Dualarımız sadece “an”da, “şimdi”de gerçeklesir. Eğer birşey gelecekte olsun diye dua edersek, o gelecekte olacaktır, ve o gelecek de muhtemelen gelmeyecektir.
Bir şeyler istemek, çaresizlikten, yoksunluğu kabul etmekten gelir; ona sahip olmadığınız anlamına gelir. Bu nedenle hatırlamalıyız ki, geçmiş ve geleceğin eşzamanlı olarak varolduğu evrende, kalbimizin tüm arzularını zaten tezahür ettirdiğimiz bir gelecek zaten önceden mevcuttur. Tüm yapmamız gereken zaten önceden var olanı şimdiki realitemize çağırmaktır.
Zihinden değil, daima kalpten ve hissederek dua etmeliyiz. İsteğinizi koklayın, tadına varın, dokunun, işitin – onu gerçek yapın. Yaşamımızda dualarımızı tezahür ettirmek için gereksinim duyduğumuz herşeye sahibiz, yeter ki umutsuzluğa düşmeden, gönülden isteyerek dua edelim. “Canım etli biber dolması çekti, olsa da yesek” dediğimizde bunu öyle gönülden söyleriz ki, (çünkü bize göre olabilme ihtimali yüksektir, araba almaktan daha kolaydır mesela) akşam eve gideriz, bi bakarız annemiz etli biber dolması pişirmiş. “Tüh, başka bişey isteseymişim, olacakmış bak” deriz bi de.. İşte duanın sırrı da burda, olduğuna inanarak gönülden istemek..
Duamızın zaten önceden yanıtlandığına kayıtsız şartsız güvenerek dua edelim. Ayşenur Yazıcı (hani haber spikeri)'nın söyleşisinde söylediği bir söz vardı. Diyor ki: Kalpten, çok içten bir şey dilediğimizde-istediğimizde Tanrı bunu mutlaka duyar ve ismimizin yanına not eder: "Ayşe’ye bir ev"... Sonra, karamsarlıklarla isyanlarla dolduğumuz bir gün kahrederiz "Hadi canım nerden olacak, olamaz... " Ve Tanrı yine duyar, ismimizin yanına not düşer: "vazgeçti" .. Olduğuna inanarak dua etmek önemli..
Ve son olarak, duanızın tezahürü için teşekkür ettiğinizde ve onu gerçek yaptığınızda, o zaman ona eklenti yapmadan / bağlanmadan salıverin, ayrıntıları ele alması için evrene bırakın. Ve daima şükran ve alçakgönüllülükle dua edin, çünkü güç sizin içinizde olsa bile, o ayrıca sizin dışınızdadır da, ve eylemleriniz ve dualarınız başkalarını etkiler. Duanız, sadece sizin için degil, herkesin en yüksek hayrına gerçekleştiği için teşekkür edin.
Ben dua ederken “benim için uygun ve bütünün hayrına olmak üzere” diye başlıyorum. Mesela yeni bir elbise mi istiyorum; bu başlangıca “kırmızı bir elbise aldığım için teşekkürler Tanrım” diye devam ediyorum.
Bu duanın manası şu:
Benim için uygun ve bütünün hayrına olmak üzere: Yeni elbisem bana da herkese de hayırlı olsun;
kırmızı elbise aldığım için: gelecek zamanda değil, zaten var, şimdiki realiteye çağırıyorum;
teşekkürler Tanrım: şükran duygumu gösteriyorum.
Bir de gerçekleşmediğini düşündüğümüz dualarımız var.. Duamız olmuyorsa bilelim ki, ya bizim için uygun değil, ya vakti gelmemiş ya da bütünün hayrına değil.. Hepimizin duaları bütünün en yüksek hayrına yanıtlanacak şekilde OL’sun..
Zihinden değil, daima kalpten ve hissederek dua etmeliyiz. İsteğinizi koklayın, tadına varın, dokunun, işitin – onu gerçek yapın. Yaşamımızda dualarımızı tezahür ettirmek için gereksinim duyduğumuz herşeye sahibiz, yeter ki umutsuzluğa düşmeden, gönülden isteyerek dua edelim. “Canım etli biber dolması çekti, olsa da yesek” dediğimizde bunu öyle gönülden söyleriz ki, (çünkü bize göre olabilme ihtimali yüksektir, araba almaktan daha kolaydır mesela) akşam eve gideriz, bi bakarız annemiz etli biber dolması pişirmiş. “Tüh, başka bişey isteseymişim, olacakmış bak” deriz bi de.. İşte duanın sırrı da burda, olduğuna inanarak gönülden istemek..
Duamızın zaten önceden yanıtlandığına kayıtsız şartsız güvenerek dua edelim. Ayşenur Yazıcı (hani haber spikeri)'nın söyleşisinde söylediği bir söz vardı. Diyor ki: Kalpten, çok içten bir şey dilediğimizde-istediğimizde Tanrı bunu mutlaka duyar ve ismimizin yanına not eder: "Ayşe’ye bir ev"... Sonra, karamsarlıklarla isyanlarla dolduğumuz bir gün kahrederiz "Hadi canım nerden olacak, olamaz... " Ve Tanrı yine duyar, ismimizin yanına not düşer: "vazgeçti" .. Olduğuna inanarak dua etmek önemli..
Ve son olarak, duanızın tezahürü için teşekkür ettiğinizde ve onu gerçek yaptığınızda, o zaman ona eklenti yapmadan / bağlanmadan salıverin, ayrıntıları ele alması için evrene bırakın. Ve daima şükran ve alçakgönüllülükle dua edin, çünkü güç sizin içinizde olsa bile, o ayrıca sizin dışınızdadır da, ve eylemleriniz ve dualarınız başkalarını etkiler. Duanız, sadece sizin için degil, herkesin en yüksek hayrına gerçekleştiği için teşekkür edin.
Ben dua ederken “benim için uygun ve bütünün hayrına olmak üzere” diye başlıyorum. Mesela yeni bir elbise mi istiyorum; bu başlangıca “kırmızı bir elbise aldığım için teşekkürler Tanrım” diye devam ediyorum.
Bu duanın manası şu:
Benim için uygun ve bütünün hayrına olmak üzere: Yeni elbisem bana da herkese de hayırlı olsun;
kırmızı elbise aldığım için: gelecek zamanda değil, zaten var, şimdiki realiteye çağırıyorum;
teşekkürler Tanrım: şükran duygumu gösteriyorum.
Bir de gerçekleşmediğini düşündüğümüz dualarımız var.. Duamız olmuyorsa bilelim ki, ya bizim için uygun değil, ya vakti gelmemiş ya da bütünün hayrına değil.. Hepimizin duaları bütünün en yüksek hayrına yanıtlanacak şekilde OL’sun..
|
DUANIN SIRRI
Herhangi bir şey istemeyin. Asla. İsteğiniz önceden yanıtlandığı için teşekkür edin. Duanın tezahür edici gücü sadece Anda, Şimdide gerçekleşir. Eğer gelecekteki bir şey için dua ederseniz, o gelecekte olacaktır. Ve şimdi bir şeyler istemek, hala çaresizlik yerinden, yoksunluğu kabul etme yerinden işlemektir. Bir şeyler istemek ona sahip olmadığınız anlamına gelir. Ve sizin de tanrı olduğunuzu size söylüyorum kardeşlerim. Yaşamınızda dualarınızı tezahür ettirmek için gereksinim duyduğunuz her şeye sahipsiniz. Ve duanın besleyicisi duanızın zaten önceden yanıtlandığı imanında, mutlak güvenindedir. Hatırlayın, geçmiş ve geleceğin eşzamanlı olarak varolduğu bir Evrende, kalbinizin tüm arzularını zaten tezahür ettirdiğiniz bir gelecek zaten önceden mevcuttur. Tüm yaptığınız zaten önceden var olanı şimdiki realitenize çağırmaktır. Zihinden değil, asla egodan değil, daima kalpten dua edin. Duanızı hissedin. Onu koklayın, tadına varın, dokunun, işitin – onu gerçek yapın. Ve son olarak, duanızın tezahürü için teşekkür ettiğinizde ve onu gerçek yaptığınızda, o zaman ona eklenti yapmadan/bağlanmadan salıverin, ayrıntıları ele alması için Evrene bırakın. Duanızı, sizin görebileceğinizden daha fazlasını gören ormanın yükseklerindeki kartala verin. Ve daima şükran ve alçakgönüllülük yerinden dua edin, çünkü güç sizin içinizde olsa bile, o ayrıca sizin dışınızdadır da, ve eylemleriniz ve dualarınız başkalarını etkiler. Duanız, sadece sizin için değil, herkesin en yüksek hayrına yanıtlandığı için teşekkür edin. Sonra gücün çok daha derin deposuna ulaşırsınız. Duanın Sırrı Tanrı’dan bir armağan olarak kabul ettiğiniz şey için sözel olarak teşekkür edin – iki insan arasındaki genel bir diyalog ve yüksek sesle yapılmalı.Tüm durumlarda yüksek sesle dua etmek daha iyidir. Dua özel olarak hitap edildiği sürece, bireysel dua zihinden yapılabilir. Eğer Tanrı’ya ise, onu Tanrı’ya hitap edin. Aradığınız şey, önceden tezahür etmiştir, verilen şey için teşekkür edin. Arzu ettiğiniz şeyin Yüksek Boyutlarda zaten önceden verildiğini biliyorsunuz. Dua, sonra yalnızca bir boyuttan diğerine tezahüre getirmeyi sağlar. Mucizeler/tezahürler önceden Yüksek Boyutlarda mevcuttur, onu kendinize çağırın. O, tezahür edecektir, ancak sizin hayal ettiğiniz özel şekilde değil. Çoğu bir dereceye kadar modifiye edilmiştir/uyarlanmıştır, sonucu tahmin etme yeteneğine sahip değilsiniz. İstek, en yüksek sonuç ile, ilk fırsatta yerine getirilir. Göreviniz tezahür ettirmek istediğiniz mucizeyi seçmektir. Bir mucizeyi farkettiğiniz zaman, şükranla karşılık vermelisiniz. Çekim yasası ile uyum içinde, mucizeyi kabul ederek, daha fazlasını çekmek için sahneyi tesis edersiniz. (Eğer mucizenin farkında olan ikiden fazla insan varsa, sözle yapılan teşekkür daha uygundur.) Kabul etme/farkına varma ve şükran ilerlemenin en önemli anahtarlarıdır. Eğer yaşamınızda kötü şeyler tezahür ediyorsa, o zaman bir şekilde bunu istemiş olduğunuzu kavramalısınız ve kolayca başka bir şeyi kendinize çekebilirsiniz. Bunların hepsi bir seçim konusudur. Yeni ve daha iyi bir şeyler deneyimlemek için: Ruhunun tezahürü için, teşekkür ederim ve bunu ruhtan bir ders olarak ve isteğime bir yanıt olarak kabul ediyorum. Bu dersi gözönünde tutarak, şimdiyı deneyimlemek istiyorum (arzu ettiğiniz alternatif olarak düşündüğünüz şey). Bunu önceden Yüksek boyutlarda tezahür ettirdiğimi biliyorum ve bunu bu boyuta getirdiğin için sana teşekkür ederim.” Karmaşık/ayrıntılı olma veya şüphe bir isteği iptal eder. Şüphe, yaratma yeteneğinde inançlı olmadığınızı gösterir. Şüphe yaratımlarınızı anında yok eder ve onları şüphenin yaratımları ile yer değiştirir. Bir yaratım yok edildiği veya değiştirildiği zaman, tezahür etmesi için yenisi yaratılmalıdır. Evrensel Yasaya göre, isteğiniz yerine getirilmelidir ve isterken sizin betimlediğiniz sevgi ile gelmelidir. Duanıza tutku ekleyin, tutkunun derecesi isteğinizin şiddetini belirler. Tutkulu sonuçlar umarak tutkulu şekilde dua ederseniz, hafif kalple dua ederseniz, hafif kalpli sonuçlar bekleyin. Sıradanlık sıradanlık getirir vs.” Günlük rutin olarak dua edin, bir dua, farketme ve çekme rutini. Sık sık dua edin. Arzu ettiğiniz şeyi çekmek için, sadece duaya değil, imana da gereksiniminiz var. İman dağları yerinden oynatır. İman ve dua çok etkilidir ve birbirinin partneri olmalıdır. “Mucizelerin dereceleri yoktur”, ve farkedilmesi/kabul edilmesi kolay olan küçük mucizeler için dua ederek, duadaki imanınız tekrar tekrar doğrulanır. Bu bir uygulama konusudur. Ve sadece daha değerli olduğunuzu düşündüğünüz o zamanlar dua etmeyin. Tüm dua istekleri değerlidir ve mucize mucizenin farkında olunmasındadır, mucizeleri ister büyük ister küçük olarak değerlendirin. Ayrıca uygulamanın mükemmelleştirdiğini hatırlayın, bu, kendi kendinize mücadele etmektense bizim yardımımız ile çok daha kolaydır. |
Dua`nın gücü
İnsanın, Yaratıcı ile ilişkisi ibadet vasıtasıyla oluyor. İbadetin özü, daha açık bir deyimle bütün ibadetlerin hedefi, duadır.
Dua, müminin silahıdır. Gerçekten yapılan ciddi bilimsel araştırmalar, dua etmenin insanlar üzerinde çok olumlu etkisi olduğunu göstermiştir ve dua etmek hastalar üzerinde kesinlikle iyileştirici bir özellik taşımaktadır. İnsanın Üstün bir güce sığınması ve sadece O’ndan yardım dilemesi insanda doğal olarak şifa etkisi sağlamaktadır.
Allah bir ayette “Biz, insana şahdamarından daha yakınız” şeklinde buyurmuştur. (Kaf, 16). Başka bir ayet-i kerimede de “Aralarında fısıldaşan üç kişinin dördüncüsü, beş kişinin altıncısı O’dur. ”(Mücadile, 6) buyurulmuştur.
Allah varlık ve insanla iç içe olduğundan, insan Rabbine zaman ve mekan gözetmeksizin dua edebilmelidir.
Yaratıcı bir ayette “Beni anın, ben de sizi anayım” (Bakara, 152)buyurmuştur. Bu da gösteriyor ki Allah bizden O’na yalvarıp yakarmamızı ve dua etmemizi bekliyor. Allah’ın şüphesiz ki buna ihtiyacı yok ama bizim ibadet etmeye her zaman muhtacız.
Dua bir birlik, kaynaşma halidir. Duayı ’rastgele istemekten, başvurudan’ ayırmak lazımdır. Yapılan her duaya icabet edilir ancak her dua kabul edilir, demek yanlış olur. Zira Allah bizim her istediğimizi yerine getiren bir Varlık değildir. Allah’ın edilen dua karşısında nasıl ve ne takdir edeceğini ve hikmetini bizim anlamamız da mümkün değildir.
Aslında insanın üstün gücü de duasından kaynaklanmaktadır. Nitekim Allah “De ki, eğer duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi? (Furkan 77)ayetinde duanın gücünü vurgulamaktadır.
Rabbimize dua ederken korku ve ümit birlikte bulunmalıdır. Kur’an-ı Kerim: ”Allah’a korku ve ümitle dua edin “(Araf, 56)ayetiyle bunu formüllendirmiştir. Yalnız korku veya sadece ümit, duada seviyesizliktir. Tek başına korku, rahmete güvensizliğe ve nihayet tükenişe götürür. Tek başına ümitse, hiçbir tehlike, zorluk, sınır tanımadığından benliği firavunlaştırır. Kul sürekli olarak korku ile ümit arasında olmalıdır.
Duada bağırıp çağırarak haddi aşmamalıyız. Buyurulmuştur ki: ”Rabbinize boynu bükük halde ve gizlilik içinde dua edin”(Araf, 55)
Sözlerimi, içtenlikle yapılan bir duanın Allah tarafından kesinlikle cevap verileceğini gösteren bir ayetle sonlandırmak istiyorum:
Kullarım, Beni sana soracak olurlarsa, gerçektende Ben pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin çağrısına cevap veririm. Öyleyse onlarda bana cevap versinler ve Bana inansınlar ki doğruya erişsinler. (Bakara 186)
“Eğer bir gün dünyaya ait çok büyük bir derdiniz olursa Rabbinize; 'Bizim bir derdimiz var' demeyin, bilâkis derdinize dönüp; 'Bizim çok büyük bir Rabbimiz var' deyiniz.”
“Acaba bu vecîz cümle aslında kime ait?” diye merak ettim. Siz önceden duymuş olabilirsiniz ama ben ilk kez duymuştum. Google arama motorunda kısa bir gezinti yaptım, bu sözü içeren iki websitesi buldum.
Orada da başka bir sürprizle karşılaştım. Bu sözü okuyan birçok okur, yorum kısmında büyük harflerle, “Bizim çok büyük bir Rabbimiz var” diye not düşmüş. Hem de tekrar tekrar..
Zihnim; duanın rahatlatan, ferahlatan, insanı güçlü kılan yönüne, okumuş olduğum intiharlarla ilgili istatistik bir haberi birleştirerek dünya gerçeklerine bir ayna tuttu.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), dünyada her 40 saniyede bir intiharın, her 3 saniyede ise bir intihar girişiminin gerçekleştiğini, son 45 yılda intiharların yüzde 60 civarında arttığını ve intiharın tüm dünyada ilk 10 ölüm nedeni arasında yer aldığını bildirmekteydi.
Bu verilere göre her gün 3 bin kişi intihar etmekte, her 30 saniyede bir kişi hayatına son vermekteydi. Tüm ölümlerin yaklaşık yüzde 1'inin intihar girişimleri sonucu gerçekleştiğinin, intiharların ve intihar girişimlerinin özellikle genç nüfusta daha çok görüldüğünün altı özellikle çizilerek verilmişti haberde.
“Bir imdat çığlığı bu!”, diye mırıldanmıştım haberi okuduğumda. Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD), “10 Eylül Dünya İntiharı Önleme Günü” nedeniyle bu istatistik verileri değerlendirmişti.
Bu tehlikeli trendi yukarıdaki dua bağlamında hatırlıyor, sığınacak bir merci bulamayan insanların stres ve depresyona düştüğünü, yaşanan ruh çöküntüsünün bir sonucu olarak da daha kolay cinnete girdiklerini ve hayatlarına son vermeye kalkıştıklarını düşünerek duanın gücünü bir kez daha idrak ediyorum.
Zihnime Kur'an âyetleri üşüşüyor:
“Allah'ı zikretmek, O'nu anmak ise muhakkak en büyük (ibâdet)tür.” (Ankebut: 45)
“Doğrusu benim Rabbim duayı işiticidir.” (İbrahim: 39) “Kullarım sana beni sorduklarında: Ben muhakkak ki, yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin duasına icâbet ederim.” (Bakara: 186) “Rabbiniz, şöyle buyurdu: Bana dua edin, size cevap vereyim (duanızı kabul edeyim)” (Mü'min: 60)
Sonra aklıma Efendimiz'in duanın gücüyle alakalı söylediği bir sözleri geliyor: “Dua mü'minin silahı, dinin direği, yer ve gökyüzünün de nurudur.” (Mustadrek: 1/669, hn: 1812)
Hâlis dua İslâm perspektifinden ibâdetin özü olduğu gibi, insan benliğinde de Allah bilincini canlı tutan en güçlü vesiledir. Duadan sistemli olarak uzaklaşan/uzaklaştırılan insan, ne büyük bir imkânın elinden çekilip alındığının farkında değil.
Tam burada aklım elimin altındaki mastır tezine gidiyor. Endonezyalı bir öğrencinin hazırlamış olduğu tez, derecelendirmek üzere bana tevdi edilmiş. Tezin unvanı; “Hadisi Şeriflerde Koruyucu Hekimlik” (Preventive Health Studies in the Light of Kutub al-Sittah). Kutubu Sitte'de geçen beden ve ruh sağlığına yönelik hadisler bir araya getirilmiş. İbâdet aşkıyla hayata geçirilen hadislerin nasıl koruyucu hekimlik görevi üstlendiği modern tıp verileri baz alınarak açıklanmış ve bu meyanda bir çerçeve geliştirilmeye çalışılmış.
Ruh sağlığına dair duanın önemi anlatıldıktan sonra ilgili hadisler, Batılı bilim adamlarının görüşleri ışığında yorumlanmış. Bu tür çalışmalara temkinli yaklaşan âcizânemin, hekimlerden aktarılan şu veciz söz dikkatini özellikle çekiyor: “Bir gün gelecek, doktorlar hastalarına yazdıkları reçetelerine, 'Dua ediniz' diye de not düşecekler.”
Modern çağda bedenlerden çok ruhların kirlendiğine inanıyorum. Hâlihazırda ruhların arındırılmasında büyük fırsat olan bir iklimi idrak ediyoruz; başı rahmet, ortası mağfiret, sonu Cehennemden beraat olan ve içerisinde 80 yıllık ömürden daha bereketli Kadir Gecesi'ni..
Efendimizin (s.a.v): “Ramazan geldiğinde cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapatılır, şeytanlar bağlanır.” (Muslim: 2/758, hn: 1079) dediği bu iklim, “Bizim çok büyük bir Rabbimiz var” şuurunu benliğimize kazımak ve O'na iltica etmek için en bereketli zaman dilimi.
Daha iyi Olmak İçin Dua eden İnsanlarDua, müminin silahıdır. Gerçekten yapılan ciddi bilimsel araştırmalar, dua etmenin insanlar üzerinde çok olumlu etkisi olduğunu göstermiştir ve dua etmek hastalar üzerinde kesinlikle iyileştirici bir özellik taşımaktadır. İnsanın Üstün bir güce sığınması ve sadece O’ndan yardım dilemesi insanda doğal olarak şifa etkisi sağlamaktadır.
Allah bir ayette “Biz, insana şahdamarından daha yakınız” şeklinde buyurmuştur. (Kaf, 16). Başka bir ayet-i kerimede de “Aralarında fısıldaşan üç kişinin dördüncüsü, beş kişinin altıncısı O’dur. ”(Mücadile, 6) buyurulmuştur.
Allah varlık ve insanla iç içe olduğundan, insan Rabbine zaman ve mekan gözetmeksizin dua edebilmelidir.
Yaratıcı bir ayette “Beni anın, ben de sizi anayım” (Bakara, 152)buyurmuştur. Bu da gösteriyor ki Allah bizden O’na yalvarıp yakarmamızı ve dua etmemizi bekliyor. Allah’ın şüphesiz ki buna ihtiyacı yok ama bizim ibadet etmeye her zaman muhtacız.
Dua bir birlik, kaynaşma halidir. Duayı ’rastgele istemekten, başvurudan’ ayırmak lazımdır. Yapılan her duaya icabet edilir ancak her dua kabul edilir, demek yanlış olur. Zira Allah bizim her istediğimizi yerine getiren bir Varlık değildir. Allah’ın edilen dua karşısında nasıl ve ne takdir edeceğini ve hikmetini bizim anlamamız da mümkün değildir.
Aslında insanın üstün gücü de duasından kaynaklanmaktadır. Nitekim Allah “De ki, eğer duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi? (Furkan 77)ayetinde duanın gücünü vurgulamaktadır.
Rabbimize dua ederken korku ve ümit birlikte bulunmalıdır. Kur’an-ı Kerim: ”Allah’a korku ve ümitle dua edin “(Araf, 56)ayetiyle bunu formüllendirmiştir. Yalnız korku veya sadece ümit, duada seviyesizliktir. Tek başına korku, rahmete güvensizliğe ve nihayet tükenişe götürür. Tek başına ümitse, hiçbir tehlike, zorluk, sınır tanımadığından benliği firavunlaştırır. Kul sürekli olarak korku ile ümit arasında olmalıdır.
Duada bağırıp çağırarak haddi aşmamalıyız. Buyurulmuştur ki: ”Rabbinize boynu bükük halde ve gizlilik içinde dua edin”(Araf, 55)
Sözlerimi, içtenlikle yapılan bir duanın Allah tarafından kesinlikle cevap verileceğini gösteren bir ayetle sonlandırmak istiyorum:
Kullarım, Beni sana soracak olurlarsa, gerçektende Ben pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin çağrısına cevap veririm. Öyleyse onlarda bana cevap versinler ve Bana inansınlar ki doğruya erişsinler. (Bakara 186)
“Eğer bir gün dünyaya ait çok büyük bir derdiniz olursa Rabbinize; 'Bizim bir derdimiz var' demeyin, bilâkis derdinize dönüp; 'Bizim çok büyük bir Rabbimiz var' deyiniz.”
“Acaba bu vecîz cümle aslında kime ait?” diye merak ettim. Siz önceden duymuş olabilirsiniz ama ben ilk kez duymuştum. Google arama motorunda kısa bir gezinti yaptım, bu sözü içeren iki websitesi buldum.
Orada da başka bir sürprizle karşılaştım. Bu sözü okuyan birçok okur, yorum kısmında büyük harflerle, “Bizim çok büyük bir Rabbimiz var” diye not düşmüş. Hem de tekrar tekrar..
Zihnim; duanın rahatlatan, ferahlatan, insanı güçlü kılan yönüne, okumuş olduğum intiharlarla ilgili istatistik bir haberi birleştirerek dünya gerçeklerine bir ayna tuttu.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), dünyada her 40 saniyede bir intiharın, her 3 saniyede ise bir intihar girişiminin gerçekleştiğini, son 45 yılda intiharların yüzde 60 civarında arttığını ve intiharın tüm dünyada ilk 10 ölüm nedeni arasında yer aldığını bildirmekteydi.
Bu verilere göre her gün 3 bin kişi intihar etmekte, her 30 saniyede bir kişi hayatına son vermekteydi. Tüm ölümlerin yaklaşık yüzde 1'inin intihar girişimleri sonucu gerçekleştiğinin, intiharların ve intihar girişimlerinin özellikle genç nüfusta daha çok görüldüğünün altı özellikle çizilerek verilmişti haberde.
“Bir imdat çığlığı bu!”, diye mırıldanmıştım haberi okuduğumda. Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD), “10 Eylül Dünya İntiharı Önleme Günü” nedeniyle bu istatistik verileri değerlendirmişti.
Bu tehlikeli trendi yukarıdaki dua bağlamında hatırlıyor, sığınacak bir merci bulamayan insanların stres ve depresyona düştüğünü, yaşanan ruh çöküntüsünün bir sonucu olarak da daha kolay cinnete girdiklerini ve hayatlarına son vermeye kalkıştıklarını düşünerek duanın gücünü bir kez daha idrak ediyorum.
Zihnime Kur'an âyetleri üşüşüyor:
“Allah'ı zikretmek, O'nu anmak ise muhakkak en büyük (ibâdet)tür.” (Ankebut: 45)
“Doğrusu benim Rabbim duayı işiticidir.” (İbrahim: 39) “Kullarım sana beni sorduklarında: Ben muhakkak ki, yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin duasına icâbet ederim.” (Bakara: 186) “Rabbiniz, şöyle buyurdu: Bana dua edin, size cevap vereyim (duanızı kabul edeyim)” (Mü'min: 60)
Sonra aklıma Efendimiz'in duanın gücüyle alakalı söylediği bir sözleri geliyor: “Dua mü'minin silahı, dinin direği, yer ve gökyüzünün de nurudur.” (Mustadrek: 1/669, hn: 1812)
Hâlis dua İslâm perspektifinden ibâdetin özü olduğu gibi, insan benliğinde de Allah bilincini canlı tutan en güçlü vesiledir. Duadan sistemli olarak uzaklaşan/uzaklaştırılan insan, ne büyük bir imkânın elinden çekilip alındığının farkında değil.
Tam burada aklım elimin altındaki mastır tezine gidiyor. Endonezyalı bir öğrencinin hazırlamış olduğu tez, derecelendirmek üzere bana tevdi edilmiş. Tezin unvanı; “Hadisi Şeriflerde Koruyucu Hekimlik” (Preventive Health Studies in the Light of Kutub al-Sittah). Kutubu Sitte'de geçen beden ve ruh sağlığına yönelik hadisler bir araya getirilmiş. İbâdet aşkıyla hayata geçirilen hadislerin nasıl koruyucu hekimlik görevi üstlendiği modern tıp verileri baz alınarak açıklanmış ve bu meyanda bir çerçeve geliştirilmeye çalışılmış.
Ruh sağlığına dair duanın önemi anlatıldıktan sonra ilgili hadisler, Batılı bilim adamlarının görüşleri ışığında yorumlanmış. Bu tür çalışmalara temkinli yaklaşan âcizânemin, hekimlerden aktarılan şu veciz söz dikkatini özellikle çekiyor: “Bir gün gelecek, doktorlar hastalarına yazdıkları reçetelerine, 'Dua ediniz' diye de not düşecekler.”
Modern çağda bedenlerden çok ruhların kirlendiğine inanıyorum. Hâlihazırda ruhların arındırılmasında büyük fırsat olan bir iklimi idrak ediyoruz; başı rahmet, ortası mağfiret, sonu Cehennemden beraat olan ve içerisinde 80 yıllık ömürden daha bereketli Kadir Gecesi'ni..
Efendimizin (s.a.v): “Ramazan geldiğinde cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapatılır, şeytanlar bağlanır.” (Muslim: 2/758, hn: 1079) dediği bu iklim, “Bizim çok büyük bir Rabbimiz var” şuurunu benliğimize kazımak ve O'na iltica etmek için en bereketli zaman dilimi.
Jeanie Davis
WebMD Medical News
6 Kasım 2001—Bütün Hayatımızda olduğu gibi tıptada gizemli yöntemlerden biri olan duanın işe yaradığına dair deliller var.
Son yapılan araştırmalardan birinde, bir grup yabancı insanın kendileri için dua ettikleri aşı ile döllenme yapılan kadınların daha yüksek oranda hamile kaldıkları görülmüştür.
Diğer bir araştırmada ise kalp ameliyatı geçirme riski altında bulunan insanların dua gruplarına katıldıktan sonra daha az komplikasyon yaşadığı görülmüştür.
Dölleme çalışmaları Seul/Korede bir hastanede toplanmış ve dua edilen kadınlarda hamilelik oranının iki katına ulaştığı tesbit edilmiştir. Bu çalışmanın başında ise New York da Kolombiya Üniversitesi Doğum ve jinekoloji Kürsüsü başkanı Rogerio A. Loho bulunmuştur.
Bunun hayli önemli bir buluş olduğunu söylemiştir Bay Lobo.
Buna rağmen ilk söylediği şey, daha bunun ne anlama geldiğini bilememiş olmalarıdır.
1998 ve 1999 yılları süresince Seul/Korede ki hastahanede aşı ile dölleme tedavilerinde bulunan 199 kadın üzerinde rastgele çalışmalar yapılmıştır.
Tüm kadınlar aynı yaş grubu ve aynı dölleme faktörleri baz alınarak çalışmalar için şeçilmiştir.
Kadınların yarısı Kanada da ve Avusturalya da onlar için dua eden bir kaç Hristiyan dua gruplarına tesadüfü bir şekilde yönlendirilmişlerdir. Her bir hastanın bir fotoğrafı HASTANIN YÖNLENDİRİLDİĞİ gruba verilmiştir: ilk dua grubu direk olarak kadına dua ederken; ikinci grup birinci dua grubu için ayrıca dua etmekte bir üçüncü grup ise bir ve ikinci grupların her ikisine birden dua etmişlerdir.
Ne kadınların ne de onlara tıbbi destek veren personelin bu araştırmadan haberi olmadığı gibi kendileri için dua edildiklerinden de haberleri yoktu.
“Bunu belli etmeme titizliğini kontrol etmede oldukça dikkatliydik” diyor Bay Lobo.“Kasten, tarafsız bir yöntemle gerçekleştirdik” Hiç bir hasta kendi için dua edildiğine dair enfermasyon almadı bu yüzden kadınların sonucu etkilenmedi.Hastaların kendi başlarına dua edip etmediklerini veya başka birilerinin onlar için dua edip etmediklerini bilmiyoruz diyor bay Lobo.
Kendisi için dua edilen grupta bulunan kadın diğer normal hastalara göre iki kez hamile kaldığını söylüyor.
Pozitif bir sonuç alacağımızı ummuyorduk diyor Lobo. Araştırmacılar bilgileri bir kaç defa tekrar tekrar anliz ettiler herhangi bir uyumsuzluk veya çelişki olup olmadığını bulmak için.
fakat herhangi bir şey bulamadılar diyor Bay Lobo.
Lobo henüz dua edilen kadınlar üzerindeki yüksek başarı oranının nedeni için keşfedememiş oldukları bazı “biyoljiksel değişkenler” olabileceğini itiraf ediyor ve bunların dua edilen kadınlar arasında yüksek başarı oranına neden olduğunu itiraf ediyor ve arkadaşlarıyla aşı ile üreme üzerinde devamı olan bir çalışma daha planladıklarını belirtiyor.
İkinci araştırma çok ciddi kalp problemleri olan 150 hastayı içermekteydi. Bunlar için yapılması gerekenin anjiyoplasti olduğuna işaret ediyordu tüm raporlar. Anjiyoplasti Doktorların tıkalı kalp damarını açmak vücuda soktukları özel kablo içine yerleştirilmiş olan ve açmayı destekleyen küçü bir cihazla gerçekleştiren işleme verilen isimdi.
Operasyon boyunca kendileri için dua edilen hastaların daha az komplikasyon geçirdikleri bu çalışmanın öncülerinden yazar ve Duke Üniversitesi Tıp Merkezi yöneticisi Mitchell W. Krucoff’a rapor edildi.Pozitif bir sonuç alacağımızı ummuyorduk diyor Lobo. Araştırmacılar bilgileri bir kaç defa tekrar tekrar anliz ettiler herhangi bir uyumsuzluk veya çelişki olup olmadığını bulmak için.
fakat herhangi bir şey bulamadılar diyor Bay Lobo.
Lobo henüz dua edilen kadınlar üzerindeki yüksek başarı oranının nedeni için keşfedememiş oldukları bazı “biyoljiksel değişkenler” olabileceğini itiraf ediyor ve bunların dua edilen kadınlar arasında yüksek başarı oranına neden olduğunu itiraf ediyor ve arkadaşlarıyla aşı ile üreme üzerinde devamı olan bir çalışma daha planladıklarını belirtiyor.
İkinci araştırma çok ciddi kalp problemleri olan 150 hastayı içermekteydi. Bunlar için yapılması gerekenin anjiyoplasti olduğuna işaret ediyordu tüm raporlar. Anjiyoplasti Doktorların tıkalı kalp damarını açmak vücuda soktukları özel kablo içine yerleştirilmiş olan ve açmayı destekleyen küçü bir cihazla gerçekleştiren işleme verilen isimdi.
Onun bu çalışması Amerikan Kalp Gazetesinde baş makale olarak yayınlandı.
Krucoff, güç bir işleme maruz kalacak yüz elli hastayı kaydetti ve onları tesadüfi bir seçimle tamamlayıcı beş terapiden birini almaya yönlendirdi bu terapiler sitres atma, şifalı eller, güzel sözler rehberliği, başkaları için dua edenler ile korumak veya hiç bir tamamlayıcı terapiyi almamaktı.Tüm tamamlayıcı terapiler bunlardan biri -başkaları için dua edenler- hariç, performans verdi kalp hastalıkları işlemi için başlanmadan en az bir saat önce hastanın yatağı kıyısında iken.
Budistler, Katolikler, Moravyanlar, Yahudiler, Kökten Hristiyanlar, Baptistler gibi tüm Dünyadan yedi çeşitli Mezhepin dua grupları Kardiyolojik operasyonlar esnasında bu özel hastalara dua ettiler.
Her bir dua grubuna kendileri için dua edecekleri özel hastaların adları, yaşları ve rafhatsızlıkları bildirildi. Hastlaradan hiç biri, hastaların ailelerinden kimse ve hastalarla ilgilenen görevlilerden hiç biri dua edildiğini bilmiyordu.
“Bu çok büyük bir titizlikle kontrol edilen bir çalışmaydı, biz tedavi amaçlı yeni ve güçlü bir kardivaskılar ilaç baktığımızdan ve hastaların tedavi dönemlerinde sonuçlarını görmek için”diyor Bay Krucoff.
Hedef daha büyük denemelerde çalışmak için hangi terapininin daha garantili olduğuna karar vermekti.
Böylece kendileri için dua edilen grup diğer tamamlayıcı terapileri alan hastalardan daha az komplikasyon geçirdiğini söyledi Krucoff ve “bu istatiksel bir ispat olmamasına, kesinlik kazanmamasına rağmen açık saçık olan denemenin ikinci aşamasına başlama noktasında olmamızdır” demekte.
Denemenin İkinci aşamasındaki çalışma için şimdiden 300 kişiyi kaytılarına geçirmişti.
“Niçin duanın en iyi tedaviyi-sonucu ürettiğine dair herhangi bir tatmin edici mekanik bir açıklama olamadığını belirtiyor. Buna rağmen hastaların iyileşmeleri ölçüldüğünde en iyi yöntemin bu olduğunu söylüyor. Niçin olduğunu anlamasak bile hastaların nasıl olduğunu en azından ölçümlemekteyiz diyor”
Ön deneme olan ve iyi kontrol edilen her iki çalışma bir şeyler olğuna dair daha fazla kanıt sağlıyor diyor, Teksas Üniversitesi psikoloji ve psikobiyolojist profosörü olan Blar Justice.
Dua araştırmalarına bir kaç ON YIL dır devam eden Justice bizim röportajımız için raporları tekrar gözden geçirdi.
Justice bize,dua araştırmalarının gazetelerde ağırlık kazanmasıyla oluşan yansımadan çok daha önce devam etmekte olduğunu söylüyor ve “1980’lerden beri hayal ürünü olmayan iyi kontrol edilmiş beklenilen sonucu veren çalışmalar oldu.” diye ekliyor.İnsana ait olmayan enzim hücreleri, bakteriler, bitkiler ve hayvanlar gibi inanca/dine dayalı olarak güçlendirici faktörlerden etkilenmeyen organizmalar üzerinde gerçekleştirilen çalışmalar Avrupa’da toplandı. Gruplar onların büyümesi için dua edilmeye kanalize edildi. Daha sonra dua edenlerin arkası bu organizmaların büyümelerine karşı olarak dua eden insanlara döndürüldü. Her defasında bitkiler duaların şiddetlerine göre cevap verdiler.
“Onlara birşeyler oluyormuş gibiydi” diyor, Justice.
Şimdiki teknoloji duanın ardındaki mekanizmanın nasıl işlediğinin anlaşılmasının araştırılmasına izin vermiyorken, önceki kültürlerde yerçekimi ve diğer doğal fenomenler gizemli güçler olarak ciddiye alınmaktaydı.“Keppler deli olmakla suçlandı, Ayın çekim kuvvetinin gelgiti oluşturduğunu söylediğinde, Galile bile bunu deli saçması olarak değerlendirdi ta ki Marconi bu teoriyi ispatlayana değin” diyor Justice.
“Diğer şeylerde olduğu gibi , sizler duanın bir etkisi olduğuna inanmak zorunda değilsiniz” diyor Justice.
Duanın gücünü hepimiz hayatımızda bir şekilde yaşamışızdır. Büyüklerin eli öpüldüğünde onlardan dua istenir. dua et yeter denilir. Kiminin parası kiminin duası deyisinde de dikkat çekilmek istenen kelime Duadır. Hayal bile edilemeyecek şeyleri gerçekleştiren, üzgün yüzlerin bile gülümsemesine sebep olan yine Duanın gücüdür. Dua aslında yaratıcıyla olan bağlantının teyidi bir yerde ispatidir. DUA yaptığın kadar kul, kabul edildiği kadar sevgilisindir Rabbin katında.
Duanın gücünü defalarca yasamışımdır hayatımda. Bunlardan birisi 1980'li yıllarda basımdan geçti. Ailece Diyarbakır iline bağlı kaplıcaları ile meşhur Çermik de idik. Annemler sıcak sulara gitmiş,babam ağabeyim civar köylerden birine alış veriş yapmaya -et almaya- gitmişlerdi. Ben de pansiyonda odamda oturmakta idim. Bir ara hafiften kendimden geçtim. Uyku ile uyanıklık arasında bir halde iken söyle bir şey yaşadım..
Babamlar alışverişten dönerken trafik kazası geçirmiş, olay bize intikal ettiğinde alt üst olmuştuk. Bir anda üstüme tahmin edemiyecegim kadar ağır bir yük binmişti. İçimde tarif edilemez bir acı duyuyordum. Üzüntümün boyutu o kadar büyüktü ki acıdan yüreğimde ağrı duymaya başlamıştım. Ama yapılacak bir şey yoktu. İki gözü iki çeşme ağlayarak cenazeleri de yanımıza alarak İstanbul'a döndük.
Ben duygularım alt üst olmuş bir şekilde ağlamaya devam ediyor devamlı ağlıyordum. Cenaze yıkama, tekfin isleri bitmiş gerek babamın gerek ağabeyimin çok sevdiği Fatih Çarşamba İsmail Ağa caminin musalla taşında 2 adet sandukaya bakarak ağlamaya devam ediyordum.O an çok içten gelen duygularla, dilimi değil adeta yüreğimi konuşturarak su duayı ettiğimi hatırlıyorum..
Ey Rabbim senin gücünün ne kadar büyük olduğunu biliyorum ve senden yardim talep ediyorum. Senden bütün bu yasadıklarımı rüya yapmanı istiyorum. Senin buna gücün yeter. Rüya yap, rüya yap diye tekrarlıyor adeta tespih çeker gibi bu sözleri ağlayarak tekrar ediyordum. Bu halde iken çok derinlerden bir ses işittim.
Hafız, hafız Bismillah de kendine gel diye.
Bu ses Annemin -çok sevdiğim- ılık şefkatli sesi idi. Annem başımı okşuyor beni teskin etmeye çalışıyordu. Ablam da gülümseyerek bana bakıyor herhalde çok kötü bir rüya görmüş olmalısın diyordu. Nerdeyse gömleğimin üst tarafları ağlamaktan ıslanmıştı.
Şimdi ikinci bir şok yaşıyordum. Evet! her şey bir anda rüyaya dönüşmüştü. Ve ben hala Çermikteydim. Derin bir nefes alarak -hayatımda en içten söylediğim hamdlerden birini ederek
-Elhamdülillah-dedim. Ancak babamlar hala dönmemişti . Abim de çok deli araba kullanırdı.Yolların ne kadar düzensiz bozuk olduğu da bilinen bir gerçekti. İç alemimde tarif edilmeyecek fırtınalar kopmaktaydı. Dış dünyamda ise annemin bütün ısrarlarına rağmen konuşmayan, kulağı kirişte -babamın tok sesli -Selamun aleykum cümlesini bekleyen birisi vardı.
Duanın gücü ile kehanet arasında gidip geliyor, içimden Rabbim sana inanıyorum diye diye duamı tekrar ediyordum.Asırlar kadar uzun süren bir beklemeden sonra Allahu teala duamı kabul etmiş, müjdesini yollamıştı. Babam, abim -eli kolu dolu- karşımda duruyor, babam hafif terli gülümseyen yüzü ile Selamun aleykum diyordu. Evet tılsım tutmuş duam kabul olmuştu. Babama ağabeyime sarılarak onları öptüm.
Adeta tılsımı bozulur diye uzun bir zaman kimseye bu olaydan bahsetmedim. Babam buzlu ayranını içerken - ağabeyimi kast ederek- "Ağabeyin az kalsın bugün büyük bir kaza yapıyordu" diyerek alışverişten dönerken ucuz ! atlattıkları kazayı bizlere anlatıyordu.
siz siz olun dünyanın dualar üzerinde durduğunu sakın unutmayın ve ona göre yasayın.......
DUANIN GÜCÜ VE İSTEMENİN YOLU
"O kadar dua ettiğimiz halde duamız kabul olmuyor" deyip yakındığımız çok olmuştur. İnsan niye yakınır? İstediği şeyin aynısı eline geçmediği için yakınır.
Oysa yakınmaya, üzülmeye ve moral bozmaya hiç gerek yoktur."O kadar dua ettiğimiz halde duamız kabul olmuyor" deyip yakındığımız çok olmuştur. İnsan niye yakınır? İstediği şeyin aynısı eline geçmediği için yakınır.
Bir kere "istemekle" çok önemli bir adım atılmış oluyor.
O adım da "acziyet" tir. Yani insanın âcizliğinin farkına varması, bunu dile getirmesi ve itiraf etmesidir.
Âcizliğin itiraf edilmesiyle, "Ben kendi imkanlarımla bunu başaramadım, beceremedim, elde edemedim, çaresiz kaldım" demiş oluyor.
Âcizlik, insanın her şeye gücü yeten, her şeyi yapabilen bir Kudrete yaklaşmasına ve yanaşmasına yol açıyor.
Burada insana ayrıca bir güven duygusu geliyor, istek ve arzularına kavuşma ümidi canlanıyor.
"Her isteğini karşılayan, her derdine derman yetiştiren, her arzusunu yerine getiren" bir güce yönelmekle bir rahata, bir huzura ve bir sükûnete kavuşuyor.
Duanın en can alıcı yanı budur zaten.
Çünkü "istemek" insanî bir olay, insanî bir ihtiyaç ve insanî bir özelliktir.
"İsteme" duygusu olmasa, her şey karmakarışık olur, her şey alt üst olur. Bu açıdan Yaratıcının insana verdiği en büyük nimetlerden birisi de "isteme" duygusudur, yani dua etme hissidir.
"Vermek istemeseydi, istemek vermezdi" vecizesinde anlatıldığı gibi, Yüce Kudret, "vermesini", "istememize" bağlamış. "İsteyin vereyim" şeklinde de tercüme edileceği gibi, "Bana dua edin, size cevap vereyim" (Mü'min sûresi, 40:60) âyeti insanı istemeye, duaya teşvik ediyor.
İnsanın istemesi daha çocukluğunda başlıyor. Çocuk bütün arzu ve ihtiyaçlarına isteyerek ve ağlayarak ulaşır. Yani âcizliğini ve çaresizliğini dile getirerek istekte bulunur. Bu yolla öyle şeyler elde eder ki, kendi sınırlı gücüyle onların binde birine bile ulaşamaz.
Bu açıdan "acz dili", dolayısıyla "isteme/istek yolu" çok önemli bir kapıdır. İlâhî dergaha hep bu kapıdan girilir, bu kapıdan hacetler/ihtiyaçlar karşılanır, isteklere cevap verilir.
Zaten her duaya cevap vardır, Yüce Allah her duaya cevap veriyor, hiçbir duayı cevapsız ve karşılıksız bırakmıyor.
Yalnız "cevap" vermekle, duanın aynen "kabul" edilmesi çok farklı bir mesele.
Doktor-hasta-çocuk ilişkisinde olduğu gibi. Çocuk doktorun masasında gördüğü ilâcı ister. Doktor muayene eder, hastalığını teşhis eder, gerekirse istediği ilacın aynısını verir, yahut daha etkili olanını verir, veya hiç vermez, sadece perhiz ve benzeri bir tavsiyede bulunur.
İnsan da Allah'tan ihtiyacı olan bir şeyi ister. Yüce Allah ise kulunun geleceğini ve ihtiyacını ondan çok daha iyi bildiği için, ya istediğinin aynısını verir, yahut daha iyisini verir, bazen de hiç vermez, duasını âhiret için kabul eder, orada daha çok ve sonsuz bir şekilde verir.
Bunun için dua dilekçesini iyi ve doğru yazmalı, fakat gereğini Ona bırakmalı. "İlla şunu isterim" dememeli. Derse, hem haddini aşmış olur, hem de görevi dışına çıkmış olur. Kulun görevi istemektir, takdir ve gereğini yerine getirmek Allah'a aittir.
DUANIN GÜCÜ
İman, duayı bir vesile-i kat'iye olarak iktiza ettiği ve fıtrat-ı insaniye onu şiddetle istediği gibi, Cenâb-ı Hak dahi, "Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?" meâlinde,
ferman ediyor. Hem (BANA DUA EDİN SİZE CEVAP VEREYİM.)(Mümin suresi40-60) emrediyor.
Eğer desen: Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki âyet umumîdir; 'Her duaya cevap var' ifade ediyor."
Elcevap: Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var. Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek, Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir.
Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: "Ya hekim, bana bak."
Hekim "Lebbeyk," der. "Ne istersin?" Cevap verir.
Çocuk "Şu ilâcı ver bana" der.
Hekim ise, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.
İşte, Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak, hazır, nazır olduğu için, abdin duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevâperestâne ve heveskârâne tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbâniyenin iktizasıyla, ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.
Hem dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise, semerâtı uhreviyedir. Dünyevî maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksatlar, gayeleri değil.
Meselâ, yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa, o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyetle olsa, o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz.
Nasıl ki, güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem güneşin ve ayın tutulmaları, "küsuf ve husuf namazları" denilen iki ibadet-i mahsusanın vakitleridir. Yani, gece ve gündüzün nuranî âyetlerinin nikaplanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenâb-ı Hak, ibâdını o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa o namaz, açılması ve ne kadar devam etmesi müneccim hesabıyla muayyen olan ay ve güneşin husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir.
Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki, insan o vakitlerde aczini anlar; dua ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlakın dergâhına iltica eder. Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler def olunmazsa, denilmeyecek ki, "Dua kabul olmadı." Belki denilecek ki, "Duanın vakti kaza olmadı." Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle belâyı ref etse, nurun alâ nur, o vakit dua vakti biter, kaza olur.
Demek, dua bir sırr-ı ubudiyettir. Ubudiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile Ona iltica etmeli, rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini itham etmemeli.
Evet, hakikat-i halde, âyât-ı beyyinâtın beyanıyla sabit olan budur ki: Bütün mevcudat, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibadet, birer has secde ettikleri gibi, bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye giden, bir duadır:
Ya istidat lisanıyladır-bütün nebâtat ve hayvânâtın duaları gibi ki, herbiri lisan-ı istidadıyla Feyyâz-ı Mutlaktan bir suret talep ediyorlar ve esmâsına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar.
Veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyladır-bütün zîhayatların, iktidarları dahilinde olmayan hâcât-ı zaruriyeleri için dualarıdır ki, herbirisi o ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla Cevâd-ı Mutlaktan idame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde bazı metâlibi istiyorlar.
Veya lisan-ı ıztırariyle bir duadır ki, muztar kalan herbir zîruh, kat'î bir iltica ile dua eder, bir hâmî-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder.
Bu üç nevi dua, bir mâni olmazsa, daima makbuldür.
Dördüncü nevi ki, en meşhurudur, bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır: Biri fiilî ve hâlî, diğeri kalbî ve kàlîdir.
Meselâ, esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir. Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisan-ı hal ile müsebbebi Cenâb-ı Haktan istemek için bir vaziyet-i marziye almaktır. Hattâ çift sürmek, hazine-i rahmet kapısını çalmaktır. Bu nevi dua-yı fiilî, Cevâd-ı Mutlakın isim ve ünvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır.
İkinci kısım, lisanla, kalble dua etmektir. Eli yetişmediği bir kısım metâlibi istemektir. Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi şudur ki: Dua eden adam anlar ki, Birisi var, onun hâtırât-ı kalbini işitir, herşeye eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder.
İşte, ey âciz insan ve ey fakir beşer! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan bir vesileyi elden bırakma. Ona yapış, âlâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık, bir sultan gibi bütün kâinatın dualarını kendi duan içine al, bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi(Ancak Senden Yardım Dileriz.) de, kâinatın güzel bir takvimi ol.
ferman ediyor. Hem (BANA DUA EDİN SİZE CEVAP VEREYİM.)(Mümin suresi40-60) emrediyor.
Eğer desen: Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki âyet umumîdir; 'Her duaya cevap var' ifade ediyor."
Elcevap: Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var. Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek, Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir.
Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: "Ya hekim, bana bak."
Hekim "Lebbeyk," der. "Ne istersin?" Cevap verir.
Çocuk "Şu ilâcı ver bana" der.
Hekim ise, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.
İşte, Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak, hazır, nazır olduğu için, abdin duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevâperestâne ve heveskârâne tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbâniyenin iktizasıyla, ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.
Hem dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise, semerâtı uhreviyedir. Dünyevî maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksatlar, gayeleri değil.
Meselâ, yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa, o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyetle olsa, o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz.
Nasıl ki, güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem güneşin ve ayın tutulmaları, "küsuf ve husuf namazları" denilen iki ibadet-i mahsusanın vakitleridir. Yani, gece ve gündüzün nuranî âyetlerinin nikaplanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenâb-ı Hak, ibâdını o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa o namaz, açılması ve ne kadar devam etmesi müneccim hesabıyla muayyen olan ay ve güneşin husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir.
Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki, insan o vakitlerde aczini anlar; dua ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlakın dergâhına iltica eder. Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler def olunmazsa, denilmeyecek ki, "Dua kabul olmadı." Belki denilecek ki, "Duanın vakti kaza olmadı." Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle belâyı ref etse, nurun alâ nur, o vakit dua vakti biter, kaza olur.
Demek, dua bir sırr-ı ubudiyettir. Ubudiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile Ona iltica etmeli, rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini itham etmemeli.
Evet, hakikat-i halde, âyât-ı beyyinâtın beyanıyla sabit olan budur ki: Bütün mevcudat, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibadet, birer has secde ettikleri gibi, bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye giden, bir duadır:
Ya istidat lisanıyladır-bütün nebâtat ve hayvânâtın duaları gibi ki, herbiri lisan-ı istidadıyla Feyyâz-ı Mutlaktan bir suret talep ediyorlar ve esmâsına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar.
Veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyladır-bütün zîhayatların, iktidarları dahilinde olmayan hâcât-ı zaruriyeleri için dualarıdır ki, herbirisi o ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla Cevâd-ı Mutlaktan idame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde bazı metâlibi istiyorlar.
Veya lisan-ı ıztırariyle bir duadır ki, muztar kalan herbir zîruh, kat'î bir iltica ile dua eder, bir hâmî-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder.
Bu üç nevi dua, bir mâni olmazsa, daima makbuldür.
Dördüncü nevi ki, en meşhurudur, bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır: Biri fiilî ve hâlî, diğeri kalbî ve kàlîdir.
Meselâ, esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir. Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisan-ı hal ile müsebbebi Cenâb-ı Haktan istemek için bir vaziyet-i marziye almaktır. Hattâ çift sürmek, hazine-i rahmet kapısını çalmaktır. Bu nevi dua-yı fiilî, Cevâd-ı Mutlakın isim ve ünvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır.
İkinci kısım, lisanla, kalble dua etmektir. Eli yetişmediği bir kısım metâlibi istemektir. Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi şudur ki: Dua eden adam anlar ki, Birisi var, onun hâtırât-ı kalbini işitir, herşeye eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder.
İşte, ey âciz insan ve ey fakir beşer! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan bir vesileyi elden bırakma. Ona yapış, âlâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık, bir sultan gibi bütün kâinatın dualarını kendi duan içine al, bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi(Ancak Senden Yardım Dileriz.) de, kâinatın güzel bir takvimi ol.
DUANIN GÜCÜ
Eğer sizin duanız olmazsa ne ise yararsınız ? buyurmakta Yüce Mevla.Duanın gücünü hepimiz hayatımızda bir şekilde yaşamışızdır. Büyüklerin eli öpüldüğünde onlardan dua istenir. dua et yeter denilir. Kiminin parası kiminin duası deyisinde de dikkat çekilmek istenen kelime Duadır. Hayal bile edilemeyecek şeyleri gerçekleştiren, üzgün yüzlerin bile gülümsemesine sebep olan yine Duanın gücüdür. Dua aslında yaratıcıyla olan bağlantının teyidi bir yerde ispatidir. DUA yaptığın kadar kul, kabul edildiği kadar sevgilisindir Rabbin katında.
Duanın gücünü defalarca yasamışımdır hayatımda. Bunlardan birisi 1980'li yıllarda basımdan geçti. Ailece Diyarbakır iline bağlı kaplıcaları ile meşhur Çermik de idik. Annemler sıcak sulara gitmiş,babam ağabeyim civar köylerden birine alış veriş yapmaya -et almaya- gitmişlerdi. Ben de pansiyonda odamda oturmakta idim. Bir ara hafiften kendimden geçtim. Uyku ile uyanıklık arasında bir halde iken (Yakaza ) söyle bir şey yaşadım..
Babamlar alışverişten dönerken trafik kazası geçirmiş, olay bize intikal ettiğinde alt üst olmuştuk. Bir anda üstüme tahmin edemiyecegim kadar ağır bir yük binmişti. İçimde tarif edilemez bir acı duyuyordum. Üzüntümün boyutu o kadar büyüktü ki acıdan yüreğimde ağrı duymaya başlamıştım. Ama yapılacak bir şey yoktu. İki gözü iki çeşme ağlayarak cenazeleri de yanımıza alarak İstanbul’a döndük.
Ben duygularım alt üst olmuş bir şekilde ağlamaya devam ediyor devamlı ağlıyordum. Cenaze yıkama, tekfin isleri bitmiş gerek babamın gerek ağabeyimin çok sevdiği Fatih Çarşamba İsmail Ağa caminin musalla taşında 2 adet sandukaya bakarak ağlamaya devam ediyordum.O an çok içten gelen duygularla, dilimi değil adeta yüreğimi konuşturarak su duayı ettiğimi hatırlıyorum..
Ey Rabbim senin gücünün ne kadar büyük olduğunu biliyorum ve senden yardim talep ediyorum. Senden bütün bu yasadıklarımı rüya yapmanı istiyorum. Senin buna gücün yeter. Rüya yap, rüya yap diye tekrarlıyor adeta tespih çeker gibi bu sözleri ağlayarak tekrar ediyordum. Bu halde iken çok derinlerden bir ses işittim.
Hafız, hafız Bismillah de kendine gel diye.
Bu ses Annemin -çok sevdiğim- ılık şefkatli sesi idi. Annem başımı okşuyor beni teskin etmeye çalışıyordu. Ablam da gülümseyerek bana bakıyor herhalde çok kötü bir rüya görmüş olmalısın diyordu. Nerdeyse gömleğimin üst tarafları ağlamaktan ıslanmıştı.
Şimdi ikinci bir şok yaşıyordum. Evet! her şey bir anda rüyaya dönüşmüştü. Ve ben hala Çermikteydim. Derin bir nefes alarak -hayatımda en içten söylediğim hamdlerden birini ederek
-Elhamdülillah-dedim. Ancak babamlar hala dönmemişti . Abim de çok deli araba kullanırdı.Yolların ne kadar düzensiz bozuk olduğu da bilinen bir gerçekti. İç alemimde tarif edilmeyecek fırtınalar kopmaktaydı. Dış dünyamda ise annemin bütün ısrarlarına rağmen konuşmayan, kulağı kirişte -babamın tok sesli -Selamun aleykum cümlesini bekleyen birisi vardı.
Duanın gücü ile kehanet arasında gidip geliyor, içimden Rabbim sana inanıyorum diye diye duamı tekrar ediyordum.Asırlar kadar uzun süren bir beklemeden sonra Allahu teala duamı kabul etmiş, müjdesini yollamıştı. Babam, abim -eli kolu dolu- karşımda duruyor, babam hafif terli gülümseyen yüzü ile Selamun aleykum diyordu. Evet tılsım tutmuş duam kabul olmuştu. Babama ağabeyime sarılarak onları öptüm.
Adeta tılsımı bozulur diye uzun bir zaman kimseye bu olaydan bahsetmedim. Babam buzlu ayranını içerken - ağabeyimi kast ederek- "puşt oğlu puşt az kalsın bugün büyük bir kaza yapıyordu" diyerek alışverişten dönerken ucuz ! atlattıkları kazayı bizlere anlatıyordu.
1-DuA, Allah’tan hidayet ve başarı talebidir. DuA insanı başarıya ulaştırır.
2- Rızkın genişlemesine, sağlığın artmasına, ömrün bereketlenmesine vesile olur.
3- DuA, hazinesi sonsuz, kerem ve ihsanı bol olan Allah’tan istemektir. O, bir şeye ol deyince olur. Bir isteği yerine getirmekle hazinesi eksilmez.
4- DuA edeni Allah’ın rahmeti kuşatır. Allah’ın ihsanı ve yardımı ona yönelir.
5- DuA eden, Allah’a itaat etmiş olur. DuAyı terk etmek günahtır, Allah’a karşı kibirlenmektir.
6- Genişlik ve sağlık zamanlarında duA etmek, darlık ve hastalık zamanlarında fayda verir.
7- Allah, kulunun çok ve ısrar ile duA etmesini sever.
8- DuA hayrı çeker, zararı savar.
9- DuA eden, duAsının yararını ya hayatında, ya da öldükten sonra muhakkak görür.
10- Her duA, Allah’ın indinde muhafaza edilir, karşılığı ya dünyada ya da Ahirette verilir.
11- DuA, öyle kerim bir zattan istemektir ki, O kendisine açılan elleri boş döndürmekten utanır.
12- DuA insanı belAdan korur, inmiş ve inecek musibetlere karşı bir kalkandır. BelAların etkisini azaltır, Allah’ın kaderini hafifletir.
13- KazA ile duA arasında bir çarpışma olur, duA kazAnın acı etkilerini önler, gücünü azaltır.
14- DuA, Kadir-i Mutlak’a karşı son derece küçülme, hudu’ ve huşu’dur. Bu küçülme ve huşu’, Kerem ve rahmeti sonsuz olan Allah’ın rahmetini celbeder. Bunun için duA, ibadetin özü kabul edilmiştir.
15- DuA, düşmanların düzenlerini bozar, üzüntü ve sıkıntıları defeder. İnsanı ruhunu tasalardan arıtıp temizler.
B. DUANIN ADABI:
1- DuA etmek için Ramazan, arefe, bayram, Cuma ve özellikle seher vakitlerini gözetmelidir. Kamet alındığı, ezan okunduğu zaman, secdeler arasında, namazların sonunda, müslümanların cihad ve savaş için saflar teşkil ettikleri sıralarda yapılan duAlar son derece makbuldür.
2- Kıbleye yönelerek duA etmek, duA ederken gömleğinin koltuk altındaki beyazlığı görünecek şekilde ellerini ileri kaldırmak, fakat gözleri göğe dikmemek.
3- Sesi fazla yükseltmeden, açıkla gizli arasında bir sesle duA etmek.
4- DuA ederken cümlelere vezin ve kafiye aramamak, seci’ yapmaya çalışmamak, yapmacılığa asla kaçmamak. Zira duA yalvarma yeridir, orada yapmacığın işi yoktur. Yüce Allah: “Tazarru’ ve korku ile Rabbinize yalvarın, çünkü O, haddi aşanları sevmez. O’na korkarak ve umarak duA ediniz. Allah’ın rahmeti iyilik edenlere yakındır.” (A’raf Suresi, 55-56) buyurmaktadır.
5- Huzur ve huşu’ ile, umarak ve korkarak duA etmek. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Onlar, hayır işlerine koşarlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlar, ve bizden korkarlardı.” (Enbiya Suresi, 90)
6- Can-ü gönülden duA etmek ve duanın kabul edileceğine kesin olarak inanmak.
7- Israr ile duA etmek ve duAyı üç kere tekrarlamak. İbn Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber AleyhisselAm duA ettiği zaman üç kere tekrar ederdi. Allah’tan bir şey istediği zaman üç kere isterdi.” (Bkz.Zekiyyu’d-din Abdu’l-Azüm, at-Tarğüb)
8- DuAya hemen muradını söyleyerek değil, Allah’ın adını anarak, Allah’a hamd ederek başlamak Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Subhane rabbiye’l-Aliyyi’l-A’lA’l-VahhAb” diye başlardı. DuAya el-hamdulillAh ile başlamalı, el-Ahad, as-Samed gibi esma-i HusnA isimleriyle veya Ya Erhame’r-rAhimün gibi övgü ve iclAl hitaplarıyla Allah’a niyaz etmelidir.
9- Allah’ın adını böylece andıktan sonra Peygamber (a.s.m.)’e salAt ve selAm getirmek daha sonra da dileğini istemek.
10- DuAyı yine başlangıçta olduğu gibi Allah’a hamd ve Resulüne salAt ve selAm getirmekle bitirmek. “Çünkü Allah, iki salAvAt-ı şerüfeyi kabul eder. Bunları kabul edince aradaki duAyı da bunlar yüzü hürmetine reddetmez.”
11- Kimin hakkını çiğnemiş, kime kötülük etmişse onlardan helAllik almak, herkesin hakkını geri vermek, günahlara tevbe etmek, ibadet ve taAte yönelmek suretiyle kalbi temizlemeğe çalışmak.
12- Müslümanlardan intikam almak, onlara zarar vermek gibi günah olan şeyleri istememek.
13- Allah’a duA etmekten aslA bıkmamak, umutsuzluğa düşmemek ve duAsının mutlaka bir gün kabul edileceğine inanmak.
14- Huzur-i kalb ile duA etmek, duA ederken Allah’tan başka her şeyi kalbden çıkarıp yalnız O’na güvenmek.
15- Kızgınlıkla kötü sözler söylememek, çoluk çocuğuna eşine, malına kötü duA etmekten sakınmak. Çünkü bunlara yapacağı kötü duA sonunda yine kendisine acı çektirecektir. Cenab-ı Allah, bir ayetinde “İnsan, hayra duA ettiği gibi şerre de duA etmektedir.” diyor, bu gibi duAların iyi olmadığını haber veriyor.
16- Ana-babayı razı etmek, onların, misafirin duAsını almaya çalışmak, mazlumun Ahından kaçınmak. Zira mazlumun duAsı geri çevrilmez, kabul edilir. Onun içindir ki atalarımız: “Alma mazlumun Ahını, çıkar Aheste Aheste” demişlerdir.
Ellerinize sağlık çok faydalı bilgiler paylaşıyorsunuz. Müsait olduğunuzda benim de bloğumu inceleyip yorum yapabilirmisiniz ? teşekkürler. http://huzurkaynagi.blogspot.com
YanıtlaSil