9 Ocak 2011 Pazar

Hafıza Yeteneğinizi Artırın ve Kullanın

             - Bugüne dek, özellikle 1990'dan günümüze kadar hafıza, zeka, başarı, iletişim, anlayış vb. gibi insanın enfüsî dünyasını ilgilendiren; "Başarının sırlı anahtarı", "Başarının kilometre taşları", "Hafızada tekniğin son noktası, "Muvaffak olmanın yolları", "Zeka iz düşümü" gibi binlerce eser yazıldı-çizildi. Ve halen gündemin sıcak kanadını teşkil ediyor ve insanlar yaşadığı müddetçe gelişen ülke için vazgeçilmez bir ana menü
             - Bu kitapların çoğu, Bilim-Teknik ve bununla ilgili makaleleri okuyup tahkik etmeye çalıştım. Konuya girmeden; 1997 ve bazı Bilimsel-Teknik dergilerinde çıkan "Hafıza ve Zeka" faktörünü açıklayalım.

            - Zekanın %80 ve küsuratıyla irsi (Kalıtsal) olduğu çoğunluk bilim adamlarının ittifakına sahiptir. Bunun yanında %12, %17 gibi çevre faktörü çalışmalarıdır.

            - Hafıza ise, kalıtsal değil, bilakis, eğitim ve uyumlu beceri seanslar sonucu mükemmel hafıza olmasa da, vasatın üzerine çıkılabilir. Filvakie, Gerçekte zeka ve hafızaya mükemmel şekliyle Allah’ ın nasip ettiği kullar (dahiler, fikirler, ümmila) müstesna

            - 20 yıllık tahsili 3 ayda yapanlar, 3 günde hafız olanlar, 1 milyon hadis ezberleyen insanların ayrıcalığından şüphe yok. O günlerde böyle imkanlar yoktu (Bilgisayar, dev eser) Bu günde onlar gibi insan bulmak zor. O zaman aşağıdaki hulasa, basit fakat derin ve ilmi-hassas görüşlere göz atalım.
= MÜTEFEKKİR REŞHALARI =
-         Başarının asansörü yoktur. Oraya merdivenle çıkılır.
-    İlmin evvelinde otoyol yoktur. Patika yoldan sonra, otoyol gelir.
-    İlim sofrasına acı soğanla başlanır. Bal sonunda yenilir.
-     Tek tuşla ilim öğrenilse idi, bilgisayar ulema kesilirdi.
-    Hafızanın en iyi dostu dikkat ve rikattir.
-    Ezberleyeceğin menüyü en az annen kadar tanımalısın.
-    Düşünmeden çalışan 7 saat, düşünüp 1.2 saat çalışmaktan kötüdür.
-    Bazen 40 dk. düşünen insan 1. gün çalışan maden işçisinden daha fazla yorulur. Fakat hafızanın kapısını açmış olur.
-    Galibiyetler, çalıştıkça veya o iş üzerine yoğunlaştıkca inkişat eder. Hafızada, hafızayı yordukça açılır.
-    Hafıza yumağı (Beyin) papatya gülü gibi gün geçtikçe yumağı zorladıkça o branşla sulandıkça filizlenir.
-    Anadan doğma dahi yoktur. Dahilerin hayat hikayesi hatırlanırsa 22 saat deney yapıp 1000 defa aynı işi  14 yıl uğraşan dahiler ancak hedefe vardılar.
-    Olağanüstü zeka olağan üstü insanlarda olur, oda olağanüstü düşüne düşüne buna ulaşmıştır.

= HAFIZAYI VE BASİRETİ ARTIRAN 5 ŞEY =
-          Gözünü harama karşı kapamak.
-          Şehveti tahrik eden şeylerden kaçınmak.
-          Menfi olan her şeyden kaçınmak.
-          Zahiri sünneti seniye ile mamur etmek.
-          Haram olacağı şüpheli şeylerden kaçınmak

İbrahim Hakkı Hazretlerinin (Marifet Namesinden) Hafıza İle İlgili Bilgi
 -          Hayvan artığı, özellikle fare artığı yememek
-          Kokuşmuş, küflenmiş ve artık kalan yemek yememe.
-          Hakkımız olmayan (Haram) meyve ve ham meyve yememe.
-          Bir eseri bitirmeden başka esere, o da  bitmeden başkasına geçme, hafızayı azaltır.
       Metin Ezberlerken
-          Akşam yemeğinde hafif sindirimli yiyecek ve az yemeli.
-          Metni en az 10 defa yatmadan dikkatli, şuurlu ve samimi şekilde okunmalı
-                        Arkasından tevkifi-ilahi için dua edilmeli.
-          Metinden ve duadan sonra kimseyle konuşmamalı ve dünyevi şeyler düşünmemeli.
-          Metni düşünerek, hatırlayarak yatmalı ki zihin beyin onu sabaha kadar öğütüp pişirmeli
-          Sabah fecir saatinde (Namaz Vaktinde) namazı kılıp tekrar abdest alınmalı. Ezberlenecek metne bakıp ezber yapmalı ki, zaten karşında sabaha kadar beynin işlediği, öğüttüğü sofra var. Artık 2 saat yemesi senin.
-          Sabahın nimetinde istifade edilmeden hafız olanlar, oldum diyenlere itibar etmemelisiniz. Bu olsada, dışı güzel içi çürük elma gibi foslak ve kuvvetsizdir.

ULEMALARDAN  ÖNEMLİ  NOTALAR
-          Az yemek, çok oruç (Riyazet)
      -          Çok yemek yiyenin midesi işler, az yiyenin katası işler.
-          Az uyku çok mesaj
-          Çok uyanın hayatı kısalır, az uyuyanın ömrü uzun olur.
-          Geceden istifade edip, seherin ilacından nasip olmayan, aç kimsenin elmayla karnını doyurmaya benzer.
-          Haramla bakınca, hafızadaki tahribat büyür.
-          Bir harama baktım, binlerce hücremin kaybolduğunu hissettim. Benim lugatımda unutma (forpat) yoktur. (İmam Şafii)
-          Bilgisayarsız dünyada, İmam Buhari yetişir. Bilgisayarlı dünyada Bill Gates yetişir. (İmam Buhari binlerce hadisi senet-rualileri karıştırmadan tıkır tıkır söylerdi.)
-          "fecrin, (seherin) nimetinden çok istifade ediniz."  Kur'an ayetleri ve hadis-i şeriflerden
-          Herkesin gaflette olduğu zaman, çalışan, gafletin düşmanıdır. Çok dünyevi şeyleri düşünen az ezber yapar.
-          Tam ezber, kendini tam vermekle olur. (Beyin-Ortam-Anlayış)
-          Ezber anında, sadece ezber düşünen hedefine ulaşır.
-          Hafıza küçük delik gibidir. Zorladıkça, açtıkça delik büyür

   MUVAFFAK OLMANIN PRENSİPLERİ      (Prof. Dr. Ali Fuat Başgil)
-          Çalışman için müsait gün ve zaman arama. Her boş vaktini müsait haline getir, hayatını kuvvetlendir.
-          Başladığın bir işi, ertesi güne bırakma. Bir eseri ne kadar tamamlarsan (bitirirsen) ondan istifade o kadar fazla olur.
-          Her günün derdi ve işi ayrıdır. Bugünün işini yarına erteleme.
-          İmam Gazaliyle muazzam eser İhya-ı Ulum' u nasıl bir çalışmayla vücuda getirdin sorusuna: "Bir zamanda yanız bir fasıla, bir bahis bir bab bir mesele üzerine çalışarak oluştu" demiş. Bir zamanda tek iş yap.
-          Fikri çalışmalar için, aynı saatte devamlı, tertipli günde 2-3 saat katidir. Mermeri delen damla damla suyun devamlılığıdır. İbni Sina dünyaca ünlü (Kitabuşşşifa) sını her gün sabah Namazından sonra Bağdat daki bir caminin büyük kandili altında kuşluk vaktine kadar takriben - 2 saat içinde çalışmakla oluştu. Fransız edebi EMİLA ZULA aynen gülük 2-3 saat çalışmayla dev eserlerinin oluştuğunu  söyler.
a)Nesnelerin yapısını değiştirebilirsiniz:
Nesneleri zihnimizde genellikle oldukları gibi görürüz veya duyarız. Şekillerini belli kalıplar çerçevesinde değiştirirsek ne olur? Örneğin bir insanın başını TV kutusuna benzetmeye ne dersiniz? Parmaklarının uzunluğu birer metre olan bir insan?.. Bilgi ilginçleşiyor değil mi?
Yapı değiştirme bilgiyi uzatmak, kısaltmak, büyütmek, küçültmek, kareleştirmek, daireselleştirmek gibi yollarla yapılır. Hayal güçlerinin yeterince zengin olmadığını düşünenler başlangıçta bu yol üzerinde odaklanabilirler. Çünkü bu çalışmada tamamen bilinen kriterler kullanılmaktadır. yapıları değiştirirken aşağıdaki yolların kullanılması mümkündür:
Gerçek dışılık: Elinizdeki bu kağıdın deniz yüzeyi olduğunu düşünün, elinizdeki mikrofon dondurmaya dönüşüyor ve onu yiyorsunuz vs... Gerçek dışılık, sıradanlıktan çıkmaktır. Beyin sıradan olmayan her şeye özel dikkat sarf eder. Örneğin sokaklardaki insanların her biri dikkat çekmez. Ama Ankara’da bir “eskimo” görseniz veya Mars’tan gelmiş bir uzaylı... Çimenlerdeki karıncaları önemsemezsiniz, kedileri de, köpekleri de... Ama fare büyüklüğünde bir karıncayı görseniz ne yaparsınız?
Mantıksızlık: Kurgu mantıksız olmalıdır. Birbirlerinin omuzlarına binip ağaç kadar uzun olan bir kule yapan öğrencilerin durumu gerçek dışıdır; ama çok da mantıksız değildir. Ağaçların dallarının peş peşe kırılıp düşmesi gerçek dışıdır ama bir mantıklı açıklaması olabilir. Ya ağaçların köklerini söküp sizin ardınızdan gelmelerine ne dersiniz? Mantığınızla açıklayabilir misiniz?
Dikkat edelim: Beynimizin sol lobunu kullanmakta ısrar ediyorsak mantıklı olmak zorundayız. Hayat zaten mantıkla işler. Ancak bugünkü hayat düzeyimizi inşa eden, mantıktan çok mantıksızlıktır. Eğer beynimizin sağ lobunun potansiyelini de devreye sokarak beyin gücümüzü 10-15 kat artırmak istiyorsak bilinçli (ama kesinlikle bilinçsiz değil) mantıksızlıkla sağ lobumuzu harekete geçirmeliyiz. Sağ lob mantıksız bilgilere yapışır. İste size örnek: Gezmeye gittiğiniz ormanda her şey güzeldi. Ağaçlar yapraklarını iyice uzatıp saçlarınızı okşadılar. Şarkı söylediniz ve o anda ağaçlar dallarıyla birbirlerine tutunmuş olarak dans ettiler, üstelik hep bir ağızdan sizin şarkılarınızı koro halinde söylüyorlardı. Yeterince mantıksız mı?
Gülünçlük: Gülünçlükle hafıza kaydı arasında doğrusal bir ilişki vardır. Mutluluk içinde öğrendiğiniz gülünç bir bilgiyi unutmama eğilimi gösterirsiniz. Zira ruhumuzda bize ve tüm insanlara hükmeden bir kanun vardır. Alt bilincimiz acı verici olgulardan uzaklaşır, lezzet veren olgulara yaklaşır. Yaklaştığımız olgular daha güçlü kaydedildiğinden unutulmama eğilimi gösterirler. Eğer bilgi haz veriyorsa altşuur onu bilinçte tutmak veya bilince çağırmak için bizi destekler. Bilgi acı veriyorsa otomatik sistem tüm karşı çabalarımıza rağmen unutturmaya çalıştırır. Eğer çok acı verici olayları, bilgileri unutmamaya direnirsek bu defa psikolojik dengemiz bozulur. Kişilik bozuklukları ve depresif rahatsızlıklar gelişir. Şu halde bilgiyi kurguladığınızda ne kadar gülünçleştirebilirseniz o kadar büyük ihtimalle ve sağlıklı olarak hatırlarsınız.
Şu örneklere bakınız: “Manavdan dört tane karpuz alacaksınız. Manava yaklaştığınızda tezgahtaki karpuzlardan dördü yerlerinden zıplayarak kucağınıza atladılar. “Bizi alın” diye tutturdular. Onları kıramadınız ve ücretlerini ödediniz. Ardından kollarınızdan hoplayıp yola fırladılar ve zıplaya zıplaya evinize gidiyorlar.” Veya bir fıkra: “Temel İngiliz’e sormuş, ‘Sen ne sigarası içiyorsun?. İngiliz ‘Ben PALL MALL içerim.’ demiş. Bu sefer İngiliz Temel’e sormuş. ‘Sen ne sigarası içersin’. Temel altta kalmadan ‘Ben de SAMSUN MAMSUN içiyorum.’ demiş.”
4. Çağrışım Oluşturabilme Gücü
Bu yetenek aslında daha önce verilen çalışmaların arasında dolaylı şekilde kullanılacaktır. Ancak daha iyi kavranması için burada ayrıca anlatıyoruz. Bilgiler daha önce edindiğimiz bir kısım bilgilere benzer yönler taşıyabilirler. Bu benzerlik beyniniz tarafından otomatik olarak ortaya çıkarılabilir. Maharet otomatik çağrışımları aşarak sizin ekstra çağrışımlar oluşturabilmenizdir.
Örneğin tanıdığınız “Atakule”den söz edildiğinde otomatik çağrışım sisteminiz size İstanbul’da iseniz hemen Ankara’yı çağrıştırır. Ankara’da iseniz daha da öte, Çankaya çağrışır. Ama siz çağrışım sisteminizi besleyerek, New York’daki ikiz gökdelenleri, adını biliyorsanız Empire State Building’i, merhum Turgut Özal’ı, zenginleri artan Türkiye’yi “Atakule” kelimesiyle birlikte çağrıştırabilirsiniz. Hasan size kimi çağrıştırıyor? Kırat sesini duyduğunuzda zihninizde ne çağrışıyor? Belli bir kelimeyi veya görüntüyü alın ve neler çağrıştırdığını sorun. Tekrar edeceğiniz bu çalışma beyninizin çağrışım sorgulamasını otomatikleştirecektir. Unutmayın: Edindiğiniz bir bilgiye ne kadar çağrışım bağlarsanız onu o kadar hızlı ve bütün olarak hatırlarsınız.
5. Bilgiye Değer Verebilme Gücü
Bilginin hatırlanabilirlik düzeyini artırabilmek için çok kolay bir yol vardır. Çocuklara dikkat edin. Neden önce çok hızlı ve sürekli öğrenirken sonradan bu süreç duraklar? Çocuk ilk yıllarında uzaydan gelmiş bir yaratık gibi her şeye ilgiyle ve merakla bakmakta ve bu bakış da daha fazla ve daha hızlı öğrenmesine yol açmaktadır. Ancak zamanla “ülfet” adını verebileceğimiz bir hastalık gelişir ve kişiler “artık gerekli olan her şeyi bildiklerini” sanırlar. Artık güneşin doğması bilinen bir şeydir. Yağmurun yağması bilinen bir şeydir. Oysa hala tam olarak bilinmeyen ve üzerinde düşünüldükçe heyecan verici yeni bilgileri elde edebileceğimizi görsek keşfetmeye sonsuza kadar devam edeceğiz. Bizdeki bu değişikliği muhtemelen eğitim sistemimiz yapmaktadır. Eğitim sistemimiz bizi belli bir kalıbın içerisine sokmakta ve ne yazık ki sınırlamaktadır.
Bilgiye değer verebilme gücü bir anlayış biçimidir, bir hayat felsefesidir. Bilginin çok önemli olduğu inancı alt bilincinize yerleştiğinde beyniniz bilgiyi otomatik olarak kaydedecek ve bilgiye büyük öncelik verecektir.
Eski yeteneklerinizi geri kazanmak ve bir çocuk kadar hızlı öğrenmek istiyor musunuz? O zaman “Değerler Hiyerarşinizde” değişiklik yapacaksınız ve bilgiyi öncelikli değer haline getireceksiniz. Eğer her hangi bir konu bizim için önemli ise alt şuurumuz o konuyla ilgili bilgileri kaçırmaz. Gördüğümüz rüya, önem verdiğimiz bir sorunun cevabını taşıyorsa bu cevabı yakalayarak uyanırız.
Elias Howe’un hikayesine bakalım: Elias dikiş makinesinin kumaşa üstten diktiği ipliği alttan tutacak ikinci iğneyi keşfedememiştir. Yıllarca aramış, gece gündüz düşünmüştür: Sonunda bir rüyasında yamyamların ellerindeki mızrakların ucunu görünce aklında bir fikir doğmuş, uykudan fırlayıp aradığı iğneyi nihayet yapmayı başarmıştır.
Bir kanser hastasını düşünün. Hastanede oturmuş, kendi derdini düşünmektedir. Dışarıdaki konuşmaları duymamaktadır bile... Ama ötelerde iki kişi kanser hastalığının çaresi üzerinde konuşmaktadırlar. Bu hasta hemen kendine gelir ve dikkat kesilir.
Alt şuurumuz duyularımız kanalıyla gelen tüm mesajları radar gibi tarar. Bu mesajlar arasında önceden önemli olduklarını söylediğimiz ne varsa onlar ayrımlaştırılır. Alt şuurumuzun aradığı konular bizim önem verdiğimiz konulardır. Eğer bilgi sahibi olmak bizim için çok önemliyse bilgiler kesinlikle üzerimize yağmaya başlayacaktır. Bir olgu bizim için nasıl önemli olur?
Unutmayalım: Büyük ideallerimizle birleştirdiğimiz her şeye adanırız. Ne ideallerimize hizmet ediyorsa, ona sarılırız. Ne sorunlarımızı çözüyorsa, onun ardından koşarız. Kısaca yapacağımız şudur: Bilgiyi önemli varlık olarak düşüneceğiz. Tüm şereflerin ve başarıların arkasında bilgi vardır. Zenginlik, şeref, mutluluk ve değer verdiğimiz her şeye bilgi yoluyla ulaşabiliriz. Şimdi aşağıdaki ifadeler üzerinde düşünelim:
1. İnsanlık tarihine yön veren parmakla sayılacak kadar az insandır. Bu insanlar diğer insanlardan bilgileri nedeniyle üstün hale gelmişlerdir. Kim daha bilgili olmuşsa o ilişkilerine, kendisine ve çevresine daha güçlü şekilde hakim olmuştur. Özellikle içinde yaşadığımız bu bilgi çağında bilgi artık tüm güçlerin kaynağı haline gelmiştir.
2.Ne kadar fakir, tecrübesiz ve eğitimsiz olursak olalım kesinlikle öğrenebilir ve bir çırpıda tüm hayatımızı değiştirebiliriz. İşte örnek: Anthony Robbins 20 yaşında bir otelde çalışan fakir bir hizmetli idi. Çektiği acılar altında bunaldığı bir sırada hayatını değiştirmeye karar verdi. Önce bir hızlı okuma kursuna gitti ve bir kaç yıl içinde 700 kitap okudu. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde zaman zaman profesörler bile o adamdan ders aldıklarını itiraf etmektedirler. Robbins şu anda seminerlerini dinleyebilmek için sırada bekleyen binlerce insana konuşuyor ve milyonlarca dolar para kazanıyor. Bir insanın 10 yıl gibi kısa bir sürede yaptığını biz de yapabiliriz. Hatırlayalım: Biz de fakir, eğitimsiz ve kültürsüz zayıf ve çaresiz bir bebek olarak dünyaya gelmemiş miydik? Gelişmemizi neden durduruyoruz?
3.İslam dinine inananlar bu bölümü dikkatle okumalıdırlar. Hz Muhammed (sav)’in sözlerine bakalım. O diyor ki: “İlimden bir mesele öğrendiğinde o, senin için kabul olunmuş bin rekat nafile namaz kılmandan hayırlıdır. Onu insanlara öğrettiğinde amel edilsin veya edilmesin senin için yine kabul olunmuş bin rekat nafile namaz kılmandan hayırlıdır.” “Bir saat tefekkür(düşünme, değerlendirme) bir sene nafile ibadetten hayırlıdır.” “Alimin uykusu cahilin ibadetinden hayırlıdır.” Görülüyor ki İslâm dini açısından da ilim en çok övülen ve üstünlük atfedilen değerler arasındadır. Hz. Peygambere(asm) inen ilk emrin “oku” olması da çok düşündürücüdür.
Şu halde ister dünyada başarının zirvesine çıkmak isteyelim; ister ahirette yüksek bir mevki arayalım her zaman yolumuz ilimden geçecektir. Bu gerçekleri aklımıza anlatmak ve aklımızı ikna etmek zorundayız.
Önemli bir yanılgının altını çizelim: İlim öğrenmek demek eğitim sürecinden geçip üniversiteden mezun olmak ve resmi tahsile devam etmek demek değildir. Ne yazık ki bugün binlerce öğrenci mezun olup maaşa bağlanacakları bir iş bulmak için okumaktadırlar. Bugün bir çok toplumda maaşlı memur olmak için üniversiteye gitmenin diğer adı tahsil görmek olmuştur. Üniversiteli cahiller ordusuna katılmak isteyen kişinin iradesine karışamayız. Ama eğer siz iradenizi ilim öğrenmekten yana kullanıyorsanız binler defa tebrikler. Öğrenmek için okursanız gerçekten öğrenmiş olacaksınız. O zaman maaş alabilmek için torpil peşinde koşmanıza gerek kalmayacaktır. Dünyanın her tarafından zeka, bilgi ve yetenek arayan bilim çevreleri büyük bir hazine gibi size sarılacaklardır.
Eğer yukarıdaki görüşlere katılıyorsanız, sıra kalbinizi ikna etmeye gelmiştir. Yukarıdaki cümleleri sık sık okuyacağız ve aşağıdaki sözleri kendimize sık sık söyleyeceğiz:
“Bilgiyi birinci sıraya alıyorum. En değerli varlıklarım bildiklerimdir. Her bilgi bir gün mutlaka işime yarayacak bir hazinedir. Hayatta en büyük arzularımı hatırlıyorum. Onlar gözlerimin önünden geçiyor. Yapmak istediklerimi yaptığımı görüyorum. Bu yolda tek desteğim bilgilerim olacak. Heyecan duyuyorum.”
Zihninizde aktif imajinasyonlar oluşturmanız son derece önemlidir. Kendinizi, idealinizi başarmış görün. Hedefinize ulaşmış olarak insanlarla konuşuyorsunuz, davranıyorsunuz. Hayal gücünüzü kullanıp kendi filminizi seyredin. Başarılarınızı bilgilerinize borçlu olduğunuzu sık sık düşünün. Şartlanma normal şartlar altında üç haftada oluşur. Her gün bu çalışmayı 2 şer dakika yapsanız değişimi kesinlikle fark edeceksiniz. Ancak bu çalışmanın süresini uzatırsanız etkiyi daha hızlı ve kapsamlı görürsünüz.
Çok bilmek mi istiyorsunuz? İşte en kolay yolunu öğrendiniz. Bu yol size ekstra bir kapasite kazandırmıyor. Mevcut kapasitenizi zahmet çekmeden daha verimli kullanmayı öğreniyorsunuz. Yani hafızanızın kendiliğinden sizin için çalışmasını sağlıyorsunuz.
D. ÖRNEK HAFIZA SİSTEMLERİ
Hafıza sistemleri hakkında size ayrıntılı bilgi veremiyoruz. Bu konuda ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlerin Melik Safi Duyar, Dominic O’Brain, Tony Buzan gibi yazarların eserlerine başvurmaları gerekir. Bu bölümdeki anlatımlarımız sadece bir izlemin kazandırma amacı taşımaktadır. Bununla birlikte eğer size verdiğimiz diğer hafıza araçları üzerinde yeterince çalışırsanız bu hafıza sistemlerine aylarca çalışmanız gerekmeyecektir. Çünkü bizim verdiğimiz doğal yollar hafızanızın doğal yollardan çok hızlı şekilde gelişmesini sağlarlar. Eğer bizim anlattığımız yolları ihmal ederseniz diğer hafıza sistemlerinin sorununuzu çözemediğini göreceksiniz. Ne yazık ki genellikle hafıza sistemleri doğal yolları ihmal etmekte, bu yüzden doğal süreçlerde sorunları olanlar bu hafıza sistemlerinden yararlanamamaktadırlar. Aşağıdaki yaklaşımlar bu konuda bir izlenim kazanmanıza yardımcı olacaktır.
a) İsim Hafızası Sistemi
Muhtaç olduğumuz en önemli yeteneklerden biri insanların isimlerini hafızamızda tutabilme yeteneğidir. Yapılan bir araştırma insanların başarı ve kazanç düzeylerini etkileyen faktörler arasında %87.5 oranıyla insan ilişkilerinin etkili olduğunu göstermektedir. Dolaysıyla insan ilişkilerimizde başarımızın sırrı da iyi bir isim hafızasının varlığını gerektirmektedir.
İnsanların isimlerini hafızalarımıza yerleştiremediğimizde onlarla uzun süreli kalıcı ilişkiler kurmamız da mümkün olmaz. Herkesin en değerli varlığı kendi ismidir. Eğer bir insanın ismini bilmiyorsak ona verdiğimiz mesaj şu olur: “Seni tanımıyorum. Senin ismini, öğrenilmesi gerektiği kadar değerli bulmuyorum. Benim arkadaş çevremde sen yoksun.”
Siz düşmanınıza bile böyle demekten çekinirsiniz. Ama isimlerini bilmediğinizde ne yazık ki insanlara söylediğiniz de budur. Hepimiz tanıştığımız insanların isimlerinin hafızamızda kalmasını istiyoruz. Ama çoğu zaman tanıştıktan sonra 1 dakika bile geçmeden isimlerini unutuveriyoruz. Medeniyetin ürettiği stres bu sorunumuzu her geçen gün biraz daha arttırmaktadır.
Hepimi isim hafızamızı geliştirmek istiyoruz. Yüz bin ismi hafızalarında tutabilen politikacıları bile geride bırakabiliriz. Fazla emek harcamayacağız. Sadece bir haftalık düzenli “ama mutlaka düzenli” egzersiz yapacağız. Yineleyelim: Bir davranış alışkanlık haline getirilmezse her defasında özel bir dikkat ve enerji harcanarak gerçekleştirilebilir. Ama onu alışkanlık haline getirdiğimizde artık bilinçsiz şekilde ve hiç emek vermeden gerçekleşen bir iş olur. Aşağıdaki alıştırmaları bir hafta boyunca her gün yaparsak isim hafızası için hayatımızı değiştirecek yeni bir alışkanlık geliştirmiş oluruz.
İsim hafızası sağlıklı bir tanışma işlemi gerektirir. Sağlıklı bir tanışma ise iki safhadan oluşur. Yapmamız gereken işlerin %50’si tanışmadan önce, %50’si de tanışmadan sonra gelir. Şimdi iki safha olarak ele aldığımız tanışma sürecini açalım:
Tanışma Öncesi-İlk Safha:
1.Hafızamızda insanların genel görünümlerine ilişkin bir dosya oluşturmalıyız. Bunun için her anımızı kullanabiliriz. Kafa ve yüz şekilleri: Uzun, kısa, dar, geniş, sivri, oval kafa yapılı arasındaki ayrım... Çene: geniş, dar... Kaşlar:Siyah, sarı, zayıf, gür, düz, yay... Alın: Açık, kapalı, geniş, dar, kırışık, pürüzsüz... Kulaklar: Büyük, küçük, arkaya yapışık, öne kalkık, kulak memesi bitişik, ayrık... Burun: Büyük, küçük, ucu kalkık, kemer.... Ten: Sarı, siyah, buğday renkli, kızıl, pürüzlü, sivilceli, düzgün... Ağız ve dudaklar: Geniş, dar, kalın, ince, bitişik, aralıklı... Dişler: Düzgün, karışık, bitişik, aralıklı, temiz, kirli, beyaz. sarı... Genel beden ve boy: Uzun, kısa, orta boy, şişman, zayıf, normal dolgunlukta, dik duran, kambur duran, başı sağa, sola eğik, iri kemik yapılı, zayıf kemik yapılı, parmakları uzun, kısa vs....
Kişilerin yüz ve beden hatlarına ilişkin bu genel dosyayı oluşturmak için her zaman fırsatımız vardır. TV seyrederken, parkta otururken, otobüste yolculuk yaparken, sokakta yürürken, gazete veya dergi okurken her yerde bu fırsatı bulabiliriz. İnsanları dikkatlerini çekmeden gözlemlemeli ve aralarındaki farkı belirlemeliyiz. Kısa süre içinde beynimiz yeni simaları çabucak tanıyıp diğerlerinden ayrımlaştırabilme yeteneğini geliştirecektir.
2. Tanışmak üzere olduğunuz insanın ilk bakışta nasıl bir imajı vardır? Doktor, bürokrat, siyasetçi, sanatçı, köylü, şehirli, eğitimli, eğitimsiz, asabi, somurtkan, sevecen, çabuk uyum sağlayan, yabancı, utangaç, utanmaz, gururlu, mütevazi vs... Hangi sıfatları kendisine yakıştırıyorsunuz? Tanıdığınız bir simaya veya kişiliğe benzetebilir misiniz? “Arkadaşım Çağlar kadar cana yakın, Salih kadar yakışıklı..vs” diyebilirsiniz. Birilerine benzetmeniz sağlıklı bir bağ kurmanızın kapısını açacaktır.
3.Tanışmak üzere olduğunuz kişinin yüz hatlarını inceleyin. İlk safhada belirtilen çalışmaları yeteri kadar yaptıysanız şimdi bu iş çok kolay olacaktır. Örneğin tanışmak üzere olduğunuz insanı tanımlarken “geniş yüzlü, oval başlı, küçük ve ucu kalkık burunlu, yay ve siyah kaşlı, siyah gözlü, küçük ağızlı, kalın dudaklı, geniş alınlı bir adam” ortaya çıkabilir. Ne kadar çok ayrıntıyı fark ederseniz o kadar güçlü kavramış olacaksınız.
Tanışma Sırası ve Sonrası-İkinci Safha:
1.Tam isim söylenirken isme dikkat etmemiz gerekiyor. Kişi tam ismini söyledikten sonra aradan 15 saniye geçerse artık ismin ne olduğuna dikkat etmemizin bir anlamı kalmaz. Dikkatimiz dağınık olduğu zaman bu süre 5 saniyeye kadar inebilir. İsimlerin hafızamıza yerleşememesinin en temel nedeni tam burasıdır. İsimleri tam duyduğumuz anda zihnimizde başka bir mesele bulunmamalı ve sadece ismi dinlemeliyiz. Eğer tam o anda ismi duyduysak şimdi ismi kalıcılaştırmak için 20 saniyelik bir süremiz vardır. Bu süre içinde bir şeyler yapmazsak isim en fazla 20 dakika kadar hafızamızda kalacak, ondan sonra geri çağrılamayacaktır. Şimdi diğer adıma geçelim:
2.İsmi 20 saniye içinde kalıcılaştırmak zorundayız. Bunun yolu ismi yeterince tekrar etmekten geçiyor. Bilginin hafızaya çağrılabilecek şekilde yerleşmesi için yeterince güçlü enerjiyle yerleşmesi gerekir. Eğer isim çığlıklarla söylenmediyse zayıf bir enerji düzeyiyle alınmış olacaktır. Bu enerji düzeyini ismi tekrar ederek arttıracağız. İşte bazı tekrar taktikleri: Kişi kendini tanıtmış ve adının “Yusuf Ziya Öztürk” olduğunu söylemiştir.
a)”Pardon gürültü var, tam olarak duyamadım, tekrar eder misiniz?” İlgili olduğunuz için kişi mutlulukla ismini tekrar edecektir. Ama bu soruyu iki dakika sonra sorarsanız utanç duyabilirsiniz. Böylece aslında kişinin ismini söylerken onu dinlemediğinizi itiraf etmiş olursunuz.
b) “Af edersiniz, soyadınızı tekrar alabilir miyim?” Soyadı duyamamanız normaldir. Size önem verilecek ve soy ad yinelenecektir.
c)”Yusuf Ziya Öztürk dediniz. Memnun oldum Yusuf Bey. ‘Ziya’nın anlamını hep merak ettim?” Böylece hem ismi tekrar etmiş hem de ismi üzerinde konuşma kapısını açmış oldunuz. İnsanların çoğu ismi üzerinde konuşmaktan hoşlanır.
d)”Yusuf Ziya Öztürk. Tanıştığımıza memnun oldum Yusuf Bey” Böylece siz ismi tekrar ediyorsunuz. Sadece “Tanıştığımıza memnun oldum” da diyebilirdiniz ama o taktirde ismi unutma ihtimalinizi arttırmış olursunuz. Çünkü ismi bizzat tekrar etmiyorsunuz.
e)”Yusuf Bey sizi önemli bir bürokrat dostumuz olan Ahmet Bey ile tanıştırayım. Ahmet Bey sizi Yusuf Ziya Öztürk Bey’le tanıştırmak istiyorum.” Böylece daha da ileri gidiyorsunuz ve fırsatlar bularak ismi tekrar ediyor, pekiştiriyorsunuz.
3. Duyularımızı kullanarak ismi iç dünyamızda canlandırabiliriz. Sağlıklı bir zihin için yukarıdaki adımda belirtilen çalışmaların yapılması yeterli olacaktır. Ancak eğer tanıdığınız veya ismini öğrendiğiniz kişi ile bire bir konuşmuyorsanız başka yollar bulmalısınız. Radyo ve TV’den izlerken, kitap okurken, arkadaşlarınız anlatırken öğrendiğiniz isimler için tekrarlamayı kendi başımıza yapmalıyız. Ayrıca kendi başımıza yapacağımız tekrarı normal tanışmalarımızın %100 sonuç vermesi için bir destek olarak kullanmamız da mümkündür. Buna göre:
a)İsmi duyularınızla canlandırabilirsiniz: İşitme: İsmi bir çığlığa dönüştürebilirsiniz. Çığlıklar “Yusuf Ziya Öztürk” diyebilirler. Görme: “YUSUF ZİYA ÖZTÜRK” isminin yazılı olduğu hayali bir duvarı akli gözünüzde görebilirsiniz. Dokunma: Birbirine yapıştırılmış ve “Yusuf Ziya Öztürk” seklinde okunabilecek şekilde hazırlanmış balonlara tek tek dokunabilirsiniz. Veya bu ismin kazındığı bir ağaçtaki tüm harflere tek tek dokunabilirsiniz.
Duyuların kullanımı başlangıçta zor olabilir. Ancak çalışırsanız bu çabucak gelişir ve bunu her gün en az iki dakika çalışarak bir hafta sürdürürseniz bu işi kolayca yapabildiğinizi görürsünüz.
b)İsmi abartılı bir filmde kurgulayabilirsiniz. Donuk görüntü tek kare resim olduğu için daha az mesaj içerir ve unutulma ihtimali daha kuvvetlidir. Ancak eğer oluşturduğunuz bir filimse zihninizde yüzlerce resim oluşacağından unutulması imkansız denecek kadar zordur. Örneğin “Yusuf Ziya Öztürk”’ün ilk iki adının baş harfleri “Y” ve “Z”, “Ö” şeklindeki akvaryumda oynuyor olabilirler. Yusuf Peygamberin (as) hikayesini biliyorsanız Yusuf Peygamberi Mısır ülkesinde parlayan bir ziya olarak görebilirsiniz. Sonra da Yusuf Ziya’nın Türkiye’de Mısır yediğini düşünür, bunun filmini görürsünüz. Oluşturabileceğiniz filmlerin zenginliği hayal gücünüze yani beyninizin sağ lobunu kullanma yeteneğinize bağlıdır. Bu yetenek ise çok çabuk gelişebilir. Filmi oluşturduktan sonra bir defa geri ve bir defa ileri sararak akli gözünüzde onu seyretmelisiniz. Bu şekilde yukarıdaki filmi oluşturduğunuzda Yusuf’u gördüğünüzde önce onu Mısır yerken hatırlayacaksınız, ardından Mısır’da ziya saçan Yusuf Peygamberi(as) ve ardından da Yusuf Ziya Öztürk’ü hatırlayacaksınız. Filmi oluştururken dikkat edilmesi gereken şudur: Filim ilgili kişinin ismini taşıyan veya onun ismine benzeyen bir kelime taşımalıdır. Örneğin bir öğrencimizin adı Tuba idi ve ona ilişkin film oluştururken “Tuba ağacını” kullandık.
4.Bu aşama 1 ve 2 veya 1 ve 3 ile aynı zamanda yapılacaktır. Kimlik bilgileriyle ismi birleştirmemiz gerekmektedir. Eğer bu birleştirmeyi sağlıklı yapamazsak o zaman kişiyi çok iyi hatırlayacağız fakat ismi aklımıza gelmeyecek. Veya ismi hatırlayacağız ama bu ismin kime ait olduğunu bilemeyeceğiz. Birleştirme iki bilginin yan yana düşünülmesiyle oluşturulur. Tanıştığınız kişinin adıyla yüz hatları ve hakkındaki diğer bilgileri yan yana getirin. Örneğin “orta boylu, siyah saçlı, siyah, zayıf ve yay kaşlı, siyah gözlü oval başlı, küçük burunlu, orta boylu beyaz tenli sanatçıya benzeyen, mütevazi ve çekingen görünümlü kişiyi” canlandırdığınızda adını düşünün ve adını söylediğinizde zihninizde canlandırdığınız şahsına gidin. Eğer isim gıyabında tanıdığınız kişi ise örneğin TV’de seyretmişseniz veya kitapta resmini görmüşseniz gördüğü resmiyle, radyoda dinlemişseniz duyduğunuz sesiyle, biliyorsanız var olan eserleriyle kişiyi ilişkilendirin. Kişinin faaliyet ve uzmanlık alanını, yaptıklarını düşünürseniz bu ilişkilendirmeniz güçlenmiş olacaktır. Böylece tanışma süreci başarılı bir şekilde sona ermiştir.
b) Hafıza Blokları Sistemi
İnsan beyni kocaman bir kütüphane gibidir. Kütüphaneye rasgele doldurulan binlerce bilgi arasından arama tarama yapmaya kalktığınızda bir bilgiye ulaşmanız günlerce sürebilir. Ama kütüphanenizi odalara, bölümlere, raflara ayırırsanız ve bilgiyi bilinçli olarak sırasına ve konusuna göre yerleştirirseniz ne olur?
Beynimizde bilgileri yerleştirebileceğimiz raflar oluşturabilmek için hafıza bloklarına ihtiyacımız vardır. İlk aşamada sabit hafıza blokları, diğer deyişle bilgi rafları oluşturacağız. Bu blokları iyice yerleştirdikten sonra edindiğimiz bilgileri bu bloklara yerleştireceğiz. Bloklar boyutlardan oluştuğu için beynimizin sağ lobu devreye girecek ve bilgi daha etkin şekilde hafızamıza yerleşecektir. Aşağıda Roman Oda Sistemi anlatılmış, bireysel olarak üretilebilecek benzer özel hafıza bloklarına ilişkin örnekler de sunulmuştur.
1)Roman Oda Sistemi
Özetle anlatacağımız bu sistem dünyaca tanınmış hafıza uzmanları Dominic O’Brain ve Tony Buzan tarafından sistemli olarak sunulmuştur. Bu sistemin temeli, zihinde bilinen mekanları belli bir sırada kaydetmek ve bilgi listelerini bu sisteme yerleştirmekten oluşur. Roman Oda sisteminde odalar size ait olan veya hayalinizde kurguladığınız bir evin bölümlerinden oluşur. Bu sisteme göre önce on ayrı bölüm oluşturmalısınız. Bu odalar öyle bir sırada olmalı ki eve girdiğinizde evde her zaman aynı sırayı izleyerek yürümelisiniz. Aşağıdaki örneğe bakalım:

Beynin yapısı
Günümüzde ilerlemiş görüntüleme teknikleri, hayvan araştırmaları ve fizyolojik çalışmalarla, bilim adamları sadece hastalıkları değil aynı zamanda beynimizin nasıl çalıştığı ve yaşlandığını araştırıyorlar. Ayrıca beynimizi nasıl sağlıklı ve zinde  tutabileceğimiz konusunda da önerilerde bulunuyorlar.
Yaş ilerledikçe Neler kaybediyoruz?
 Yaşımız ilerledikçe meydana gelen hafıza kayıpları, sisteminin dolmaya başlaması tarzında izah ediliyordu. Bugün aynı zamanda hafıza kapasitemizin ancak bir bölümünü kullandığımızı, eğitimle bu kapasiteyi arttırabileceğimizi, kayıpları yine eğitimle ve tekrar ile azaltabileceğimizi ve  yavaşlatabileceğimizi biliyoruz. Buna rağmen yaşlanmayla sinir sistemimiz, önceki yıllara nazaran biraz daha yavaş ve biraz daha dalgalı çalışmaya başlıyor. Ancak isimleri hatırlayamama, beyninizin zengin, sağlıklı bir iletişim ağına sahip olduğunun da bir göstergesi olabilir. Çünkü bu  bağlantılar birbirleriyle yarışmaya girmekte ve bazıları baskılanabilmektedir. Her halükârda yaş  ilerledikçe beynimizin fiziksel olarak yıprandığı da bir gerçek. Ayrıca yaşlandıkça beynimiz daha  yavaş çalışıyor, sinir hücreleri (nöronlar) zayıflıyor ve ölüyor. Bilim adamları, hayata ihtiyacımızdan daha fazla nöronla başladığımızı, beynimizde hücrelerin, birbirlerini takviye edebilecek şekilde sıralar oluşturduğunu ve savaşta askerlerini kaybeden fakat çarpışma için yeni gruplar oluşturabilen bir ordu gibi davrandığını söylüyorlar. Bu durum ise “beyin rezervi” olarak adlandırılıyor. Uzmanlar, beyinde  saklı tutulan mevcut hafızamızın yaşlandıkça önemli miktarlarda kaybolmadığını, bunun yerine   yeni bilgileri depolayan beyin yapılarının yaş ilerledikçe zayıfladığını bildiriyorlar. Örneğin bilgilerin saklanması için asetil kolin adlı maddeyi üreten bazal ön beyin normal yaşlanma süreci  içinde hücrelerinin yarısını kaybedebilmektedir.
 Beynimizin 1 cm3’de, bir trilyon bağlantılı, 100 milyar  nöron bulunmakta ve bu nöronlar arasında her bir  saniyede 10 milyon x milyar kere uyarı  gerçekleşmektedir. Tüm bunlar 1300 gramdan daha  hafif, sınırsız kompleks bir kimyasal fabrikayı  oluşturmaktadır. Bu fabrika içerisinde hücreler arası  bağlantılar ve etkileşimler ve bu etkileşimi sağlayan kimyasal maddeler hafıza sistemimizin temelini teşkil  etmektedir.
        Yaşlandıkça neler kazanırız?
    Yaşlanma hepten kötüye gidiş anlamına gelmiyor. Nice yaşlı kişiler gençleri alt edebilecek yeteneklere sahipler. Yaşlı beyinler daha geniş bir kelime haznesine, yazılı metinleri daha iyi  anlama ve olayları daha geniş açıdan yorumlayabilme özelliğine sahipler. Johns Hopkins  Üniversitesi Tıp Fakültesi Geriatri Nörolojisi Doçenti Claudia H.Kawas, “80 yaşındaki bir grubu belirli bir günde bir numaraya telefon açmalarını söyleyin. Bunlar bu işi gençlere göre çok daha iyi  becereceklerdir. Çünkü kendilerine göre yapılacak işlerin listesini tutmak gibi daha etkin stratejiler geliştirmişlerdir” diyor. Kawas yaşlanmayı “uyum kaybı” olarak tanımlıyor ve ilave ediyor:  “Görevlerinizi başarabilecek yeni yaklaşımlara uyum sağlayabildiğiniz ölçüde, başarılı bir yaşlısınız.”
        Normal ve Alzheimer’li beyin:
Yapılan bir çalışmada her üç kişiden ikisi yaşlanmayla birlikte meydana gelen doğal hafıza  kaybının farkına varamamaktadır. Ve yine bir çoğumuz seyrettiğimiz filmdeki oyuncuların isimlerini  hatırlayamama veya bazen arabayı park ettiğimiz yeri unutma gibi belirtilerle başlayan ve sinsice   ilerleyerek entellektüel yeteneklerin kaybı şeklinde karşımıza çıkan Alzheimer hastalığının farkına   varmayız. Uzmanlar bu iki durum arasındaki ince çizgiyi şu şekilde belirtiyorlar: Anahtarla bıraktığınız yeri unutmanız önemli değildir. Fakat onları bulduğunuzda oraya koyduğunuzu  hatırlamıyorsanız bir problem var demektir. Veya annenizin pişirdiği pastayı size ikram etmeyi unutması önemli değildir. Fakat pasta yaptığını unutması durumunda alarm zili çalıyor demektir. Sinir hastalıkları uzmanları herhangi bir yaşta sağlıklı bir beyin için şu önerilerde bulunuyorlar:
Daha az yiyin. Beynimiz, tüm vücut dokuları gibi kalori yakıyor. Hücrelerimiz daha az kalori yakarak DNA veya mitokondrimizi (hücre içinde enerji üreten küçük mutfaklar) hasara uğratan   serbest oksijen radikalleri olarak adlandırılan zararlı maddeleri daha az üretecektir.  Zararlı maddelerden uzak durun. Aşırı alkol ve ilaç bağımlılığı beyin hücreleri için zararlı  olmaktadır.  Kendinizi geliştirin. Yeni yetenekler kazanmak ve hafızanızı canlı tutmak için zihinsel egzersizler yapmak (bulmaca çözme, şiir gibi belirli metinleri hatırlama, vb.) beyin hücreleri arasındaki bağlantıları artırmaktadır.
Kendinize daha fazla güvenin. Kendinizi başarılı olacak şekilde planlayın. Kendi hayatınızı  kontrol altında tuttuğunuza inanıyorsanız beyin kimyanız da düzelecektir. Antioksidanlı maddeler alın. E ve C vitaminleri, toksin serbest radikalleri parçalayarak sinir  hücrelerinin hasarını önleyebilmektedir.

ÖZET BİLGİ

Günümüzde nörobiyolojik bilimlerdeki gelişmeler ve beyinin içini görüntüleme tekniklerindeki ilerlemeler, beynin nasıl işlediği ve kendini nasıl düzenlediği konusundaki geleneksel anlayışları sorgulamayı gerekli kılmaktadır. Kompleks uyum sağlayıcı (adaptif ) dinamik bir sistem olan beynin işleyişi, makinenin prensiplerine göre değil, biyolojik prensiplere göre olmaktadır. Her ne kadar düşünme, akletme, öğrenme ve anlama, idrak etme arka planda ruhun fonksiyonu olsa da, bu ruhi fonksiyonların tezahürü, beynimizin işleyişi ile doğrudan bağlantılıdır. Beynin işleyişi ve öğrenme olayının son basamakta ortaya çıkışını (ekranda görünmesini) beyindeki nöral ağların yapısı ve düzeni belirler. Beyindeki nöral ağlar, kompleks ve dinamik bir uyum sağlama kapasitesinde olan yapılardır. Eğitimde bilgi beceri tutum ve davranış değişiklikleri oluşturacaksak, öncelikle ruhi fonksiyonların tezahür yeri olan beynin/zihnin işleyişini kurallarını ve biyolojik temellerini anlamak zorundayız. Bir başka açıdan insan canlı bir varlık olduğundan, ve ruhi fonksiyonları biyolojik yapısı üzerinde ortaya çıktığından, insan öncelikle biyolojinin kavram ve prensipleriyle anlaşılmalı sonra bu sağlam bilgiler üzerine metafiziki, ahlaki prensipler oturtulmalıdır.

1.) Kompleks Adaptif Dinamik Bir Sistem Olarak Beyin/Zihin Birlikteliği

İnsan beyni ve zihni kendini düzenleyebilen ve içinde bulunduğu şartlara dinamik şekilde adapte olabilen kompleks bir sistemdir. Şimdiye kadar düşünüldüğü gibi o bir mekanik alet veya basit paralel işlem gören bir bilgisayar da değildir. Kendini düzenleyebilen ruh/zihin/beyin/beden sistemi, kendini düzenlemede hem genetik yapısından kaynaklanan potansiyel kapasitesini hem de çevresel faktörlerin bu kapasiteyle etkileşim bilgisini kullanır. Öğrenme, anlama, hafıza, düşünme gibi ruh/zihin fonksiyonları, beyindeki nöral ağların işleyişi ve yapılanmasına bağlı olarak gerçekleşir. Nöral ağların işleyişi de hem genetik yapıyla hem de çevresel faktörlerle (beslenme, uyku, sosyal çevre öğrenme ortamlarının iklimi, tasarımı ve mimarisi) düzenlenir ve kontrol edilir. İnsan beyni doğuştan getirdiği kapasitesiyle, yaşamını tehdit eden fiziki, sosyo-kültürel engelleri ve problemleri çözebilecek kapasitede öğrenen ve uyum sağlayan bir sistemdir. Ancak başta eğitim olmak üzere sosyokültürel şartlar ve yönlendirmeler, onun bu özelliğini geliştirebilmekte veya köreltebilmektedir. İnsanoğlu yaşamını sürdürebilmek için karşılaştığı problemlere mutlaka iyi veya kötü çözümler üretir. Eğitim hayatın problemlerini çözebilecek bilgi-beceri-tutum ve davranışların insana kazandırıldığı bir süreç olarak tanımlanırsa, eğitimin problem çözmeye dayalı boyutu ön plana çıkarılmalıdır. İnsanın eğitim sonunda kazandığı bilgi ve beceri setiyle ürettiği çözümleri yetersiz veya geçersiz ise, tabii seleksiyon prensibi gereği ya hayat standardını aşağılara çekmek zorunda kalır ya da hayata veda eder. Bunun için önemli olan problemlerin hangi standartlarda nasıl ve ne seviyede çözüldüğüdür. Yoksa her insan veya toplum şöyle veya böyle karşılaştığı sorunlara çözüm üretmektedir. Bilinen bir gerçek var ki o da problemlerini daha temelinden (kaynak sorunları) uzun süreli çözebilen topluluklar, aynı problemi geçici olarak düşük seviyede çözen (semptomları yok eden) topluluklara karşı tabii olarak üstünlük sağlarlar. Bir başka deyişle diğer toplumların hizmetçisi değil efendisi olurlar. O halde insan ileride kendini hizmetçi yapacak bir eğitimi değil kendisini toplumların insanların efendisi yapacak bir eğitim almaya özen göstermelidir.

2.) BEYİNDEKİ ANALİZ VE SENTEZ BÜTÜNLÜĞÜ

İnsan beyni olayları kavramada birkaç tane ayrı duyu sistemini kullanır. Her bir duyudan gelen bilgileri ayrı ayrı işler (Mesela görme olayında renk, hareket, şekil ayrı ayrı işlenir.) Şuuru tanımlamada esas problem, insan beyninin bu ayrı ayrı işlenen ve analiz edilen bilgi parçalarının nasıl nerede ne zaman sentez edildiğidir. Mesela masa üstünde yuvarlanan kırmızı topun birleştirilmiş anlamlı resminin beynin farklı kısımlarında şekil, hareket ve renk ayrı ayrı analiz edilmesine rağmen beyinde üretilmesi çok enteresandır. Çünkü şuur tecrübe edilebilir ama net bir tanımı yapılamayan fenomendir. Biz ancak fiziksel çevredeki olayları kesin sınırlar içinde tanımlayabiliriz. Ancak şuuru sevgiyi güzelliği sadece nöronların elektro kimyasal aktivitelerinden ibaret görmek te çok eksik ve tek boyutlu bir tanım olacaktır.
Şimdiye kadar eğitim sistemimizde öğrenme ve öğretme hadisesi parçaları analiz etme üzerine kuruldu ve dersler o şekilde işlenildi. Dersleri parçalayarak, her dersi konularına bölerek öğrencilere bir şeyler verilmeye çalışıldı. Ancak insan beyni bununla yetinmeyip, bu parçaları anlamlı şekilde sentez etmektedir. Metaforları (benzetmeler ve örneklemeler yoluyla) kullanarak da yeni şeyleri üretebilmekte ve yeni bağlantılar ve ilişkiler kurarak yaratıcılık yönünü kullanmaktadır. Beynin tabii işleyiş mekanizması bu olmasına rağmen, mevcut eğitim sisteminde bu tabii mekanizmanın bir kısmı üzerinde vurgu yapılarak, beynin sentez –metafor- yaratıcılık yönleri yokmuş gibi davranılmakta ve köreltilmektedir. Beyin adaptif(uyum sağlayan) bir sistem olduğundan kendisi hangi yöne yönlendirilirse o yönde gelişimini sürdürmekte, diğer fonksiyonları minimum seviyede kullanmaktadır. İşte beynin bu tabii işleyiş mekanizmasına göre eğitim sistemimizin ve derslerin yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Parça parça kopuk olarak işlenen dersler yanında, bu dersleri birleştiren ve oradaki bilgi parçalarını sentezleyerek anlamlı ve kullanılabilir bilgi kümeleri inşa eden dersler konulmalı. Öğrencilere analitik düşünme becerileri kadar, sentezci düşünebilme ve yaratıcı ve doğurgan fikirler üretebilme eksersizleri de yaptırılmalıdır. Bir başka deyişle öğrenmeyi öğrenmeye ve çok boyutlu analitik ve sentezci-yaratıcı düşünme becerileri kazanmaya yönelik ortak zorunlu dersler konulmalıdır.

3.) DUYGUSAL ZEKA VE DUYGU EĞİTİMİ

Şu ana kadar filozoflar ve eğitimciler, insanı akıllı ve düşünen bir varlık olarak tanımladılar ve insanı genellikle mantıksal ve rasyonel ifadelerle tanımlamayı tercih ettiler. Ancak son yıllarda yapılan bütün araştırmalar göstermektedir ki, insan kararlar alırken öğrenirken veya düşünürken büyük ölçüde duygularından ve içinde bulunduğu haleti ruhiyeden etkilenmektedir. Çoğu zamanda akıldan ziyade duygularına göre tercihlerini ve kararlarını oluşturmaktadır. Çünkü insanın hissiyatı veya duyguları, algılamayla doğrudan bağlantılı olan dikkati toplamakta veya dağıtmaktadır. Dikkatin toplanması veya dağılması ise doğrudan öğrenme, hafıza ve davranışlar üzerine belirleyici etki yapmaktadır. Bu noktadan duygular (hissiyat), yaptığımız her türlü faaliyeti başlatan veya tetikleyen mekanizmadır. Beynin anatomik yapısı incelendiğinde, rasyonel ve mantıksal korteks, duygusal merkeze nazaran daha büyük olmasına rağmen, her iki merkezden çıkan nöral ağların sayısı karşılaştırıldığında, duygusal merkezden çok fazla sayıda nöral ağ çevreye yayılmaktadır. Demek ki beynin işleyişi üzerine duyguların etkisi daha fazladır. Bütün bunlar analitik zeka kadar duygusal zekanın da önemli olduğunu göstermektedir(2). Bu biyolojik bulgular ışığında eğitim sistemimize bakarsak, okullarda öğrencilerin duygusal sağlıklarını kontrol edip düzenleyecek ve değerlendirecek hiçbir araca sahip olmadığımız görülecektir. Bir başka deyişle çocukların öğrenme sürecini doğrudan etkileyen duygusal zekalarını göz ardı ediyoruz. Dolayısıyla okullarda ağırlık, öğrencilerin kavramlar, gerçekler ve beceriler üzerinde uzmanlaşması teşvik edilirken, duygularını kontrol etme ve olumlu yönde düzenleme becerileri ihmal edilmektedir. Her insanın duygusal banka hesabı dolu ise yani borçlu değilse, kendini öğrenmeye, düşünmeye, anlamaya konsantre edebilir. Aksi takdirde duygusal banka hesabı açık veren kişi, açığını kapatmakla meşgul olacağından, bedenen sınıfta olsa bile öğrenme ve anlama olayına kendini veremeyecektir. Ayrıca bu duygusal banka hesabı boş olan öğrenciler, anlaşılmadığı takdirde, kötü davranışlar sergileyerek kendilerini farklı kılmaya çalışacaklardır. Ayrıca duyguları ona rahat ve emin güvenilir bir ortamda bulunmadığını ve konuşursa soru sorarsa ayıplanacağı ve gülüneceği mesajını öğrenciye yolluyorsa, veya öğrenme ortamları gizli veya açık bilinçli veya bilinçsiz olarak buna benzer mesajlar üretiyorsa, öğrenci öğrenme ve anlama olayına aktif olarak katılmaktan vazgeçecek durumu kurtaracak ölçüde öğrenecektir. Çünkü zihni öğrenme ve anlama pencerelerini büyük ölçüde kapatmıştır. Açarsak hocanın yazdırdığı ders notlarını ezberlemesi ve hocanın soru stillerine aşinalık kazanması, öğrenmenin anlamı haline gelecektir. Bu noktadan duyguları ve bütün bedeni, öğrenme olayının içine katma tekniklerinden biri olan Total Fiziksel Cevap (Total Physical Response-TPR) yöntemi olan öğrenme tekniğinde insanlar, tekrar etmeden bir kerede istedikleri şeyi öğrenebilmektedirler. Bu teknikte önemli olan şey, kişinin bütün duyularıyla ve hissiyatıyla anlamlı bulduğuna inandığı şeyi öğrenmeye konsantre olmasıdır (3). Yeni beyin teorisinde duygular, insanın algılama işleminde merkezi bir öneme sahip olacaktır. Geliştirilecek olan yeni beyin teorisinin bugünkü okul sisteminde yeri yoktur.. Çünkü şu andaki okul sistemleri, sistematik yönetime, düzen ve disipline ve kavramsal ölçme ve değerlendirmeye aşırı önem verirlerken, öğrencilerin çoklu zeka sistemine (dil, matematik, kendisiyle ve insanlarla iletişim, sosyal-pratiklik, müzik, estetik, soyut düşünme, mekanik, duygusallık gibi zeka çeşitleri ) göre zekalarının farklılaştığı ve her zeka tipinin korunup geliştirilmesi gerektiğine, duygusal rahatlığın ve duygusal banka hesaplarının doluluk derecesine ve esnekliğe çok az önem ve değer vermektedirler(2;3).

4.) İNSAN BEYNİNİN ÖĞRENME ZAAFLARI VE ORTAYA ÇIKARDIĞI SORUNLAR

İnsan beyninin işleyişi ile ilgili bir başka önemli bulgu da, beyin, ani ve şiddetli gelen uyarılara, özellikle biyolojik ihtiyaçlarıyla ilişkili tehlikelere ve fırsatlara hızlı cevap ve uyum üretirken, belli bir dengede devam eden ve çok yavaş değişim gösteren dolayısıyla yaşamını doğrudan ve hemen tehlikeye atmayan gizli ve yıkıcı farklılıklara, tedrici değişimlere karşı ya izlemekle yetinir yada onları tamamen görmemezlikten gelir. Açarsak insanın sahip olduğu beyin, ani ve şiddetli patlamalara ve büyük felaketlere kolayca cevap verebilirken, üzerine yavaş yavaş sessizce gelen felaketlere karşı olabildiğince umursamazdır. Bu noktadan insan beyni, belirsiz,duygu yüklü problemleri tanımlamada ve abartmada kavramsallaştırmada ve önemsemede çok iyi performans gösterirken, sabır ve azim gerektiren sürdürülebilir dikkati ve uyanıklığı mecbur kılan olaylar ve problemleri çözmede çok zayıftır. Bir başka deyişle insan aklının, bir gram hazır lezzeti, ilerideki kilolarla gelecek lezzete tercih etme gibi bir yaratılış zaafiyeti vardır. Bunu atalarımız “bir musibet bin nasihatten iyidir” şeklinde vecize haline getirmişlerdir. İnsanın hadiselerden ders alabilmesi için bela ve musibetin yavaş yavaş geliyor olması yetmiyor, ani ve şiddetli gelirse insanoğlu önlem almayı tercih ediyor. Bu durumu tipik olarak sigara alkol ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıkları insanların kolayca kazanmasında ve çok zor terketmesinde görebiliriz. O halde öğrencilerin beyinlerini nasıl eğitmeliyiz ki, tedrici olarak gizli gizli gelişen sosyal problemlere karşı uyanık kalıp, gerekli önlemleri alabilsinler ve olaylar ortaya çıkmadan önce tedbirler ve çözümler paketini oluşturup kullanıma sokabilsinler. Bugünlerini gelecek yaşamlarının nasıl olmasını istiyorlarsa, ona bir hazırlık olarak değerlendirsinler. O halde eğitimde olumlu davranış değişikliğini sağlamak ve beynin bu tabii zaafiyetinden kazanılan olumlu davranışları koruyup kollamak için nasıl bir eğitime ihtiyaç vardır sorusunun cevabı henüz ortaya konmamış olup, mevcut okul sistemi ve eğitim teorileri de gerçekçi bir çözüm üretememiştir. Sonuç olarak insan zihninin zaafiyetinden kaynaklanan bu problemi çözebilecek yeni bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır.
Bugünkü okullarda ekonomiklik, etkinlik ve ölçülebilir sorumluluk üç önemli değerdir. Halbuki insan beyni bu testlere tabii tutulursa sınıfta kalmaktadır. Ekonomikliği ele alırsak insan beyni vücut ağırlığının % 2’sini oluştururken vücut enerjisinin %20’sini kullanır. Çoğu fonksiyonlarının birden fazla yedekleme sistemi vardır. Biri devre dışı kaldığında diğeri o vazifeyi üstlenir. Etkinliği ele alırsak, insanoğlu, problemler karşısında etkin çözümler üretmesiyle değil, çok farklı şartlara mükemmel uyum sağlayabilme kapasitesiyle varlığını devam ettirebilmiştir. İnsan beyni adaptif bir sistem olduğundan birden fazla çözüm arar. Her problemin motif ve desenini anlamaya çalışır. O motifi ve deseni, daha sonra karşılaşacağı benzer durumlara uyum üretmede bir model olarak kullanır. O halde çok hızlı değişimin yaşandığı ve bunun 21. yüzyılda daha da hızlanacağı dikkate alınırsa, bir veya iki işte çok etkin çözümleri bilen uzman insanlar mı yetiştirmeliyiz yoksa, çok farklı değişen şartlara uyum sağlayabilecek becerilerin verildiği uyum yeteneği yüksek insanlar mı yetiştirmeliyiz? Üzerinde düşünülmesi gereken bir başka soru.
Organizma, ortak menfaatler ve iyilikler için değil, kişisel hayatını sürdürmek için mücadele eder. Kişisel başarısı yüksek bireyler, sonuçta neslinin devamı şansını artırır. İnsanlar öğrenmeye bağımlı sosyal varlıklar olduğu için nesillerinin devamı, bireysel başarı kadar, ortaklaşmaya ve birlikte iş görmeye ve sorun çözmeye de bağlıdır. İnsan topluluklarının sürdürülebilirliği, ortak akıl değer ve menfaat üretmeye bağlıdır. Lisan, insanoğlunun algılamaya dayalı temel iletişim mekanizmasıdır. Genellikle yüksek zekalı bireylerin sosyal hayatları araştırıldığında, çoğunun başarısız bir hayat sürdükleri ortaya çıkmıştır. Çünkü diğer insanlarla -işte ve normal yaşamlarında kendilerine ve bireysel zekasına aşırı güvenden dolayı- bir arada yaşama ve ortak değerler üretebilme kabiliyetinden yoksundurlar.
İnsanoğlu bu zafiyetlerini yenmek için bu işleri, güçlü şekilde yapan makineler ve yönetim -kontrol sistemleri geliştirmiştir. Mesela gerçeklere ve olgulara ait çok sayıdaki verileri işlemek, gruplamak ve analiz etmek için bilgisayarlar geliştirerek, insan beyninin bellek ve hız gibi iki zayıf yönünü muazzam derecede güçlendirmiştir. Yine benzer şekilde bilgi arama, bulma, sınıflama, analiz teknolojileri geliştirerek insan beyninin gücünü ve performansını bireysel planda en az 100-200 misli artırmıştır. Çeşitli yönetim ve kontrol sistemleri geliştirerek bir yandan hemcinsinden maksimum faydayı alabilecek diğer yandan da gelebilecek zararları önlemeye çalışmaktadır. Bu teknolojiler ve kontrol sistemleri günlük ve ticari hayatı ağ gibi sarmışken, okullar genelde en tutucu ve bağnaz bir kurum olarak hala kalemle ve tahtayla öğrencilerin hayata hazırlandığı yerler olarak varlığını sürdürmektedir. Okullarda herşeyin bir sistem olarak tanımlanabileceği ve bu perspektiften herşeyin daha iyi anlaşılabileceğini savunan sistem dinamiği derslerinin ve öğrenen sistemlerin işleyişi ve kontrolü ile ilgili temel ortak dersler de verilmemektedir. Öğrenci, okul dışında kompleks, dinamik sistemler ağı içinde hayatını sürdürmeye çalışırken, evde ve hayatın diğer kısımlarında bilgisayar ekranlarından bilgiye ulaşırken, alışveriş yaparken ve parasal işlemlerini yönetirken, okullarda bir kalem bir defter üzerinde ve kara veya beyaz tahtayla bilgiyi öğrenmeye ve onu analiz etmeye çalışmakta ve sentez edici, bütünleştirici ve yeni bilgiler üretici aktivitelere zaman kalmamaktadır. İşin daha da kötüsü parçaları öğrenmeye çalışırken bütünün resmi kaybolmakta ve bütünün anlamı ve bireyin hayatıyla ilişkisi güçlü şekilde kurulamamaktadır.

5.) İNSAN BEYNİNDE DAVRANIŞI DÜZENLEYEN KİMYASALLAR

İnsan beyni nöral ağların kompleks kolleksiyonundan oluşup algısal aktiviteleri işleyen ve değerlendiren bir sistemdir. Beyin içindeki spesifik fonksiyonları işleyen bireysel ağlar ve bölgeler, daha kompleks fonksiyonları işlemek için birleşirler. Birkaç düzine hormonal ve nörotransmitter sistem, bu mükemmel bilgi işlem sistemi için anahtar kimyasalları oluşturur. Bir molekülün şeklinden çıkan elektrokimyasal özelliklerin nasıl nöral bilgi taşıyabildiği ve bunun ne olduğu çok açık değildir. Nörolojik bilimler için şuur ve nöral bilginin tabiatı, hala bir sırdır. Bilim adamları şu ana kadar çeşitli zihinsel bozukluklar ve durumlar ile belirli hormonal ve nörotransmitterlerin seviyeleri arasında belli bir ilişkinin olduğunu saptadılar. Mesela şizofreni(dopamin miktarı yüksek seviyede) ve Parkinson hastalığı (dopamin miktarı düşük seviyede) ilgili beyin bölgelerinde dopamin seviyelerinin yüksek veya düşük oluşuyla bağlantılıdır. Serotonin seviyesindeki artma ve azalmalar, kendine güvenme ile doğrudan bağlantılıdır. Serotonin seviyesi yüksek olduğunda kişi, yorgunluk bilmeden çalışır. Bugün antidepressan olarak kullanılan Prozac ve LSD gibi hallüsinasyon yapıcı ilaçlar, serotonin sistemi üzerinden etkisini ortaya koyan ilaçlardır. Bütün bu bilimsel bulgular, çok ciddi sosyal problemleri de beraberinde getirmektedir. Eğer belli bir davranış, esas olarak belirli nörotransmitterlerin kombinasyonuyla ortaya çıkıyorsa , o zaman sorumluluk ve özgür iradenin geçerli olduğu alanların hukuki açıdan yeniden tanımlanması gerekir. Mesela bir kişinin serotonin sentezi anormal derecede düşük ise, bu kişi saldırgan davranış ve şiddete güçlü şekilde yatkındır. Eğer bir kişinin doğuştan özgür iradesini kullanma kapasitesi düşük ve azalmış ise, bu kişi kanuni açıdan hangi davranışlarından sorumlu tutulacaktır.
Ayrıca kimyasal test teknolojisi geliştikçe, eğitimde öğrencileri seçme ve yönlendirmede de kaçınılmaz etkileri olacaktır. Mesela yüksek serotonin seviyeleri, düz motor kasların ve bununla ilişkili hareketlerin koordinasyonunu zenginleştirdiği için, atletleri ve violin gibi müzikal enstrümanları çalabilecek öğrencileri seçmede kullanılabilecektir. Bu kişilerin bu gruplara dahil olabilmesi için veya bazı negatif davranışları azaltmak için eğitimde kimyasal tedavi uygulamak ne ölçüde kabul edilebilir bir davranış olacaktır. Mesela hiper-aktif çocuklarda kullanılan Ritalin gibi ilaçlar hakkında devam etmekte olan tartışmalar, insanın kompleks algısal gelişimindeki aysbergin sadece görünen kısmını oluşturmaktadır. Çünkü hiperaktif çocukların % 15-30 kadarı dahi ve yaratıcı tiplerdir.
Nörotransmitterler milisaniyeler içinde fonksiyon görüp sonra tahrip edilirler. Dolayısıyla bu maddelerin hepsini ölçebilmek ve dinamiğini ortaya çıkarabilmek çok zordur. Hormonlar kan yoluyla taşındıkları için kısmen daha uzun sürede aktif hale geçip daha uzun sürede tahrip edilirler. Dolayısıyla izlenmeleri ve ölçümleri nisbeten kolaydır. Kortizol ve diğer güçlü glukokortikoidler, beyinin stresli durumlara cevap verme sistemi üzerinde çok önemli roller oynarlar. Beynin ürettiği cevap, kısa süreli olup, yaşamı tehlikeye atan durumlarda ayakta kalmayı sağlayıcı geçici bir destektir. Kronik olan ve sosyal olarak devam eden stres durumlarına beynin ürettiği cevap yetersizdir. Bugünkü toplum hayatında görülen hastalıkların büyük bir kısmında kronik stres, hastalığı hazırlayıcı veya başlatıcı yada ilerletici önemli bir faktördür. Kronik stres sonuçta öğrenmeyi ve hafızayı düzenleyen nöral sistemlerin etkinliğini azaltabilmektedir. O halde öğrencilerde fiziksel olarak tahrip edici kronik strese yol açmayan, hoş, teşvik edici ve insanı bir şeyler öğrenmeye motive eden bir okul çevresi ve ortamı nasıl geliştirilebilir? Çünkü öğrencilerde stres oluştuğunda, beyin strese cevap üretirken, öğrenme ve hafızayla bağlantılı nöral sistemlerin işleyişinde performans azalması ortaya çıkmaktadır.
Önümüzdeki yıllar, beynin işleyişini sağlayan biyolojik prensiplerle ve teorilerle uyumlu eğitim teorilerinin geliştirildiği ve makine merkezli eğitimden beyin/zihin merkezli eğitime geçişin yaşandığı dönem olacaktır. Önümüzdeki yüzyılın eğitimi, kesinlikle biyolojik prensiplerin ışığında ve beynin/zihnin tabii işleyişiyle uyumlu eğitim modelleri etrafında örgüleşecektir. Bir eğitim liderinin ifadesiyle “ Mucit ve kaşifler yerine taklitçi adamların yetiştiği eğitim sisteminden mucit ve kaşiflerin yetiştiği sistemlere geçiş yapılacak ve bu bağlamda herşey değişecek kitap-okul-kapı-sıra .... hepsi...değişecektir. Böyle bir sisteme öncülük yapmanın ilk şartı, kısmen her şeyi değiştirecek isyancı ruhlara ve eleştirel düşünebilen sorgulayan insanlara sahip olmak veya bunların yetişmesini sağlamaktır”.
Bu yazının eğitimcilerimiz başta olmak üzere insanımızın bu gelişmeler karşısında seyirci rolünden vazgeçip, insanın biyolojik çalışma mekanizmasına ters düşmeyen, özellikle beynin ve zihnin işleyişiyle uyumlu, yeni öğrenme ortamları ve okul modelleri geliştirmesine vesile olmasını temenni ediyorum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder