7 Ocak 2011 Cuma

Zenginler

ZENGİNLERE VE ZENGİN
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Türkiye’nin ve dünyanın en büyük iş adamlarına hitap etme imkanını veren Allah’a hamd olsun.
“Elinizin altındakilere yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, güçlerinin yetmediği yükü yüklemeyin” (Buhari Itk 15) diyen Rasülüne salât olsun.
Sattığı malları, annesine veya babasına satıyormuş gibi satan, ürettiği eşyayı nişanlısına hazırlıyormuş gibi özen gösteren iş adamlarına selam olsun.
“Dünyanın en zengin on adamı”, diye dünya gazetelerinden ilan edilenlerden daha büyük iş adamı olduğunuzu biliniz.
“Milyarlarca doları var” denilen bu adamın bütün dolarları on tane kavak ağacından meydana gelir. Para ağaçtan yapılır. Sizler milyarlarca parayı terazinin bir kefesine koysalar, öbür kefesine de sevgili hanımınızın gönül telinin birini koysalar, sevgilinizin gönül telini üç kavak ağacından yapılan milyarlarca dolara tercih edecek gönül zenginliğine sahipsiniz.
Zenginler kulübünün üyelerinin kazancı kabire kadar fayda verir. Sizin kazançlarınız iki dünyada da fayda verir. Hatta yalnız dünyayı görenler dünyada kazandıklarından dünyada da yararlanamazlar. Birinde kalp hastalığı var. Doktoru diyor ki “Kadınla yatma. Heyecan kalbini durdurur. Yağlı yeme kollestorelün yükselir.” Buzdolabını üretene “soğuk su içme sana zarrlıdır”. Buyurun her şey var ama bütün delikler kapalı.
Batı kültürü aldıklarından, ahiret inancıda olmadığından “Afiyet olsun yarim, sen yedikçe ben doydum” deyip dağıtamıyorlar da.

İşte siz daha büyük iş adamısınız.

Sizin ticari bağlantı yaptığınız, onları ticari bağlantı yaptığı kişilerden daha büyüktür. Büyün dünyadaki tüccarı ve sanayiciyi ortaya çıkaranla siz ticaret yapıyorsunuz. Allah (c.c.) Kur’anı Keriminde <Allah müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın aldı.> (Tevbe 111) buyurur.
Allah’a iman ediyorsunuz. Allah yolunda canlarınızı ve mallarınızı veriyor, Allah için ölmeye ve öldürmeye hazırsınız ya işte en büyük Allah (c.c.)’la alış veriş yapıyorsunuz. Burada, yani cennette kazandığınız köşklerin tuğlası bu gün gramı yüz elli dolardan satılan yakuttandır. Çiçekleri solmayan, kuşları ölmeyen, ihtiyarlığın, hastalığın, üzüntünün, kederin, harbin, darbın olmadığı bir cennetten yerler alıyorsunuz. Dünyanın en zengini bütün dolarlarını verse, iman etmedikçe o cennetin bir gülüne gücü yetmez. Siz böyle büyük bir ticaret yapıyorsunuz.

HEDEFİNİZ BÜYÜK OLSUN
İşçisi Kore’den, Kauçuğu Endonezya’dan, petrolü Venezzuelladan, fabrikası Singapur’da yönetimi İstanbul’da, pazarlaması Cenevre’de olan Uluslar üstü sınai ve ticari hareketin içine girerken ufkunuzu yedi kat sema kadar geniş tutunuz.
Siz bütün insanlara ve alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberin ümmetisiniz. Peygamberimiz Medine’deki ashabına doğunun ve batının hazinelerine işaret verirken İstanbul ile Roma’ya özel işaret koymuş ve Ashabının gönül ufkunu dünyaya açmıştır. “Adriyatik den Çin settine” diyerek sınır koymamış. (Bak: Müslim, fiten 19, Ahmet, Müsned 5/278, 284, 4/123 Romanın fethi için bak. Ahmet, Müsned 2/176)
Hedef, hazinelere sahip olmak değil. Allah’ın yeryüzünde yarattığı hazinelerin yönetimini Müslümanların ele alıp, İslam adaleti içinde dağıtmasıdır.
“Dünya tek çarşı olacaktır ve orada bizim mallarımız satılacaktır” diyen çok uluslu şirketlerin başkanına Peygamber Efendimizin <Dünya bana mescit kılındı> (Buhari, teyemmüm 1) sözünü hatırlatınız.
Mescid (Cami)’de adam öldürülmez, döğülmez küfredilmez, rahatsız edilmez. Anarşiden, terörden, köşe dönücülerden, mafya babalarından kaçakçılardan kurtulmak isteniyorsa dünyanın ne olduğuna karar vermelerini sağlamalısınız.

EŞYAYA BAĞLANMAYIN
Horasan’da dopan, Endülüs’de okuyan, Bağdat’ta kitap yazan, Mısır’da okutan, Mekke’de ölen ailmlerimiz var.
Çinin kâselerini Bursa’ya getiren, Bursanın ipeğini Yemen’e götüren, Yemen’in kahvesini Hindistan’a taşıyan, Hindistanın çeliğini Viyana’ya ulaştıran, Viyananın kumaşını İstanbula getiren Hassa tacirlerimiz var.
“Birtek hurmanınhaksız yere yutulmasına müsaade edemem, fırat nehrinin üzerindeki köprüde bir koyunun ayağı kırılsa Allah’a hesap veremem” diye tirtir titreyen ve bu korkusunu gidermek için Yemen’in Aden’inden Hadramuta, oradan Buhara’ya, Semerkand’a kadar yürüyüp zalimlerin sulmüne son veren Fatihlerimiz var.
“Göklerin ve yerin sahibi ve hakimi Allah’dır” ayetine “Her yer Allahın il’i herkes Allah’ın kulu” (Ahmet, Müsned 1/166) hadisine dayararak Ecdadımız “vatan, doğduğum yerdir veya doyduğum yerdir” dememiş “Vatan İslamın yaşandığı yerdir” diyerek bir yere bağlanmamış ve dünyayı vatan yapmak için Viyanaya kadar yürümüş.
Dünyayı dolaşın. Ancak kaybolmamak için gönül gözünüzden merkezi hiç kaybetmeyin. Günde beş defa namazla Kâ’beye yönelin.
 ÜSTÜN OLAN SİZSİNİZ
İlmi direyete, medeni ceserete sahip olan sizler, İslamın izzetine sahiğsiniz.
İmanın sizi herkesin üstüne çıkarmaktadır. Rabbimiz <Eğer İman ediyorsanız en yüce sizsiniz> buyurur. (ali İmran 139)
Uluslar üstü ticareti yaparken aşağılık kompleksine kapılmayın. Dünya pazarlarında karşınızda dev Amerikan, Avrupa veya Japon şirketleri çıksa mücadele yapmadan pazarı terketmeyin. İyi bilin ki Süleyman Aleyhisselamın fillerini karıncaları mağlup etmiştir.

Her devin bir zayıf tarafı vardır.

Moral çok önemli. Yakın zamana kadar Türk güreşçileri, Rus güreşçileri hiç yıkamazlardı. Rusya dağılınca aynı güreşçileri yenmeye başladılar.
Uluslar üstü t,caretteki bağlantılarınızda müslüğman insanlara öncelik tanıyın.
Peygamber efendimize henüz iman etmeyen Ebu Süfyan’la sahabeden biri geldi “Ya Resulallah Ebu Süfyan’la Aiz b. Amr geldi” denildiğinde efendimiz sahabenin adını öne alarak “Aiz b. Amrla Ebu Süfyan geldi” demiş ve <İslam yücedir> buyurmuş.
Ticarette, siyasette, hürmette, şefkatte Müslümanın önüne kimseyi geçirtmeyin.
“Bugün çarşılarımız onları çarşısı oldu. Ticaretini yaptığımız mallar bile onlara ait. Gencimizin sırtında Blue Jean, elinde Kola, dilinde Maykıl Jaksın, biz bitmişiz” demeyin.
İnsanın bitkinliği içinden gelir. Dışarıdan değil. Bu Ramazan ayında Mc Donald da bir gün batımında sevgilisiyle masaya oturan iki gencin önlerine geleni yemediğini, kolayı içmediğini, Maykıl Caksından birşeyler mırıldanarak beklediklerini gören yetkili, beklemelerinin sebebini sorduğunda “İftar vaktine beş dakika var” diye cevap almıştır.
İşte “yeni dğnya düzeni” sloganıyla dünyaya yön vermeye kalkar. Amerikalıyı çıldırtan ve dış işleri bakanını Türkiye’ye gönderip Şeriatçılar kimler ve onları kimler destekiyor diye rapor hazırlatan bu dış dünyası işgal edilmiş, fakat içi dünyasına girilmemiş insanlarımızdır.
Roma bütün haşmetiyle, Spartaküs’ün iç dünyasını esir alamamıştır. Amerika’nın bu haliyle Müslğümanların iç dünyasına girmesi mümkün değildir.
Körfez harbine katılan Amerikalı bayan bir subay, benim önümde şehadet getirerek Müslüman oldu ve filistinli bir mücahidle evlenen bu subay hanımın nikahını da ben kıyıverdim.
27 Haziran 1993 Pazar günü M. Ali BİRAND, 32. gün programında Somaliye gelen Amerikalı askerlerden Müslüman olanların birkaçını gösterdi ve konuşturdu.
Kültürlü kabul edilen, karnı tok, sırtı pek, cebinde dünyanın putu olan dolarları taşıyan, elinde en öldürücü silahlara sahip olan bu insanların, eti kemiğe yapışmış kara kuru insanlardan alacağı bir şey yok gibidir.
Aklı gözüne inmiş insanlara göre Müslüman olmaması gerekir. Ama Müslüman oluyor.
Sahip olduğunuz iman sizi dünyanın en üstün insanı yapıyor.
YENİLİĞE AÇIK OLUNUZ
“Biz babamızın yolundan yürürüz” diyen kafirler, Kuran-ı Kerimde kötülenmiştir.
Değişmeyen, dinin temel esaslarıdır.Onlara bağlı kalmak şartıyla dünyanın her tarafında yaz, kış, soğuk, sıcak, harp, sulh, zenginlik, fakirlik durumlarına göre tavır alınır. Bölgelere göre örf oluşur örf değişir.
Mesela namaz değişmez. Ama seccadesi değişir. Fildişi sahili’nde kum üzerinde, Himalaya’da kaya üzerinde, İsveçte çelik zemin üzerinde, Erzurum’da post üzerinde namaz kılarsınız.
Kur'an-ı Kerimi eskiden de şimdiki zamanda da hattatlar yazar. Ama compütere de yazdırıp yayınlayabilirsiniz.
Bilgi bankanızda Türkiye’de dansözün zillerinden, fabrikanın millerine kadar nerede kimler tarafından, ne kadar üretildiğini, dünyada iğneden atom bombasına kadar sınai ve zirai ürünlerin nerede ve ne kadar olduğu kayıtlı olsun. Günlük fiyatları ve alıcı satıcıları takip edilsin ve isteyenlere bilgi verilsin.

SOSYAL İLİŞKİLER
Siyasileri, iş adamlarını, entelleri, mafya babalarını üniversite çevrelerini, masonları, sendikacıları, subayları, gazetecileri, İslam alimlerini bir araya getirecek ortamı hazırlayın.
Bu insanların içinde ateist, ataist, kominist, feminist, velhasıl her çeşit ...ist bulunsa bile bu insanların mayası İslama göre atıldı.
Bunların hepsi çocuğuna ve torununa Kurban bayramında ayakkabı alır. Cumhuriyet bayramında ayakkabı almaz. Bunların hepsi çocuğunu sünnet eder, kendi kızıyla ilişki kurmaz. Yani ateistim diyenin hayatının % 25’i İslama göredir.
MASONLAR:
Bu grupların en kötüsü masonlardır. Dünyada ilk defa masonluğu çatlatan Türkiye masonlarıdır.
Bosnada bir çocuğun beynine sıkılan kurşun, Türkiyedeki masonları paramparça etmiştir. Çünkü Radovan Karatcic’de aynı yerin üyesidir.
Büyük masonalrdan biri bir hocayı çağırarak “al şu çek’i aman şu İmam-Hatipllere Kuran kurslarına hız verin” demiştir.

ASKERLER
         Geçen sene 02 Ekim 1992 deniz tatbikatında Türk gemisinde patlayan Amerikan bombasının sesi bir çok generalin kendine dönmesine sebep olmuştur. Bosna, Kıbrıs, Karabağ olaylarında batılı askerlerin tavrı, Türk askerlerine saflarının neresi olduğunu öğretmiştir.

POLİS TEŞKİLATI
Dört tane polisin Beyazıt’ta kılınan cenaze namazında, yürüyüş yapan iki bin tane beli tabancalı polis, “Allahü Ekber, Peygamber rehber” diye slogan atmıştır.
Aynı meydanda aynı sloganı söyleyen, üniversite gençliğini coplayan polis, kendisine kurşun sıkanların Allahsız, ateist insanlar olduğunu görünce İslamcı gençlerle “Allahü Ekber” demeye başladı.

FEMİNİSTLER
“Biz kocalarımızın soyadını istemiyoruz” diyen kadınlar, islamı istiyorlar. El-İsabe isimli biyografi kitabında Peygamber Efendimizi görüp iman eden üç bin sahabe kadından hiç biri kocasının adıyla anılmaz. Hatta Peygamber Efendimizin hanımlarıda buna dahildir.
“Yıldız sanatçıları yıldız yapan erkekler. Onları soyan erkekler, Genelev açan erkekler. Oraya giden erkekler. Hatta Tansu hanımı başbakan seçen dokuzyüz erkek. Burada kadının kazandığı bir hak yoktur” diyen feminist kadın İslamı istemektedir.
İslama göre, hiçbir erkek, hiçbir kadına hak verme hakkına sahip değildir. Hak ve görevleri Allah ve Rasülü bilirler. Kadın ve erkek kimseden emir almadan yücelerden gelen emri yerine getirir.

ÜNİVERSİTE
1992 yılının son aylarına Amerika/dan dönen bir profösörümüz arkadaşlarına intiba’larını anlatıyor “filan üniversitede konferans verdim. Konuşmamda ara ara ateist olduğumu vurguladım. Ancak sorular bölümünde bana “siz Müslümanlara göre...........ne olacak” diye soruyorlar. Arkadaşlar, adınız Ali, Ahmet, Selim, Süleyman mı? Pasaportunuz Türk mü? İsteseniz de ateist olamazsınız. Siz olsanız da onlar kabul etmezler. Ben İslâm’a dönüyorum” demiştir.
İngiltere’ye gönderilen elli sekiz stajyer kaymakamdan elli ikisi beş vakit namaz kılıyor. Beş tanesi Cuma namazı kılıyor. Bir tanesi hiç kılmıyor. Bir sene sonra hepsi, elli sekizi de namazını kılıyor.
İngiliz’in iç yüzünü gören Müslümanlığa sarılıyor.

İSLAMİ GRUBLAR
05/06/2004/Cuma/Millig
Peygamber Efendimiz Müslüman topluluğu “bir binayı meydana getiren taşlara” benzetir.
Temel taşı ile tepe taşının yapısı ve görevi aynı değildir. Köşe taşı ile ara malzemede bir değildir. Ama hepsi bir araya gelince iyi bir mimarın planı, iyi bir ustanın eliyle güzel ve sağlam bir yapıya dönüşür.
Yapıları, yerleri ve görevleri ayrı olsa da aynı yapının malzemesidirler.
Bu Müslüman gruplarımız bir kubbeyi taşıyan dört direk gibidirler. Bunların birlikteliği ayrı durmalarındadır.
Siz bunlar arasında ayırım yapmadan yardım elinizi uzatınız.
Bu gruplar arasında ayırım yapmadan yardım elinizi uzatınız.
Bu guruplar sazın telleri gibi ayrı dururlar ama aynı nağmeyi, İslamı terennüm ederler.
Siz bunların akordunu yapanlara yardım ediniz. Rejim bunlardan birini tutuyor diğerini dövüyorsa, dövdüğünü pekiştirerek sağlamlaştırıyor, tuttuğunu da imkanlar vererek güçlendiriyor.
Rabbimiz: “Deki, siz bize iki iyilikten birini bekliyebilirsiniz” (Tevbe 52) buyurur.

SARILMAK
Rabbimiz hiçbirşeyi boşuna yaratmamıştır. (K.Kerim ali İmran 3/191) Özellikle en güzel şekilde yaratılan insan (K.Kerim Tin 95/4) aslı topraktan olduğu halde kokusuyla, rengiyle, tazeliğiyle kara topraktan ayırt edilen menekşe, lale, sümbül gibi kalbinde kök salan imanın elinde, dilinde alnında secde, adalet, sevgi, saadet çiçekleri açmasıyla mümin olarak diğer insanlardan ayırt edilir imanlı insan.
Alemlere rahmet olarak gönderilen (K.Kerim enbiya 21/107) Rahmet Peygamberinin rahmet ümmetinin de çorak gönüllere yağıp hidayet çiçeğinin açmasına vesile olması için buhar gibi kirlerden arınmaları, sonra birleşerek Rahmet isteyen yerlere yürümeleri birlikte hareket ederek diri kalıp, diriltmeye sebep olmaları gerekir.
Peygamber efendimiz “Mü’minin mü’mine olan yardımı tuğlaları birbirine yardım eden, sımsıkı örülmüş bir bina gibidir” buyurmuştur. Ebu Musa-el-Eşari Peygamber efendimizin bu hadisi irad ettikten sonra parmaklarını birbirine geçirdiğini rivayet ediyor.(Buhari K. Mezalim)
Bugün dünyanın her tarafına yayılan Müslümanlar, İslam binasını meydana getiren tuğlalar, taşlar gibidirler. Birbirlerine her yönden sımsıkı sarılacaklardır. Yaratılıştan gelen zeka, bedeni güç, sevgi, korku, cesaret gibi farklılıkları olacak, ancak bunlar övünmeyi veya karşısındakini hakir görmeyi gerektirmeyecektir.
Bu İslam binasına temel taşı da gerekir, tepe taşı da gerekir. Köşe taşı da gerekir, aradaki boşlukların doldurulması için küçük taşlar da gerekir.
Kubbede Peygamberimizin bayrağındaki hilâli (Tirmizi Birr 18, Nezai Zekat 67) temsil eden tepe taşının temeldeki taşa üstünlü olmadığı, ikisinin de aynı binadaki görevi paylaştığı gibi müminlerde övünmede değil birbirine yardımda yarışmalıdırlar.
İslam binasını meydana getiren taş ve tuğlalardan biri, işlediği günahla çatlarsa hemen onun ayıbı örtülüp kapatılıp sağlamlaştırılmalı. “Mümin kardeşinin ayıbını örtenin ayıbını Allah örter” (Buhari 5/70) günaha giren mümine lanet ederek insan ve şeytanlarına yardımcı olmamamızı ister peygamber efendimiz. (Buhari 12/57)
“Taş yerinde ağır” sözünde de olduğu gibi her taş kendi yerinde en büyük görevi yapmaktadır. Ebu zer el – Gıfari ile Amr b. As, Hz. Ali ile Bilali Habeş, Halid b. Velid ile Vahşi, her biri ayrı ayrı aynı binayı ayakta tutmuşlardır.
Bugün bizim, birbirimiz hakkında hoşa gitmeyen sözler söylememiz, farklılıklarımızı düşünmediğimizden, herkesin kendi kalıbımıza göre dökülmesini, ya hep temel taşı veya hep tepe taşı olmamızı istememizden kaynaklanmaktadır.
Bu binanın korunması için kalem kullananlar, kılıç sallayanlar, kan verenler, göz yaşı dökenler, alın teri akıtanlar, güzelim İslam binasına bulaşan bid’atları temizleyenler, amelle süsleyenler hepsi aynı görevi yapmaktalar.
Cephede aslan gibi kükreyen askerle, karargahta harbin planını hazırlayan asker, zaferin şükür şerbetini eşit şekilde içeceklerdir.
Aynı binanın taşları gibi olan müminler velisiyle delisiyle, yazarıyla, gezeriyle, yayıncısıyla, oyuncusuyla, işçisiyle, aşçısıyla, amiriyle, memuruyla bize aittir. Çatlayanlar sıvanmalı, süslenmeli ve kırılan el, yen içinde saklanmalı ve tedavi edilmelidir.
Türkiye’de ve dünyanın çeşitli yerlerindeki Müslüman gruplar hangi isim altında birleşirse birleşsinler, hepsini kardeş kabul etmeli. Bizler cephede bozulup dağa sığınan askerlere benzeriz. Birbirimizle bağlarımız kopuk. Karanlıkta birbirimizi düşman bile zannedebiliyoruz. Hepimiz ayrı yerlerde aynı gaye için çalışıyoruz. Mevzii metotlar geliştirilmiş durumda. Hepsinin kulağı seste. İçlerinden hepsinin tanıdığı, güvendiği bir sesi beklemekte.
Bu davaya gönül verenler, dünya çapında kuracakları İslam binasının elemanlarını seçerken, temel taşı olacaklarla tepe taşı olacaklarla, eşik olacaklarla, mihrap taşı olacakları iyi seçmelidir. Bir heykeltıraşın, eserini taşın içinde önce görüp sonra yonttuğu gibi biz de insanımızın itikad, bilgi ve becerisine göre değerlendirmeliyiz.
Yirmi beş gram ağırlığındaki bülbülden tavuk yumurtası beklenemez.
Bir araya gelerek deniz fenerinin kulesi gibi olmalı. Yolunu, limanını kaybedenlere yol göstermeli.
Deniz kenarında dalganın geliş yönüne göre hareket eden ve her hareketinde birbirlerini yiyip bitiren çakıl taşları gibi olmamalı.
Fatiha suresinin okunup anlaşıldığı ve yaşandığı bir İslam binası oluşturmalı. Yosunlar giyinen mezar taşları gibi fatiha dilenmemeli. Fatiha okutacak iş yapmalı.
Hiçbir kimse İslâmi hizmetlerin tarihini kendisiyle başlatmamalı ve bu dava benimle kaim dememeli.
Hz. Adem’le başlatılan bu İslam binasının son taşı olduğunu Peygamber Efendimiz şöyle ifade ediyor: “Benim ve benden önceki Peygamberlerin durumu güzel bir bina yapıp bir tuğla eksik bırakan insanın durumuna benzer. İnsanlar o evi dolaşıyorlar ve bundan daha güzelini görmedik ancak bir şu tuğla eksik olmasaydı derler. İyi bilin ki işte o tuğla benim.”(Buhari K. Menakıp Hadid 3300)
Efendimiz bu hadisiyle bize, geçmişte yapılan hizmetleri takdir etmemizi, bir gediği kapatıp güzelleştirmemizi öğütlüyor.
Türkiyede islam'i hareketler, siyasi faaliyetler on senedir, yirmi senedir, otuz senedir, hızla ilerliyor diyenler, kendilerinin İslâmi hizmetlere giriş tarihini söylemektedirler ve kendileriyle başlatmaktadırlar. İslâmi hizmetin tarihini kendisiyle başlatanlara göre kendilerinin ölümüyle hizmet biter. Oysa Hz. Adem’le başlayıp binlerce Peygamber ve onun varislerince sürdürülen bu hizmete katılıp bir yer tutanlar kıyamete kadar gelecek müminlerin rahmet ve mağfiret dileklerinden faydalanacaklardır.
İslam devletinin yemenden viyanaya kadar adalet dağıttığı dönemlerde devlet başkanı, Ayasofya’da Cuma namazı kıldırıyordu.
İş verenle işçi arasındaki münasebet, şeyh ile mürit arasındaki bağlılık içinde idi.
Peygamber Efendimizin “Yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, gücünün yetmediği işi teklif etmeyin” hadisine göre hareket ediliyordu.
Esnaf kuruluşları, ahiler, Localar ileride iş adamı olacak işçilere akaid, amel, âdâb dersleri verdiriyor ayrıca silah atma eğitimi de veriyordu.
Devlet başkanının arkasında, genel kurmay başkanı ile işverenin arasında Cuma namazı kılan işçinin sorunu çözülmüş demektir.

VERİNİZ
Verirken kendinizi verme ağacı gibi görmeyiniz. “Varlığım vermeme bağlıdır” deyiniz. Vermeyen ağacı kesip odun yapıyorlar.
Gül ağacı kökleriyle çamurdan alıyor ve mütevazı bir edayla renk ve koku veriyor.
Sizde acenteleriniz, şubeleriniz, temsilcileriniz kanalıya dünyanın her tarafından alınız ve bu insanlara dağıtınız.
Bir vücudun parçaları gibiyiz. Acımız sevincimiz birlikte paylaşılmalıdır. Peygamber Efendimiz müslüman topluluğu bir vücuda benzetmiştir. Ayağımızın parmağına bir taş düşüp ezse bütün vücut o ağrıyı hisseder.ağrıyı hissetmeler yetinmez, ağrıyan bölgeye kanı birza daha fazla gönderir. O bölgenin normal günlerdeki ihtiyacından biraz fazla gönderirken vücudun kan dengesini bozmaz. Fakat bu yardıma vücudun bütün parçaları iştirak eder. Sevinç anında da öyledir. Göz güzel bir manzara gördüğünde, kulak güzel bir şey işittiğinde, burun güzel bir çiçeği kokladığında, vücudun bütün hücreleri güzelleşiyor. Burundan giren güzel koku kişinin gözlerini çiçeklendiriyor. Vücudumuz yardımlaşmanın en güzel örneğini vermektedir. Onu içindir ki efendimiz müslüman toplumu vücudun parçalarına benzetmiştir. (Buhari Kitabül Edeb bab 27 Müslim k. Birr hadis 66 Ahmet b. Hanbel Müsned 4/270 – 276. Tefsiru Kur’anl azim İbnü Kesir 19/10 ayetin tefsiri)
Bu vücutta beyindeki kılcal damar “niçin kalbdeki kan bende de yok, onun ki çok benimki az” demez. Eğer o beyne ihtiyacından fazla kan verilirse kişi komaya girdiği gibi, ihtiyacından az verilirse de komaya girer.
Müslüman toplumlarda çalışma, dürüst çalışma esastır. Zekat ve sadaka ise denge unsurudur. Bir köprüdür. Vücudun parçaları arasındaki kan damarları gibi toplumun toplar ve atar damarlarıdır. Zenginin malından belirli bir bölümünü fakirlere aktaran köprüdür. Kişiyi cennete kavuşturan köprüdür. (Keşfül hafa Taberaniden naklen)
Zekat vermek kişiyi iki dünyada da cennete kavuşturur. Ruhu karamsarlıktan, katılıktan, cimrilik hastalığından kurtaran zekattır buyurmuş Peygamber Efendimiz. (Neylül evtar 5/259)
Çok yiyenin geğirtisi ile aç gezenlerin karın gurultusudur toplumumuzun günlük hayatını cehenneme çeviren.
Aynı binayı meydana getiren tuğlalar gibi kenetlenmek (Tefsiru Kur’anil azim İbnü Kesir 49/10 Ayetinin tefsiri) gerekirken cehennemin derinliklerinden gelen kaynama sesine beyzeyen bu geğirti ve gurultunun sesinekulak vererek hareket edenler iki dünyasında da sevginin ve imanın gülünü koklamış kişilerdir.
Efendimize birisi gelerek kalbinin katı olduğundan şikayette bulunmuş. Efendimiz ona: <Yetimin başını okşa, fakirin karnını doyur> (Mecmeu-z Zevaid ve Menbeul Fevaid 8/160) buyurmuş. Demek ki insan ruhunun ve nefsinin tedavi yollarından bir taneside fakire yardım. Aslında burada yardım eden kişi kendisine yardım etmektedir. Böyle bir tedavi usulü günümüzde henüz tavsiye edilmiyor. Ancak, Avrupa’da “ihtiyarlıyorum, hayranlarım birer birer etrafından kaçıyor” diye sinir krizleri geçirenlere hayvan beslemeyi tavsiye ediyorlar. Efendimiz ise isanın tedavisinininsandan olduğunu bildiriyor. İşte bu iki bakış açısıdır günümüz insanlarını gruplara ayıran. Bir tarafta köpeğine Avrupa maması bulamadığı için rahatsız olup hastanelerde yatanlar, öbür tarafta hastaneye biricik yavrusunu yatıracak parası olmadığı için sırtında yavrusunu köyüne taşıyan insanlar. Öbür tarafta da her ikisinin acınacak durumunu ruhunun en derin yerinde hisseden  ama elinden bir şey gelmediği için acısını yine acılı kalbine gömen müslümanlar.
Buna rağmen yine de toplumun refah seviyesinin bir grafiği olan dilenciler genellikle cami önlerinde durmaktadırlar. Sinema veya tiyatro önlerinde değil. Demekki merhametli insan azda olsa camidedir.
Ama en fakir bir mümin, bir tek hurması olan mümin, o bir tek hurmayı yerken yarısını karşısındaki Müslüman’a ikram ederse o yarım hurma cehennem ateşine kaşı perde olacaktır. (Mecmeu-z- Zevaid ve Menbeul fevaid 3/105)
İşte vermenin yolu. Verirken gülün verişi gibi vereceksin. Karşında Rabbin rızasından başka bir şey beklemeyeceksin. Yaşamak için vereceksin Cennette sonsuz hayatı kazanmak için vereceksin. Gülde yaşamak için veriyor. Gözleri güldüren güzelliği, ciğerleri kabartan kokusu olmasa idi gülün köklerini ayrık otu gibi bahçemizden söküp atardık. Tekrar yeşermesin diye yakardık. Bizimde cehennemde yanmadan cennette yaşamamız için vermemiz gerekir.
Dünya evimizin cennet köşelerinden bir köşe olması içn, ağzımızdan çıkanla ağzımıza girene dikkat etmeliyiz. Giren haram değil, helal olmalıdır. Çocuklarımız ve ailemizi dünyanın en değerli şaheserlerinden daha kıymetli bilip onları günah kirleri ve paslarından korumalı kapımızı da fakir ve yetimlere açık tutmalı. Çünkü efendimiz <Allah katında evlerin en sevimlisi kapısı yetimlere açık olup yetimlere ikram oluna evdir> (Mecmeu-z- Zevaid Menbeul Fevaid 8/160) buyurmuştur.
Aslında verende Allah’dır. Bizim elleimiz kazandan kepçeyle yemek dağıtan aşçının eline benzer. Çamuru buğday yapan, elmaya tat ve renk veren, zeytin tanesinin içine ağ koyan Allah (c.c.) dır. Bizim ellerimiz ise bahçeden çiçek toolayıp demet halinde sevdiğine gönderenin eli gibi olmalıdır. Zevkle toplamalı, aşka vermeli. Çünkü verlen yer insan, alına yer ise topraktır. Arı binlerce çiçekten tatlı bir nağme eişliğinde topladığı baını karşılıksız olarak insana vermektedir. Asıl olan insandır. İnsan için asıl olan ise kırk defa midesine lolma götürdüğü elini günde beş defa Allah’a yöneltmelidir. Vern yüce Allah’dır. Ondan alıp diğerlerine veren elde üstündür. Alan el ise aşağıdadır. (Mecmeu-z- Zevaid ve Menbeul Fevaid 3/97)
Gücümüz yetiyorsa başkalarının alın terini değilde kendi alın terimizle yoğuralım hamurumuzu. Elimiz altta değil üstte olsun. Deniz, göl, balçık ve bataklıktan buharlaşarak yükselen, sona bulut olan, insanın tepsinde dolaşıp şimşek gülücükleri ve insanlrı ümitlerndiren sonra da vermenin mutluluğu içinde gözyaşlarını döken bulut gibi olsun ellerimiz.
Vermek için layıkını bulamıyorum deme. Eğer Rabbimiz layık olduğumuz ölçüde vermiş olsa idi bir damla su indirmezdi. O Rahmandır. Dünyada ayrım yapmaz. Güneş herkesi ışıtır ve ısıtır. Gül koku saçar. Ayrım yapmaz.
Vermek için zamanda yoktur. Heran verilebilir. Verecek bir şeyi olmayan tek lokmanın yarısını vermeli, oda yoksa selam versin, doğru söz söylesin. Kimseye zarar vermesin, insanlara su ikram etsin, karşılaştığı Müslümana gülümsesin. Bunlarda sadakadan sayılmıştır efendimiz dilinden.
İşletme fakültelerinde okutulan “iletişim” sahasında doktorasını yapan değerli bir doçentimiz bakanlıktan birinin genel müdürleri arasındaki uyumsuzluğu gidermek için yaptığı on günlük seansını anlatmıştı.
Kısacası doçentimizin yaptığı on gün içinde her gün dört saat bu genel müdürleri aynı masanın etrafına topluyor ve onları karşılıklı konuşturuyor.
Fabrikanızdaki işçileri namazda bir araya getirseniz ve sizde hazır bulunsanız, ara ara evleri ziyaret etseniz, hal ve hatırını işçiniz gibi değil kardeşiniz gibi sorup ziyaret etseniz.
Bu günün işçileri yarının işverenleri veya emeklileri olan bu insanlara yediğinizden yiyebilecek, giydiğinizden giyebilecek kadar ücret verseniz ve onun ahirette rahat etmesi için dini bilgiler almasına yardımcı olsanız.

Mesela:

1- bazı işyerlerinin yaptığı gibi, saat 19:00’da mesaisi biten işçilere yarım saat dini bilgiler verseniz ve bu yarım saat için mesai parası ödeseniz.
2- veya yine bazı işyerlerinin yaptığı gibi haftada bir tatil gününde iki saat ders yapıp mesai ücreti ödeseniz.
3- çıraklar için sanayi bölgesinde pansiyonlar yapıp çocukları ibze gibi bodrumlardan kurtarıp kaloriferli, soğuk, sıcak suyu olan yerlere yerleştirseniz.
İşten dönen çocuk tulumunu çıkarsa, banyosnun yapsa akşam yemeği ve namazından sonra din dersi görerek ddebli terbiyeli sözüne, çek’ine, senedine sahip esnaflar yetiştirseniz.
4- tatil günlerinde işçilerinize toplu gezilere gitseniz, işçileriniz, geziye anne-babalarınıda getirse işçi işveren münasebetleri aile dostluğuna dönüşür. İşçinizden bir sorun çıkarsa anne-babası düzeltir.
5- çevremizdeki camilerde Kuran dersi veren insanları vebine biraz para bırakıverseniz, talebe sayısına göre paranın artacağını söyleseniz vede olayı takip etseniz.
6- Varşova paktının dağılmasından sonra yumuşayan ülkelerden birinde İslam'i faaliyetler yürüten bir iş adamımız bu yolla her köye bir kuran kursu açmıştır.
7- Singapur’a, Tayvana veya Amerikaya gittiğinizde namazınızı otelde değil, mutlaka o şehirdeki camide kılınız. Dernek başkanını ziyaret ederek nasıl yardım edebileceğinizi sorunuz.
8- ticari ilişkiniz olan insanlara dürüst davranınız.

GÖRÜNTÜYE ALDANMAYIN
1930’lu 40’lı yıllarda Müslümanlar üzerindeki ağır baskı halkı kendine göre tavır almaya yöneltmiş. O tavır hala devam ediyor.
Anadoluda büyük aileler kendi aralarında taksim yapmışlar filan C.H.P.lidir. amcasının oğlu D.P. lidir. Halasının oğlu M.H.P.lidir. dayısının oğlu S.P.lidir. ama bunların hepsi Müslüman’dır.
Bu durum ticari hayata da yansıdı. Ticarete atılan ailelerden biri Lionsludur. Diğeri Rotaricidir. Bir diğeride iktidarın yanında ve yardımcısıdır. Ama hepsi Müslüman’dır.
30 Ağustosta emekliye sevk edilen iki generalin Necip Fazıl’ı ziyarete gidip “Üstad, generaliz ama emrinde askeriz” deyince onlara “Camiye gidin geçmişinize tevbe edin. Yanlış gelmişsiniz benim yanıma emekli olmadan gelecektiniz” demiş.
Vali emekli olunca kabirin yaklaştığını görünce hayır kuruluşlarına üye oluyor. Ama valiliği esnasında Müslüman olduğunu çaktırmıyor.
Büyük elçi otuz beş yıl tasmalı geziyor, emekli olunca tasmayı takanlara kızıyor.
Bütün bu insanlar, iç dünyasında Müslüman, dış dünyasında Müslümanlığını çaktırmayanlar bir resepsiyonda bir araya gelseler, ellerinde kadehleri Sheaksper’in Hamlet’ini Mozartın bilmem kaçıncı senfonisini konuşurlar. Evlerine dönünce Emel Sayın veya Belkıs Akkaleyi dinlerler. Mehter vurmaya başlayınca da tüylerinin diken diken olduğunu hissederler.
Onun içindir ki Amerika, Mason cemiyetlerinin, üniversitedeki bazı profların Türkiyedeki Müslümanlar hakkında verdikleri raporlara hiç güvenmemiş ve kendi bakanlığını doğrudan devreye sokmuştur.
Bizimkiler başkalarını değil ancak kendilerini kandırırlar.
Siz MÜSİAD olarak entelinden en keline kadar işçi işveren temsilcilerini, Üniversite, Asker, Parlemento, Mafya üyelerini, bürokratları bir araya getirme ve tanışma görevini yerine getiriniz.
Önce söylediğim gibi, biz bozgun askere benzeriz. Gece karanlığında dağda kıpırdayan her şeyi düşman askeri zannediyoruz.
İçlerinden biri çıkarda ben filan bölükten filanım yanımda toplanın derse kuşkuluda olsa toplanacaklar.
Siz işte o tanıdık ses olun.
Allah (c.c.) yar ve yardımcımız olsun.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder