9 Ocak 2011 Pazar

Okuyun

Bir insanın yaşamasının, var olmasının, hayat sürmesinin yegane nedeni Allah'ın dilemesidir. Bu gerçeğin farkında olan bir kişi için elbette ki en önemli varlık Allah, en önemli konu da O'na yakınlaşmak olacaktır. Ancak insanlar dünya hayatının büyüsüne ve detaylarına kendilerini kaptırarak bu gerçeği hiç düşünmezler. Yaptıkları elbette büyük bir nankörlüktür. Çünkü bu kadar önemli bir gerçeği düşünmeyen insan, yakınlarının veya çevresindeki insanların kendisi için ne düşündüğünü çok önemser. İnsanların gözüne girmek için herşeyi yapar, beğenilerini kazanmak için ciddi bir çaba harcar ve bunun için türlü yollar düşünür. Ama kendisini yoktan var eden Rabbimizi hoşnut etmenin yolları nelerdir, ne yaparsa Allah'ın sevgisini kazanır, düşünmez.
Bu arada insan bilmelidir ki, Allah'ın rızasını kazanmak yalnızca bir sorumluluk değil, aynı zamanda insana mutluluk ve huzur verecek yegane yoldur. Allah'ı unutup başka insanların rızasını arayanlar ya da benzeri boş hedeflere kapılanlar, asla tatmin bulamaz ve mutlu olamazlar. Oysa Allah'ın rızası, bir insanın kalbinin kendisiyle tatmin bulacağı en büyük sevinç ve mutluluktur. Çünkü Kuran'daki ifadeyle, kalpler ancak Allah'ı anmakla tatmin bulur. (Rad Suresi, 28)
İnsanların Allah'tan uzak yaşamalarının nedeni hem bu sırrı bilmemeleri hem de dünya hayatının gerçek amacını ve ahiretin varlığını unutmalarıdır. Oysa Allah'ın ve cehennemin varlığından emin olan biri Allah'ı hiçbir zaman unutamaz. Herkes bir düşünsün: Cehennem ateşinin yakınında dünya hayatından sorguya çekilen hangi insan, Allah dışındaki bir varlığı düşünebilir? Öyle bir anda Allah'tan başka bir varlığın hoşnutluğu gözetilir mi? O durumdaki kişi en çok kimin sevgisini ve dostluğunu arar mı ? Bu durumdayken tanıdığı herhangi birinin fikri veya kendisine yakınlığı onun için bir önem taşır mı?

Dünya hayatında elde edilmek istenen yararların tümü -ne kadar ciddi bir çaba harcansa da- geçicidir. Ama bunların yanı sıra bir de asla kaybolmayacak olan, asla tükenmeyecek güzelliklerin, sonsuz yararların bulunduğu ve insanın ebediyete kadar kalacağı gerçek bir hayat vardır. Bu, inanan insanların dünya hayatı boyunca ulaşmak için ciddi bir çaba sarf ettikleri, tüm diğer konuların çok daha üstünde tuttukları, asla akıllarından çıkarmadıkları ölümden sonraki ahiret hayatıdır.
İşte insanın sonsuz ahiret yurduna ulaşmak için denendiği yer de "dünya hayatı"dır. İnsan, yeryüzünde bulunduğu sürece ahirete yönelik bir sınav yaşamakta ve bu konuda gösterdiği çabayla denenmektedir. Hayat, gerçekte Allah'ın bizleri sınamak ve eğitmek için yarattığı geçici bir süredir. İnsan bu süre boyunca düşünmek, böylece Rabbimizi tanımak, O'nun hükümlerine uymak ve sadece O'nun rızasını aramakla sorumludur. Bunun yanında bu imtihan hayatı boyunca başına gelen herşeye en güzeliyle karşılık vermek, sabretmek ve güzel ahlak göstermekle yükümlüdür. Herşeyin Rabbimizden gelen bir deneme olduğunu bilmek, bunlardan zevk almak, karşılaştığı her olayı neşe ve şevkle karşılamak ise, dünyadaki imtihanın müminlere has olan bir sırrıdır.
Şüphesiz bu sırrı kavrayan ve tüm yaşamını denendiğinin bilincinde olarak geçiren insanlar, asla son bulmayacak ve tükenmeyecek olan bir kazanç elde edeceklerdir.
Dinden uzak insanların en büyük yanılgılarından biri, bu dünyadaki hayatı kalıcı zannetmeleri ve aslında bir denemeden geçirilmekte olduklarını unutmalarıdır. Dünyada, böyle bir gaflet içinde yaşayan insanları etkileyebilecek, akıllarını çelebilecek pek çok güzellik ve süs vardır. Ahiretin unutulduğu toplumlarda insanlar, doğdukları andan itibaren kendilerine süslü görünen bu değerleri elde etme hırsına yönlendirilirler.
Dünyaya ait her türlü süs; zenginlik, güzellik, eşler, evler, mücevherler, makam, ün ya da kariyer ve diğerleri sadece kısa bir yarardan, geçici bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Bunların tümü mutlak surette yok olacaktır.
Dünyayı gerçek yurt zannetmek büyük bir gaflettir. Çünkü sonsuzluğun yanında dünya hayatının süresi tek bir an hükmünde bile değildir.
İşte bu gerçeğin bilincinde olan Müslümanlar, ölümle birlikte dünyadan ayrılmayı, dinden uzak insanlar gibi isyanla değil, şevk ve heyecanla karşılarlar. Dünyada yaptıkları güzelliklerin karşılığını Allah'tan sonsuz ahiret hayatlarında almayı umarlar. Ahirette cennet gibi sonsuz güzellikler ve inceliklerle dolu bir mekana kavuşma umudunun şevki ve coşkusu içinde yaşarlar.
Yalnızca dünya hayatına razı olmayan ve ahiret hayatının ebedi olduğunun bilincinde olan kişiler, bu hayatın yararlarının geçici olduğunu bildikleri için, sonsuz cennet güzelliklerini kazanmak için çalışırlar. İşte onlar yaptıkları bu ticaret nedeniyle çok büyük bir kazanç içindedirler.

Maddenin gerçek mahiyetinin anlaşılması daha başka önemli gerçekleri de karşımıza çıkarır. Bu gerçeği düşünen insan Allah'tan başka bir mutlak varlık olmadığını, herşeyi Allah'ın yaratıp her an kontrol ettiğini anlar.Yani kainattaki herşey, her an Allah'ın hakimiyeti altındadır; O'nun izni ve yaratmasıyla varlığını sürdürmektedir.
Hasta olan kişi kaderinde hasta olduğunu, ölüme yakın olduğunu, tedavi olduğunu ve iyileştiğini görür. Bütün bu olaylar belirli bir sırada ilerler ama aslında tümünün sonucu baştan bellidir.
Bu gerçeği öğrenince, bize karmaşık gelen ancak çözemediğimiz birçok konunun kolayca hallolduğunu görürüz. Burada en önemli konu, Allah'ın tek mutlak varlık, tek güç sahibi olması ve herşeyi sarıp kuşatmasıdır. Bu durumda Allah bize şah damarımızdan da yakındır. Herşey kontrolü altındadır, herşey Allah tarafından en güzel şekilde düzenlenip belirlenmiştir. İnsan sadece kendi için belirlenmiş kaderi seyreder. Bu ise her türlü maddi veya manevi endişeyi, gelecekle ilgili korkuları yok eder. İnsanın dünyaya yönelik tutku ve hırsları önemini yitirir, yalnızca Allah'ın rızası önem kazanır. Böylece insan, olayları gerçek anlamıyla ve doğru bir şekilde görüp yorumlar. Herşeyin yaratıcısı ve mutlak hakimi üstün yaratıcı olan Allah'ın gücünün ve hakimiyetinin farkına varır.

İnsan, algılardan oluşan bir dünyada, algılardan ibaret olan bir beden ile, zamansızlık içinde ve hayali bir mekanda yapayalnız bir şekilde Rabbi tarafından denenmektedir.
İnsan, kendisi de dahil olmak üzere her şeyin algılardan ibaret olduğu bir dünyada yaşamaktadır. Her şeyin görüntü olduğu bu algılar evreninde tek mutlak varlık Allah'tır, O'ndan başka İlah yoktur. İnsanların Allah'ı unutarak değer verdikleri, uğruna dinlerini terk ettikleri, peşinden gittikleri her şey boştur:
İnsan, bir nevi ekranda 3 boyutlu, son derece net, son derece gerçekçi bir film seyretmektedir. Bu ekrana adeta yapışık olduğundan bir türlü filmden sıyrılıp, içinde bulunduğu durumu göremez. Allah'ın huzurunda olduğunu ve sınandığını unutup, kendisine müstakil bir benlik verir ve kendisini çok önemli zanneder. Öyleki ekranda seyrettiği hayali bedenini, hayali mallarını, mülklerini, hayali ailesini ve hayali arkadaşlarını sahiplenir, bunlarla kibirlenir.
Allah bir anda insana gösterdiği ekrandaki görüntüyü kaldırsa kişi aslında yapayalnız ve tek başına olduğunu anlayacak ve bu apaçık gerçeği dehşetle fark edecektir. Ekranda seyrettiği görüntüleri ve yine ekrandaki bedenini kendisininmiş gibi sahiplendiği ve bunlarla kibirlendiği için çok büyük utanç duyacaktır.
Bu gerçekler üzerinde düşünen insan, Allah'ın karşısındaki aczini ve küçüklüğünü de anlayacaktır. İnsan, ancak Allah'a boyun eğdiği, O'na karşı itaatkar olduğu takdirde değer kazanır, sonsuzluk içinde güzel bir yaşam sürdürebilir. Allah'ın kendisine sonsuza kadar cennet görüntülerini göstermesini umabilir. Çünkü nasıl ki bu dünya bir algı olarak varsa, cennet ve cehennem de aynı şekilde algı olarak vardır. Onlara ait tüm görüntüler de Allah'ın hafızasında saklanmaktadır. Ve Allah dilediği insana dilediği görüntüyü seyrettirmektedir.
Allah'ın kullarından istediği son derece açıktır: Kendisi'nin büyüklüğünü takdir etmeleri ve O'nun belirlediği sınırları aşmamaları. Ama kimi insanlar gafletin şiddetinden kendilerini Yaratan'ı unutur veya inkar ederler. Bu noktada onları aldatan en önemli konulardan biri, var zannettikleri kalabalık insan topluluklarıdır. Bu kişiler, dostlarını, arkadaşlarını, fikirdaşlarını, aynı zihniyeti paylaştıkları tüm insanları var zannettikleri ve tek başına olduklarını unuttukları için böyle azgınca bir tutum sergilerler. Oysa bir insanın çevresi ne kadar kalabalık olursa olsun sonuçta kendisi yapayalnız ve tek başınadır. Ve kendisine Allah'tan başka yardım edebilecek hiçbir kimse yoktur:
Gelin siz de Rabbiniz olan Allah'a teslim olun, O'na gönülden itaat edin.
Ve böylelikle görmeyen kişilerden olmaktan kurtulun.

Adnan Oktar


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder