete gideceği anlaşılabilir. Hâlbuki bir gayr-i müslim de temiz olabilir, sabredebilir, şükredebilir. Şu hâlde Cennete gidebilmek için müslüman olmak, doğru itikade sahip olmak, bid'attan kaçmak farzları yapıp haramlardan uzak durmak gerekir. (Hadika)
Kötülükten kaçan her mümin cennetliktir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbinden korkup da kendini kötülükten alıkoyanın gideceği yer elbette cennettir.) [Naziat 40,41]
Kimseye kötülüğü dokunmayıp, evinde oturarak dinin yayılması için hizmet etmiyenlerle, gece gündüz Allah yolunda hizmet edenlerin dereceleri elbette farklıdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ, mal ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır.) [Nisa 95]
Bunun gibi, cemaatle namaz kılmak yalnız başına namaz kılmaktan 27 derece daha fazladır. Camide cemaatle namaz kılmak, evde cemaatle namaz kılmaktan daha fazla sevabdır. Peygamber efendimizin mescidinde kılınan namaz da diğer  camilerde kılınan namazlardan çok üstündür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mescid-i Aksada kılınan bir namaz, diğer camilerde kılınan bin namaza, Medine mescidinde kılınan namaz ise onbin namaza, Mescid-i haramda[Kâbede] kılınan bir namaz da yüzbin namaza bedeldir.) [İ.Gazali]
Düşman karşısında cihad ederken namaz kılmak ise, hepsinden daha fazla sevabdır. Namazı şeri özürsüz terketmek ise çok büyük günahtır. (Cami-ül fetava)da buyuruluyor ki:
(Düşman karşısında bir namazı kılmak mümkün iken kıl! Terk etmek, yediyüz büyük günah işlemiş gibi günahtır.)
Her çeşit zorluğa rağmen namazı terketmiyenlerin ecri çok büyük olur. Dini yaymakta olanların kıldıkları namaz da, savaşta düşman karşısında kılınan namaz gibi çok sevabdır.


Sual: Günah işlediği sanılan veya günah işliyen müslümanlara kâfir denir mi, onlara lânet edilir mi?
CEVAP
Günah işliyen müslümana kâfir denmez. Çünkü Ehl-i sünnete göre, bir insan günah işlemekle kâfir olmaz. Bid'at fırkaları, günah işliyene, kendileri gibi düşünmiyen müslümanlara kâfir demek sapıklığında bulunmuşlardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buharî]
Müslümanım diyen, kelime-i şehadet söyliyen kimseye kâfir denmez. Bir savaşta, kelime-i şehadet getiren birisini öldüren kimseye, Resulullah efendimiz, (Kelime-i şehadet söyleyen kimseyi niçin öldürdün?) buyurdu. O da, (Dili ile söylüyordu ama kalbi ile inkar ediyordu. dedi. (Kalbini yarıp da baktın mı?) diyerek onu tekdir buyurdu.)
Onun için mümine kâfir demekten ona lânet etmekten sakınmalıdır! Lânet, sahibine döner. Hadis-i şerifte, (Kul, lânet ettiği zaman, lânet edilen buna müstehak değilse, kendine döner.) buyuruldu. (Beyhekî)
Ebu Cehil kazdığı kuyuya kendi düşmüştür. Siz üzülmeyin müslümanlara suizan, iftira ve lânet edenler, kazdıkları kuyuya kendileri düşebilir. Çünkü Cenab-ı Hak, mazlumun hakkını zâlimde bırakmaz.

Az iyiliğe çok sevab             
Sual: Bir hoca ufacık bir iyiliğe, dağlar kadar sevab, ufak bir hataya dağlar kadar günah olmaz diyor, doğru mudur?
CEVAP
Yanlıştır. Allah rızası için yapılan iyiliklerin, sadakanın, zekâtın karşılığı, verenin ihlas derecesine göre, bire ondan bire yediyüze kadar hatta daha fazla olur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Mallarını Allah yolunda harcayanların hali,  yedi başak bitiren ve her başağında yüz dane bulunan bir tohuma benzer. Allah dilediğine daha fazla da verir. O vasi ve âlimdir.) [Bekara 261]
[Vasi, takat ve kudret sahibidir, ihsan ettiği şeyler Ona darlık vermez. Âlim, her şeyi, haliyle, hakikat ve özüyle bilicidir. İnfak edenin niyetini, ihlaslı olup olmadığını ve infak kudretini bilir. İnfak, ihtiyaç karşılama demektir.]
Sabredenlere verilecek sevab da hesapsızdır. Sabredenlere o kadar çok sevab verilir ki, bunun miktarını Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Bir ayet meali: (Sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir.) [Zümer 10]
Bire Yediyüz Almak
Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Bir iyiliğe on mislinden 700 misline kadar sevab verilir. Allahü teâlâ, "Ancak oruç hariç, onun mükâfatını ben veririm" buyurdu.) [İbni Huzeyme]
(Rabbiniz, rahimdir. Bir iyilik yapmak isteyip de yapamıyana, bir sevab yazar. On mislinden 700 misli veya daha fazla sevab yazar. Kötülük yapmak isteyip de yapmayana bir sevab, yaparsa bir günah yazar, dilerse onu affeder.) [Taberânî]
(Malını Allah yolunda tasadduk edene, mükâfatı yediyüz misline kadar artırılır. Oruç tutana verilecek sevabı, Allahü teâlâdan başka kimse bilemez.) [Beyhekî]
(Zilhiccenin ilk günlerinde tutulan oruç, bir sene oruç tutmaya, bir gecesini değerlendirmek de kadir gecesini değerlendirmek gibidir.) [İbni Mace]
(Zilhiccenin ilk on gününden daha faziletli gün yoktur. Bir amele yedi yüz misline kadar sevab verilir.) [Tergib]
(Bugünlerin herbiri fazilette bin güne, Arefe ise on bin güne eşittir.) [Beyhekî]
(Arefe günü oruç tutana, Âdem aleyhisselamdan, Sura üfürülünceye kadar yaşamış bütün insanların sayısının iki katı kadar sevab yazılır.) [R.Nasıhin]
(Aşure günü gusleden, yeni doğmuş gibi günahlardan temizlenir.) [Şira]
(Aşure günü, zerre kadar sadaka verene, Uhud dağı kadar sevab verilir.) [Şira]
Allahü teâlânın rahmeti, ihsanı boldur. Zerre kadar bir iyiliğe dağ kadar sevab verir. Mülk Onundur. Dilediğine dilediği kadar ihsan eder. Kimse Ondan hesap soramaz. Sevab-günah miktarını, göklerin büyüklüğünü, uzaklıkları ve ahıretteki zamanları ve dünyanın yaratılışını ve mahlukların sayısını bildiren rakamlar, miktar sayısını göstermek için değil, miktarın çokluğunu anlatmak içindir. (Marifetname)

 


Büyük günahlar      
Sual: Nisa suresinin "Eğer yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, küçük günahlarınızı örter, sizi şerefli bir makama yükseltiriz" mealindeki 31. ayet-i kerimesindeki büyük günahlar nelerdir?
CEVAP
Büyük günahların sayısı çoktur. İnsan, her günahtan korkup sakınsın diye, büyük günahların hepsi kesin olarak açıklanmamıştır. Erbain-i Selmani kitabında büyük günahlardan 40’ı, C. Y. İlmihâlinde 72’si Zevacirde 467’si bildirilmiştir.
(Günahın küçüklüğüne bakmayın, onu büyük bilip yapmayın!) ve (Küçük günaha devam edilirse büyük günah olur. İstiğfar edince büyük günah da kalmaz)hadis-i şerifleri, küçük günaha devam edilirse büyük olacağını bildirmektedir. (K.Saadet)
Günahların hepsi Allahü teâlânın emrini yapmamak, olduğundan büyüktür. Fakat bazısı bazısına göre küçük görünür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihanın nafile ibâdetlerinden daha sevabdır. Çünkü nafile ibâdet yapmak farz değil, günahlardan kaçmak ise herkese farzdır. (R.Nasıhin)
Günah Kalbi Karartır
İbni Abbas hazretleri, (Allahü teâlânın, kullarına yasakladığı her şey büyük günahtır) buyurmuştur. Allahü teâlânın gazabı günahlar içinde gizlidir. Küçük görülen günah büyür.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İşlenen hata kalbde bir iz bırakır, tövbe ve istiğfar edilince, o leke kaybolur, kalb cilalanır. Hataya devam edilirse, o siyah nokta büyüyerek bütün kalbi kaplar.) [Tirmizî]
(Küçük sanılan günahtan sakının! Bunlar toplanınca sahibini helak eder. Bu şuna benzer ki, bir kavim bir vadiye iner, çerçöp-odun toplayıp getirirler. Böylece koca bir yığın olur. Bunu yakıp ateşinde ekmek pişirirler. İşte bunun gibi küçük günahlardan hesaba çekilen helak olur.) [Taberânî]
Günah, kulun yanında küçük ve kıymetsiz görününce, Allahü teâlâ katında büyük olur. Kul küçük günahı büyük görünce, o günah Allahü teâlânın katında küçülür. Mümin, iman nuruyla küçük günahları da büyük görür. Her günah işleyişte kalbi sızlar. (Mümin, günahını dağ gibi görüp, üzerine düşeceğinden korkar. Münafık ise, günahını burnunun üzerine konan ve hemen uçacak sinek gibi görür) hadis-i şerifi, müminin günahtan nasıl korktuğunu göstermektedir. (Buharî)
Günah ne kadar küçük olursa olsun, ısrar edildiği takdirde büyük günah olur. Bir taşın üzerine devamlı damlayan su, taş üzerinde iz bırakır, zamanla taşı bile deler.
Günahı küçümsemek veya günahı ile övünmek de küçük günahı büyütür. "Falancanın yaptıklarını yüzüne vurarak rezil ettim" yahut "Öyle bir hile yaptım ki elindeki malı yok pahasına aldım; kendi malımın aybını da şu şekilde gizliyerek yüksek fiyatla sattım" diyerek günahın açıklanması, günahı daha da büyütür. Çünkü o günahın başkaları tarafından yapılmasını teşvik etmiş olur.
Hele âlim veya halka rehber ve örnek durumunda olan kimselerin yaptıkları her kabahat büyük sayılır. Çünkü iyi ile kötüyü ayıramıyan birçok kimsenin o günahı işlemesine sebep olur.
Bir zamanlar, bir âlim, halkı dalalete sevkeder, onlara kötü örnek olur. Sonra tövbe edip, herkesi, iyiliğe, doğruluğa, hidayete davet etmeye çalışır. Allahü teâlâ, âlime söylenilmek üzere, o milletin peygamberine şöyle vahyeder:
(Eğer günahların benimle senin aranda olsaydı affederdim. Fakat birçok insanın sapıtmasına, Cehennemlik olmasına sebep oldun.) [Tibyan]

Sual: Günah işlememek için, işleneceği zaman nasıl düşünmeli ki vazgeçilebilsin?
CEVAP
Bir kimse, günah işliyeceği zaman, kendisi, Allahü teâlânın hep gördüğünü ve yanında amellerini yazan meleklerin de bulunduğunu düşünmelidir! Allahü teâlânın sıfât-ı sübûtiyyesinden, Basar, görmek, esmâ-i hüsnâsından El-Basîr, gizli açık, herşeyi çok iyi gören demektir. Kur’ân-ı kerîmde birçok âyet-i kerîmede, Allahü teâlânın, insanların yaptıkları her işi en iyi şekilde gördüğü bildirilmektedir. (Bekara, 110, 233, 237)
Allahü teâlâ, sadece yapılanları değil, yapılacak olanları da, insanların ne düşündüklerini de bilir. Birkaç âyet-i kerîme meâli:
(İnsanı ben yarattım ve nefsinin kendisine fısıldadığını [ne düşündüğünü, ne düşüneceğini] bilirim ve ben ona şah damarından daha yakınım.) [Kaf 16]
(Allah onların kalblerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.) [Neml 74]
(Allahü teâlâ, içinizde ne varsa hepsini bilir.) [A.İmrân 154]
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Bir kimse, iki sâlih komşusundan nasıl utanıyorsa, gece-gündüz, kendisi ile beraber olan iki melekten de öyle utanmalıdır!) [Beyhekî]

Sual: Takva ne demektir?
CEVAP
Takva, Allaha inanıp, onun emir ve yasaklarına riayet etmektir. Kısaca Allahtan korkup haramlardan sakınmak demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Takva, her hayrı içine alır. ) [Ebu Yala]
Dünyanın faydasız işlerinden uzak durmak, ahirete yarıyacak işler yapmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Dünyaya meyledenin emeli uzun olur, sonunu getiremez, bitmez tükenmez ihtiyaca düşer; öyle bir meşgale kaplar ki mihnetinden kendini kurtaramaz)[Deylemî]
(Ahireti isteyip onun için çalışan, geçim sıkıntısı çekmez, zengin olarak sabahlar, zengin olarak akşamlar. Dünyayı taleb edip onun için koşan geçim darlığı çeker, fakir olarak sabahlar, fakir olarak akşamlar.) [İbni Neccar]


Kimse ameline güvenmemeli

Sual: Bir kimse, yaptığı ibâdetlere güvense, mahzuru olur mu?
CEVAP
Bir kimsenin ameli, yani ibâdeti ne kadar çok olursa olsun, ameline güvenmemeli, Allahü teâlânın ihsanını istemelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Hiçbir kişiyi ameli Cennete koyamaz.) [Buharî]
(Bir kimse, doğduğundan itibaren ölene kadar yere kapanıp Allaha ibâdet etse, kıyamette yine zelil olur.) [İ.Ahmed]
(Kıyamette üç kitab çıkartılır. Birinde o kimsenin güzel amelleri, diğerinde günahları, üçüncüsünde de Allahın verdiği nimetler yazılıdır. Hak teâlâ ona verdiği her nimeti sorar ve: "Ey nimet, değer ölçün kadar bu adamın güzel amellerinden al", buyurur. Nimet, kendi değeri kadar ameli almaya çalışır, fakat yetmez. Hak teâlâya der ki: "Bu adamın iyi amellerinden hakkımı alamadım." Geriye o adam, suçları ve aldığı nimetlerle kalır, güzel amelleri tükenmiş olur. Hak teâlâ bu kula ihsan ederse ona, "Ey kulum, senin iyi amellerini kat kat artırdım, suçlarını da affettim, nimetlerimi de sana bağışladım" buyurur.) [Bezzar]


Sual: Allahü teâlânın bizim ibâdetlerimize ihtiyacı yoktur. İbadetlerimizin Ona hiç faydası yoktur. İnsanların ibâdet ve isyanları, Onun büyüklüğü karşısında aynıdır. İbadet yapan, boşuna zahmet çekiyor diyenlere nasıl cevap vermek gerekir?
CEVAP
Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:
Bazıları, ibâdetlerin Allahü teâlâya faydası olduğunu ve bunun için emrolunduklarını zannediyorlar. Böyle zannetmek çok yanlıştır.
Her insanın yaptığı ibâdetin faydası, yalnız kendisinedir. Böyle olduğu (Fatır) suresinin onsekizinci ayet-i kerimesinde açıkça haber verilmektedir.
Böyle yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastaya doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz.) diyerek, perhiz yapmıyor. (Doktora zararı olmaz.) demesi doğrudur. Fakat kendine zarar vermektedir. Tabib, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa şifa bulur. Uymazsa ölür gider. Tabibin bundan hiç zararı olmaz.


Sual: İbadet yaparken dikkat edilecek hususlar nelerdir?
CEVAP
İbadette esas, kalbini tamamiyle Allahü teâlâya bağlamaktır. İbadet, bir adet olarak değil, Allahü teâlânın huzuruna çıkıp, Ona can ve gönülden şükretmek ve Ona yalvarmak için yapılmaktadır. Riya [gösteriş] olarak yapılan bir ibâdeti Allahü teâlâ kabul etmez. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Ey Resulüm, kıyameti inkar eden, yetimi sertlik ve sitemle defedip hakkını gasbeden, fakiri doyurmayan ve başkalarını da fakire iyiliğe teşvik etmeyen o kimseyi gördün mü? Namazlarını gaflet ile kılanlara ve riya, gösteriş yapanlara ve zekâtı vermeyenlere şiddetli azab vardır.)
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Bir ibâdetin ilmini öğrenmiyenin, şartlarını bilmiyenin, yaptığı ibâdet, ihlas ile yapılmış olsa da, sahih olmaz. Hiç yapmamış gibi, Cehennemde yanar. Şartlarını bilerek ve gözeterek yapanın, ibâdeti sahih olur. Cehennem azabından kurtulur. Fakat, ihlas ile yapmadı ise, bu ibâdeti ve hiçbir iyiliği kabul olmaz. Sevab kazanmaz. Allahü teâlâ, bu ibâdetini ve hayrat ve hasenatını beğenmiyeceğini bildiriyor. İlim ve ihlas ile yapılmayan ibâdetin faydası olmaz. İnsanı küfürden, günahtan, azabdan kurtarmaz. Ömür boyunca, böyle ibâdet yapıp da, küfür üzere vefat eden münafıklar çok görülmüştür. İlim ile, ihlas ile yapılan ibâdet, insanı, dünyada küfürden, günahtan kurtarır ve aziz eder. Ahırette de Cehennem azabından kurtaracağını, Allahü teâlâ, vaad etmektedir. (Maide 9)
Allahü teâlâ vaadinde sadıktır. Verdiği sözü elbette yapar.


Sual: Bazıları "Allahın bizim ibâdetimize ihtiyacı yoktur. İşlediğimiz günahların da ona zararı olmaz" diyorlar. Dinimizin emir ve yasaklarının hikmeti nedir?
CEVAP
İmam-ı Rabbanî hazretleri, (Müjdeci Mektublar)ında buyuruyor ki:
Peygamberlerin bildirdikleri hükümler, hep rahmettir, iyiliktir. Yoksa, bu emirler, zındıkların sandıkları gibi, işkence değildir. Bunların sık sık söyledikleri (Kullarına zor ve yorucu şeyler emredip de bunları yaparsanız, Cennete girersiniz demek insaf mıdır, merhamet midir? Bir şey emretmemeli idi. Merhamet ve iyilik böyle olur.) gibi lafları, ne kadar ahmakçadır.
Bunlar, hiç de düşünmüyor mu ki, iyilik edenlere, şükretmek yani, sevindiğini bildirmek, aklın istediği bir şeydir. Dinimizin hükümleri, bütün nimetleri, iyilikleri yaratan, gönderen, Allahü teâlâya karşı, şükrün nasıl yapılacağını göstermektedir. O hâlde dinimizin hükümleri, aklın istediği birşeydir. Bundan başka, dünyanın, hayatın düzeni, bu teklifleri, yapmakla olur. Allahü teâlâ, herkesi kendi başına bıraksaydı, kötülükten, karışıklıktan başka birşey olmazdı. Allahü teâlânın haramları olmasaydı, nefisleri, keyifleri peşinde koşanlar, başkalarının mallarına, canlarına, ırzlarına saldırır, fenalıklar, karışıklıklar hasıl olur, saldıran da, karşısındakiler de, zarar görür, helak olurlardı. Ülkelerin mamurluğu, insanların rahatı, yani medeniyet olmaz, insanlık, canavarlık şeklini alırdı.

Sual: En iyi ibâdet nedir?
CEVAP
Her zaman doğru iman sahibi olmaya, farzları yapıp haramlardan kaçmaya, tövbe edip farz borçlarını ödemeye çalışmalıdır! Bunları doğru yapabilmek de, ancak ilimle mümkündür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Gece bir müddet ilim öğrenmek, bütün gece ibâdet etmekten sevabdır.)[R.Nasihin]
(Sabah-akşam ilimle meşgul olmak, cihaddan efdaldir.) [Deylemî]
(İlimden bir mesele öğrenmek, yüz rekat [nafile] namaz kılmaktan daha kıymetlidir.) [İ. Abdilber]
Hz. Ali buyurdu ki: (İlim, maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun; fakat ilim seni korur. Mal sarfetmekle azalır, ilim sarfetmekle çoğalır.)
İbni Abbas hazretleri buyurdu ki:
(Süleyman aleyhisselam mal, ilim ve hükümdarlık arasında muhayyer bırakıldı. O ilmi tercih etti ve bu sayede diğer ikisine de malik oldu.)
İmam-ı Gazalî hazretleri buyurdu ki:
İnsanın diğer mahlukattan üstünlüğü ilmi iledir, güç ve kuvvetiyle değildir. Çünkü deve insandan kuvvetlidir. İrilik bakımından da değildir. Çünkü fil insandan çok iridir. Cesaret bakımından da değildir. Çünkü aslan insandan cesurdur. Çok yemesiyle de değildir. Çünkü mandanın karnı, insanın midesinden daha büyüktür. Şu hâlde ilim çok üstün bir vasıftır.
Yemek ve içmekten kesilen hasta, ölmeye mahkum olduğu gibi, ilim ve hikmetten mahrum kalb de ölüme mahkumdur.


Sual: En kıymetli amel nedir?
CEVAP
Zamana ve şahsın haline göre değişir. Hadis-i şerifte, (En kıymetli amel, vaktinde kılınan namaz, sonra ana-babaya iyilik etmek, sonra da Allah yolunda cihad)buyurulduğu gibi, (Amellerin en iyisi yemek yedirmek), (Gece herkes uykuda iken namaz kılmak), (Selam vermeyi yaymak), (Allahü teâlâyı anmak), (Elinden ve dilinden kimsenin incinmemesi), (Az da olsa devamlı olan amel) olarak bildirilmiştir. (Berika)
Peygamber efendimiz, (En kıymetli amel)i, soranların hallerine ve içinde bulunulan şartlara göre bildirmiştir. Mesela yiyeceklerin bol bulunduğu; fakat suyun bulunmadığı yerde, susuzluktan yanan kimseye bir bardak su vermek, fırın dolusu ekmek vermekten daha makbul olur.
Vahşi hayvanların veya düşmanların saldırısından veya tehlikeli bir hastalığa maruz kalan kimsenin ölümden kurtulmasına sebep olmak, ona yapılacak diğer iyiliklerden daha üstün olabilir. Bir kimseyi ebedi felaketten kurtarıp, sonsuz nimetlere kavuşmasına sebep olmak ise, hepsinden daha kıymetlidir. Bu bakımdan İslâmiyetin başlangıcında amellerin en kıymetlisi cihad idi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(En kıymetli amel cihaddır.) [Taberânî]
(Müşriklere karşı, mal, can ve dilinizle cihad edin!) [Hakim]
(Cihadı terkeden millet, mutlaka genel bir belâya maruz kalır.) [Taberânî]
(En üstün kimse, canı ve malı ile Allah yolunda cihad edendir.) [İ. Ahmed]
(Cihad etmeden veya cihad etmeyi düşünmeden ölen, münafık olarak ölür.)[Müslim]
(En faziletli cihad, canı, malı ile müşriklerle mücadeledir.) [Nesâî]
(Cihadın yanında, en iyi amel, kırlangıcın gagasıyla denizden aldığı su gibi kalır.) [Şira]
(Fi-sebilillah cihad edin, cihad, Cennetin kapısını açar. Cihad edenin sıkıntısı gider.) [Hakim]
(Allahü teâlâ, bir ok yüzünden üç kişiyi Cennete koyar. Oku yapanı, atmak için ona vereni ve Allah yolunda o oku atanı.) [Hatib].
Cihad böyle faziletli olduğu hâlde, emr-i maruf daha kıymetlidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bütün ibâdetlere verilen sevab, Allah yolunda savaşa verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Savaşın sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında denize göre, bir damla su gibidir.) [Deylemî]
[Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere ve akla uygun şeylere "Maruf", bunlara uymayan şeylere de "Münker" denir. Müctehidlerin sözbirliği ile yasak edilen şeylere de "Münker" denir.]
(Fıkh âliminin müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihad sevabından daha çoktur. (R. Muhtar)
Günümüzde en kıymetli amel, yayın yolu ile (Emr-i maruf) ve (Nehy-i münker) yapmaktır. Ehl-i sünnet itikadını yaymalı, gayrı müslimlere ve sapıklara gerekli cevap verilmelidir! Bu yol ile cihad edenler yardımda bulunanlar, cihad sevabına ortak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah yolundaki bir mücahidi giydirip kuşatan veya onun çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını gören harbe gitmiş gibi sevaba kavuşur.) [Hakim]


Salih amel
Sual: Çok ibâdet etmek için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde Cenab-ı Hak, (Salih amel) işliyenleri övüyor. Salih, yani ihlaslı ameli tavsiye ediyor. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Amelin halis ise, azı da sana yeter.)[Deylemî]
Demek ki ilim sahibi kimsenin, az da olsa ihlaslı amel etmesi kâfidir. Ancak devamlı olması da gerekir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah indinde amellerin en kıymetlisi, az da olsa, devamlı olanıdır.) [Buharî]

Sual: Allahın emrini yapmayıp, yasaklarından da sakınmayan küfre girer mi? İbadet nedir? Bir kimse bildiği hâlde ibâdet etmezse, Cennete gider mi?
CEVAP
Üç suâliniz var:
1- Tekliflere yani emirlerin yapılması gerektiğine ve yasaklardan sakınmak lazım geldiğine inanmak, imanın şartıdır. Tekliflerin çoğuna inanıp da, yalnız birine inanmıyan, buna uymak istemiyen, Muhammed aleyhisselama inanmamış olur. Kâfir olur.
Müslüman olmak için, tekliflerin hepsine inanmak gerekir. Bir müslüman, tekliflere inandığı hâlde, bunlara uymazsa, mesela, tembellik ederek, namaz kılmazsa; kötü arkadaşa ve nefsine uyarak, içki içerse, kadın, tesettüre riayet etmezse, imanı gitmez, kâfir olmaz. Günah işlemiş, asi müslümandır.
Tekliflerin sadece birine uymak istemezse, yani beğenmez, vazife olduğuna önem vermez ise, hafif görürse, imanı gider, kâfir olur. (Namaz kılmıyorsam, açık geziyorsam ne çıkar? Sen kalbe bak. Kalbim temizdir) demek, veya (önce ekmek parası kazanmak, herkese iyilik etmek. Sonra namaz) gibi sözler, tekliflerin bir kısmını beğenip bir kısmını beğenmemektir. Her müslümanın bu inceliğe dikkat etmesi, tekliflere uymıyanların, imanlarının gitmemesi için uyanık olmaları gerekir. Teklife uymamak başka, uymak istememek başkadır. Bu ikisini karıştırmamalıdır!
2- İbadet demek, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama tabi olmak demektir. Yani bütün sözlerini ve hareketlerini Onun emirlerine ve nehylerine uydurmak demektir. Şunu iyi bilmelidir, ki, ibâdet şeklinde yaptığı işler, eğer Onun emri ile olmadı ise, ibâdet olmaz, hatta günah olur. Eğer namaz ve oruç ise de böyledir. Ramazan Bayramının birinci günü ve Kurban Bayramının her dört günü oruç tutmak günahtır. Hâlbuki, oruç bir ibâdettir. Fakat, emir ile olmadığından günah oldu. Bunun gibi, başkasından zor ile alınan elbise ile veya böyle bir yerde namaz kılmak da günahtır. Hâlbuki namaz bir ibâdettir. Fakat, emir ile olmayınca isyan oluyor. Bunlar gibi, bir kimsenin, nikahlı ailesi ile her türlü oyun ve latife yapması ibâdettir, yani sevabdır. Hâlbuki yapılan şey oyun ve eğlencedir. Fakat emir ile olduğundan sevabdır.         
Görülüyor ki, ibâdet demek, yalnız namaz kılmak, oruç tutmak değildir. İbadet demek, İslâmiyetin emirlerine uymak demektir. Çünkü, namaz ve oruç, islâmiyete uygun olunca, ibâdet olur.
3- İmam-ı Gazalî hazretleri buyuruyor ki: İyi bil ki, amelsiz ilim, insanı kurtaramaz. Bir kimse, dağda bir arslana rastlasa, yanında tüfeği ve kılıcı bulunsa ve bunları kullanmasını iyi bilse ve ne kadar cesur olsa da, bu aletleri kullanmadıkça, arslandan kurtulabilir mi? İşte bunun gibi, bir kimse ne kadar ilim sahibi, olursa olsun, bildiğine göre hareket etmezse, ilminin faydası olmaz.
Mütehassıs bir doktor hastalansa, hastalığı da kendi branşında olsa, bunun en etkili ilacını da bilse ve bu ilaç hakikaten o hastalığa çok iyi gelse, ilacı kullanmadıkça, yalnız bilgisi onu iyi edemez. Bir insan da, ne kadar ilim edinse, ne kadar kitab okusa, bildiklerini yapmadıkça faydası olmaz. (Eyyühelveled)

 


Derdinizi ve devasını bildiriyorum

Sual: Yüksek tahsilim var, maddî yönden de hiç bir problemim yok. Beyimle de aramızda geçimsizlik yok. Bunlara rağmen, yalnızlık ve sıkıntı içerisindeyim. Tesettürün farz olduğuna inanmama rağmen, hâlâ tesettürlü değilim. Dini kitaplarımız da var, ama pek okumuyorum. Bu yalnızlık duygusundan ve sıkıntıdan nasıl kurtulabilirim?
CEVAP
Sizin durumunuzda birçok kimse vardır. İstediği şöhrete de kavuşmuş böyle kimselerden, intihara bile teşebbüs edenleri oluyor. Hepsinde de bir huzursuzluk var. Dînimiz bunun sebebini ve çâresini bildirmiştir.
(Tesettürün farz olduğuna inanmama rağmen, hâlâ tesettürlü değilim) diyorsunuz. Tesettürsüzlük günâhtır. Günâhkâr her insanın kalbi, günâhının derecesine göre karadır. Kalbi kara olan kimse, hep sıkıntı ve huzursuzluk içinde olur. Bu huzursuzluğu yok etmek için, kimi kumar oynar, kimi içki içer, kimi uyuşturuculara müptelâ olur. Bunlar, bir an için rahatlatırsa da, sonunda huzursuzluğu daha da artırır.
Peygamber efendimiz, (Şikâyet ettiğiniz şeyler, amellerinizin bozukluğundandır)ve (Size derdinizi ve devâsını bildiriyorum. İyi biliniz ki, derdiniz günâhlardır, devâsı da istiğfârdır) buyuruyor. İstiğfâr, günâhlardan vazgeçmek demektir. Günâhlara pişman olmak, günâhları terketmek ve, (Yâ Rabbî günâhlarımı affet) demektir. Dağlar kadar günâhımız da olsa, Allahü teâlâ affeder. Yeter ki biz pişman olup tövbe edelim!
Sizin şimdi yapacağınız iki şey var: Birincisi, hemen tesettüre girmek, ikincisi de, bahsettiğiniz kitapları okumaya çalışmaktır.
Eğer kafa dengi, mütesettir sâliha bir hanım arkadaş bulabilirseniz, kitabı beraber okumanız daha faydalı olur. Beyiniz her gün işten gelince, onunla da kitap okumanız çok iyi olur. Aslında o, dînimizi iyi bilse, size, günâhtan ve sıkıntıdan kurtulmanız için yardımcı olur. Bunun için, (Haydi şu konuyu oku da dinliyeyim, sen daha iyi okuyorsun) diyerek onu okumaya teşvik etmek iyi olur. Eğer beyiniz size, iyi bir arkadaş olursa, başka arkadaşa lüzûm kalmaz. Bahsettiğiniz kitapları okuyun ve öğrendiklerinizle amel etmeye çalışın! Huzura kavuştuğunuzu göreceksiniz.


Ümit ve korku arası

Sual: Hep Allahtan korku içinde mi yaşamak gerekir?
CEVAP
Kendini garanti Cennetlik bilmek gibi, kendini mutlaka Cehennemlik bilmek de çok tehlîkelidir. Allahü teâlâdan korkmalı ve rahmetinden ümidi kesmemeli, yanî beyn-el-havfi ver-recâ [korku ve ümit arasında] olmalıdır. Havf, Allahü teâlâdan korkmak,recâ, Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmemektir. Sebebine yapışmadan birşey beklemeye temennî, sebebine yapıştıktan sonra, beklemeye recâ denir. Temennî, insanı tembelliğe, recâ ise, çalışmaya sevkeder. Hadîs-i şerîfte, (Din işleri temennî ile doğru olmaz) buyuruldu.
Bir kimse, en iyi tohumu bulup, mümbit toprağa eker, yabanî otlardan temizler, gübreler ve gerekli ilâçlamalarını da yapar. Allahü teâlâ da bu mahsûlü çeşitli âfetlerden korursa, bu beklemeye ümit denir. İyi tohum atmaz, kültürel ve ilâçlı mücâdelesini yapmazsa, üstelik toprak da mümbit değilse, bu tarladan iyi mahsûl almak için beklerse, bu bekleyişe ümit denmez. Çünkü sebeplerin hepsine yapışmamıştır. Ama yine imkânsız olmadığı için, buna temennî denir.
Bunun gibi, doğru îmân tohumunu kalbine yerleştirip, burasını fena ahlâk dikenlerinden temizlerse, ibâdet suyu ile îmân ağacını sularsa, ölünceye kadar her türlü âfetlerden koruması için Allahü teâlâya sığınırsa, yanî vazîfesini zamanında yaparsa, buna ümit denir. Ümitten muhabbet doğar. Muhabbet makâmından yüksek makâm yoktur. Îmân tohumu doğru olduğu hâlde, kötü ahlâktan temizlenmez ve ibâdet suyu ile sulanmazsa, rahmet beklemek ahmaklık olur. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Her istediğini yapıp, rahmete kavuşacağını ümit eden ahmaktır.) [Tirmizî]
Demek ki, bütün sebeplere yapıştıktan sonra netîceyi beklemek ümit olur. O hâlde ihlâsla tövbe eden, kabûl edildiğini ümit etmelidir. Tövbe etmediği hâlde günâhına üzülürse, üzülmesi tövbeye sebep olur. Cehennem tohumu ekip, Cennet beklemek büyük ahmaklıktır. Sâlih amel işlemeden, büyüklerin kavuştukları dereceyi ümit etmek de akılsızlık olur.
Her ibâdet eden, Cennetlik olmadığı gibi, her günâhkâr da Cehennemlik değildir. Cenâb-ı Hakkın gazabı düşünülerek ibâdetlere güvenmemeli, af ve mağfireti de düşünülerek rahmetinden ümit kesmemelidir!
Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:
(Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allahü teâlâ, bütün günâhları affeder.) [Zümer 53]
Hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Kulum, göklere ulaşacak günâh işlese; fakat rahmetimden ümidini kesmeyip, mağfiret dilerse, affederim.) [Tirmizî]
Ümit, korkudan çok olmalıdır: Allahü teâlânın kendisini affedeceğini zannedenin, ibâdetleri zevkli olur. Gençlerde korkunun daha fazla olması, ihtiyârlarda recânın daha fazla olması lâzımdır. Hastalarda recâ fazla olmalıdır. Korkusuz recâ ve recâsız havf câiz değildir. Birincisi emîn olmak, ikincisi ümitsiz olmaktır. Yukarıdaki âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf de recânın, ümidin fazla olması lâzım geldiğini göstermektedir.
Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:
Kıyâmette kurtuluşa erenler, Allaha ve Resûlüne itâat edip Allahtan korkan ve sakınanlardır.) [Nûr 52]
(İşlediklerinin cezâsı olarak, artık az gülüp, çok ağlasınlar.) [Tövbe 82]
(Allah katında en kıymetliniz, ondan çok korkup sakınanınızdır.) [Hucurât 13]
Mü’minûn sûresinin, (Rablerinin huzûruna çıkacaklarından kalbleri korku ile çarpar) meâlindeki 60. âyet-i kerîmesindeki kimselerin hırsız mı, zânî mi olduğu sorulunca, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Bunlar, namaz, oruç ve zekât gibi ibâdetlerini yerine getirdikleri hâlde “acaba ibâdetlerimiz kabûl olmadı mı” diye korkan kimselerdir.) [Tirmizî]
Bu âyet-i kerîmeler de, korkunun fazla olması lâzım geldiğini göstermektedir. Ümidi ve korkuyu bildiren nasslar birlikte incelenince, mü’minin, havf ve recâ arasında olması gerektiği anlaşılır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Havf ve recâ [korku ile ümit] arasında bulunan mü’min, umduğuna kavuşur, korktuğundan emîn olur.) [Tirmizî]
Yanî Allahü teâlânın azâbından korkarak, rahmetinden de ümidini kesmiyerek, harâmlardan kaçıp ibâdetlerini yapmaya çalışan mümin Cennete gider.
Allah korkusunun önemi
Allahtan korkmalı, ona karşı kötü zanda bulunmamalıdır. Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruldu ki:
(Allahtan nasıl korkmak gerekiyorsa, öylece korkunuz) [A.İmrân 102]
(Sizden öncekilere de, size de Allahtan korkmanızı tavsiye ettik.) [Nisâ 131]
(Kötü zanda bulunduğunuz için helâke mahkûm kavim oldunuz.) [Feth 12]
(Rabbinize olan [ümitsizliğiniz, kötü] zannınız sizi helâk etti.) [Fussilet 23]
Hadîs-i şerîflerde de buyuruldu ki:
(Allah korkusundan ağlayan, Cehenneme girmez.) [Nesâî]
(Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.) [Buhârî]
(Cenâb-ı Hak, yemîn ile buyuruyor ki: “Dünyada benden korkarak ağlayan hiç kimse yoktur ki, onu Cennette ebedî güldürmüş olmayayım!”) [Beyhekî]
(Allah korkusu ile, kalbi ürperenin, ağaçtan yaprak dökülür gibi, günâhları dökülür.) [Beyhekî]
(Günâhlarını hatırlayıp ağlıyan, hesâb görmeden Cennete girer.) [İ.Gazâlî]
(Allahtan hakkıyle korksaydınız, cehilsiz ilme kavuşurdunuz.) [İbni Sünnî]
(Allahü teâlânın korkusu, her hikmetin başıdır.) [Taberânî]
İnsan sevdiği şeylerin elden çıkmasından korkar. Sevdiği kimselerin sevgisini kaybetmekten korkar. Bunun için Allahı en çok sevenler, Allahtan en çok korkanlardır. Keza Allahü teâlâyı en iyi tanıyanlar da O’ndan en çok korkanlardır. Allahtan korkup günâhtan sakınan kimselere müttekî denir. Müttekîler hakkında çok müjdeler vardır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Müttekîlerin hepsi hesâbsız Cennete girer.) [Taberânî]
Allah korkusunun sebebi, ilim ve mârifettir. İlim ve mârifet sahipleri, kendi ayıplarını, günâhlarını ve ibâdetteki kusûrlarını görerek, bunun yanında Allahü teâlânın kendisine verdiği sayısız nimetleri düşününce, yaptıklarından utanıp, kalbinde korku başlar.
Bu kimsenin hâli şuna benzer. Bir pâdişâh bir kimseye iltifât ederek sayısız yardım ve ihsânlarda bulunsa, üstelik sadrazamlık rütbesi verse, bu kimse de, pâdişâhın bu iyiliklerine karşılık nankörlük ve hıyânet etse, bunu da pâdişâhın gördüğünü anlasa, o kimsenin kalbine bir korku ateşi düşer.
Korkunun dereceleri vardır:
İnsanın kendisini arzûlardan men etmesine iffet,
harâmlardan men etmesine verâ,
şüphelilerden men etmesine takvâ denir.
Allaha yaklaşmaya mâni olan her şeyden men etmesine ise sıdk denir. Böyle kimselere de sıddîk denir.
Bir kimse Cehennemden, gaflete düşüp kalbinin kararacağından, nimetlerin çokluğu sebebiyle zevke dalıp âhıreti unutacağından, bütün kusûr ve kabahatlerinin ortaya dökülüp rezil olacağından korkar. En büyük korku da îmânsız gitme korkusudur. Çünkü Allahü teâlâdan celâl sıfatı sebebiyle korkmak, günâhı sebebiyle korkmaktan daha üstündür. Sadece günâhı sebebi ile korkan kimse, günâh işlemeyi bırakınca, (Günâhları bıraktığıma göre, artık Allahtan niçin korkayım) diye düşünebilir. Bu bakımdan Allahü teâlâdan, Celâl sıfatı sebebiyle korkmak daha üstündür.
Cenâb-ı Hak, Dâvüd aleyhisselâma, (Kükremiş arslandan nasıl korkuyorsan, benden de öyle kork) buyurdu. Çünkü arslan, senden korkmaz, öldürmemek için bir sebep aramaz. Öldürmek isteyince de seni bir suçundan dolayı öldürmez. Allahü teâlâyı da böyle düşünenin korkmaması mümkün değildir.
Hazret-i Ebûd-derdâ buyuruyor ki: Hiç kimse, ölüm zamanında îmânının geri alınmıyacağından emîn olmaz. Sıddîklar kötü âkıbetten çok korkarlar. Süfyân-i Sevrî’yi ağlarken gördüler. (Allahın affı, senin günâhından büyük olduğunu bilmez misin) dediler. (Îmânla öleceğimi bilsem, dağlar kadar günâhım olsa yine korkmam) buyurdu. Mürid, günâh işlemekten, ârif ise küfre düşmekten korkar.
İlim ve mârifetten korku hâsıl olur. Korkudan ise, zühd, sabır, tövbe, sıdk, ihlâs ve bunlardan da muhabbet hâsıl olur. Muhabbet makâmı çok üstündür. Mârifet, kendini ve Rabbini bilmek demektir. Mârifetten âciz olan ise, mârifet sahipleri ile sohbet etmeli, gâfillerden uzak durmalıdır.
Allahtan korkan, O’nun emîr ve yasaklarına riâyet eder. Hiç kimseye zararı dokunmaz. Kendine edilen kötülüğe sabreder. Kusûrlarına tövbe eder. Çalışırken, alış-veriş ederken, kimsenin hakkını yemez. İlim ve ahlâk sahiplerine saygı gösterir. Arkadaşlarını sever ve kendini sevdirir. Kimseyi çekiştirmez, kimseye sert davranmaz. Malı ve mevkîyi herkese iyilik etmek için ister. Kendini beğenmez. Allahü teâlânın her an gördüğünü ve bildiğini düşünür, hiç kötülük etmez. Kısaca, Allahtan korkan, herkese faydalı olur.
Allah korkusu faydalıdır
İbâdet yapmamak, günâhlardan kaçmamak insanın kalbini karartır, zamanla küfre sokar. Yanî kâfir olur. Ebedî Cehennemde kalır. Günâhların hepsi Allahın emrini yapmamak olduğundan büyüktür.
Hadîs-i şerîfte, (Çok küçük bir günâhtan kaçmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. Tövbe edilmiyen günâhların cezâsı verilirse, bu cezâya katlanmak çok zordur. İnsan, kendi âcizliğini düşünerek, Allahü teâlânın azâbının çok çetin ve şiddetli olduğunu iyi bilmelidir. Kişi, dünyada hiçbir şeyine güvenmemelidir! Ne ilmine, ne ibâdetine, ne soyunun yüce olmasına, hâsılı hiçbir fazîletine güvenmemelidir!
Allahü teâlânın gazabı günâhlar içinde saklıdır. Bir günâh yüzünden büyük azâba mâruz bırakabilir. Yıllarca ibâdet eden makbûl bir kulunu ebediyen Cehenneme koyabilir.
Yüz bin yıl ibâdet eden İblis, kibrederek, Âdem aleyhisselâma doğru secde etmediği için, sonsuz olarak lanetlik oldu. Allahü teâlâ, yüzbin yıllık ibâdetini yüzüne çarptı.
Allahü teâlâ, bir zelle yüzünden Âdem aleyhisselâmı Cennetten çıkardı. Hz. Âdem yıllarca felâketlere mâruz kaldı. [Zelle, doğrular içinde en doğruyu bulamamak demektir. Peygamberler asla günâh işlemez.]
Âdem aleyhisselâmın oğlu Kabil, kardeşi Habil’i öldürdüğü için ebedî Cehennemlik oldu.
Nûh aleyhisselâm, ufak bir söz yüzünden Allahü teâlânın sert hitâbına mâruz kaldı. Utancından kırk yıl, başı eğik gezdi.
Allahın dostu İbrâhim aleyhisselâm da bir zellesi yüzünden uzun müddet ağladı. Cebrâil aleyhisselâm gelip dedi ki:
- Niçin bu kadar ağlıyorsun? Sen Allahın dostusun. Hiç dost, dostunu cezâlandırır mı?
İbrâhim aleyhisselâm şöyle cevap verdi:
- Yaptığımı düşünürken dostluk hatırıma gelmiyor. Yûnüs aleyhisselâm, zelle sayılacak bir hareketinden dolayı, Allahü teâlâ onu deniz altında kırk gün balığın karnında hapsetmiştir.
Dâvüd aleyhisselâm da bir zelle yüzünden o kadar ağladı ki, gözyaşlarından otlar bitti. Allahü teâlâya duâ ederken dedi ki:
- Yâ Rabbî, gözyaşımı görüyorsun. Cenâb-ı Hakkın cevâbı şöyle oldu:
- Ey Dâvüd, yaptığını unutuyor, gözyaşlarını hatırlıyorsun.
Dâvüd aleyhisselâm, kırk sene daha ağlamıştır.
Her duâsı makbûl, âlim ve evliyâdan bir zât olan Bel’âm-ı Bâûrâ, Mûsâ aleyhisselâma bedduâ ettiği için kâfir oldu. Akabinde dili göğsüne kadar sarkıp yapıştı. Kur’ân-ı kerîmde, dilini sarkıtıp soluyan köpeğe benzetildi. (A’râf 176)
Çok zengin olan Kârûn, zekât vermediği için malı ile helâk oldu. O hâlde, her günâhtan kaçmaya çalışmalıdır. Günâh işleyince de, ümitsizliğe kapılmamalı, hemen tövbe etmelidir. Peygamber efendimiz, (Yâ Rabbî, gazabından rızâna, azâbından affına, senden sana sığınırım) diye duâ ederdi. (Hâkim)
Kişi, bilmediği şeyi sevmez ve ondan korkmaz. Allahı çok seven ve O’nu iyi tanıyan, Allahtan çok korkar. Allahı en iyi tanıyan da Peygamber efendimiz olduğuna göre, Allahı en çok seven ve en çok korkan da elbette Odur. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:(İçinizde Allahtan en çok korkan benim.) [Buhârî]
Peygamberlerden sonra Allahı en iyi tanıyan, onların vârisi olan âlimler ve onlara yakın olanlardır. Kur’ân-ı kerîmde buyuruluyor ki:
(Allahtan, kulları içinde, ancak âlimler [gereği gibi] korkar.) [Fâtır 28]
Allahtan korkmak, bir zâlimden korkmak gibi sanılmasın! Bu korku, saygı ve sevgi ile karışık olan bir korkudur. Âşıkların mâşuklarına karşı yazdıkları şiirlerde, böyle korku içinde olduklarını bildiren beytleri az değildir. Mâşukunu kendinden pek yüksek bilen bir âşık, kendini o sevgiye lâyık görmiyerek, hislerini böyle korku ile anlatmaktadır. Âşık mâşukunun sevgisini kaybetmekten korktuğu gibi, ilmi ve aklı çok olan da Allahtan korkar. Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki: (Aklın çokluğu, Allah korkusunun çokluğu ile belli olur.) [İ.Muhber]

Az gülüp, çok ağlasınlar

Sual: Çok gülmenin, kahkahanın dînimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Tebessüm etmek, güleryüzlü olmak çok iyidir. Fakat kahkaha ile gülmek hoş değildir.
Allahü teâlâ buyuruyor ki: (Az gülüp, çok ağlasınlar!) [Tövbe 82]
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Çok gülmek kalbi öldürür ve mü’minin değerini düşürür.) [Tirmizî]
(Gafletinden habersiz gâfile şaşılır. Şu kişiye de şaşılır ki, ölüm onun peşinde iken, o dünyanın peşinde koşar. Rabbinin kendinden râzı olup olmadığını bilmeden kahkaha ile gülene de şaşılır.) [Ebû Nuaym]
(Mescidde gülmek, kabirde karanlıktır.) [Deylemî]
(Gülerek günah işliyen, ağlıyarak Cehenneme gider.) [Ebû Nuaym]
(Eğer benim gördüğümü siz görseydiniz, az güler çok ağlardınız) buyurdu. (Ne gördün, yâ Resûlallah) dediler. (Cennet ve Cehennemi gördüm) buyurdu. (Müslim)
Peygamber efendimiz, Hz. Mikâil’in gülmeyişinin sebebini Hz. Cebrâil’e suâl eder. O da, (Cehennem yaratıldığından beri hiç gülmemiştir) cevabını verir. (İ.Ahmed)
Cennet ve Cehennem
Bezzâr’ın bildirdiği hadîs-i şerîfte, kahkaha ile gülenlere Peygamber efendimiz, (Kur’ân-ı kerîm, Cennet ve Cehennemin hâlini bildirirken nasıl böyle gülersiniz)buyurdu. Sonra şu meâldeki âyet-i kerîmeler nâzil oldu: (Kullarıma haber ver ki, ben hakkıyle gafûrurrahîm olduğum gibi, azâbım da çok şiddetlidir.) [Hicr 49-50]
[Gafûr, bağışlaması, affı, magfireti bol olan. Rahîm, âhırette bütün müminleri esirgeyen, bağışlayan ve onlara şefkat ve merhamet eden.]
Hz. Ömer, (Çok gülenin heybeti azalır, çok şaka yapan hafife alınır) buyurdu. Çok gülmek yüzdeki nûru ve insanın vekârını izâle eder.
Hasan-ı Basrî hazretleri, kahkaha ile gülen bir gence buyurdu ki:
- Oğlum, Sırat mı geçtin de hep böyle gülüyorsun?
- Hayır...
- Cennete gideceğine dair bir garantin mi var?
- Hayır yok.
- O hâlde niçin gülüyorsun?
O gencin bir daha boş yere güldüğü görülmemiştir.
Îsâ aleyhisselâm, Havârilere buyurdu ki:
(Sizde iki câhillik alâmeti vardır. Hayret veren birşey olmadan gülüyor ve sabaha kadar hiç kalkmadan uyuyorsunuz.) [Şir’a]
Musa aleyhisselamHz. Hızırdan nasihat istedi. O da şunları söyledi:
(Husumette inatçılıktan, kötü konuşmaktan kaçın! Bir işin, bir ihtiyacın olmadan bir yere gitme! Şaşılacak birşey olmadan gülme! Kusurlarından dolayı başkalarını ayıplama! Kendi hatalarına ağla!) [Şira]
Muhammed bin Vasi buyurdu ki:
Cennette ağlamak ve Cehennemde gülmek çok tuhaftır. Fakat Cennete mi, Cehenneme mi gideceğini bilmeden gülmek daha çok tuhaftır.
Peygamber efendimiz, rastgele gülenleri görünce, buyurdu ki:
(Benim bildiğimi siz bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız.) [Buhârî]
 
Kalbi katılaştıran şeyler
Üç şey kalbi katılaştırır:
1- Şaşılacak birşey olmadan gülmek,
2- Acıkmadan yemek,
3- Lüzûmsuz konuşmak.
Kahkaha ile gülmek mekrûhtur. Peygamber efendimiz kahkaha ile gülmezdi. Fakat herkese güler yüz gösterir, tebessüm ederdi. Yahya bin Mu’âz hazretleri buyurdu ki: (Dört şey, mümini gülmekten alıkor: Âhıret işleri, geçim derdi, günahların verdiği sıkıntı, musîbetlerden gelen elem.)
Âlimler buyurdu ki: Şu beş şeyi düşünen kahkaha ile gülemez:
1- İşlediği günahları düşündükçe, endişe içinde olur, gülemez.
2- Yaptığı iyi amellerin kabûl olduğunu bilmeden, gülmesi doğru olmaz.
3- Acaba gelecekte neler yapar, âkıbeti nasıl olur diye düşünen kimse, endişe içinde olur.
4- Cennet ve Cehennemden hangisine gideceğini bilmiyenin üzülmesi gerekir.
5- Acaba, Allahü teâlâ kendisinden râzı mıdır, yoksa kendisine dargın mıdır? Bunları düşünen, kahkaha ile gülemez. İmâm-ı a’zam hazretleri, (Ömrümde bir defa güldüm, ona da pişmanım) buyurdu. Gülmek gaflettendir. Bilhassa kahkaha ile gülmemeye gayret etmelidir! [T.Gâfilîn] Çok gülmek ayıptır, âhıret için kayıptır.
Lüzumsuz yere çok gülmek, devamlı mide ile meşgul olmak iyi değildir.  Ramazan-ı şerif haricinde de ara sıra oruç tutmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Aç ve susuz kalarak üzüntülü olmaya çalışın) [Taberânî]

Sual: Günâh işliyen ve ibâdet etmiyen kâfir olup ebedî Cehennemde kalır mı?
CEVAP
Günâh işliyen ve ibâdet etmiyen müslümana kâfir denmez. Kâfirden başkası, ebedî Cehennemde kalmaz. Günâh işliyen müslümanın kâfir olmıyacağı hakkında birçok âyet ve hadîs vardır. Mu’tezile, (Günâh işliyen ve ibâdet etmiyen kâfirdir) demişse de, Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Küfrün zıddı îmân, günâhın zıddı ise ibâdettir. Îmânı bırakan kâfir olur, ibâdeti terkeden günâhkâr olur. Amelsiz îmân makbûldür, îmânsız amel ise makbûl değildir. Kadınların, muayyen hâllerinde, namaz, oruç gibi ibâdetleri bırakmaları câiz ve lâzım iken, îmânı hiçbir zaman bırakmaları câiz olmaz.
Çünkü Kur’ân-ı kerîmde bildiriliyor ki:
(Îmân edip sâlih amel işleyenler...) [A’râf 42, Hûd 23, Ra’d 29, Hac 50]
Bu ve benzeri âyetler, îmân ile amelin başka başka olduğunu, amelin, îmânın içinde değil, dışında olduğunu gösterir. Eğer aksi olsaydı, (ve amilussâlihât) sözü lüzûmsuz tekrar edilmiş olurdu. Hâlbuki âyet-i kerîme için lüzûmsuzluk düşünülmez. Eğer amel, îmânın parçası olsa idi, âyet-i kerîmede ayrıca bildirilmezdi. Birşey başka şeye atfedilince, ikisinin başka başka oldukları anlaşılır. (İhyâ)
Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruldu ki:
(Allah şirki [küfrü, bozuk îmânı] aslâ affetmez. Diğer bütün günâhları ise, istediği kimselerden affeder.) [Nisâ 48]
(Ey günâhı çok olan kullarım, Allahın rahmetinden ümîdinizi kesmeyin! Allah bütün günâhları affeder. O, sonsuz magfiret ve nihâyetsiz merhamet sâhibidir.)[Zümer 53]
(Mü’minlerden iki fırka birbiriyle dövüşürse, aralarını bulun!) [Hucurât 9]
Bu âyet-i kerîmede, birbirini öldürenlere de mü’min denmektedir.
(Allaha îmân etmiyenlerin yaptıkları faydalı işler, fırtınalı bir günde rüzgârın savurduğu küller gibidir. Âhırette o işlerin hiçbir faydasını bulamazlar.) [İbrâhim 18]
(Kıyâmet günü onların iyi işlerini, bizim için yapmadıklarından, kimler için yaptılar ise, onlara doğru saçılan ince toz hâline getiririz.) [Furkân 23]
(Emekleri en ziyâde boşa gidenler, dünyada güzel iş yaptıklarını sanır. Hâlbuki boşuna uğraşırlar, Rablerinin âyetlerine ve kıyâmette O’nun huzûruna çıkacaklarına inanmazlar. Biz de onların iyiliklerini yok ederiz. İyilikleri ile kötülüklerini ölçmeyiz.) [Kehf 103-105]
(Kâfirlerin câmi’ yapmaları câiz değildir. Yerinde ve yarar bir iş değildir. Onların câmi yapmaları ve diğer bütün beğendikleri işleri, kıyâmette boşa gidecek ve Cehennemde, sonsuz olarak cezâlandırılacaktır.) [Tövbe 17]
(İşte âhırette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da bâtıldır.) [Hûd 16]
(Kâfirlerin dünyada yaptıkları iyi işler, çölde görünen serâba benzer. Susuz kalan adam onu uzaktan su sanır. Fakat, yanına varınca, umduğunu bulamaz. Kâfirler de, kıyâmette, dünyada yaptıkları iyilikleri serap gibi yapan, yani yok eden Allahı bulur ve hesâbını O’na verir.) [Nûr 39]
Bu âyet-i kerîmeler de, amelin, îmânın bir parçası olmadığını, kâfirlerin hiçbir amelinin fayda vermiyeceğini göstermektedir.
Hadîs-i şerîflerde de buyuruldu ki:
(İkrâr ettiği şeyi, inkâr etmiyen, kâfir olmaz.) [Taberânî]
(Zinâ etmiş, hırsızlık yapmış, içki içmiş mü’min de Cennete girer.) [Buhârî]
(Ömründe bir defa Allahı anan veya O’ndan korkan müslüman, Cehennemden çıkar.) [Tirmizî]
(Kalbinde zerre kadar îmânı olan Cehennemde kalmaz.) [Buhârî]
Müslümanlığın temeli, Allahü teâlânın birliğine ve Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği belli olan emirlerin ve yasakların hepsini, Allah tarafından getirmiş olduğuna inanmaktır. Yanî emirleri yapmak ve yasak edilenleri yapmamak îmânın şartı değil ise de, yapmak ve yapmamak lâzım olduğuna inanmak îmânın şartıdır.
Böyle îmânı olmayan, yanî müslüman olmayana (kâfir) denir. Kâfirler, ne kadar iyi iş yapsa da, âhırette azâbdan kurtulamaz. Îmânın ve îmân ile birlikte olan ibâdetlerin ve bütün iyi işlerin dünyada da, âhırette de çok faydası vardır. Fakat îmânsız olana, iyi işlerin âhırette faydası olamaz. Günâhı çok olan bir mü’min, tövbe etmeden ölmüş ise, Allahü teâlâ dilerse, günâhlarının hepsini affeder, dilerse günâhları kadar azâb eder; fakat sonunda yine Cennete koyar. Âhırette kurtulmayacak olan yalnız kâfirlerdir. Zerre kadar îmânı olan kurtuluşa kavuşur. (Mektûbât-ı Rabbânî)


Sual: Bir mü’min, çok günâh işlese, şefâate kavuşabilir mi?
CEVAP
Bir mü’min, çok günâh işlese de kâfir olmaz, kâfir olmadığı için şefâate kavuşur. Âhırette yalnız îmânsızlara şefâat edilmez. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Büyük günâh işleyen her mü’mine şefâat edeceğim.) [Nesâî, Tirmizî]
(Îmânla ölen günâhkârlara şefâat edeceğim.) [Buhârî, Müslim]
Peygamber efendimiz, günâhkâr mü’minlere şefâat edeceğini bildirince, Ebüdderdâhazretleri, (Hırsızlar ve zinâ eden mü’minler de şefaate kavuşacak mı) diye suâl etti. (Evet onlara da şefâat edeceğim) buyurdu. (Hatîb)
Bu hadîs-i şerîfler de, günâh işliyen müslümana kâfir denilmiyeceğini göstermektedir.

Allahtan korkmak ne demek

Sual: Allahtan korkmak ne demektir?
CEVAP
Allahtan korkmak, bir zâlimden korkmak gibi değildir. Bu korku, saygı ve sevgi ile karışık olan bir korkudur.
Âşıkların mâşuklarına karşı yazdıkları şiirlerde, böyle korku içinde olduklarını bildiren beyitleri az değildir. Mâşukunu kendinden pek yüksek bilen bir âşık, kendini o sevgiye lâyık görmiyerek, hislerini böyle korku ile anlatmaktadır. İnsan, sevdiği kimseyi, herhangi bir şekilde üzmekten korkar. Allahü teâlâyı ise, herkesten çok sevmek lâzımdır. Allahı çok seven bir kimse, herhangi bir yanlış iş yapıp, O’nu üzerim diye çok korkar. Bizleri yoktan var eden ve çeşitli nimetler ihsân eden Rabbimizi elbette çok sevmek lâzım olduğu gibi, bu sevgiyi kaybetmekten de çok korkmak lâzımdır. Allahtan korkmak büyük derecedir.
Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:
(Allah indinde en kıymetliniz, O’ndan en çok korkanınızdır.) [Hucurât 13]
(Allahtan korkun! Biliniz ki Allahın azâbı çok çetindir.) [Bekara 196]
(Allahtan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.) [Mâide 100]
Allahtan korkmanın önemi
Âlimler ve ârifler buyuruyor ki: Allahtan korkanın kalbi hikmetle dolar. Kalbinde Allah korkusu bulunmayan kalbler harap olmuştur. Allahtan korkmanın alâmeti, kendini hasta görüp, ölüm korkusuyla bütün isteklerinden kaçınmaya çalışmaktır. Allahtan korkan kimse, Allahü teâlânın rahmetinin çok bol olduğunu bilir.
Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:
(Kim günah işler veya kendine zulmeder, sonra pişman olup, mağfiret dilerse, Allahı çok affedici, çok merhametli bulur.) [Nisâ 110]
(Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; çünkü kâfirlerden başkası, Allahın rahmetinden ümidini kesmez.) [Yûsüf 87]
Allahü teâlânın azâbı şiddetli olduğu gibi, rahmeti daha boldur.
Hadîs-i şerîflerde buyuruluyor ki:
(Rabbinizden bahsedince, korku verecek şey söylemeyin!) [Beyhekî]
(Allahı kullarına sevdirin ki, Allah da sizi sevsin!) [Taberânî]
(Eğer kul, Allahın ne kadar affedici olduğunu bilseydi, haram işlemekten çekinmezdi. Azâbının da ne kadar şiddetli olduğunu bilseydi, hep ibâdet eder, hiç günah işlemezdi.) [Nesefî]
(Günah işlemiyen olsa, Allahü teâlâ günah işliyecek kimseler yaratır, sonra onları mağfiret ederdi. Zîrâ Allahü teâlâ, gafûrurrahîmdir.) [Taberânî]
İnsanları Allahın rahmetinden ümitsizliğe düşüren, onlara zorluk gösteren bir kişiye, Kıyâmet günü Allahü teâlâ, (Sen kullarıma rahmetimden ümit kestirdin. Bugün sen de rahmetimden mahrûmsun) buyuracaktır.
Peygamber efendimiz de buyurdu ki:
(Allahın rahmetinden ümit kestirip [dinden] nefret ettirene lanet olsun!) [Şir’a]
Allahın rahmeti, dünyada mü’min-kâfir herkesedir. Âhırette, kâfirlere rahmetin zerresi yoktur. (Rahmetim herşeyi kaplamıştır) buyurulduktan sonra, (Rahmetim, benden korkup, haramlardan kaçan ve zekâtlarını veren ve Kur’ân-ı kerîme inananlar içindir) buyuruluyor. (A’râf 156)
(Havf ve recâ [korku ile ümit] arasında bulunan mü’min, umduğuna kavuşur, korktuğundan emîn olur) Hadîs-i Şerîfini düşünmeli, Allahü teâlânın azâbından korkup, rahmetinden de ümit kesmemelidir! (Tirmizî)
Bir insan ne kadar büyük günah işlerse işlesin, Allahın rahmetinden ümidini kesmemelidir. Hatta azılı bir kâfir  bile tövbe edip  "La İlahe illallah Muhammedün Resulullah" dese, bütün günahları affolur, tertemiz bir insan olur. Yani dünyada iken Allahın affetmediği günah yoktur. Tövbe edince şirki yani kâfirliği de affeder. Öldükten sonra kâfirlere af yoktur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allah bütün günahları affeder.) [Zümer 53]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, kıyamette buyurur ki: "Dünyada iken bir gün beni hatırlayıp ananı, benden bir kerecik korkanı, Cehennemdem çıkarın") [Tirmizî]
(Kâfir Allahın rahmetinin çokluğunu bilseydi, cennetten ümid kesmezdi.)[Buharî]

Azabı Şiddetlidir

İbadet yapmamak, günahlardan kaçmamak insanın kalbini karartır, zamanla küfre sokar. Yani kâfir olur. Ebedi Cehennemde kalır. Günahların hepsi Allahın emrini yapmamak olduğundan büyüktür. Hadis-i şerifte, (Çok küçük bir günahtan kaçmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir.) buyuruluyor. Tövbe edilmeyen günahların cezası verilirse, bu cezaya katlanmak çok zordur. Allahü teâlânın gazabı günahlar içinde saklıdır. Bir günah yüzünden büyük azaba maruz bırakabilir. Yüz bin sene ibâdet eden makbul bir kulunu ebediyen Cehenneme koyabilir. Mesela iyi yüz bin sene  itaat  eden İblis, kibredip secde etmediği için sonsuz olarak Cehennemlik oldu. Âdem aleyhisselamın oğlu, bir adam öldürdüğü için ebedi Cehennemlik oldu. Her duâsı kabul olan Belam-ı Baura, bir günaha meylettiği için imansız gitti. Karun zekât vermediği için malı ile helak oldu.
O hâlde her günahtan kaçmaya çalışmalıdır. Günah işleyince de ümitsizliğe kapılmamalı, hemen tövbe etmelidir. Mümin hem Allahın rahmetinden ümidini kesmemeli, hem de Ondan çok korkmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müminin kalbinde korku ile ümit varsa, Allahü teâlâ onu umduğuna kavuşturur, korktuğundan da emin eder.) [İbni Mace]
Yani bir mümin, Allahın azabından korkar, rahmetinden de ümidini kesmez, haramlardan kaçıp ibadetlerini yapmaya çalışırsa Cennete gider. (K. Saadet)
İnsan ne kadar çok günahkâr olursa olsun Allahın rahmetinden ümidini kesmemelidir! İmanı olan kimse, er-geç mutlaka Cennete girecektir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allahın rahmetinden ümidini kesen, dalalet ehlidir.) [Hicr 56]



Sual: “Allahını seversen” veya “Allah aşkına şunu yap” denince, o işi yapmak şart mıdır?
CEVAP
Bir müslüman, “Allah hakkı için şunu yap” dese, bunu yapmamak günâh olmaz ise de, mubâh olan işleri yapmak iyi olur. “Allah aşkına” diyerek bir kimseden dünyalık bir şey istemek câiz değildir. Böyle kimseler Hadîs-i Şerîfle lanetlenmiştir. (Hadîka)
Allahü teâlânın ismini, lüzûmsuz yere kullanmak da uygun değildir. Meselâ çok uzak bir yere gittiğini belirtmek için, (Yürü Allahım yürü) ve çok yemek yendiği zaman, (Ye Allahım ye) demenin, Allahın ismini hafife almak olduğunu âlimlerimiz bildiriyor. O hâlde şarkılarda, türkülerde, filmlerde Allahın ismini lüzûmsuz yere kullanmak doğru değildir.

Sual: Ölmeden önce ölmek ne demektir? Günahın zararı nedir?
CEVAP
(Dünyaya en az kim rağbet eder?) diye suâl eden bir zata, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Kabri ve kabirde çürüyüp toprak olacağını unutmıyan, dünya zinetini terkeden, ecri baki olan ahıreti, fânî dünyaya tercih eden, bugünün işini yarına bırakmıyan, kendini ölmüş sayan, ölmeden önce ölen kimsedir.) [İbni Ebiddünya]
Demek ki, ölmeden önce ölmek, öldükten sonra başına gelecekleri düşünerek, dinin emri ve yasaklarına riayet etmektir.

Günahın Zararı

Hadis-i  şeriflerde buyuruldu ki:
(Günah işleyince kalbde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tövbe edilirse o leke silinir. Günahlara devam edilirse, o leke büyür ve kalbinin tamamını kaplar.)[Nesâî]
(Derdinizi ve devasını bildireyim. Derdiniz günahlar, devası istiğfardır.)[Deylemî]
(Kendini günahlardan korumayan kimseyi Allahü teâlâ da [dünya ve ahırette felaketlerden] korumaz.) [İbni Hüzeyme]
(Kişi işlediği günahlardan dolayı rızkından mahrum kalır.) [Hakim]
Her günahı çok tehlikeli görmelidir! Müminin alametlerinden biri de günahını çok tehlikeli görür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin günahını başucunda dağ gibi görür, hemen üzerine yıkılacağından korkar. Münafık ise burnuna konmuş sinek gibi görür, hemen uçacağını zanneder.) [Buharî]
Gizli işlediği bir günahı ona buna duyurmak da ikinci bir günahtır. Böyle günahların affı zor olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her mümin affedilir, ancak günahını başkalarına açıklıyanlar hariç.) [Buharî]
Günah işlemeye devam eden kimse unutkan olur, ahmaklaşır, aklı da azalır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Günah işliyenin bir aklı gider, bir daha geri dönmez.)[İ.Gazali]
Günahların hepsi Allahü teâlânın emrini yapmamak olduğundan büyüktür. Hadis-i şerifte, (Ufacık bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir.) buyuruldu. (R. Nasıhin)


Tövbe etmenin önemi
Sual: İnsanlık hâli bir günâh işleyince ne yapmak gerekir?
CEVAP
Günâh işleyince, hemen [kalb ile] tövbe ve [dil ile] istiğfâr etmelidir! Kalbe gelen her sıkıntı ve karartı; tövbe, istiğfâr ve pişmânlık ile ve Allahü teâlâya sığınarak kolayca giderilebilir. Fakat, bu alçak dünya için gelen karartı, leke, kalbi büsbütün karartır. Bunu temizlemek çok güç olur. (Dünyaya düşkün olmak, günâhların başıdır) hadîs-i şerîfi bunu göstermektedir. (Beyhekî)
Günâh işliyen biri, pişmân olur, abdest alıp namaz kılar ve günâhı için istigfâr ederse, Allahü teâlâ, o günâhı elbette affeder. Çünkü, Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Biri günâh işler veya kendine zulmeder, sonra pişmân olup, Allahü teâlâya istiğfâr ederse, Allahü teâlâyı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur.)[Nisâ 110]
M.Ma'sûm-i Fârûkî hazretleri buyuruyor ki: Dertlerin, belâların gitmesi için, istiğfâr okumak çok faydalıdır. Çok tecrübe edilmiştir. Beyhekî'nin bildirdiği hadîs-i şerîfte,(İstiğfâra devâm edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır) buyuruldu. (c.2, m.80)
İstiğfâr, insanı her murâda, âfiyete kavuşturur. Şifâ için; tövbe etmeli, istiğfârı çok okumalı. Bütün dertlere, sıkıntılara karşı fâidelidir. Çünkü Allahü teâlâ, istiğfâr okuyanların imdâdına yetişir. (Hûd 52, Fevâid-i Osmâniyye)
İstiğfâr nedir?
İstiğfâr, günâhın affını istemek, Estağfirullah demektir. Estağfirullah, günâhlarımı affet Allahım, demektir. İstiğfâr etmek, günâhların affına sebep olan iyilikleri yapmaktır. Meselâ Kur'ân-ı kerîm okumak, sadaka vermek ve diğer hayır hasenâtta bulunmaktır. Tövbe, harâm işledikten sonra, pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya azmetmek, karar vermektir. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Tövbe, günâhtan sonra o günâhı bir daha yapmamaktır.) [İ.Ahmed]
(Sükûtu tefekkür, bakışı ibret olup çok istiğfâr eden kurtuldu.) [Deylemî]
(Rızka kavuşan çok hamd etsin! Rızkı azalan istiğfâr etsin!) [Hatîb]
(Günâhınız çok olup göklere ulaşsa, tövbe edince, Allahü teâlâ tövbenizi kabûl eder.) [İbni Mâce]
(Günâh kalbde bir iz bırakır, tövbe ve istiğfâr edilince, o leke kaybolur, kalb cilâlanır.) [Tirmizî]
(Kıyâmette, amel defterinde çok istiğfâr bulunana müjdeler olsun!) [Beyhekî]
Günâhtan hemen sonra tövbe etmek farzdır. Tövbeyi geciktirmek de büyük günâhtır. Bunun için de, ayrıca tövbe etmek lâzımdır.
Hz. Huzeyfe, çoluk çocuğunu geçindirmekte çok sıkıntı çekiyordu. Hâlini arz edince, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Ey Huzeyfe, neden istiğfâr etmiyorsun? Ben günde yüz defa istiğfâr ederim.)[Nesâî]
Hasan-ı Basrî hazretlerine birisi kıtlıktan şikâyet etti. Başka birisi fakirlikten, diğer birisi de çocuğunun olmadığından şikâyette bulundu. Hepsine de istiğfâr etmesini tavsiye etti. Daha başka insanlar da çeşitli konularda suâl ettiler. Onlara da istiğfâr etmelerini tavsiye etti. Sebebini sorduklarında, Nuh sûresi 10,11 ve 12. âyet-i kerîmelerini okudu. Nasr sûresinde Allahü teâlânın tövbeleri kabûl edeceği bildirilmektedir. Şartlarına uygun yapılan tövbeyi muhakkak kabûl eder.
Sıkıntıdan kurtulmak için
Belâlardan, sıkıntılardan kurtulmak için, istiğfâr okumak çok faydalıdır. Her zaman yüz defa (Estağfirullâhel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü ileyh) demeli ve manâsını düşünerek söylemelidir!
Manâsı, (Kendisinden başka ilâh bulunmıyan hay, kayyûm ve azîm olan Allaha istigfâr eder ve günâhlarıma pişmân olup O'na sığınırım) demektir.
[Azîm, zâtı ve sıfâtları kemâlde, yanî büyüklükte benzeri olmayan demektir. Hay, ezelî ve ebedî bir hayatla diri olan, Kayyûm, zâtı ile kâim olan, yarattığı her şeyi varlıkta durduran demektir.]


Sual: Namaz kıldıktan sonra da istiğfar ediyoruz. Her iyilik ve ibâdetten sonra da niçin suç işlemiş gibi korkup istiğfar ediyoruz?
CEVAP
Bir iyilik ve ibâdet edince de dört yerde korkmak gerekir:
Birinci korku: İnsan bir iyilik işleyince veya bir ibâdet edince, o iyilik ve ibâdetin kabul edilip edilmediğinden endişe edip korkmalıdır! Çünkü Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ ancak müttekilerin [takva ehlinin] amelini kabul eder.) [Maide 27]
İkincisi riyadır. İhlassız amellerin kıymeti yoktur. İyiliği sırf Allah rızası için mi yaptım, yoksa başka bir menfaat düşündüm mü diye korkmak gerekir. Ancak ihlasla yapılan ibâdetin kabul edileceği yine Kur'an-ı kerimde bildiriliyor. (Beyyine 5)
Üçüncüsü, yapılan iyilikleri, ibâdetleri zarara uğratmadan yerine teslim edebilme korkusudur.
Kötülükler, günahlar, iyiliğe zarar verir. Şu hâlde, iyiliği, ibâdeti zarara uğratmadan yerine götürmeye çalışmalıdır! Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bir iyilik getirene on katı verilir.) [Enam 160]
Dördüncüsü, yapılan iyilikle rezil olma korkusudur. Başkalarınca iyilik sanılan şeyler, belki de art niyetle yapılmış birer kötülük olabilir. Yapılan iyiliklerin, zararlardan korunarak başarıya ulaşıp ulaşmıyacağından da korkmalıdır! Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Başarmam ancak Allahın yardımı iledir.) [Hud 88]
Allahın yardımına kavuşmak için de, Onun emirlerine uyup, yasak ettiklerinden kaçmak gerekir.
Kötülük veya herhangi bir günah işledikten sonra pişman olmak ve iyilik ve ibâdet etmeye devam etmek gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir günah işleyince hemen arkasından bir iyilik yap, bir sevab işle ki onu mahvetsin!) [Beyhekî]
(Nerede, ne hâlde bulunursan bulun, Allahtan kork ve kötülüğün akabinde bir iyilik yap ki onu yok etsin!) [Tirmizî]
Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki: (Elbette hasenat, seyyiatı yok eder.)[Hud 141] [Hasenat, her çeşit iyilik, seyyiat, her çeşit kötülük]

Sual: Namazdan sonra, sanki günâh işlemiş gibi niçin istiğfâr okunuyor?
CEVAP
İnsan bütün tâatlarını, ibâdetlerini kusûrlu bilmeli, hakkıyla yapamadığını düşünmelidir! Çünkü, (Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresinin 17.âyetinde, sabredenleri, sâdıkları, namaz kılanları, zekât verenleri ve seher vakitlerinde istiğfâr edenleri medh buyurdu. Hepsinden sonra, istiğfâr edenleri bildirmesi, insanın her ibâdetini kusûrlu görüp, dâimâ istiğfâr etmesi içindir. İbâdet yapanların kendilerini beğenmeleri, fâsıkların günâhlarından daha kötü ve daha zararlıdır) buyurulmaktadır. (M.Ma'sûmiyye)


Kabul Edilen Tövbe

Sual: Tövbenin kabul edildiği bilinebilir mi?
CEVAP
İmam-ı Gazalî hazretleri buyurdu ki: Tövbenin kabul edildiğine dair alametler vardır. Böyle bir kimse,
1- Tövbe ettiği günahlara meyletmez.             
2- Her yerde, her zaman Allahın kendisini gördüğünü bilip günah işlemekten utanır.
3- Fasıklardan kaçar, salihlerle beraber olur.
4- Dünya malına tamah etmez. Ahıret için çalıştığını az görür.
5- Farz amelleri aksatmaz.
6- İşlediği günahları hatırladıkça üzülür ve istiğfar eder. Bütün azalarını günah işlemekten muhafaza etmeye çalışır. Böyle bir kimsenin tövbesi kabul edilmiş demektir. Kur'an-ı kerimde  buyuruluyor ki: (Elbette, Allahü teâlâ, tövbe edenleri de, temizlenenleri de sever.) [Bekara 222]

Sitemsiz Affediş

Bir insan, günahlarına tövbe edince, Allahü teâlâ onu affeder. Artık o kimse, hiç günah işlememiş gibi olur. Eski günahlarından dolayı da ona sitem edilmez. Hicr suresinin(Onlara güzel muamelede bulun) mealindeki 85. ayet-i kerimesini Cebrail aleyhisselam, (Sana kötülük edeni affettiğin zaman, artık ona sitem etme!) diye açıklamıştır. Allahü teâlâ, (Affettiğimi itab etmem. Bu benim keremime yakışmaz)buyurdu. (İ.Gazali)
[İtab, darılmak, azarlamak, sitem etmek demektir.]


Sual: Riyazet ve mücahede nedir?
CEVAP
Günahlar kalbi karartır. Günahkâr kimsede, ibâdet etme isteği kalmaz. Günahı silmek için iyilik ve ibâdet yapmak gerekir. Günah işlemeden iyilik ve ibâdet yapılırsa kalb daha parlar, cilalanır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bizim için, bizim uğrumuzda mücahede edenleri elbette kendi yollarımıza kavuştururuz.)[Ankebut 69]
Nefs-i emmare ile cihad, iki yolla olur. Birincisine (Riyazet), ikincisine (Mücahede) denir.
Riyazet, nefsin arzularını yapmamak demektir. Nefs ahmak olduğu için her istediği kendi zararınadır. Nefs daima haramları ister.
Mücahede ise, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Nefsimiz, iyilik ve ibâdet etmemizi istemez. Nefse, günahlardan kaçmak, ibâdet etmekten daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevabdır.
Yahya bin Muaz-i Razi hazretleri buyuruyor ki: (Riyazet dört şeyle olur: Az yemek, az uyumak, az konuşmak ve günahlardan gelecek sıkıntıya katlanmakla.)
Bir kimse mücahede ve riyazet yaparsa, yani bildiği hususlarda dinimizin emirlerine uymaya çalışırsa, bilmediği hususları da kolayca öğrenir. Hadis-i şerifte, (Bildiği ile amel edene, Allahü teâlâ bilmediklerini de öğretir.) buyuruldu. Allahü teâlânın bildirdiği yola girip o yolda yürümeye çalışana yaptığı işler kolaylaştırılır. Allahü teâlâ bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar, hatta daha fazla sevab verir. Allahü teâlânın ihsanı boldur. Allahü teâlâ, hadis-i kudside, (Bana bir karış yaklaşana, bir arşın yaklaşırım) buyuruyor. Elbette bu yaklaşma manevî yaklaşmadır.
Birisine, yakın dostum demek, evimiz yakın demek değil, dostluğumuz iyi demektir. Allahü teâlânın yakınlığını da böyle anlamalıdır. (Yere göğe sığmam, mümin kulların kalbine sığarım) ve (Müminlerin kalbindeyim) hadis-i kudsileri de böyledir.

Sual: Hidayet ne demektir, hidayete sebep olmanın önemi nedir?
CEVAP
Hidayet, doğru yolu gösterme, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunma demektir.
Hidayetin bir başka anlamı da şudur: Cenâb-ı Hakkın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ ve kaderine tâbi eylemesi demektir.
İnsan yaratılışta; hidâyet ve dalâlet olmak üzere iki taraflıdır. Ona hidâyet, üstünlük tarafını tanıtabilmek ve bunu kuvvetlendirmeye çalışmasını sağlamak için bir rehbere, bir üstâda veya bir üstadın kitabına ihtiyaç vardır.
Ne yapan hidayete kavuşur?
Hidayete sebep olmanın önemi nedir?
Bu konulardaki hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Senin vasıtanla Allah'ın bir kişiye hidâyet vermesi, senin için üzerine güneşin doğup battığı herşeyden daha hayırlıdır.)
(Kim hidayete, yani doğru yola davet etse, ona girenlerin bütün hayırları kendisine de yazılır, diğerlerinin ecrinden bir şey eksilmez. Kim de bir sapıklığa davet ederse, ona da kendisine tabi olanların günâhlarının bir misli verilir. Bu diğerlerinin günâhlarından da bir şey eksilmez.)
(Kim, haktan batılı veya hidayetten dalaleti red için, ilimden bir bölüm talebi ile çıkarsa, bir abidin kırk yıllık ibadeti gibi ecir alır.)
(Bir müslüman, arkadaşına, hidayetini arttıracak veya onu tehlikeden kurtaracak hikmetli bir sözden daha iyi bir hediye veremez.)
(Allahın kitabına uyan, hidayet üzere olur.)
(Allahü teâlâ, beni âlemlere rahmet ve hidayet için gönderdi.)
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir, onlardan birine uyan hidayete kavuşur.)
(Nimete kavuşunca şükreden, belâya uğrayınca sabreden, haksızlık yapınca af diler, zulme uğrayınca bağışlarsa, onlar emniyet ve hidayettedir.)
(Rehbersiz hidayete kavuşmak istiyen, dünyanın faydasız işlerinden yüz çevirsin!)
Hidayeti veren Allahü teâlâdır. Hadi de Mehdi de, Allahü teâlânın esma-i hüsnasındandır, hidayet eden, doğru yola ileten demektir. İnsanlar ise sadece hidayete sebep olurlar. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Ben sadece tebliğ ediciyim. Hidâyet veren Allahtır.)
(Ben hakka davet edici ve Allahın emirlerini insanlara ulaştırıcı olarak gönderildim. Hidayet verme konusunda elimde hiçbir şey yoktur. Şeytan da Allahın yasak kıldığı şeyleri süslü gösterir. Saptırma konusunda onun da elinde hiçbir şey yoktur.) 
Hidayet istemeli
Allahü teâlâdan hidayet istemek gerekir. Çünkü Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâ şöyle buyurdu: Ey kullarım! Benim hidayet ettiklerimden başka hepiniz yanlış yoldasınız. O halde benden hidayet isteyiniz ki, sizi doğru yola eriştireyim.) buyuruyor.
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın feyzleri, nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne, herkese gelmektedir. Rabbimiz, herkese mal, evlad, hidayet ve her iyiliği, fark gözetmeden göndermektedir. Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve bazılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır. Kur'an-ı kerimde, (Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez. Onlar, kendilerini azaba sürükleyen çirkin işleri ile kendilerine zulmediyorlar) buyurulmaktadır.
Alim veya halka rehber ve örnek durumunda olan kimselerin yaptıkları her kabahat büyük sayılır. Çünkü iyi ile kötüyü ayıramıyan birçok kimsenin o günahı işlemesine sebep olur.
Bir zamanlar, bir âlim, halkı dalalete sevkeder, onlara kötü örnek olur. Sonra tövbe edip, herkesi, iyiliğe, doğruluğa, hidayete davet etmeye çalışır. Allahü teâlâ, âlime söylenilmek üzere, o milletin peygamberine şöyle vahyeder: (Eğer günahların benimle senin aranda olsaydı affederdim. Fakat birçok insanın sapıtmasına, Cehennemlik olmasına sebep oldun.)


Sual: (Uzun emelli olmak) hususunda açıklama yapar mısınız?
CEVAP
Peygamber efendimiz, üç tane çubuk aldı. Birini önüne, birini de yanına dikti. Diğerini de uzaklara attı. Sonra, (Bu çubuk insan, yanındaki de eceli, uzaktaki ise emelidir. İnsan emellerinin peşinde koşar; fakat eceli onu yakalar, emeline ulaşamaz.) buyurdu.
Ölüm korkunç olduğu halde, insanların ölümden habersiz gibi yaşamaları, ölümü az düşündüklerindendir. Hatta dünya zevkleri ile meşgul olan kalb ile düşününce etkisi az olur veya hiç olmaz. Korkunç olan ölümün kolay geçmesi için, ölümü hatırdan hiç çıkarmamak gerekir.  Bunun için de, kendi arkadaşlarından kendinden önce ölüp, çoluk çocuklarını, mallarını, dostlarını bırakarak toprak altına girenleri düşünmelidir. Makam sahibi olanların  etki ve yetkilerinin kalmadığı, toprağın onları nasıl çürüttüğü, düşünülmelidir. Hayatta iken neler yapıyor, nasıl konuşuyorlardı. Yapılacak birçok işi vardı. Ölümü unutup yaşıyorlardı. Kimi malı ile kimi makamı ile, kimi gençliği ile gururlanıyordu. Ölüm bunları ansızın yakaladı. Şimdi hepsi unutulup gitti, hayal oldu.
İşte bir kimse de, bunları düşünüp mezarlarını ziyaret ederek kendisinin de aynı akıbete uğrayacağını bilirse, kalbi yumuşayabilir, dünyanın faydasız şeylerine dört elle sarılmaktan vazgeçebilir.
Uzun emelli olmaktan sakınmalıdır. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Sabahleyin akşama, akşam ise sabaha çıkacağını düşünme!)
(Uzun emelli olmanızdan korkuyorum. Uzun emel, dünya sevgisinden ileri gelir.)
(Ulaşamıyacağınız uzun emeller peşinde koşmaktan Allahtan korkun!)
(İnsan 99 ümit peşindedir. Umduklarını kaçırırsa ihtiyarlar.)
(Kişi yaşlandıkça uzun emeli ve mal sevgisi gençleşir.)
(Cenneti istiyen, uzun emelli olmasın, dünya işleri ile uğraşması, ona ölümü unutturmasın.)
Azrail aleyhisselamla kardeş gibi görüşen Yakub aleyhisselam dedi ki:
- Senden bir ricada bulunacağım. Ecelim yaklaşınca bana haber ver!
- Sana birkaç haberci gelir.
Bir müddet sonra Hz.Azrail yine gelir. Hz.Yakub sorar:
- Ziyaretime mi geldin?
- Canını almaya geldim.
- Hani bana birkaç haberci gelecekti?
- Sana haberci gelmedi mi? Saçların ağarmadı mı? Vücudun zayıflamadı mı? Dimdik duran belin bükülmedi mi?
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İnsan öleceği zamanı bilseydi, aklı başından giderdi. İyi ki ölüm vakti gizlendi. Eğer gaflet olmasaydı, hiç kimse bir işine bakmazdı. Gaflet ve uzun emel, kötü olduğu kadar aynı zamanda iki büyük nimettir. Eğer bu ikisi olmasaydı, müslüman sokakta yürüyemez hale gelirdi.
İnsan genelde ahmak olarak yaratılmıştır. Eğer her şeyi inceden inceye düşünebilseydi, hiç kimse geçimi için çalışmazdı. Dünya, mamurluğunu, ahmakların gafletine borçludur.
Ne gariptir ki, ölüm senin peşinde, sen ise dünyalık peşindesin.
Zahitlik, kaba kumaş giymek değil, uzun emeli bırakmaktır.
Ölüm boyna asılı, dünya ise sırtınıza yüklenmiştir. İnsan, kılıç, boynuna vurulacak gibi ölüme hazır olmalıdır.
Hergün ölüme yaklaşmaktasın. Ecelin geldi denilmeden ölüme öyle hazırlıklı ol ki, Azrail aleyhisselam gelince, (Az izin ver de, bende hakkı olanlarla helallaşayım, oğluma telefon edeyim, şu işimi şöyle yapsın, kiminde borcum var, kiminde alacağım var. Bu işlerimi bir halledeyim) demek ihtiyacını hissetmemek gerekir. Vasiyeti her zaman hazır bulundurmalıdır.

Sual: Uzun emelli olmanın sebepleri nelerdir?
CEVAP
Uzun emelli olmanın iki sebebi vardır: Biri dünya sevgisi, diğeri de cahilliktir.
Dünya sevgisi nedir?  İnsan, dünyanın faydasız ve günah olan zevklerine alışırsa, artık bunlardan ayrılması zor olur. Alışmış kudurmuşa benzer derler. Uyuşturucuya değil, tavlaya veya herhangi bir oyuna bile alışan ondan kolay kolay vazgeçemez.  Bu faydasız veya zararlı şeylerin hepsine birden dünya denir. Bunları sevmesine de dünya sevgisi denir. Alıştığı bu sevgilerden mahrum kalacağını düşünerek ölümü düşünmek bile istemez. İnsan hoşlanmadığı şeyden nefret eder, ondan uzaklaşmak ister. Onun için ölümden çok korkar. 
İnsan boş hayallerle doludur. Arzusuna uygun birçok şey ister. Arzularına kavuşmak için de dünyada uzun müddet kalmayı ister. Uzun müddet yaşamak için de, muhtaç olduğu şeyleri elde etmeye çalışır. Çoluk çocuk ister, ev ister, araba ister, bilgisayar ister. İster de ister. Kalbi bunlara bağlanır. Günleri bu işlerin meşgalesi ile geçer. İhtiyaçlar tükenmez,  biri biter biri başlar.
Ahiret işini erteler
Ahiret işlerini ise hep erteler. Böylece yaklaşmakta olan ölümü unutur. Beklemediği bir anda ölüm onu yakar, fakat iş işten geçmiştir. Cehennemliklerin çoğunun çektiği ceza, bugünkü işi yarına bırakmalarındandır. Pişman olmamak için ölümü hiç unutmamalı, bugünkü ahiret işini yarına bırakmamalıdır. (Kimi ve neyi seversen sev, sonunda ondan ayrılacaksın) hadis-i şerifini unutmamalı, hiç ayrılık olmayan gün için hazırlanmalıdır.
Uzun emelli olmanın ikinci sebebi ise cahilliktir. Kimi gençliğine güvenir, ölümü çok uzak görür.  Halbuki ihtiyarlar gençlerin onda biri bile değildir. Bunun sebebi de gençlerden daha çok kimse öldüğündendir. Bir yerde bir ihtiyar ölürse, bir tane çocuk, bir de genç ölür. Kimi de kendini sıhhatli gördüğü için ölümü uzak görür.
Sapasağlam kimselerin öldüklerini işitmiyor muyuz? Kimine kalb sektesinden  gitti diyoruz, kimine başka bir sebep uyduruyoruz. Ölmek için mutlaka hasta mı olmak gerekir? Trafik kazaları, depremler, anarşistler hasta sağlam, genç ihtiyar demiyor. O halde yapacağı hayırlı işleri, ibadetleri ileriki günlere bırakmamalıdır. Peygamber efendimiz, (Yarın yaparım diyenler helak oldu) buyurdu.
Tövbeyi geciktirmek
Sonra tövbe ederim ve iyi şeyleri daha sonra yaparım diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tövbe etmeyi, bugün etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun. Çünkü tövbe, geciktikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca, hayvana yokuş önünde yem vermeye benzer ki, faydası olmaz. Senin bu hâlin, şu öğrenciye benzer ki, dersine çalışmayıp, imtihan günü hepsini öğrenirim sanır ve ilim öğrenmek için, uzun zaman lâzım olduğunu bilemez. Bunun gibi, nefsi temizlemek için de, uzun zaman mücâhede etmek lâzımdır. Ömür, boşuna geçince, bir anda, bunu nasıl yapabilirsin? İhtiyârlamadan önce gençliğin, hasta olmadan önce sıhhatin ve sıkıntı çekmeden önce rahatlığın ve ölmeden önce hayatın kıymetini bilmezsen çok pişmanlık çekersin.
Zor olsa da dünya sevgisini kalbden çıkarmaya çalışmalıdır. Ahiret gününe ve orada ya sonsuz cezaya veya sonsuz mükafata kavuşacağını kesin olarak bilen kimse, yavaş yavaş dünya sevgisini bırakmaya çalışır. Çünkü önemli şeyi sevmek önemsizi kalbden çıkarır. Bir arkadaş, (Çocuklarımı severdim, fakat torunlar olunca, onları sevmeye başladım. Hatta torunlardan önemli olan şeyleri sevince, torunları da unuttum) demiştir.
Demek ki aklı olan kimse, en önemli şey üzerinde durmalıdır. Ölüm bir gerçektir. Ahirette sonsuz kalınacaktır. Dünyaya tekrar dönüp iyi amel işleme imkanı olmayacağına göre, Peygamber efendimizin öğütlerine uyarak kendimizi ölmüş kabul etmek, ona göre geçici arzulardan uzak durmak gerekir.

Sual: (Allah intikam alıcıdır) deniyor. Bu hususta açıklama yapar mısınız?
CEVAP  
Kur’an-ı kerimde Allahü teâlânın, asilerden intikam alacağı bildiriliyor. Onun için hiçbir günahı küçük görmemeli. Çünkü Allahü teâlâ, intikam alıcıdır. İstediğini yapmakta hiç kimseden çekinmez. Gazabını günahlar içinde gizlemiştir. Küçük sanılan bir günah, intikamına, gazabına sebep olabilir. Yüzbin yıl ibadet eden bir kulunu, bir günah için, sonsuz olarak reddedebilir ve hiçbirşeyden çekinmez. Bunu Kur'an-ı kerim bildiriyor ve ikiyüzbin yıl itaat eden şeytanın, kibredip, secde etmediği için, ebedî melun olduğunu haber veriyor. Hz.Âdemin oğlunu, bir adam öldürdüğü için, ebedî tard eyledi.
Yere gömüldü
Hz. Musa zamanında, Belam bin Baura isimli bir zat, ism-i a'zamı biliyordu. Her duâsı kabul olurdu. İlmi o derecede idi ki, sözlerini yazmak için, ikibin kişi yanında bulunurdu. Bu Belam, Allahü teâlânın bir haramına, meylettiği için, imansız gitti. (Onun gibiler köpek gibidir) diye dillerde kaldı.
Karun, Hz. Musanın akrabası idi. Hz. Musa buna duâ etti, kimya ilmi öğretti. O kadar zengin olmuştu ki, yalnız hazinelerinin anahtarlarını kırk katır taşırdı. Zekat vermediği için, bütün malı ile birlikte, yer altına sokuldu.
Salebe, sahabe arasında çok ibadet ederdi. Bir kere sözünde durmadığı için, sahabîlik şerefine kavuşamadı, imansız gitti.
Allahü teâlâ bunlar gibi daha nice kimselerden, bir günah sebebi ile, böyle intikam almıştır. O halde, her müminin günah işlemekten çok korkmalıdır. Ufak bir günah işledikte tövbe, istiğfar etmelidir.
Yağmurların yağması, yıldırımların zarar vermesi, depremler, her ne kadar tabiat kanunu denilen olaylar içinde cereyan ediyorsa da, bunların asıl yaratıcısı Allahü teâlâdır. Çünkü imanın altı şartından biri de hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanmaktır. Şair ne demiş:
Cümle eşya Hâlıkındır, kul eliyle işlenir.
Emr-i Barî olmayınca, sanma bir çöp deprenir!
Trafik kazası olsa, birisi birini öldürse, bunları yaratan yine Allahü teâlâdır. O kişinin veya o kişilerin ölümüne o şeyleri sebep kılmıştır. Şair diyor ki:
Hak intikamını yine kul eli ile alır.
Ledün ilmini  bilmiyen bunu kul yaptı sanır.
İvriz seli
Konya Ereğlisi’nden Necdet Paksoy anlatıyor:
1947 yılında, günahın, zulmün çok olduğu bir dönemde idi. İlçemize bağlı İvriz köyünde çayın etrafındaki piknik alanda içki içilir, kadınlarla çeşitli günahlar işlenirdi. Yine böyle âlemler yapılırken İvriz çayı kabarıyor, ahlaksızlık yapanların hepsini alıp götürüyor, orada taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmıyor. Sular bizim ilçeye kadar gelmişti. İvriz seli darbımesel haline gelmiş, (Günah işlemeyin İvriz seli gelir hepinizi götürür) denmeye başlanmıştır.
Terme ilçesinin Kocaman köyünde, edepsizin biri, çıkıyor, (Bu köyün Allahı benim. Kimse bana bir şey yapamaz) diyor. Yukarı köylerden gelen sel, Kocaman köyünün içinden geçer. Bu adam, sel içindeki bir ağaç kütüğünü almak ister, o kütüğü kenara çekmek isterken daha büyük bir sel gelir, (Kimse bana bir şey yapamaz) diyen adamı boğar.
Bir okuyucunun anlattığına göre, bu depremde, dinsiz birisi, (Dincilerle mücadeleme hiçbir güç, hatta onların tanrısı bile engel olamaz.) diyor ve Kuran-ı kerimi yakıyor. Gece içki aleminde sarhoş iken, bulunduğu bina yıkılıyor, denize gömülüyor.
Bir gazetede de, ateist bir yazar, deprem dolayısıyle, inanmadığı halde, Allaha dil uzatıyor. Maksadı müslümanları tahrik etmektir. Birçok okuyucu faks çekti. Bir yazı yaz dedi. Lüzum yok, Allah kendine dil uzatanları cezalandırmaktan aciz değil) dedim. Bütün dinsizler, ahirette büyük azaba düçar olacaklardır.

Sual: Bir ateist, (Müslümanlık şekilcilik dinidir. Namazın, orucun, haccın belli şekilleri vardır. Kâbe etrafında dönmek, şeytan taşlamak, kurban kesmek tam bir şekilciliktir. Bir de günde beş vakit namaz çoktur. Hıristiyanlarınki gibi haftada bir olsa,  örneğin sadece cuma namazı olsa, ben hemen müslüman olurum) diyor. Buna nasıl cevap vermeli?
CEVAP 
Ateistin, yani dinsizin şekilcilikten maksadı, dinî kurallardır. Kuralsız bir din olamıyacağı gibi, kuralsız bir dernek bile olmaz. Hatta kuralsız oyun bile olmaz. Bir futbol oyununda birçok kural vardır. Mesela kale olmasa nasıl oynanır? Kuralsız, düzensiz hayat olmaz. Dünyanın dönüşü, Ay’ın ve yıldızların hareketleri belli bir kural içindedir.
Kâinatta, insan ve hayvan vücudu nasıl bir kurallar zinciri içinde ise, İslâmiyette de belli kurallar vardır. Kuralsız ibadet olmaz. Beş vakitteki namazın vakti, rekât sayısı, kıyam, rükû ve secdelerin nasıl yapılacağı, her yerde nelerin okunacağı bir kural hâlinde bildirilmiştir. Vakit girmeden namaz kılınamaz. Sabahın farzı ikidir, üç olarak kılınırsa kabul olmaz. Akşamın farzı üçtür, iki veya dört rekât kılınırsa kabul olmaz. Dini değiştirdiği için bid’at çıkarmış olur, diğer ibadetleri de kabul olmaz. Orucun hangi ayda tutulacağı, nelerin orucu bozacağı bir kural hâlinde bildirilmiştir. Haccın nasıl yapılacağı, tavafta nasıl dönüleceği, şeytanın ne zaman ve nasıl taşlanacağı, şükür kurbanının nerede ve ne zaman kesileceği ve hacıların, ihramlı iken neler yapamıyacağı bir kural hâlinde bildirilmiştir. Zekâtta zenginliğin ölçüsü ve ne oranda kimlere verileceği bir kural hâlinde bildirilmiştir.
Kimlerin kimlerle evleneceği veya evlenemiyeceği bir kural hâlinde bildirilmiştir. Mesela bir kimse mahremleri ile evlenemediği gibi, başkasının nikâhlısı ile de evlenemez.
Dinimizde hangi şeyin haram, hangisinin helal olduğu da bir kural hâlinde bildirilmiştir. Şekilsiz, kuralsız din arayan bulamaz. Amirsiz toplum olmaz. Bir köyde bile bir muhtar bulunur. Hatta bir ailede bile bir aile reisinin bulunması gerekir. Bir yerde iki reis, iki âmir olursa kargaşa çıkar. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Allahtan başka bir tanrı olsaydı, kâinattaki nizam bozulur, karmakarışık olurdu.) [Enbiya 22]
Ateist, (Namazı haftada bire indirelim) demekle, (dinî kuralları kendimiz koyalım, beğendiğimizi alalım, beğenmediğimizi atalım) demek istiyor. Dini biz mi kurduk da, değiştirmeye yetkimiz olsun. Dünya kanunlarını bile kim yapmışsa, yine aynı kimseler, aynı merciler değiştiriyor. Herkese bu değiştirme hakkını vermiyorlar.
Herkes dini değiştirirse, ortaya insan sayısı kadar din çıkar. Artık bu değişik şekillere de din denmez, felsefe denir. Din ile felsefeyi birbirinden ayırmak gerekir.

Sual: Zengin olmak, dinini ve şerefini korumak için para vermek günah mıdır?
CEVAP
İslam âlimleri (Ahir zamanda para, insanın silahıdır. İnsan canını, sağlığını, dinini ve şerefini para ile korur) buyurulmuştur. Hadis-i şerifte de, (Ahir zamanda zenginlik saadettir) buyuruldu. Dinini ve şerefini korumak için para vermek günah değil, aksine sevaptır. Hadis-i şeriflerde
(Şerefinizi mal ile koruyun!) ve (Kişinin, şerefini korumak için verdiği şey, kendisi için sadaka olur.) buyuruldu. Her türlü tedbire rağmen, zengin olamıyan da, hâline şükretmeli, fakirliğe sabretmelidir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Fakirlik, dünyada kusur ise de, ahirette süstür.)
Mal ne kadar çok olursa hesabı vardır, haramdan kazanılmışsa azabı vardır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(O gün, size verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz.) [Tekasür 8]
(Rabbin hakkı için, onların hepsine elbette hesap soracağız.) [Hicr 92]
(Zerre kadar hayır yapan sevabını, zerre kadar şer yapan da cezasını görür.)[Zilzâl 7, 8]
Eldeki mal ile de gururlanmak doğru değildir. Mal er geç birgün yok olacak, fakat hesabı kalacaktır. Atalarımız demiş ki:
Mala, mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi
Bir muhalif rüzgâr eser, savurur harman gibi!

Tövbe-istiğfar             
Sual: Tövbe-istiğfar nedir, nasıl yapılır?
CEVAP
İstiğfar etmek, (estağfirullah) demektir. Tövbe, haram işledikten sonra, pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya azmetmek, karar vermektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Tövbe, günahtan sonra o günahı bir daha yapmamaktır.) [İ.Ahmed]
Günahtan hemen sonra tövbe etmek farzdır. Tövbeyi geciktirmek de büyük günahtır. Bunun için de, ayrıca tövbe etmek gerekir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allaha tövbe edin!) [Nur 31]
(Allahü teâlâ, tövbe edenleri sever.) [Bekara 222]
(Allaha tövbe-i nasuh yapınız!) [Tahrim 8]
Nasuh kelimesine 23 mana verilmiştir. Bunlardan en meşhuru günahlara pişman olup, istiğfar etmek ve bir daha işlememeye karar vermektir. Nasuh tövbesinin ne olduğunu soran zata Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Tövbe-i nasuh, günahkârın işlediği günahtan pişman olması, Allahtan mağfiret dilemesi, bir daha böyle bir günah işlememesi demektir.) [Beyhekî]
İstiğfarın fazileti çok fazladır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İstiğfar okuyunuz! İmdadınıza yetişirim.) [Hud 52]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, günah işleyip pişman olanı, istiğfar etmeden önce affeder.)[Taberânî]
(Küçük günahlarda ısrar edilirse küçük kalmaz. Büyük günahlara istiğfar edilirse büyük kalmaz.) [Deylemî]
(İstiğfar eden, günde 70 defa aynı günahı işlese ısrar etmiş sayılmaz.) [Tirmizî]
(Günde 70 defa istiğfar edenin, 700 günahı affolur.) [Beyhekî]
(İstiğfara devam edeni, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Ummadığı yerden rızıklandırır.) [Nesâî]
(Bir mümin günah işleyince, melek üç saat bekler, eğer o kimse istiğfar ederse, o günahı yazmaz.) [Hakim]
(Günahınız çok olup göklere kadar ulaşsa, pişman olunca, Allahü teâlâ, tövbenizi kabul eder.) [İbni Mace]
(Günahlar kalbi paslandırır, karartır. Kalblerin cilası ise istiğfardır.) [Beyhekî]
(Derdinizi ve devasını bildireyim. Derdiniz, günahlar, devası da istiğfardır.)[Hakim]
(Bir günahkâr, istiğfar eder, sonra bu günahı tekrar yapar, sonra istiğfar eder. Üçüncüde yine yapar, yine tövbe ve istiğfar ederse, 4üncü defa yapınca, büyük günah yazılır.) [Deylemî]
(Tövbe eden günah işlememiş gibi olur.) [İ.Mace]
(Günaha devam edip, dili ile istiğfar eden, rabbi ile alay etmiş sayılır.) [Beyhekî]
(Herkes günah işler. Fakat günahkârların en iyisi tövbe edendir.) [Hakim]
(Günahına pişman olup abdest alıp, namaz kılanı ve günahı için istiğfar edeni, Allahü teâlâ affeder.) [Nesâî]
(Kıyamette, amel defterinde çok istiğfar bulunana müjdeler olsun!) [Beyhekî]
Peygamber efendimiz ("Estağfirullahellezi la ilahe illa hüverrahmanürrahim el-hayy-ül- kayyumüllezi la-yemutü ve etubü ileyh Rabbiğfir li " istiğfarını 25 defa okuyanın, odasında, ailesinde, evinde ve şehrinde kaza, belâ olmaz.) buyurdu. Bunu her sabah ve akşam okumalıdır! Âlimlerin çoğu, talebelerine ve evlatlarına bunu okumalarını tavsiye etmişler, çok faydasını görmüşlerdir. Bu nimetlere kavuşabilmek için Ehl-i sünnet itikadında olmak ve dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmek şarttır. İtikadı bozuk olanın, bid'at ehlinin okuması fayda vermez. (Mearicülhidaye)
Ehl-i sünnet itikadında olmak, kul haklarını ve kazaya kalan farzlarını ödemek ve haramlardan vazgeçmek şartı ile cuma günü sabah namazından önce, aşağıdaki duâyı okuyanın bütün günahlarının affedileceği hadis-i şerifle bildirildi. Duâ şudur:
(Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh.)[Ramuz]
Günaha pişmanlık            
Tövbe istiğfardan önce yapılmalıdır! Tövbe çirkin şeyi bırakıp güzel olana dönmek demektir. İstiğfar, günahın çirkinliğini görüp, ondan yüz çevirdikten sonra, mağfiret talep etmektir. Hadis-i şerifte (Pişmanlık tövbedir.) buyuruldu. (Hakim)
Yapılan günahları her hatırlayışta istiğfar etmelidir! Günahları hatırladıkça istiğfara devam edilirse, geçmiş günahlar affolur.
Tövbe edebilmek, Hak teâlânın büyük nimetlerinden biridir. Günah işleme korkusu ile tövbeyi asla geciktirmemelidir! Çünkü, hadis-i şerifte (Sonra yaparım diyenler helak oldu) buyuruldu. Yani tövbeyi ve diğer iyi işleri geciktirenler, bu günün işini yarına bırakanlar, aldandı, ziyan etti. (İ.Gazali)
Günah, kulun yanında küçük ve kıymetsiz görününce, Allahü teâlâ katında büyük olur. Kul küçük günahı büyük görünce, o günah Allahü teâlânın katında küçülür. Mümin, iman ve marifetiyle küçük günahları da büyük görür. Her günah işleyişte kalbi sızlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Mümin, günahını dağ gibi görüp, üstüne düşeceğinden korkar. Münafık ise, burnunun üzerine konan ve hemen uçacak sinek gibi görür.) [Buharî]
Günah işlediğini bilmek
Şu hâlde, günah işlediğini bilmek büyük nimettir. O kişinin mümin olduğunu gösterir. Allahü teâlânın hakkı olan günahları için tövbe etmeli, pişmanlık ve üzüntü duymalı, günahı terketmeli, kefaret olması için çok sevap işlemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:(Günah işlediğin zaman, karşılığında onu mahvedecek sevab işle!) [İ.Gazali]
Kul hakkının kefareti için, hak sahiplerine iyilik ve duâ etmelidir! Hak sahibi ölmüş ise, o kimseyi rahmetle anmalı, çoluk çocuğuna ve varislerine ihsanda bulunmalıdır! Günahları için istiğfara devam etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, istiğfara devam edeni, her sıkıntıdan kurtarır, her darlıkta bir genişlik verir ve ummadığı yerden rızıklandırır.) [Nesâî]
Bir kimse günah işleyince, Allahü teâlânın bu günahı işlerken gördüğünü bilse, Allahü teâlâ, kulunun kendisini hatırlaması sebebiyle günahını affeder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İşlediği günahı, Allahü teâlânın bildiğine inanan, günahına tövbe etmese bile, Allahü teâlâ onu affeder.) [Taberânî]
İşlediği günahı, Allahü teâlânın bildiğine inanan kimse, Allaha inanıyor demektir. Allahü teâlâya inanan kimse de günah işleyince, günahını Allahü teâlâ gördüğü için utanır ve ister istemez pişmanlık duyar. Pişmanlık ise tövbedir. Tövbe eden kimseyi de Allahü teâlâ affeder. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ya Rabbi, iyilik edince müjdelenen, kötülük edince istiğfar edenlerden eyle) [Buharî]
(Yatağa girince, 3 defa "Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa huv el-hayyel- kayyume ve etubü ileyh" diyenin günahları, deniz köpükleri kadar çok olsa da, affolur.) [Tirmizî]
(Mümin, günah işleyince, kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. İstiğfar edince, nokta silinir, kalbi cilalanır. Tekrar günah işlerse, siyah nokta büyür, nihayet kalbini kaplar.) [Nesâî]
(Ey kullarım, koruduklarım hariç, hepiniz günahkârsınız, benden mağfiret dileyeni bağışlarım. Mağfiret etmeye kadir olduğuma inananı affederim.)[Tirmizî]
(Günahtan korunmayanı Allahü teâlâ da [dünya ve ahırette felaketlerden]korumaz.) [İ.Huzeyme]
(Müminler için, her gün 25 defa, istiğfar okuyanın kalbinden kin, hile ve hased çıkar. İsmi evliyalar arasına yazılır. Ona bütün müslümanlar sayısınca, sevab verilir. Kıyamette bütün müminler, "Ya Rabbi, bu kulun bizim için istiğfar okudu. Sen de onu affet!" derler.) Müminler için istiğfar: (Allahümmağfir-li velîvalideyye velî üstaziyye velîl-müminine vel-müminat, vel-müslimine vel-müslimat, el-ahya-i minhüm vel-emvat, birahmetike ya erhamerrahimin.) [Miftah-ün-necat]
Günah işlemeye devam eden kimse unutkan olur, ahmaklaşır, aklı da azalır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki : (Günah işliyenin bir aklı gider, bir daha geri dönmez.)[İ.Gazali]
Günahların hepsi Allahü teâlânın emrini yapmamak olduğundan büyüktür. Hadis-i şerifte, buyuruldu ki: (Ufacık bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir.) [R.Nasıhin]
Günahların affı için           
Allahü teâlânın hakkı olan günahlar için tövbe etmeli, pişmanlık ve üzüntü duymalı, günahı terketmeli, kefaret olması için çok sevab işlemelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Günah işlediğin zaman, karşılığında onu mahvedecek sevab işle!) [İ.Gazali]
("Rabbim, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Kötü işlerde bulundum. Senden başka günahımı affedecek yoktur. Beni affet!" diyenin karıncalar sayısınca günahı olsa, Allahü teâlâ affeder.) [Beyhekî]
Günahı küçük görmek
Günahların bazısı, bazısına göre küçük görünse de, Allahü teâlânın emirlerini yapmamak olduğu için hepsi de büyüktür. Çünkü Allahü teâlânın gazabı günahlar içinde gizlidir. Hadis-i şerifte, (Küçük günaha devam edilirse, büyük olur.) buyuruldu. Küçük görülen günah büyür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Günahların küçük görüneninden sakının! Bunlar toplanınca sahibini helak eder. Bu şuna benzer ki, bir kavim bir vadiye iner, çerçöp, odun ne bulurlarsa toplayıp getirirler. Böylece koca bir yığın olur. Bunu yakıp ateşinde ekmeklerini pişirirler. İşte küçük görünen günahlardan hesaba çekilen de helak olur.)[Taberânî]
(Hep günah işliyenin kalbi mühürlenir, artık sevab işleyemez olur.) [Bezzar]
Biri, 2-3 defa (Vay günahlarım) deyince, Resulullah (Allahümme mağfiretüke evseu min zünubi ve rahmetüke erca indi min ameli diye duâ et.) buyurup, o kişiye üç defa tekrarlattıktan sonra (Allah seni affetti.) buyurdu. (Hakim)
Yukarıdaki duânın tercümesi şöyle:
(Allahım, benim günahlarıma göre senin rahmetin çok fazladır. Ben amelime güvenmiyor, senin rahmetini ümit ediyorum.)
Günahlarına tövbe eden, pişman olan kimsenin kul borçları, namaz, oruç gibi kazaları hariç, günahları affolur. Borçlarını ödemeli veya helallaşmalıdır! Kazalarını da bir an önce bitirmelidir!
Hz. Bera’ya "Kendinizi elinizle, tehlikeye atmayın" ayeti düşmanla karşılaşıp şehit düşene kadar savaşan kimse hakkında mıdır?" diye sorulunca; Hz. Bera, (Hayır! Bir günah işleyip sonra da Allah onu bağışlamaz diyen hakkındandır) dedi. (Hakim)
Allah hakkı olan günahlara tövbedir. Farzları ve vacipleri terketmek ve Allahü teâlânın haram kıldığı şeyleri yapmak bu günahlardandır. Mesela, namaz kılmamak, zekât vermemek böyledir. Bu günahları yapan müminler, tövbe-i nasuh ile tövbe ettikleri zaman, Allahü teâlâ affeder.
Son Nefeste Tövbe
Bir terzi, büyüklerden birine sordu:
- Ölüm yaklaşınca tövbenin kabul edileceğini bildiren hadis-i şerifin açıklaması nasıldır?
- Evet tövbe kabul edilir; ama senin mesleğin nedir?
- Terziyim, elbise dikerim.
- Terzilikte en kolay iş nedir?
- Kumaşı makasla kesmektir.
- Kaç yıldır terzisin?
- Otuz yıldır.
- Canın gargaraya gelince kumaş kesebilir misin?
- Hayır kesemem.
- Otuz yıl kolaylıkla yaptığın işi, o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tövbeyi, can gargarada iken nasıl yapabilirsin? Bugün gücün yerinde iken tövbe eyle! O zaman yapman çok güç olur. Şimdi tövbe edersen, o zaman da tövbe etmek nasib olur.
Genç terzi tövbe edip, salihlerden oldu. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini biliniz! Ölmeden önce hayatın, hastalıktan önce sıhhatin, dünyada iken ahıreti kazanmanın, ihtiyarlıktan önce gençliğin, fakirlikten önce zenginliğin kıymetini biliniz!) [Hakim]
(Allah katında en sevgili olan, tövbe eden gençlerdir.) [R.Nasıhin]
(Tövbe eden bir gencin cenazesi kabristana getirilince, Allahü teâlâ, "Ey Melekler, bu kabristandan azabı kaldırın! Buraya tövbe eden bir genç getirildi. Onun olduğu yerdekilere azab etmeye hayâ ederim." buyurur ve bütün kabristandakilerden kırk gün, azab kalkar.) [R. Nasıhin]
Tövbe Eden Genç
Beni İsrail zamanında bir genç, kötü işler yapar, tövbe eder, tövbesinde durmazdı. Çok günah işlese de, çok tövbe ettiği için, tevfik-i ilahi imdadına yetişti. Büyük bir günah işledikten sonra pişman oldu. Sahraya çıkıp yüzünü, gözünü topraklara sürerek dedi ki: "Ya ilahi, ne kadar tövbe ettiysem tövbemi bozdum. Beni günahtan korumazsan yine tövbemi bozar, ebedi felakete düçar olurum. O zaman halim nice olur?"
Şöyle bir ses duydu: "Ey kulum, sen günahından vazgeçtiğin için, sana rahmetle muamele ediyorum. Tövbeni kabul edip, kötü amellerini lutf ve keremimle affettim." [R. Nasıhin]
Allahü teâlâ, çok merhametli olup, kullarına çok acıdığı için, bir günde ibâdete, yalnız beş vakit ayırmış, birkaç şeyi haram edip, çok şeyi mubah etmiş, izin vermiştir. O hâlde, gençlik zamanında, sıhhatin, gücün kuvvetin, malın ve rahatlığın bir arada iken, bu zamanı değerlendirmek gerekir. Sonsuz saadete kavuşturacak sebeplere yapışmalı, iyi işler yapmalı, bugünün işini yarına bırakmamalıdır. Ömrün en iyi zamanı olan gençlik günlerinde, işlerin en iyisi sahibin, yaratanın emirlerini yapmak, Ona ibâdet etmek, İslâmiyetin yasak ettiği haramlardan sakınmaktır. Günde bir saat tutmayan bir zamanı, Allahü teâlânın emrini yapmak için ayırmamak, sayılamıyacak kadar çok olan, mubahları bırakıp da, haram ve şüpheli olana uzanmak ne kadar kötüdür. (M.Rabbani)

Gözyaşı rahmettir, ganimettir           
Sual: Ağlayıp gözyaşı dökmenin Allah korkusu ile bir ilgisi var mıdır?
CEVAP
Günah işleyerek kalbi kararan, katılaşan kimseler, çok güldükleri hâlde, ağlayamazlar. Şefkat ve merhamet ehli olanların kalbleri rikkatlidir. Allahü teâlâyı çok sevenler, bu sevgiden mahrum kalma korkusu ile gözyaşlarını tutamazlar. Allah korkusu ile ağlamanın fazileti büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahı anarken, Allah korkusu ile gözünden yaş akana, kıyamette azab olmaz.)[Hakim]
(Allah korkusu ile ağlayan göze, cehennem ateşinin dokunması haramdır)[Nesâî]
(Kıyamette herkes ağlayıp gözyaşı dökecektir. Ancak dünyada Allah korkusu ile, bir damlacık gözyaşı dökenler ağlamıyacaktır.) [İsfehani]
(Allah korkusu ile, gözünden yaş akan mümini, Hak teâlâ ateşten koruduğu gibi, ateşi de onun nurundan korur.) [İbni Mace]
(Allah için gözlerinden yaş akan müminin vücudunun, Cehennem ateşinde yanması haramdır. Bir damla gözyaşı ile yanağı ıslanan kimsenin yüzü, hiçbir zaman darlığa düşmez. Kıyamette her şey ölçülür, tartılır. Bunlardan Allah korkusu ile akan gözyaşı, ateş deryasını söndürecek güçtedir.) [Beyhekî]
Günahları Dökmek İçin
(Vücudu Allah korkusu ile ürperen kimsenin günahları, ağaçtan yaprakların dökülmesi gibi dökülür.) [Beyhekî]
(Allahü teâlâ, Hz. Musaya buyurdu ki: "Benden korkup ağlıyarak yapılan ibâdet, diğer ibâdetlerden üstündür.") [Taberânî]
(Cenab-ı Hak, yemin ile buyuruyor ki: "Dünyada benden korkarak ağlayanı, Cennette ebedi güldürürüm.") [Beyhekî]
(Sağılan süt, tekrar memeye girmediği gibi, Allah korkusundan ağlayan da ateşe girmez.) [Tirmizî]
(Allahü teâlânın, himayesinden başka hiçbir himayenin bulunmadığı kıyamette, himayesine aldığı yedi kimseden biri de, yalnız iken Allahı anıp gözünden yaş akan kimsedir.) [Buharî]
(Allah korkusu ile gözden akan bir damla göz yaşından veya Allah yolunda akıtılan bir damla kan damlasından daha kıymetli, Allah indinde bir damla yoktur.) [Tirmizî]
(Ağlayın, ağlıyamazsanız, kendinizi zorlayın, hüzünlenin! Kıyametteki azabın dehşetini bilseniz, ayakta duramayacak hâle gelinceye kadar namaz kılar, sesiniz kısılıncaya kadar ağlarsınız.) [Buharî]
(Her mümin dağlar kadar günah ile mescidimizde bulunsa, ağlıyan şu kişinin hürmetine oradakilerin hepsinin günahları affolur. Çünkü melekler "Ya Rabbi, ağlıyanları, ağlamıyanlara şefaatçi kıl!" derler.) [Beyhekî]
İbni Ömer hazretleri buyurdu ki: (Allah korkusu ile bir damla gözyaşı akıtmak, binlerce altın sadaka vermekten daha kıymetlidir.) [İhya]


Tövbe edilen her günah affedilir            
Sual: Günahım çok, ne yapsam Allah beni affetmez demek doğru mudur?
CEVAP
Çok yanlıştır. Çünkü cenab-ı Hak, tövbe edilen her günahı affeder. Bir kâfir, küfrüne tövbe ederse, mümin olur, bütün günahları affolur. Bir mümin de Allaha şirk koşsa, sonra pişman olup tövbe etse Allah affeder. Bir ayet-i kerime meali:
(Ey günahta haddi aşanlar, Allahın rahmetinden ümid kesmeyin! Zira Allah, bütün günahları affeder. O, gafururrahimdir, affı, merhameti çoktur) [Zümer 53]
Kolaylaştırın güçleştirmeyin!
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahın rahmetinden ümid kestirip [dinden] nefret ettirenlere Allah lânet etsin! Kolaylaştırın, güçleştirmeyin!) [Nesâî]
(Allahı kullarına sevdirin ki, Allah da sizi sevsin!) [Taberânî]
(İnsanlara Rablerinden bahsederken, korku ve sıkıntı veren şeylerden söz etmeyin!) [Beyhekî]
(Tövbe eden, günah işlememiş gibi olur.) [İbni Mace]
(Hak teâlâ buyurdu ki, kulumun, günahı göklere kadar yükselse, benden ümid kesmeyip, af dilerse affederim.) [Tirmizî]
(İhlasla "La ilahe illallah" diyen Cennete girer.) [Beyhekî]
(Bir kimse, yakinen Allahın Rab, benim de peygamber olduğuma inansa, Cehennem ona haram olur.) [Hakim]
(Allah, günahını affından büyük görene şiddetli gazap eder.) [Deylemî]
(Kâfir Allahın rahmetinin çokluğunu bilse, cennetten ümit kesmezdi.) [Müslim]
(İyilik ve ibâdet edene büyük ecir verileceğini müjdeleyin, nefret ettirmeyin!)[Şira]
(Ömründe bir defa Allahı anan veya Ondan korkan Cehennemden çıkar.)[Tirmizî]
(Allahü teâlâ buyurdu ki, "Ey kulum, af dilediğin müddetçe, günahlarının çokluğuna bakmadan affederim. Günahların bulutlara kadar yükselse de yine affederim. Yer dolusu günahla gelsen, yer dolusu mağfiretle karşılarım. Yeter ki iman ile gel!") [Tirmizî]
Allahü teâlâ, Davüd aleyhisselama vahyetti ki:
- Ya Davüd beni sev, beni seveni sev! Beni de kullarıma sevdir!
- Ya Rabbi bunu nasıl yapayım?
- Nimet ve ihsanlarımı onlara hatırlat, onlar benden ancak iyilik beklesinler.
İbadet yapmamak, günahlardan kaçmamak insanın kalbini karartır, zamanla küfre sokar. Yani kâfir olur. Ebedi Cehennemde kalır. Günahların hepsi Allahın emrini yapmamak olduğundan büyüktür. Hadis-i şerifte, (Çok küçük bir günahtan kaçmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir.) buyuruluyor. Tövbe edilmiyen günahların cezası verilirse, bu cezaya katlanmak çok zordur.
Allahü teâlânın gazabı günahlar içinde saklıdır. Kişi, bir günah yüzünden büyük azaba maruz kalabilir. Yüz bin sene ibâdet eden makbul bir kulunu ebediyen Cehenneme koyabilir. Mesela iki yüz bin sene itaat eden İblis, kibredip secde etmediği için sonsuz olarak Cehennemlik oldu. Âdem aleyhisselamın oğlu, bir adam öldürdüğü için ebedi Cehennemlik oldu. Her duâsı kabul olan Belam-ı Baura, bir günaha meylettiği için imansız gitti. Karun zekât vermediği için malı ile helak oldu.
Allahü teâlâya Hüsn-i zan
Müslüman ömrünün sonlarına doğru, öleceği zaman Allahü teâlâya daha çok hüsn-i zan etmelidir! Yani (Ben her ne kadar günahkâr isem de, Allahü teâlâ beni affeder.) diye ümid etmelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ölürken mutlaka Allahü teâlâya hüsn-i zan etmelisiniz.) [Müslim]
(Allahü teâlâ, "Ben kulumun zannı üzereyim. Beni nasıl zannederse öyle bulur" buyurdu.) [İbni Hibban] (Yani "Allah, beni affeder" diye ümid ediyorsa onu affeder. Allahtan ümidini keserek, "Ben mutlaka Cehennemliğim" diyorsa Cehenneme gider.)
Ölüm döşeğindeki birisi, Peygamber efendimize (Cehenneme gitmekten korkuyorum; fakat Allahın rahmetinden de ümidimi kesmiyorum.) dedi. Resul-i ekrem, (Müminin kalbinde korku ile ümid varsa, Allahü teâlâ da ona umduğunu verir, korktuğundan da emin eder.) buyurdu. (Tirmizî)

 

Pişmanlığın Fazileti

Sual: Büyük bir günah işleyenin, artık Allah beni affetmez diye düşünmesi doğru mu?
CEVAP
Çok yanlıştır. İnsan ne kadar büyük günah işlerse işlesin, Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmemelidir. Bir günah işleyince, hemen tövbe etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Eskiden bir kimse 99 adam öldürür, sonra pişman olur. Bir rahibe gidip sorar:
- Benim tövbem kabul olur mu?
 Rahip der ki:
- Hayır tövben kabul olmaz.
 Adam bunu da öldürür. Sonra büyük bir âlimi bulur. Ona da durumu anlatıp sorar:
- Tövbem kabul edilir mi?
Âlim der ki:  Elbette her günahın tövbesi vardır. Ancak ülkene gitme, orada kötü insanlar var. Bunu, iyi insanların bulunduğu başka bir yere gönderir. Adam giderken yolda ölür. Azab melekleri ile rahmet melekleri gelir. Ölüyü almak isterler. Başka bir meleği hakem tayin ederler. Bu melek de o kimsenin, çıkış yeri ile gideceği köy arasını ölçer. İyi insanların bulunduğu yere bir karış yakın olduğu için ölüyü rahmet meleklerine verir. Allahü teâlâ, iyi insanların bulunduğu köyü yakınlaştırdığından melekler orayı daha yakın bulurlar. Böylece ölü mağfiret olur.) [Buharî]

Sual: Ölü için ağlamak, yas tutmak uygun mudur?
CEVAP
Ölü için sessiz ağlamak câizdir. Zira (Müminin ölümüne gökler ağlar) buyuruldu.(Şerh-us-sudûr) 
Ölü için yüksek sesle ağlamak, matem tutmak, siyah elbise giymek, siyah perdeler ve rozetler, işaretler asmak, matem işaretleri, resmini taşımak câiz değildir. (S.Ebediyye)
Cenazeye ve cenaze çıkan yere siyah örtmek ve siyah giyinmek câiz değildir.(Hazânet-ür-rivâyât)
Ebu Seleme’nin kızı Hz.Zeynep anlatır: Resulullahın zevcesi Ümmü Habibe validemizin babası ölünce başsağlığı dilemek için yanına gittiğim zaman dedi ki: “Resulullahın, (Allaha ve âhiret gününe inanan bir kadının, ölen yakını için üç günden fazla yas tutması helâl değildir.) dediğini duydum.” Cahş kızı Zeynebin kardeşi şehit olunca, o da aynı şeyleri söyledi. (Buhari)
Dinimiz, nimetlere şükretmeyi, musibetlere de sabır ve susmayı emrediyor. Çocuk olunca, akika kesmeyi bildiriyor. Ölünce, hayvan kesmeyi veya başka bir şey yapmayı emretmiyor. Bağırıp çağırmayı, yas tutmayı yasak ediyor. (Es-Siret-üş-Şamiyye)
Dinimize göre, hem sevinç, hem de üzüntü bulunan bir günün yıl dönümlerinde, üzülmeyip, sevinmek, o gündeki sevinçli şeyleri hatırlayıp, üzüntülü şeyleri düşünmemek gerekir. Çünkü İslâmiyette yas tutmak yoktur. Bütün hadis kitapları, Peygamber efendimizin ölü için yüksek sesle ağlamanın ölüye sıkıntı vereceğini bildirmektedir. Bu hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Ölüyü överek ağlamak cahiliyet âdetidir.) [Buhârî]
(Ölü, yakınlarının kendisine bağırarak ağlamasından sıkılır.) [Buhârî]
(Yas tutan, ölmeden tövbe etmezse, kıyamette şiddetli azap görür.) [Müslim]
(Ölü için yas tutmak insanı küfre sürükler.) [Müslim]
(Ölü için ağlayana da, onu dinleyene de lanet olsun.) [Ebu Davud]
(Üzülünce, elbisesini yırtan ve bağırıp çağıran bizden değildir.) [Buharî]
Matem yapmak, bağırıp çağırmak, ilk olarak Muhtar-ı Sekafi tarafından ortaya çıkarıldı. Bu bid'at, zamanla bir ibâdetmiş gibi yayıldı. Halbuki Muhtar-ı Sekafi, bunu Kufe halkını aldatıp, onları Emevilerle harbe sürüklemek, böylece hükumeti ele geçirmek için bir hile olarak yapmıştı.
Peygamberlerden Hz. Zekeriyya ile Hz. Yahya’yı keserek şehit etmişlerdi. İlk islam şehidi Hz. Yaser ve hanımı Sümeyye hatun idi. Resulullah efendimizin sevgili amcası Hz. Hamza da feci şekilde şehit olmuştu. Peygamber efendimiz, şehit olan peygamberlerin, Hz. Yaser ile hanımının ve Hz. Hamzanın şehit edildiği günün yıldönümlerinde matem tutmadı. Matem tutmayı yasakladı.
Matem yasak olmasaydı, herkesten önce Yahudi kadının bir yıl kadar önce yediği zehirli yemeğinin neticesinde vefat eden Peygamber efendimizin ölümü için matem tutulurdu. Hz. Hamza gibi; Hz. Ömer, Hz. Osman Hz. Ali de şehit oldu. Hz. Hasan da zehir verilerek şehit edildi. Milyonlarca müslümanın mezhep imamı olan İmam-ı a’zam hazretleri de şehit edildi. Resulullah efendimizin emrine uyularak bu büyük zatlar için de yas tutulmadı. Yas tutmamak o büyük zatları sevmemek anlamına gelmez. Babası gibi Hz. Hüseyin gibi yüce bir imamın şehit edilmesi de, bütün Müslümanlar için büyük üzüntüdür. Ama yas tutmak, ölüm yıldönümlerinde dövünmek asla caiz değildir.

 

Sual: Dünyanın çeşitli yerlerinde, binlerce, hatta milyonlarca insan, trafik kazası, deprem, savaş gibi sebeplerle aynı anda ölüyor. Bazı kimseler, "Ölüm meleğinin bir anda bunların canını nasıl aldığını aklımız almıyor." diyorlar. Bunun izahı mümkün mü?
CEVAP
Azrail aleyhisselamın kudretinden şüphe etmek, Allahü teâlânın kudretinden şüphe etmeğe kadar gidebilir. Allahü teâlânın kudretinin büyüklüğünü bilen kimse, sebebini bilmese de, İslâma teslim olup, Allahın her şeye gücü yetebileceğine inanması gerekir.
Bugün bir düğme ile bir veya birkaç şehrin bütün elektrikleri aynı anda söndürülebilmektedir. Ölüm meleği de ruhları bundan daha tez almaktadır. İbrahim aleyhisselam, ölüm meleğine suâl etti ki:
- Ey ölüm meleği, eceli gelen insanların bir kısmı doğuda, bir kısmı batıda olsa, yahut kuzeyde ve güneyde aynı anda zelzele olup ölseler, yahut da dünyanın çeşitli yerlerinde savaş olsa, aynı anda binlerce, milyonlarca insan ölse, aynı anda bunların hepsinin ruhlarını nasıl alıyorsun?
Ölüm meleği cevap verdi:
- Allahın izniyle onların ruhlarını çağırırım, derhal avucumun içinde oluverirler.

İslâm âlimlerinden biri buyuruyor ki:
(Dünya, ölüm meleği için küçük bir leğen gibidir. Oradan eceli gelenlerin ruhlarını alır.)
Süleyman aleyhisselam, ölüm meleğine suâl etti:
- İnsanların ruhlarını kimini genç yaşta, kimini bebekken, kimini ihtiyarlayınca alıyorsun. Ruhları almada ölçün nedir?
Ölüm meleği dedi ki:
- Bana eceli gelenlerin listesi verilir. Ben verilen listeyi tatbik ederim. Başka işe karışmam.
Ölüm meleği gelip, Süleyman aleyhisselamın yanında oturan bir kimseye dikkatli bakmaya başladı. Sonra çıkıp gitti. O zat, Süleyman aleyhisselama suâl etti:
- Kimdi o bana öyle can alacak gibi bakan?
- Ölüm meleğiydi.
- Beni onun pençesinden kurtar! Rüzgara emret, beni Hindistana götürsün!
O zatın bu isteği derhal yerine getirildi. Ölüm meleği ikinci defa Süleyman aleyhisselamın yanına gelince, Hz. Süleyman suâl etti:
- Geçen gelişinde yanımdaki zata niçin öyle bakmıştın?
- Şimdi onun ruhunu alıp geldim. Bana onun ruhunu Hindistanda almam emredilmişti. Ömrü biterken, hâlâ burada bulunduğu için öyle bakmıştım.

Sual: Efendim, gencim ama ben ölümden çok korkuyorum. Bana ne tavsiye edersiniz?
CEVAP
Niye ölümden korkuyorsun ki? Ölmek, yok olmak değil ki, felaket değil ki. Öldükten sonra başına gelecekleri bilmemek, tedbirini almamak felakettir.
Senin yaşta iken günahı azken ölmek elbette büyük nimet olur. Bizim her gün günahımız artıyor. Ölümü günde yirmi kere düşünen şehit olarak ölür. Hep ölümden bahsetmek sünnettir. Ölümden kaçış olmaz. Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşturan köprüdür.
Ölüm müslümana hediyedir. Ölüm, ölmemek üzere doğuştur. Ölüm olmasaydı bu hayat hiç çekilir miydi? Ölüm, müslümanın teselli kaynağıdır, hasretidir. Hatta bir evliya zat buyurur ki (Ben Azrail aleyhisselamı Cebrail aleyhisselamdan daha çok seviyorum). Derler ki efendim hikmeti ne? (Çünkü o beni Rabbime kavuşturuyor.) cevabını verir.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâya kavuşturduğu için, ölüm sevilir. Sevdiğim kimsenin kalmasını da, ölmesini de severim. Dost dosta kavuşmak istemez mi? Azrail aleyhisselam, İbrahim aleyhisselamdan ruhunu almak için izin istediğinde, (Nasıl olur, Dost, dostun canını alır mı hiç?) dedi. Allahü teâlâ, Azrail aleyhisselam ile haber gönderip, (Dost dosta kavuşmaktan kaçınır mı?) buyurunca, (Ya Rabbi, Ruhumu hemen al!) diye dua eyledi



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder