9 Ocak 2011 Pazar

Korkularınızı Nasıl Yenersiniz

TOPLUM ÖNÜNE ÇIKMA KORKUSUNU NASIL YENERİZ?


Korkularımızın en büyüğü, toplum karşısına çıkıp konuşmak. Birilerinin karşısına çıkarak kendi düşüncelerimizi ifade etmekten oldukça çekiniyoruz.
Mikrofon veya kamera karşısında konuşurken, yüzleştiğimiz en büyük engel, korku ve heyecanımız oluyor. Özellikle ilk defa yaptığımız işlerde heyecan ve korku duyuyoruz.
Korku ve heyecan duyduğumuz anlarda olumlu duygularımızı bir kenara iteriz. Ellerimiz ve daha da ilerisi tüm vücudumuz titrer. Kalp çarpması meydana gelir, davranışlarımızı kontrol etmek güçleşir. Böyle bir durumla karşı karşıya geldiğimizde bir an önce bu durumdan kurtulmak ister, hatta yapmak istediğimizi yapmaktan bile vazgeçebiliriz.
Baktığımızda tüm başarılı konuşmacılar toplum önüne çıktıklarında mutlaka heyecanlıdırlar. Ama onlar bunu hem belli etmez, hem de bu tür durumlara alışkındırlar.
İstenildiğinde her insan korku ve endişesini yenebilir. Ancak bunun için önce kendine güven duymalı, eksikliklerini görmeli ve egzersiz yapmalıdır.
Korku nedenleri olarak; baskı dolu bir çocukluk dönemi, yaşanan stres ve hastalıklar, sosyal olmayan bir iş ortamında uzun süre çalışmak, başarısız olunacağına dair olumsuz inanç ve düşünceler, söylenecek bir söz bulunamaması gibi nedenler sıralanabilir.
Kendimizle ilgili olumsuz, yıkıcı inançlara sahip olmamız, bizim toplum karşısına çıkmamız konusundaki en büyük engelimiz. Mesela; ben yeterince yetenekli değilim, Bu işi başaran insanlar benden daha üstün, şimdiye kadar hep başarısız oldum, başkaları varken bu işi yapmak bana düşmez … gibi.
Halbuki, korkularımızı ve kendimizle ilgili olumsuz düşüncelerimizi yenmek mümkün. Bunun için ise olumlu bakış açısına sahip olunmalı. Kimsenin bizden üstün yeteneklerle yaratılmadığını bilmeliyiz. Biz de aynı şekilde kimseden üstün şekilde yaratılmadık. Öyleyse neden bazı insanlar toplum önünde başarılı bir performansla kendini ifade edebiliyor da, biz ifade edemeyelim? Bu zamana kadar başarılamaması bundan sonra da başarılamayacak anlamına gelmemeli.Her şeyden önce başarısızlık ifadesi bir kenara bırakılmalı.
Bunun için, toplum karşısına çıkmaya cesaret etmek ve korkularımızı yenmek adına, kendimize bir takım telkinlerde bulunabiliriz. Her gün yeteneklerimiz sürekli gelişiyor şeklinde yetenekli olduğumuz tarafları görebilir, her gün daha üstün olmaya gayret ediyorum diyerek bir önceki günden farklı bir durumda olduğunuzu bilir, her gün daha başarılı olmaya devam ettiğinizi kendinize söyleyebilir, önüme çıkan her işi hemen yapıyorum diyerek de kendimizi güdüleyebiliriz.
Bu tür davranış içersinde olmamız toplum karşısına çıkmaya bizi ikna edecektir. Kitap okuma bilgi birikimi, , anlatılacak konuya iyi bir hazırlık yapma, ayna karşısında veya evde ailemiz karşısında egzersiz yapmamız işimizi daha da kolaylaştıracaktır.
Böylelikle korkularımızın yerini güven alacaktır. Güzel ve etkili konuşmanız dileklerimle.

KORKULARIMIZI YENEBİLİRİZ
Cesaret korktuğunu belli etmemektir derler. Ama korkuttuğu halde bunu gizlemek içine atmak en büyük sıkıntıdır. Başarılı ve mutlu olmak isteyen bir insanın ilk yapacağı korkularıyla yüzleşmek olmalıdır.Temel korku nedenleri arasında baskı dolu çocukluğu, sürekli yaşanan stres ve hastalıkları, sosyal olmayan bir iş ortamında uzun süre çalışmayı, başarısızlığa inanmayı, hafızanın zayıf kalmasını, söylenecek bir söz bulunamamasını sayabiliriz.
Baskı Dolu Çocukluk
Çocukluk ve gençlik döneminde aşırı aile otoritesi, baskı, şiddet, dayak gibi olaylar yaşanabilir. Normalin üzerine çıkarak belli bir süreklilikte devam ettiğinde bu durum kişinin psikolojisinde çok köklü bir içe dönüklük ve cesaretsizlik üretir. Baskı ve şiddet ortamında çocuk kendine güvenini kaybeder. Kişiliği bir yandan tepkici, diğer yandan başkalarına bağımlı gelişir. Sürekli aşağılanan çocuğun alt şuurunda başarısızlık imajı yerleşir. Bu imajı normal şarlar altında özel bir gayret göstermeksizin yok etmek mümkün değildir. eğer bir şekilde yerleşmiş olan aşırı heyecanlarınız varsa köklü değişikliklerle bunları yok etmelisiniz.
Sürekli Stres ve Hastalıklar
Ara sıra yaşanan, şiddetli de olsa, stres ve hastalıkların kalıcı bir olumsuz psikolojik etkisi yoktur. Hatta kısa süreli ve geçici olduklarında bunlar insanın yaşama sevincini ve heyecanını artırabilirler.
Ancak stres hafif de olsa uzun süreli yaşanırsa sıkıntı olur.Kendine güvenini sarsılır, kişiyi insanlardan uzaklaştırır. Böylece korkunun başarısızlık, kendini suçlama, aşağılama gibi bir boyutu ortaya çıkar.
Ancak hastalıkların stres üretmesi insanın düşünce biçiminden kaynaklanır. İnsan eğer hastalığı kendisini olgunlaştıran bir fırsat olarak görürse, vücudu acı çekebilir, ama psikolojisi sağlam olacağından tahrip edici stresi yaşamayabilir.bütün bunlar düşünülerek korkularımızın üzerine gitmeliyiz. Korkusuz günler geçirmeniz dileğiyle. Bütün güzellikler ve mutluluklar sizlerin olsun.

Geceleri Yalnızken Neden Korkarız ve Bu Korkularımızı Nasıl Yenebiliriz?
Pek çok genç arkadaşımın mesajlarında belirttiği hususlardan biri de, geceleri tek başına kaldıklarında duydukları korkular ve bunların nasıl yenilebileceği hakkındadır. Pek çoğumuz, hayatımızın bir bölümünde, hatta bazen ileri yaşlarda bile bu tür korkular ile yüz yüze gelmişizdir. Bunların başında, cinler, halk arasında anlatılan yaratıklar, karabasan vs gelmektedir. Özellikle de çok erken yaşlarda kendine ait bir odada yalnız uyuyan kişilerde görülen bu korkuların kökeninde aile içi huzursuzluklar, anksiyete ve kaygı bozuklukları, toplumdan kopukluk, şiddet ve korku filmleri, cinlerle ilgili anlatılan hikayeler ve tüm bunların psikolojimize yansımış işlevleri vardır. Bu yüzden bu tür korkuların ve bunların getirdiği psikolojik bozuklukların önüne geçmek, ancak sağlıklı bir aile yapısıyla mümkün olabilir. Aksi halde ergenlikte basit bir sorun gibi görünen bu sorunlar, zamanla paranoya, şizofreni gibi ilerde daha ciddî hastalıklara dönüşecektir.
Peki bu konuda ebeveynlerin üzerine düşen görevler nelerdir? Bunları kısaca sıralayalım;
a) Çocuğa özgüven kazandırmak, onu ve fikirlerini önemsemek ve bunu hissettirebilmek.
b) Çocuğu psikolojisini bozucu "Öcü, umacı, cinler" vs yaratıklar ve kötü bir davranış yaptığında bu yaratıkların ona zarar vereceğini söyleyerek onu baskı altına çalışmanın -ne kadar basit ve masum görünseler de- çocuğun gelişme sürecine çok büyük zararlar vereceğinin bilincinde olmak.
c) Aşırı şiddet ve korku öğeleri taşıyan film ve dizilerden çocuğu uzak tutmak.
Beyin, bizler için hâlâ koca bir bilmecedir. Bugünkü bilim, insan beyni hakkında ne kadar ilerleme kaydetmiş olsa da sınırları, fonksiyonları ve işleyişi hakkında oldukça yetersizdir. Çoğu zaman karşılaştığımız pek çok zihin oyunlarının ve -aslında pek çoğunu kendi yarattığımız- sanrıların nedeni hakkındaki bilgisizlik, toplumda yaygınlaşan hurafe ve dinî yetersizlikler, kimi zaman da nörotik bozukluklar, bu tür korkuların çevremizi sarmasına neden olur. Bunu kısaca şöyle örnekleyelim;
Diyelim ki bir akşam tek başınıza bir korku filmi izlediniz ya da arkadaşlarınız arasında cinlerle ilgili hikâyeler vs anlatıldı. Böyle durumlarda salgıladığımız adrenalin oranında ciddî artışlar olacaktır ve bünyemiz daha da hassaslaşacaktır. Örneğin normal koşullarda duymadığınız ve doğal olarak algılamadığınız bir çok sese karşı daha duyarlı olacaksınız ve algınız, bu korkuların kontrolünde çevreyi size yeniden çizecek. Örneğin en küçük bir kıpırtı, bir pencere gıcırtısı, bir saat sesi, cisimlerin o ana kadar fark etmediğiniz herhangi bir özelliği, bir gölge (ve bazen de az önce bahsettiğim gibi zihnin ürettiği fısıldama, homurtu gibi sanrılar); sizi daha da telaşlandıracak ve korkunuzu, salgıladığınız adrenalini daha da arttıracaktır. Hele de karanlıktaysak... Bu durumda tek yapmanız gereken, algımızın bu duyarlaşmasının önüne geçip gerçekliğe dönmeye çalışmaktır. Mahmut Sami Ramazanoğlu, (bir sohbetinde) böyle bir durumda kaldığınızda varsa yanınızdaki radyoyu açmanızı (ki buna günümüz teknolojilerine TV ve Bilgisayar'ı, MSN'de arkadaşlarınızla yazışmayı da ekleyebiliriz.) öğütler. Yani algıdaki gerçekdışılığı dengelemek için, algı ve dikkatimizi korkunun yönetiminden kendi yönetimize almamız ya da gerçek dünyayla ilgili bir objeye yönlendirmemiz gerekir.
Ya da gece geç saatte evinize geliyorsunuz. Bir korku filmi izlediniz ya da arkadaşlarınız arasında cinlerle ilgili hikâyeler falan anlattınız ya da dinlediniz. Zihin, korkuya zemin hazırlayacaktır ve yine aşırı adrenalin salgılayacaktır. O an çevrede bir köpek ya da başka bir hayvan varsa, size saldırması oldukça muhtemeldir.Çünkü hayvanların bu duyuları çok hassastır ve bu adrenalini hissederler. Yani korkuyu. Siz de sanırsınız ki o köpek bir cin ya köpek kılığına girmiş başka bir varlık. Hayır. Korktunuz, adrenalin salgıladınız, içinizden "Kötü birşeyler olacak, kötü birşeyler olacak." diye şartlandınız. Köpek bu salgıyı, dolayısıyla da korkuyu hissetti ve üzerinize saldırdı.
Korkularımızın en önemli sebebi, belki de YALNIZLIK duygusudur. Zaten yanımızda (bize güven veren) bir başkası varsa bu korkumuz daha da azalacaktır. Yalnızlığımızı FİZİKSEL ve RUHSAL, başka bir deyişle de MADDİ ve MANEVİ olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Örneğin gece, tek başınıza yatmanız, fizikî bir yalnızlıktır. Yanımızda duran başka herhangi bir insan ve bu insanın bizim için temsil ettiği şey, güç, güven, cesaret; bu yalnızlığımızı giderecektir. Hatta küçük kardeşiniz, beşikteki bir bebek bile. Ruhsal yalnızlıksa, dinî yetersizliklerin doğal bir sonucu olarak gelen bir dürtüdür. Yani bir YARATICI'nın varlığına inanmamak ya da pratikte bu inancı gerektiği kadar yaşayamamak.
Dinimiz, bize şunu söyler: "Yalnız değilsin!" Her ânımızda bizi gören, işiten, duâlarımıza kulak veren ve yanıtlayan bir Yaratıcı var. Bizi KOLLAYAN ve GÖZETEN bir Allah. Bize şahdamarımızdan bile daha yakın olan Allah. Asla yalnız değiliz. O'ndan izinsiz yeryüzünde bir yaprak bile yerinden oynamıyorsa, korkmamız için hiçbir neden var mı ve kalır mı? Tek korkmamız gereken, Allah'tır. Ama bir öcüye karşı duyulan bir korku gibi değil. En çok sevdiğimizi kırmaktan duyduğumuz korku gibi. İşlediğimiz her günahta O'nun dostluğunu, ülfetini kaybetme korkusu. Allah'tan korkmayan insan, her şeyden korkar. Çünkü O'nun varlığını unutmuş, girdiği himayenin her şeyin de ötesinde TEK KUDRET olduğu/olacağı gerçeğini unutmuştur. Allah'tan korkansa, gayrı hiçbir şeyden, hiç kimseden korkmaz. Aksine tüm mahlûkât, Allah'tan korkandan korkar. Çünkü onun azametinden duyulan korku ve huşû ölçüsünde kişi azamet sahibi olur. Allah'ın kendisine verdiği, nûrâni bir azamettir bu. Tıpkı namaz nûru gibi. Allah'a hakkıyla, huşû ve tam bir sadakatle ibadet eden bir Müslüman'ın alnında bu nûr'un parladığını fark edersiniz. (Övünülecek bir şey değildir bu. Çünkü elde edilen makamla övünmek, Allah'ı yüceltmekten nefsin yüceltilmesine sebep olur ve bu kibir, kalpteki imanın yavaş yavaş sönmesine yol açar. Şeytan, ona amellerini güzel gösterir ve nefsin bu zayıf yönünü kullanarak kibrini artırdıkça artırır.) Nûrânî azamet de böyledir. Gözlerine her bakan insan , bunu hisseder. Kalpteki kibir, tevâzûya dönüşmeli, iman hayatında yaşanan bu sırlı şeyler, insanı aldatmamalıdır.
Hergün, her saniye kalbine Allah-u Teala'nın zikrini koyan kimse, Allah'a gün be gün daha da yaklaşır. Öyle hâle gelir ki günlük hayatında bile mucîzelerin ardı arkası kesilmez hâle gelir. Tabii amaç, sadece Allah ve sadece Allah'ın rızâsı olduğu müddetçe. Kalp, kutsal bir tapınak; Allah'ın bir mescidi hâline gelir. Tefekkür kapısı, sonuna dek açılıp tüm hikmet ve sırlı bilgiler, kalbe hücum eder. Yolda yürürken gördüğünüz her şey, size Allah'ı anlatır, O'nun bir esmâsını kalbinize getirir. Bir ağacı gördüğünüzde, onun yapraklarını döktüğü, yani öldüğü bir kış mevsiminden sonra bahar geldiğinde Allah'ın onu nasıl dirilttiğini ve bizlerin de öylece diriltileceğini... Yapraklarındaki ve sûretindeki ince sanatlarda Allah'ın "Musavvir" sıfatını vs. Yani kainat âlemi, size sonsuz bir tefekkür kitabına dönüşecektir. Gün geçtikçe Allah'ın varlığını ve rahmetini daha somut, elle tutulur bir şekilde hissetmek, O'na daha da yakınlaşmaktır zikir. Ama anlamını bilmeden değil... Yâni çoğu cahil kimsenin bu isimleri bir tefekkür vesilesinden çıkarıp "farklı amaçlarla", Allah'ı tanımak yerine kişisel çıkarlar için hazırlanmış tılsım gibi azametlerle, insanla Allah arasındaki bu ilişkiden Allah'ı çıkarıp yerine cinleri koymakla KÖTÜYE kullanır ve insanları da bu sapkınlıklarının peşinden sürüklemeye çalışırlar. Oysa İslam, CİNLER SALTANATINDAKİ BİR DİN DEĞİLDİR ve cinler, Allah'ın YARDIMCILARI hiç değildir. Çünkü Allah'ın yardıma ihtiyacı yoktur ki!!! Kün ve feyâkün emriyle o bir şeye sadece "OL!" der ve o olur. Bu yüzden çare arıyorsak bu gibi kişilerden değil, sadece ve sadece Allah'tan medet ummalı ve sadece ondan yardım istemeliyiz. Yok şu cin bana yardım et, yok bu cin bana yardım et diye değil. Hani namaz kılarken her rekatta Fatihâ Sûresi'ni okuyoruz ya. Ne diyor orda; "İyyâke nağbudu ve iyyâke nestaîn" Yani YALNIZ SANA İBADET EDER VE YALNIZ SENDEN YARDIM İSTERİZ!!! Şu cinden, bilmem şu cin padişahından, şu şeyhten, şu medyumdan, şu cinciden vs vs değil!!! Bu yüzden bir Müslüman'ın en azından NAMAZDA OKUDUĞU SURELERİN ANLAMINI ÇOK İYİ ÖĞRENMESİ ve çocuğuna sadece bu sûrelerin okunuşunu değil, anlamını ve gündelik hayatımızda ne ifâde ettiğini de öğretmemiz, bir anne-baba olarak görevlerinden biri olmalıdır. Ben öğrenemedim, bari Kur'an Kursu'na göndereyim ki çocuğum öğrensin demiyeceksiniz. Siz de öğreneceksiniz ve O'na bazı temel bilgileri siz kendiniz öğreteceksiniz....
Tekrar RUHSAL YALNIZLIK konusuna dönelim... "Gün geçtikçe Allah'ın varlığını ve rahmetini daha somut, elle tutulur bir şekilde hissetmek, O'na daha da yakınlaşmaktır zikir. " demiştik. Bu, öyle bir yakınlaşmadır ki, her ân kalbinizde O'nun varlığını hissedersiniz. Şahdamarınızdan da daha yakın... Sanki onla aranızda incecik bir perde var. Ölümle hayat arasındaki, gerçekle yalan arasındaki, gündüzle gece arasındaki perde gibi. İncecik... O zaman ibadetlerinizden aldığınız zevk, hiç eksilmez. Aksine gün geçtikçe daha da artar ve O'na daha da yakınlaşabilmek için kalbiniz, her şeyi bir fırsat bilir. Kıldığınız namaz daha bitmeden yeni bir ezan vaktini özlersiniz. Sevgiliye duyulan özlem gibi. Aşk'la. İşte o an, bütün kainata meydan okuduğunuz ândır. Eskiden duyduğunuz tüm korkular, yerini sonsuz bir güvene bırakır. Bir köpekten, cinden, kötü güçlerden, silahtan, mermiden... Çünkü bilirsiniz ki her şeyinizi teslim ettiğiniz kimse, herhangi birisi değildir. Bu kainatın Sultan'ı, Melik'i, gücü her şeye yeten, kadri ve kudreti her şeyin üstünde olan Allah'tır ve bilirsiniz ki O, her an yanınızdadır. O'nun izni olmadan, tüm dünya size güçlerini birleştirse, cinler ve insanlar bir araya gelip size cephe alsa hiçbirinin kıymeti yoktur. Çünkü sizin koruyucunuz olan bir Allah var... Kalbiniz kırıldığında ve incindiğinde, sizi teselli eden bir CAN DOSTUNUZ var. Ölümse sadece O'na bi kavuşma, bir vuslât ânı... Tüm dünya birleşse size ne yapabilir?

KORKULARIMIZI NASIL YENEBİLİRİZ?

Mezmurlar 91:5-6 Ne gecenin dehşetinden korkarsın,
Ne gündüz uçan oktan,
Ne karanlıkta dolaşan ölümcül hastalıktan,
Ne öğleyin yok eden kırgından.
1.Yuhanna 4:18 Sevgide korku yoktur. Tersine, yetkin sevgi, korkuyu siler atar. Çünkü korku cezalandırılma düşüncesinden ileri gelir. Korkan kişi, sevgide yetkin kılınmış değildir.
2.Timoteyus 1:7 Çünkü Tanrı bize korkaklık ruhu değil, güç, sevgi ve özdenetim ruhu vermiştir.
İbraniler 13:5 Yaşayışınız para sevgisinden uzak olsun. Sahip olduklarınızla yetinin. Çünkü Tanrı şöyle dedi: «Seni asla terk etmem, seni asla bırakmam.»
İbraniler 13:6 Böylece cesaretle diyoruz ki, «Rab benim yardımcımdır, korkmam. İnsan bana ne yapabilir?»
İbraniler 13:7 Tanrı sözünü size iletmiş olan önderlerinizi hatırlayın. Yaşayışlarının sonucuna bakarak onların imanını örnek alın.

Korkularımını nasıl yenebiliriz?
Korkularınızı yok etmenin birinci adımı onların farkına varıp, yüzleşebilmenizdir. Gerisi çok kolay!

Korkularla yaşamanın hayatın her anlamında ilerlemeyi ne kadar engellediğini biliyor musunuz? Bu yazıda bahsedeceklerimiz örümcek veya yükseklik gibi fobiler değil; bizleri çok daha derinden etkileyen, hayatımızı istediğimiz gibi yaşamamızı engelleyen korkular…

"İnsanlar hakkımda ne düşünüyor?" korkusu
Toplum, beraberinde kuralları getirir; kurallar da onlara uyan insanlarla uymayanların çatışmasını. Herkesin topuklu ayakkabı giydiği bir davete bir başkası spor ayakkabıyla gelebilir veya kurallara göre evlilik gerekli olduğu halde bir çift evlenmeden birlikte yaşayabilir. Bu şekilde toplumda daha az benimsenen ve 'tuhaf' olduğu düşünülen olayların kahramanları ya başkalarının ne düşündüğünü önemsemez ya da onaylanmamanın verdiği korkuyla yaşayıp gider. Bu korkuyu yaşayan insanlar etraflarındaki insanların düşüncelerine o kadar çok önem verirler ki, ya istediklerini asla yapamadan -dolayısıyla hayattan hiçbir zevk alamadan- yaşarlar ya da istediklerini yapma cesaretine sahiptirler, ama bunu yaptıklarında korkunç bir rahatsızlıkla yaşamlarını sürdürürler.

Eğer siz de böyle bir korkuya sahipseniz şunu aklınızda çıkarmayın: Sizin çekindiğiniz bu toplum o kadar kendi derdiyle meşgul ki sizin hareketlerinizi düşünmüyor bile. Ya da bu toplumun o kadar az derdi tasası var ki, sürekli sizin doğru-yanlışlarınızı düşünüyor. Eğer ikincisi doğruysa hemen şu mantığı hayatınıza adapte edin: Çevreniz sizi onaylamıyorsa, kendinizi değil çevrenizi değiştirin.

Yalnızlık korkusu
Biraz da yalnızlığa nasıl baktığınıza bağlı… Yalnızlık sizin için özgürlükse bu yazıyı okumanıza hiç gerek yok! Ama yalnızlığı bir terk edilmişlik olarak görüyorsanız, durum korkuya dönüşmüş demektir. Yalnızlık korkusu derken karanlık bir odada tek başına bırakılmış bir çocuğun veya ıssız bir sokakta gece yarısı tek başına yürüyen bir kadının korkusundan söz etmiyoruz. Çünkü bunlar herkesin yaşayabileceği, normal olan duygulardır.

Burada sözünü ettiğimiz yalnızlık korkusu özgür olmaktan korkmak, tek başına vakit geçirememek ve bir tür yetersizlik korkusudur. Bu durum daha çok kadınlarda görülüyor. Hatta öyle boyutlara geliyor ki yalnız kalmamak için istemediği bir ilişkiyi sürdüren veya tek başına uyumamak için yanlış insanlarla birlikte olan kadınlar oluyor. Yapılan araştırmalar da yalnızlık korkusunun yaş ilerledikçe, etrafta ölümler arttıkça, birey kendisini daha yakından tanımaya başladıkça azaldığını gösteriyor. Dolayısıyla yaşınızın ilerlemesini beklemeden de kendinizi tanıyarak, kendinizle yakın arkadaş olarak ve tek başına keyifli vakit geçirmenin yollarını öğrenerek yalnızlık korkusunuz aşmanız oldukça kolay.

Değersizlik korkusu
Bu birçok insanda görülen, yine özellikle kadınlarda daha sık karşımıza çıkan bir korku yaşlanınca tek başına kalıp yararsız bir insan olma korkusudur Bu durum özgüven yitimi, kendini çaresiz hissetme gibi de düşünülebilir. Hatta diğer birçok korkudan daha tehlikelidir; çünkü değersizlik aslında bir duygu değil, bir inançtır. Dolayısıyla değiştirilmesi duygulara göre çok daha zordur. İnanç bilinçaltına yerleşmiştir ve onu oradan atmak için kesinlikle farkındalık kazanmak ve üzerine gitmek gerekmektedir. Ona inanmaktan vazgeçip, yerine tamamen zıt bir inanç yerleştirmek doğru olandır.

Değersizlik inancı bir insanın kendisini diğer insanlardan daha değersiz bir varlık olarak görmesi demektir. Değersizlikten kurtulup değerlerinizin farkına vardığınızda hayatınızı istediğiniz şekilde yaşayabilecek ve farkında olduğunuz bu değerler sizi özel hayatınızdan iş yaşamınıza kadar olumlu yönde etkileyecektir. Ayrıca şunu da unutmayın: Kendini değersiz gören bir insan başkalarına da değer veremez. Aynı şekilde başka insanlara gerçek anlamda değer verdiğini hissetikçe, kendine de değer vermeye başlar. Bu düşünceleri aklınızdan çıkarmayıp, yaşamınızı mahvetmemesi için 'değer'lerin farkına bir an önce varın!

Uçuş korkusunu nasıl yeneriz


“Yaz sezonu kuşkusuz hepimiz için tatili çağrıştırmaktadır. Günümüzde uçak seyahatleri gittikçe daha ekonomik bir hal almakta dolayısıyla gerek zaman gerekse kolaylık açısından ulaşımda uçak yolculukları tercih edilmektedir.
Peki ya uçuş korkusu ?...


UÇAK FOBİSİ-(AVİOFOBİ)
Günümüzde uçaklar özellikle gelişmiş ülkelerde tatil ya da iş sebebiyle birçok kişi tarafından tercih edilen ulaşım araçlarından biri haline gelmiştir. Fakat, uçak seyahati yapmayı planlayan ya da yapanların bir kısmı için bu durum pek de memnun edici değildir. Ne yazık ki uçma korkusu kişisel ya da profesyonel anlamda negatif sonuçlar doğurabilecek bir fobi haline gelebilmektedir. Bu fobiye sahip olanların bir kısmı uzmanlardan yardım alırken; büyük bir bölümü ise bu korkuyu hayatının bir kısmı olarak kabul etmiş ve var olan sıkıntılarını geçici çözümlerle giderme yolunu seçmişlerdir.
FOBİ NEDİR?
Çoğumuz çeşitli şeylerden korkarız. Bu korkularımız hayatın değişik dönemlerinde farklı boyut ve anlam kazanmaktadır. Küçük yaşlarda ailesini kaybetmekten korkan bir çocuk, ergenlikte okulda başarısız olmaktan, yetişkinlikte ise geleceğini teminat altına alamamaktan korkabilir. Korkuların daha ileri şekli ise fobilerdir. Gerçekte korku yaratmayacak bir objeye, aktiviteye veya duruma karşı aşırı korku duyma ve kaçınma davranışında bulunmaya “fobi” denir. Fobiler, Anksiyete Bozukluğu, Panik Bozukluğu, Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve Obsesif Kompulsif Bozukluk nedeniyle oluşabilir. Fobileri sıradan korkulardan ayıran özellikler şunlardır:
• Korkuyla oluşan sıkıntı ve gerilim belli bir nesne ya da duruma bağlıdır.
• Korkunun boyutu olayı tetikleyen korku objesi veya duruma kıyasla orantısız ve abartılı düzeydedir.
• Kişi verdiği tepkinin anlamsız ve aşırı olduğunun tümüyle farkındadır.
• Kişi korku nesnesi ya da durum ile karşılaşmaktan ısrarla kaçınır ve eğer karşılaşırsa bu aşırı düzeyde çarpıntı, nefes alamama, terleme, sıcak basması, mide bulantısı hatta bayılma gibi durumlara yol açabilir; dolayısıyla kişinin hayatının kısıtlanması söz konusu olur.
Fobiler bazı sinyal ve semptomlarla ortaya çıkarlar. Bunlar:
• Bazı durumlara veya maddelere karşı geliştirilen kalıcı korkular ve endişeler,
• Korkulan nesne veya olaylara ani tepkisel hareketler,
• Kişinin korkulan şeyden kurtulma ve uzaklaşmak için çabalaması,
• Korku nedeniyle normal ve düzenli hayattan uzaklaşma, içe kapanma şeklindedir.
Kişide bulunan fobiler diğer rahatsızlıklardan dolayı da ortaya çıkabilir:
• Fiziksel bozukluklar: Yüksek tansiyon, astım, hazımsızlık ve uyku bozuklukları fobilere neden olabilir.
• Depresyon: Diğer insanların normal yaşamlarında yaptıkları rahatlatıcı ve eğlendirici işleri yapamamak fobilere neden olabilir.
• Madde bağımlılığı: Fobileri olan bazı insanlar ilaç veya alkol gibi rahatlatıcılarla korkulardan kaçmaya çalışabilirler. Bu nedenler insanları bağımlı hale getirerek çözüm yerine problem yaratır.
Araştırmalarda toplumda %10 oranında fobik olduğu söylenmekle beraber tahminen bu rakam %25 dolaylarındadır. Fobi sıklığının beklenenden düşük çıkmasının en önemli nedeni ise bu kişilerin hastalıklarının farkında olmamaları ve tedaviye başvurularının az olmasına dayalıdır. Fobi kadınlarda erkeklere göre daha sık görülür.
FOBİ BELİRTİLERİ
Korku yaratan obje, durum ya da aktivite ile karşılaşıldığında anksiyete belirtileri ortaya çıkar Bu belirtilerden bazıları şunlardır:
• Çarpıntı
• Yüz kızarması
• Titreme
• Terleme
• Bulanık görme
• Nefes darlığı
• Ağız kuruluğu
• Yutkunma güçlüğü v.b.

UÇAK FOBİSİ
Uçak fobisi uçağa ilk defa binen birinde gelişebildiği gibi, daha önce pek çok kere uçak seyahati yapmış olan birinde de ani olarak ortaya çıkabilir. Uçak fobisi olanları iki gruba ayırabiliriz. Bir kısım uçak fobikler uçak içindeyken panik yaşamaktan korkarken, diğerleri olası bir kaza korkusuyla uçmaya yanaşmaz ya da uçuş esnasında sıkıntı duyarlar. Uçak fobisi birçok yolla meydana gelebilir. Bunlardan en yaygın olanı “koşullanma”dır. Burada uçuş sırasında varolan uyaranlar önemli bir rol oynarlar. Türbülans sonucu meydana gelen ani düşüşler, kalkış sırasında motordan gelen sesler, ve kimi zaman basınç değişikliği nedeniyle kulaklarda hissedilen acı kolaylıkla korku yaratabilmektedir. Buna ek olarak, uçağın uçuşunda herhangi bir kontrole sahip olamama hissi, kişide zaten varolabilen yükseklik (akrofobi) ya da kapalı alan korkusu (klostrofobi) ve tüm bunlara eşlik eden anksiyete de bu uçuş korkusunu tetikleyen unsurları oluşturabilir. Ayrıca genel olarak da bir fobinin çıkış zamanı çoğu zaman yaşamın herhangi bir döneminde yaşanan negatif bir olaydan hemen sonraya da denk gelebilir. (örn. aile fertlerinden birinin kaybı, boşanma, ayrılık vs...)
Uçak fobisinin oluşması ve devamında aşağıda belirtilen faktörler de oldukça önemlidir:
Model alma: Anne, baba ya da herhangi bir yakınında uçak fobisi olan bir çocuğun ileride aynı şekilde uçaktan korkması olağandır.
Yanlış bilgilenme: Uçuş ya da uçma ile ilgili öğrenilen yanlış bilgiler de uçuş korkusunun ortaya çıkmasını sağlayabilir. Bu tarz yanlış bilgi içeren cümlelere örnek şunlardır:
“Uçak ne kadar yüksekten uçarsa meydana gelebilecek kazanın şiddeti o denli fazla olacaktır.”
“Uçak kazaların çoğu inişte değil kalkışta olur.”
Deneyimler: Kişinin bizzat kendisinin ya da başka birinin uçuş sırasında yaşamış olduğu negatif bir olay veya bunların öyküleri de çoğu zaman fobinin oluşmasına yol açabilir.

TEDAVİ ŞEKLİ
Korkuların üzerine gidilmesi gerekir. Korkulan nesne ya da durumdan uzak durma durumundan kesinlikle kaçınılmalıdır. Fobi tedavisinde amaç kişinin kaçınma davranışını önlemek ve belli durumlarda ortaya çıkan anksiyeteyi azaltmaktır. Tek başına ilaç tedavisi yeterli değildir. Bunun için antidepresan ilaçlarla birlikte değişik psikoterapi yöntemleri uygulanabilir. Tedavi edilmediği takdirde ömür boyu sürebilen korkuların tedavisi ilaç, bilişsel-davranışçı tedaviler, gevşeme teknikleri ve gerekirse hipnoz ile yapılabilmektedir. Tedavi süresi hastalığın şiddeti, yaygınlığı, ve hastanın özelliklerine göre değişir.
Uçak fobisi olup, iş ya da diğer kişisel sebeplerden dolayı uçmak zorunda olan bazı kişiler seyahatten önce alkol ya da sakinleştirici almayı seçerek sıkıntılarını ortadan kaldırmaya çalışırlar. Bu sadece durumsal (yani sadece o binişe ait) ve kısa vadeli bir çözüm olacaktır. Günümüzde uzmanlar kısa süreli bilişsel-davranışcı tedavi teknikleri ile bu sorunu tümüyle ortadan kaldırabilmektedir. Bilişsel-davranışçı tedavi tekniğinde öncelikle kişinin uçma konusunda sahip olduğu düşünceler üzerinde çalışılıp bunların terapistin eşliğinde yapılandırılması sağlanır. Buna “bilişsel yapılandırma” diyoruz. Örneğin birçok uçak fobiğinin en büyük korkusu uçak kazasında hayatını kaybetmek şeklindedir. Uçak kazası felaketlerinin trafik kazalarına oranla basın ve yayın tarafından daha yoğun ve dramatik bir şekilde kapsanması kişilerin düşünce sistemine uçak seyahatlerindeki ölüm riskinin trafik kazalarına oranla daha fazla olduğu şeklinde yerleşir. Halbuki tüm dünyada trafik kazalarından kaynaklanan ölümlerin uçak kazalarından kaynaklanan ölümlere oranla binlerce kat daha fazla olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Uçak korkusu olan bir kişinin bu gerçeği fark etmesini sağlamak bilişsel yapılandırmanın bir örneğidir. Gene bilişsel yapılandırma sistemi çerçevesinde kişiye seanslar dışında bir takım ödevler verilir. Buna bir örnek kişinin sahip olduğu korkulara yol açan düşüncelerine karşıt düşünceler bulması şeklindedir. Daha sonra belli aşamalarda gene terapistin eşliğinde bu yeni ve karşıt düşüncelerin benimsenmesi yolunda çalışmalar yapılır.

Düşünce sisteminin yapılandırılması ile beraber bir sonraki aşamada kişi “uygulama”ya yöneltilir. Bu aşamada önemli olan unsur uygulamalar sırasında meydana gelebilecek sıkıntıyı minimuma indirmek şeklindedir. Bu çalışmaların bir örneği şu şekildedir:

Uçak fobisi olan kişi yakın bir mesafeden başlayarak derece derece bu mesafenin uzatıldığı bir takım uçuşlara teşvik edilir. Bu uçuşlar gene dereceli olarak önce kişinin terapisti ya da yanında kendini güvende hissedeceği bir şahısla; daha sonra yavaş yavaş tek başına denenir. Çalışma kişinin sahip olduğu fobinin şiddeti ve durumuna göre bir takım manipülasyonlarla terapist eşliğinde yeniden yapılandırılabilinir.

Henüz ülkemizde uygulanmamakla beraber ileride uçuş simülasyonunda kullanılacak teknik aletler de tedavi aşamasında yararlı olabilecektir.
İlaç tedavisinin gerektiği durumlarda uzman bir psikiyatrist ile görüşülmelidir. Bilinçsiz ilaç kullanımı kişiyi bulunduğu durumdan çok daha sağlıksız bir hale getirebilir ve hatta yeni bağımlılıkların (örn. ilaç bağımlılığı) oluşmasına neden olabilir. Kullanılan ilaçların dozları oldukça önemlidir. Ne eksik ne de fazla kullanılmaması gerekir. Saatinde ve önerilen dozda almak, kişinin tedavi sürecini hızlandırır.

Korkudan kurtulmak mümkün müdür?
Mümkün olduğunu ve konunun uzmanları olan psikologlar, sosyologlar, danışmanlar binlerce yolu olduğunu söyleyeceklerdir. Binlerce yoldan bir tanesi de blog konusu oldu.
Bir öyküde okudum. Korkuyu yenmenin bir yolu da bu olabilir mi?
Bir insan var. Yüksekten atlama fobisi var. Çok istiyor, çok imreniyor, çok gıpta ediyor ama yapamıyor çünkü korkuyor. Özellikle yüksek yerden suya atlayanları gördükçe kıskançlık damarı neredeyse çatlıyor.
Çözümü yine kendisi buluyor. Bu yöntem belki aşırı, belki marjinal, belki uygulanabilir olmadığı gibi ifadelere ve yorumlara açık duruyor.
Bir gün arkadaşı ile havuza gidiyor. Önceden ne yapacakları konusunda hemfikir oluyorlar. Eşofmanlı olarak 10 metrelik atlama kulesine çıkıyor. Daha önce benzine batırılmış eşofmana arkadaşı bir çakmak çakıyor. Yanma korkusuyla kendisini suya atıyor.
Şimdi ne oldu?
Yanma korkusu atlama korkusunu unutturuyor. Diğer bir deyişle daha büyük korku , daha küçük korkuyu umursamıyor.
Korku iyi midir? Kötü müdür? Bu soru birazda şuna benziyor.
Bektaşi’ye bir gün sorarlar:
‘’Rakı helal midir, haram mıdır?’’
Bektaşi biraz düşünür ve yanıtı verir:
"Ağza göre değişir"
Korkular da insanın kişiliğine göre değişir. İnsani yönlerini kuvvetlendiren korkulara iyi derim. Örnekleme yaparsak; silah korkusu, kan korkusu…
Son söz: Korkularımızla yaşamayı öğreneceğiz ya da korkularımızla işbirliği yapacağız. Korkularımızı yukarıdaki yöntemle yenmeyi, alt etmeyi, silmeyi başarabilir miyiz? Ne deneyin, ne de denemeyin...

Korkularınızı yenmek istermisiniz?

Sponsored Links Korkularınızı, Kaygılarınızı ve üzüntülerinizi yenmek istiyorsanız bu yöntemi mutlaka deneyin

Hürriyet - Klinik psikologlar karşılarına gelen sorunların çözümü için o kişiye göre bir teknik kullanmayı tercih ediyorlar. Pek çok seçenekten biri de 'Enerji psikolojisi tekniği' olan EFT'dir.

Yaklaşık 7000 yıllık bir geçmişi olan EFT kişilerde yüz güldürücü sonuçlar aldırıyor. EFT tekniği akupunktur tekniğinde kullanılan bölgelere parmaklarla minik dokunuşlarla kullanılan bir teknik ancak sadece bundan ibaret değil. Kendi içinde açılımlara sahip bir psikoterapi tekniği...

EFT tekniğini başarı ile uygulayan Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi'nden Uzman Klinik Psikolog Yıldız Burkovik, "Hastada bir korku ya da kaygı varsa, geçirilmiş bir travma, stresle baş edememe, sürekli geçmişin göz önüne gelmesi ile yaşamı daha da kalitesizleştiren hatıralar varsa ETF tekniği sayesinde bunların yok edebilmesi mümkün olmaktadır" diyor ve ekliyor: "Bu işi insan psikolojisini bilen, klinisyen olan, psikoterapi tecrübesi olan kişilerin psikoterapi sırasında gerekli gördüğü zaman ihtiyaca göre yapması gerekir."

Burkovik, insan yaşamını çekilmez kılan, kişiyi her zaman etkisinde tutan, travmalar ve sonrasında oluşan stres bozukluğu durumlarının önemli olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi:

"İnsanın bir çatışma sırasında yanındaki kişinin öldüğünü görmesi, deprem gibi büyük afetlerde yaralanması ve bu felaketlerde kurtarıcı olarak çalışırken depreme maruz kalanların acı ve iniltili seslerini duyanların durumları sürekli stres altında geçiyor. Bu sahneler beyinlerinde sürekli kalıyor ve her zaman zihinlerine geliyor. Yine bir evladını kaybeden kişinin keşkeleri, nedenleri kişiye çok ızdırap verir. İftiralara maruz kalanların gerçeği bir türlü anlatamamalarından ötürü çektikleri sıkıntılarda kişiye hayatı anlamsızlaştırır. Gerçek dost bilinenlerin verdikleri zararlar, yaptıkları darbeler, ihanetler, dolandırılmalar, yaşanan hayal kırıklıkları ve acılar her insanın yüreğinde bir yara oluşturur ve kolay kolay kabuk bağlamaz. İşte başa çıkılamayan böylesi durumlarda çözüm yolu bir psikoloji profesyonelinden EFT yardımı almak önem kazanmaktadır.

Bu yöntem vücudun enerji meridyenlerinin uç noktalarına parmak uçlarıyla vurmaktan ibarettir. EFT'nin prosedürüne uyulması, sistemin düzenli uygulanması, doğru sözcükleri kullanılması, asıl kaynağa inilebilmesi açısından önemlidir. Bu nedenle düzenleyen kişinin hekim, psikiyatrist ya da psikolog olması çok daha yarar sağlamaktadır. Kişi EFT tedavisi sırasında katarsis dediğimiz duygusal boşalmalar yaşarlar bunu toparlamak ve kontrol altına almak için sağlıkçı olmak kolaylaştırıcıdır. Çift kişilik, paranoya, şizofreni ve diğer ruhsal rahatsızlıklar gibi ciddi psikolojik sorunlar nedeniyle kişiler daha şiddetli keder yaşayabilirler. Bu durumlarda deneyimli bir psikolog ve psikiyatristin yaklaşımı önemlidir. Kimi travmatize olaylardan sonra süreçler ağır olabilir. Tek çözümün kendini hayattan çekmesi olduğuna inanan kişi kendisine acı veren kişiye dair büyük bir öfke ile dolabilir ve o kişiye zarar verebilir. EFT yapan terapist bu durumu fark eder ve hem kendisinin zarar görmemesi hem de karşı tarafa zarar vermesini engellemek için üzerindeki olumsuz yükü atmasını sağlamalıdır. Stanford mezunu bir mühendis olan Gary Craig'in 90'lı yıllarda geliştirdiği bu teknik sadece psikoloji ve psikiyatri alanında değil birçok başka rahatsızlıklarda da kullanılmaktadır.

Gary Graig EFT için konuşma terapisi gibidir, ancak problemlerin daha çabuk ortaya konmasını ve çözülmesini sağlar, kognitif davranış terapileri ile de beraber kullanılabilir, olayların ardından kognitif yer değişimlerini bulmanızı ve yaratıcı olmanızı sağlar, Hipnozu derinleştirmekte de yardımcı olur demektedir.

EFT olarak kısaltılan bu teknik 'Duygusal Özgürleşme Tekniği' (Emotional Freedom Technique) dir. Biriken duygu yükünü bıraktırmayı amaçlar. Çocuklardan yaşlılara kadar uygun olan her kişide kullanılmaktadır. Yıldız Burkovik'e göre EFT'de birçok teknik iç içe geçmiştir. Topluluk önünde konuşma korkusu, bir başka kişiye duyulan öfke, vücutta herhangi bir ağrının sürekli ortaya çıkması ve hayatı çekilmez kılması, uykuda huzursuzluk, herhangi bir bağımlılık, çeşitli korkular ve kaygılar, hayal kırıklıkları, sınav kaygısı gibi pek çok alanda kullanılabilir.

Uyguladığı hastalarda kişileri şaşırtacak derecede yüz güldürücü ve hızlı sonuçlar aldığını belirten Burkovik son olarak şunları söyledi: EFT fobik korkuların mantıksız kısımlarını ortadan kaldırmakta, ama normal tedbiri azaltmamaktadır. Ayrıca EFT tekniğini sadece geçmişte ve şimdi yaşanan problemler için değil, gelecekteki hedeflerimiz için de kullanabiliriz. Sonuç olarak diyebilirim ki, EFT gerçekten keşfedilmeyi ve uygulamayı, aynı zamanda da sahiplenmeyi hak eden bir tekniktir."


Korku, beynin yarattığı bir illüzyondur. Kişisel gelişim konularında örneğin NLP de uzmanlaşmak isteyen biri korkunun kaynağını bilir. Kaynağı bilinen bir davranışın üstesinden gelmek ise oldukça kolaydır.
Korku illuzyonu
Bütün davranışların temeli, beynin çalışma prensiplerine dayanır. Korkunun da bir prensibi vardır. Eğer bunu davranışlarımızda gözlemleme alışkanlığına kavuşturursak, sahip olduğumuz ya da olacağımız her türlü korku ve kaygının da üstesinden gelmiş oluruz. Bu alışkanlığa biz “farkındalık” ta diyebiliyoruz. Farkındalık, benim tabirimle duyguları kontrol etme gücüdür. Aynı zamanda kendini tanımanın diğer adıdır.
Eğer farkındalık konusunda az çok bilgi sahibi iseniz, kendinizi tanıma konusunda, hiçbir zaman tam anlamıyla kendinizi tanıyamayacak olmanızın gerçekten ürkütücü olduğunu da anlamışsınızdır. Bu kendini bilme-tanıma-öğrenme ya da farkındalık denilen şey, siz ölene kadar devam eder.
Kişisel gelişim konusunda sadece beynin çalışma prensiplerini bilmek yeterli olmuyor. Örneğin çakra bilgisi, bilinmesi gereken önemli konulardan sadece biri. Çakra bilgisi ayrı bir konu olduğu için korku konusuna kaldığımız yerden devam edelim.
Duyguları kontrol etme gücü dedik. Bunu nasıl sağlayabiliriz? Duygularınızı kontrol edemezseniz duygularınız sizi kontrol eder. Bu bir kuraldır. Ne yazık ki insanların % 100’e yakını duygularını kontrol edemiyor. Bunu neden yapamıyor? Çünkü kolay bir şey değil. Duyguları kontrol etmek derken kontrol edip, robotik bir davranışa geçilsin anlamında söylemiyorum. Her davranışın yeri ve zamanı vardır. Örneğin size çok yakın birini kaybettiğinizde duygularınızı serbest bırakıp ağlamanız gerekir. Bu konuda kendinizi kontrol edebileceğiniz sınır, aşırı tepki vermeme hususudur.
Bütün davranışların temeli beynin çalışma prensiplerine dayanır demiştik. Her duygu için geçerlidir bu. Şimdi korkunun beyinde nasıl işlendiğini görelim.
Hep söylenir bilinçaltı şöyle, bilinçaltı böyle. Fakat kimse bunu tam anlamıyla açıklamaz. Ne olduğunu tam anlamıyla kimse bize anlatmaz. Sadece bazı davranışları örnek verirken, bilinçaltı hakkında fazla bilgimiz olmadığı halde, “bilinçaltına yerleşmiş” falan deriz. Bilinçaltı, otomatik kazanılmış davranışlarımızın kaynağıdır. Buna fobi dediğimiz korkular da dâhildir. Örneğin ben bu yazıyı on parmak kullanarak yazıyorsam bu bilinçaltı sayesinde olur. Araba sürerken pedalların ve vitesin nerde olduğunu düşünmeden hareket ediyorsak bu bilinçaltı sayesindedir. Yine yazı yazarken ya da kitap okurken,yemek yerken, yürürken rutin sergilediğimiz davranışlar bilinçaltı sayesindedir.
Bilinçaltı, saniyede binlerce bilgiyi depolar. Bunu fark etmezsiniz. Bu yazıyı okurken dışarıdan geçen arabaların sesini, yan odada çalan radyoyu, kedinizin miyavlamasını, içerde yemek yapan annenizin söylediği şarkıyı, işyerindeyseniz, çalışma arkadaşlarınızın ya da müşterilerin konuşmalarını hep kaydeder.
Peki, bilinç ne yapar? Bilinç de sizin bu yazıyı okumanıza yardımcı olur. Eğer okuduğunuzu anlıyorsanız bu bilinciniz sayesindedir. Sadece okuyorsanız da bilinçaltı sayesinde. Diğer tarafta msn de arkadaşınıza bilincinizle cevap verirsiniz. Excel’de yapacağınız hesap tablosunu bilinciniz sayesinde düzenlersiniz. Bilinçaltı ve bilinç devamlı bir koordinasyon halindedir. Örneğin ben bu yazıyı bilincim sayesinde yazarken bilinçaltım sayesinde de on parmak yazıyorum. Koordinasyonu görüyorsunuz değil mi?
Korkunun nasıl oluştuğunu anlamak için ham bir beyni ele alalım. Bir yaşında henüz emeklemekten yürümeye yeni geçmekte olan bir bebeğin korkusu bu. Annesinin, yerde emeklerken odanın içinde bulunan sobaya doğru hareket ettiğinde cıs diyerek uyarı vermesi sebebi ile yanına yaklaşmaya çekindiği nesneden korkması için henüz bir neden yok. Yürümeye yeni başladığı için sağa sola tutunarak ayağa kalkması ve dengesini kaybedip sobanın üzerine doğru düştüğünde, yüzünü düşeceği nesneden korumak için elini öne doğru attığında, artık o nesnenin kendisi için gerçekten korkutucu olduğunu öğrenmiş bulundu. Annesinin çığlıkları sobada yanan eli için feryat eden kendi çığlıklarına karıştı. Annesi, hemen yanan ele soğuk bir su tutup acının daha fazla büyümesini engelledi. Akşam babası eve gelip de kendisini kucağına aldığında babasına sobayı göstererek cıs dedi.
Şimdi bu korkunun beyinde nasıl işlendiğine bakalım. Normalde korku denilen şey bilinçlidir. Bilincimiz, korkulacak şey meydana geldiğinde beynimizde bulunan amigdala denilen bölümü uyarır amigdala, bu sayede korku dediğimiz duyguyu meydana getirecek kimyasalları salgılar. Eğer amigdala ya uyarıyı bilinçaltımız göndermiş ise o zaman bunun adı fobi olur. Yani bu korku artık otomatik bir hal alır. Yükseklik fobisi, kedi-köpek fobisi, topluluk içinde konuşma fobisi gibi fobilerin kaynağı bilinçaltıdır. Bize çok komik gelen bir fobi, ona sahip olan için gerçekten elem vericidir. Bu basit korku için devamlı kendini suçlar. Ah benim aptal kafam falan der. Aklınıza her hangi bir şey getirin onunla ilgili fobisi olan biri mutlaka vardır.
Az önce bir bebeğin korkusunu ele aldık. Şimdi bu korkunun bilince mi yoksa bilinçaltına mı yerleşeceğini irdeleyelim. Bebek sağa sola tutunarak ayağa kalktı ve o çok merak ettiği cıs’ın yanına doğru hamle yaptı fakat henüz tam olarak yürümeyi öğrenemediği için dengesini kaybetti. Dengesini kaybettiğini fark eden annesi bir çığlık attı. İşitsel uyarı. Bu işitsel uyarı başına gelecek olan şeyin gerçekten kendisine acı vereceğini hissetmesi için ilk uyarı oldu. Düşerken cıs denilen nesneyi gördü. Görsel uyarı. Yüzünü cıs’a çarpmamak için elini uzattı ve eli yandı. Duyusal ya da Kine Estetik uyarı.
Bu üç uyarı şekli bir insanın bir şeyi tam anlamıyla öğrenmesi yani bilince ya da bilinçaltına yazılması için gerekli uyarı şekilleridir. Eğer bir şeyi tam olarak öğrenmek istiyorsanız. Onu dinlerken görür ve uygularsanız öğrenmenizde çok etkili olur. Bu bir korku olsa bile. Hele hele belli yaş gruplarına kadar çok önemli olan beyin dalgalarının en hassas olduğu anlarda bu uyarılar çok daha önemlidir. Eğer bu bebeğin bilinçaltına bahsettiğim şekilde bir korku yerleşmişse o zaman bunun adı fobi olur. Kendisi küçükken sobada yanan elini hatırlamasa bile, yetişkin bir insan olduğunda bilinçaltı bir soba gördüğünde kendisini uyaracaktır.
Korkular gereklimidir?
Hem de nasıl. Diyelim ki araba kullanıyorsunuz. Hatalı solama yaptınız karşıdan gelen arabaya çarpmamak için uyarıyı size amigdala verir. Hemen direksiyonu ne tarafa kırmanız gerektiği yönünde bir hareket yaparsınız. Eğer amigdala size korku uyarısını vermemiş olsaydı. Karşıdan gelen arabaya çarpmanın korkulacak bir duygu olmadığını düşündüğünüzden sürmeye devam edecektiniz. Başka bir örnek. Yolda yürüyorsunuz karşıdan ağzında salyalar akarak size doğru koşan bir köpek var.
Burada yapacağınız iki korku davranışı var. Bunlardan birincisi, tabana kuvvet kaçmak, ikincisi de durup savaşmak. Eğer amigdala size korku uyarısını vermeseydi, hiçbir şey yapmayıp kuduz köpeğin kurbanı olacaktınız.
Bütün korkular yukarıda anlattığım şekilde gerçekleşmez. Örneğin kaygı dediğimiz bir çeşit korku da amigdala uyarımı sayesinde olur. Küçük bir çocuğa sorduğunuzda sizin kaygı diye isim taktığınız şeyi korku olarak açıklayacaktır. Daha henüz kaygı terimini öğrenmemiştir çünkü.
Kaygı, fobi denilen öğrenilmiş, otomatikleşmiş korkulardan farklıdır. Fobiler ve kaygılar mutlaka aşılması gereken korkulardır. Bunlar aşılmadığı sürece stres dediğimiz duygulara sebep olur. Stres ise psikosomatik hastalıkların kaynağını oluşturur. Psikosomatik hastalıklar çok tehlikeli kanser türlerinden ülsere kadar bir çok irili ufaklı hastalıklar olabilir.
Kaygı, korkunun bir versiyonudurGereksiz korkular ve kaygılar için neler yapabiliriz?
Özellikle fobi konusunda çok çeşitli yöntemler var. Bunların arasında NLP yöntemiyle herkesin rahatlıkla uygulayabileceği hızlı fobi yenme tekniğini başka bir yazıda açıklayabilirim. Yine fobiler için bilinçaltına inip hipnoz yöntemi kullanılabilir. Fobiler için kullanılacak farklı yöntemler ayrı bir yazı konusu olabilecek kadar uzundur.
Kaygıda ise temel sebep An’
ı yaşamamaktır. Bilinç, geçmiş kötü anılar ve gelecek kaygısı arasında gider gelir. Sizi gerçekten sıkıntıya sokan bir probleminiz, geçmiş kötü anılarınızdan kurtulamayan bir bilinciniz, depresif bir yapınız ve devamlı gelecek ile ilgili bir kaygınız var ise çok şanslısızın. Evet, yanlış duymadınız çok şanslısınız. Çünkü kendinizi tanıma adına, farkındalık adına, NLP öğrenme adına bir fırsat geçmiş elinize. NLP yi en iyi şekilde üzerinizde bir problem bir musibet varken öğrenirsiniz. Size tavsiyem eğer imkânınız varsa hemen şimdi öğrenmeye başlayın.









3 yorum:

  1. Merhaba;
    Benim başımdan uzun sürece bir olay geçti ve ben bunun korkusun üzerimden atamadım içimde herzaman bir karamsarlık heran bişey olucak korkusu mesela bir kahve içtikten sonra falbaktıklarında eskilerden bir haber alıcaksın bu kişiler iyi niyetli deği gibi vesayre şeylerden bile etkilenebiliyorum okuduğum yazınızda korkularınızın üstüne gidin diye bir yorumdan bahsediyosunuz ben tam tersi unutmayı ve o kişilerden uzak durmaya ve aşırı derecede korktuğumu belirtme istiyorum bana bu konuda yardımcı olursanız çok sevinirim
    Şimdiden çok teşekkür ederm iyi çalışmalar iyi aklaşmalar

    YanıtlaSil
  2. Yararlı bir blog gelin gençler
    http://asosyallergelsin.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil